DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

18 Eylül 2022 Pazar

HİPPOKRATES VE HİPPOKRATES KÜLLİYATINDAN ALINTILAR

HİPPOKRATES VE HİPPOKRATES KÜLLİYATINDAN ALINTILAR


Plinius, Historia Naturalis, 29.4.1-4

  • İşin tuhafı, bundan sonraki süreçte hekimlik sanatının üzeri, ta Peloponnesos Savaşlarına değin zifiri karanlık bir geceyle örtülmüştür. İşte Asklepios'a adanmış şu son derece meşhur, son derece kudretli Kos adasında dünyaya gelen Hippokrates, o dönemde onu yeniden gün ışığa çıkardı.
(Çoraklı, 2017, s. 127.)

HIPPOKRATES, DE NATURA HOMİNİS, 1.9-11

  • Onlara göre tek bir temel unsurdan bahsolunabilir; adında hemfikir olmasalar da, bahse konu unsur tek olup her şeyin de temeli sayılmaktadır.
(Çoraklı, 2017, s. 129.)

HIPPOKRATES, DE NATURA HOMİNİS, 1.22-25

  • Ama bana sorarsanız bu kişiler, mevzuyu kavramaktan aciz olduklarından, iddialarına koydukları adlar konusunda çelişkiye düşüp çareyi Melissos'un görüşüne sarılmakta buluyorlar.
(Çoraklı, 2017, s. 129.)

HIPPOKRATES, DE NATURA HOMİNİS, 3.1-20

  • Bir defa oluşun tek bir unsurdan ileri gelmesi mümkün değildir. Öyle ya bir şey yine başka bir şeyle birleşmedikçe bir başka varlığı nasıl meydana getirebilir? Sonra birleşen şeyler aynı soydan gelip aynı niteliklere sahip olmadıkça hiçbir şey meydana gelemez; biz de böyle bir sonuca varamayız. Yine sıcak soğukla, kuru yaşla makul oranlarda veya uygun ölçülerde bir arada bulunmaz, aksine biri diğerinden daha baskın çıkar, başka deyişle biri daha güçlü olup diğeri daha zayıf kalırsa, oluştan bahsetmek mümkün olmaz. Hem uygun ölçülerde bir araya gelip de bir karışım meydana getirmedikçe bir şey pek çok unsurdan meydana gelemiyor madem, tek bir unsurdan nasıl meydana gelecek? Dolayısıyla insanın, hatta diğer bütün varlıkların da böyle bir doğası olduğuna göre, insanın tek bir unsurdan ibaret olmaması, aksine onun meydana gelmesinde katkısı bulunan her bir unsurun, bedeninde de katkı yaptığı belirli bir niteliğe/kudrete sahip olması gerekir. Yine insan bedeni vadesini doldurduğunda, her bir unsurun asli doğasına, yani yaşın yaşa, kurunun kuruya, sıcağın sıcağa, soğuğun soğuğa geri dönmesi gerekir. Nitekim hayvanların, hatta diğer bütün varlıkların da doğası böyledir; bütün varlıklar benzer şekilde meydana gelir, benzer şekilde zeval bulur. Sonuçta bunların doğası yukarıda bahsolunan bütün o unsurlardan müteşekkil olup her bir varlık, söylendiği üzere, sonunda kendisini oluşturan unsurlara ayrılır; böylece geldiği yere geri döner.
(Çoraklı, 2017, s. 130-131)

HIPPOKRATES, DE NATURA HOMİNİS, 4.1-10

  • İnsan bedeninde kan, balgam, sarı safra, bir de kara safra bulunur; bunlar bedenin yapısını oluşturan unsurlar olup insan bunlar sayesinde acı duyar veya kendini sağlıklı hisseder. Şu halde söz konusu unsurlar, gerek terkip ve tesir gerekse miktar bakımından karşılıklı olarak uygun ölçülerde bir arada bulunup da kusursuz şekilde birbirleriyle mezcolduklarında, insan kendini gayet sağlıklı hisseder. Gelgelelim bu unsurlardan biri az veya fazla olduğunda yahut da bedende yalnız başına kalıp da diğer unsurlarla karışıp kaynaşmadığında, insan acı duyar. Çünkü malum unsurlardan biri kendi başına kaldığında, o unsurun terk ettiği yer/uzuv ister istemez hastalıklı hale gelmekle kalmaz, aynı zamanda akıp giderek halihazırda işgal ettiği yer de, aşırı dolu olacağından, acı ve ağrıya neden olur.
(Çoraklı, 2017, s. 131.)

HIPPOKRATES, DE NATURA HOMİNİS, 5.5-10

  • Dahası bunların özleri itibarıyla farklı görünümlere sahip olduklarını, yani balgamın kana, kanın safraya, safranın da balgama hiç mi hiç benzemediğini (söylüyorum). Şöyle bir göz attığınızda renklerinin çok farklı olduğunu gördüğünüze göre, elinizle dokunduğunuzda farklı olduklarını anladığınıza göre, nasıl olur da birbirlerine benzerler? Sonuçta ne aynı ölçüde sıcaktır bunlar, ne soğuk, ne kuru ne de yaş.
(Çoraklı, 2017, s. 132.)

HIPPOKRATES, DE NATURA HOMİNİS, 7.1-16

  • İnsan bedenindeki balgam miktarı kışın artar. Çünkü balgam en soğuk salgı olduğundan, bedende yer alan salgılar arasında özü itibarıyla kış mevsimine en uygun olandır. Balgamın çok soğuk olduğunun kanıtıysa şu: Balgama, safraya veya kana elinizle dokunursanız, balgamın hepsinden soğuk olduğunu görürsünüz. Hatta en yapışkan salgıdır o, başka deyişle kara safradan sonra bedenden en zor atılan salgıdır.
(Çoraklı, 2017, s. 132.)

HIPPOKRATES, DE AFFECTIONIBUS, 1.7-10:

  • İnsanların yakalandıkları bütün hastalıklar safra ve balgamdan ileri gelmektedir. Öyle ki safra ve balgamdan biri bedende ziyadesiyle nemli, kuru, sıcak veya soğuk peydah olmaktadır. 
(Çoraklı, 2017, s. 133-134.)

HIPPOKRATES, DE MORBO SACRO, 1.1-14

  • Kutsal hastalık adı verilen hastalıktan söz etmek istiyorum. Bana kalırsa bu hastalık diğerlerinden daha tanrısal veya kutsal değildir; aksine diğer hastalıklarda olduğu gibi bu hastalığın da ortaya çıkmasına yol açan kendine has bir doğası vardır. Ama insanlar cehaletlerinden, hatta acizliklerinden ötürü bu hastalığın tanrısal bir doğası olup tanrısal bir nedenden kaynaklandığını düşünmüşlerdir; ne de olsa malum hastalık diğerlerine hiç mi hiç benzemez. Niteliğini tam olarak anlamaktan aciz oldukları için de, söz konusu hastalığın tanrısal kökenli olduğu görüşünde ısrar ederler; ama tedavi için başvurdukları arınmalar ve efsunlardan ibaret ucuz tedavi yöntemleri onların bu görüşünü boşa çıkarmaktadır. Şu halde sırf mucizevi nitelikleri var diye bir hastalığın tanrısal olduğu düşünülüyorsa, o zaman bir tane değil, bir sürü kutsal hastalık olacaktır. Sonuçta kimsenin kutsal saymadığı diğer hastalıkların hiç de daha az mucizevi veya olağanüstü niteliklere sahip olmadığını size göstereceğim. Sözgelişi günaşırı, iki günde bir veya üç günde bir nükseden hummalar, bana kalırsa malum hastalıktan hiç de daha az kutsal veya tanrısal müdahalelerden azade değildir, ama kimse bu tür hastalıkların mucizevi niteliklere sahip olduğunu düşünmez. 

(Çoraklı, 2017, s. 114-115.)


HIPPOKRATES, DE MORBO SACRO, 2.1-7

  • Düşünceme göre, bu hastalık, diğer hastalıklardan daha tanrısal değildir. Diğer hastalıklarda olduğu gibi kendine has bir doğası, hatta her bir hastalığın ortaya çıkmasına yol açan neden gibi bir nedeni vardır. Dahası en az diğerleri kadar tedavi edilebilir bir hastalıktır; tabii uzun zaman geçer de kök salıp verilen ilaçlardan daha güçlü hale gelirse, o zaman başka.
(Çoraklı, 2017, s. 123.)

HIPPOKRATES, DE MORBO SACRO, 2.12-17

  • Malum hastalığın diğerlerinden daha tanrısal olmadığına ilişkin bir diğer önemli kanıt da şu: Malum hastalık balgamî mizaçlılarda doğal olarak ortaya çıkarken safrâvî mizaçlılarda pek görülmez. Bu hastalık diğerlerinden daha tanrısalsa, balgamî veya safrâvî diye ayırmadan her mizaçtan insanda aynı ölçüde görülürdü.

(Çoraklı, 2017, s. 119.)


HIPPOKRATES, DE MORBO SACRO, 13.30-33

  • Bu hastalık bedene nüfuz eden veya onu terk eden şeylerden dolayı bu şekilde ortaya çıkıp gelişir; hatta anlaşılması veya tedavi edilmesi bakımından diğerlerinden daha meşakkatli olmayıp elbette onlardan daha tanrısal da değildir. 
(Çoraklı, 2017, s. 125.)

HIPPOKRATES, DE MORBO SACRO, 18.1-7

  • Kutsal diye adlandırılan malum hastalık, diğer hastalıklarla aynı nedenlerden kaynaklanmaktadır, başka deyişle bedene nüfuz eden veya onu terk eden şeylerden, soğuktan, güneşten, sürekli değişen istikrarsız rüzgârlardan. Bu şeyler de tanrısal olduğuna göre, malum hastalığın diğerlerinden daha tanrısal olduğunu düşünmek yersiz; çünkü hepsi tanrısal, hepsi insanidir. Her birinin kendine has doğası, hatta niteliği vardır; hiçbiri anlaşılmaz veya tedavi edilemez değildir.
(Çoraklı, 2017, s. 125.)

HIPPOKRATES, DE AERE AQUIS ET LOCİS, 22.1-9

  • Ayrıca İskitlerin büyük çoğunluğu iktidarsız olur, hatta kadınlara has işlerle uğraşır; dahası tıpkı kadınlar gibi konuşur, söyleşirler. Bu tür kişilere Anandrieis (İktidarsızlar) adı verilmektedir. İskitler bunun nedeni olarak tanrıyı görürler; üstelik kendi başlarına da gelir diye korktuklarından, bu tür kişilere hürmet gösterip saygıda kusur etmezler. Bana kalırsa bu hastalık da, diğer bütün hastalıklar da tanrısaldır; başka deyişle herhangi bir hastalık diğerinden daha tanrısal veya insani/dünyevi olmayıp bütün hastalıklar birbirine benzer, sonuçta hepsi tanrısaldır. Açıkçası her bir hastalığın kendine has bir doğası vardır; hatta hiçbir hastalık doğal bir neden olmaksızın ortaya çıkmaz.
(Çoraklı, 2017, s. 123)

HIPPOKRATES, DE AERE AQUIS ET LOCİS, 22.26-40

  • At binmekten kaynaklandığına göre, İskitlerin zenginleri bu hastalığa (i.e. Anandrieis) maruz kalmaktadır; yani soylu olup büyük bir güce sahip olanları, ayak takımı değil. Nitekim at binmediklerinden fakirler daha az yakalanır bu hastalığa. Sonuçta bu hastalık diğerlerinden daha tanrısal olsaydı, yalnızca İskitlerin en soylu veya en zenginlerinin başına gelmez, aynı şekilde herkesin başına gelirdi; (...) Ancak, daha önce de söylediğim gibi, bu hastalık diğer hastalıklarla aynı ölçüde tanrısaldır. Sonuçta bütün hastalıklar doğal bir nedenden kaynaklanmaktadır.

(Çoraklı, 2017, s. 119.)


HIPPOKRATES, DE VETERE MEDICINA, 1.1-6

  • Hekimlik sanatı hakkında konuşmaya veya yazmaya teşebbüs eden herkes, iddiasını sıcak, soğuk, yaş, kuru gibi veya gönlünden başka ne geçiyorsa artık, o çeşit bir varsayıma³ dayandırıp insanların başına gelen ölüm ve hastalıkların temel nedenini dar bir alana indirgeyerek hepsi için bir veya iki neden ileri sürmektedir; ancak bu kişilerin ileri sürdükleri düşüncelerin çoğunda yanılgıya düştükleri açıkça görülmektedir. 
(Çoraklı, 2017, s. 137.)

HIPPOKRATES, DE VETERE MEDICINA, 1.8-21

  • Hekimlikle iştigal eden bazı zanaatkârlar beş para etmez olsa da, bazıları son derece niteliklidir. Sonuçta hekimlik sanatı diye bir şey hiç varolmasaydı, hatta bu sanata dair herhangi bir araştırma yapılmamış veya keşif ortaya konmamış olsaydı, böyle bir durumdan da bahsedilemezdi; üstelik herkes aynı ölçüde tecrübesiz olup cehalete düşer, böylece hastalara ilişkin bütün tedavi süreçleri rastlantının elinde oyuncak olurdu. Gelgelelim işin aslı başka. Bundan dolayı hekimlik sanatının, gerek görüş alanının dışında kalan, gerekse son derece tartışmalı meselelerde olduğu gibi, boş bir varsayıma ihtiyaç duyduğunu hiç düşünmüyorum. Sonuçta bu tür meselelerde fikir beyan edilecek olundu mu, varsayıma başvurmak kaçınılmazdır. Sözgelişi birisi gökyüzü ile yerin altındaki şeylerden bahsedip de bu tür konularda fikir beyan etmeye kalktığında, beyan edilen fikrin doğru olup olmadığı ne fikri beyan eden için aşikârdır ne de onu dinleyenler için; çünkü bu durumda kesinkes bilmeyi sağlayacak herhangi bir ölçüt söz konusu değildir.
(Çoraklı, 2017, s. 138-139.)

HIPPOKRATES, DE VETERE MEDICINA, 2.1-9

  • Hekimlik, ihtiyacı olan her şeye, yani bir ilkeye ve vaktiyle keşfedilmiş olup öteden beri pek çok değerli keşfe de imza atılmasını sağlayan bir yönteme zaten evvelemirde sahiptir. Bu sanata ilişkin geri kalan ne varsa, onlar da yine bu yöntem sayesinde keşfolunacaktır; araştırmacı ortaya konmuş keşiflerden haberli, işinde ehil bir kimse olup da araştırmalarını söz konusu keşiflerden hareketle yürütürse tabii. Bir kimse bütün bunları reddedip bir kenara koyarak değişik bir yöntemle veya değişik bir usulle araştırmalarını yürütmeye çalışır, sonra da kalkar herhangi bir keşifte bulunduğunu iddia ederse, bu kişi düpedüz aldanmıştır, üstelik aldanmaya da devam etmektedir. Çünkü bu imkânsız bir iştir. Hatta bunun imkânsız olma nedenlerini, sanatın gerçekte ne olduğunu izah ederek size göstermeye çalışacağım. Bu sayede başka bir yöntemle herhangi bir keşifte bulunmanın mümkün olmadığı da açıkça anlaşılmış olacak. 
(Çoraklı, 2017, s. 139-140.)

HIPPOKRATES, DE VETERE MEDICINA, 2.19-20

  • Bu nedenle hekimliğin herbir varsayıma ihtiyacı yoktur. 
(Çoraklı, 2017, s. 138.)

HIPPOKRATES, DE VETERE MEDICINA, 3.1

  • Başlangıçta hekimlik sanatı hiç keşfedilmeyecek, hatta araştırılmayacaktı bile (ne de olsa kendisine ihtiyaç duyulmuyordu); sağlıklı insanların yiyip içtikleri şeyleri yiyip içmek, hayatlarını idame ettirdikleri şeylerle hayatlarını idame ettirmek hastalar için de uygun olsaydı, bunlardan daha iyisi de bulunmasaydı tabii. Ama hastalar, bugün de olduğu gibi, sağlıklı insanlarla aynı şeyleri yiyip içemediklerinden, hekimliğin araştırılıp keşfedilmesi zaruret halini aldı. Dahası atların, sığırların, hatta insan dışındaki diğer bütün canlıların yiyip içtiği şeyler insanlara kâfi gelseydi, sağlıklı insanların şu anki beslenme, hatta yaşama düzenleri bile keşfolunmayacaktı bana kalırsa.
(Çoraklı, 2017, s. 140.)

HIPPOKRATES, DE VETERE MEDICINA, 5.3-5

  • Başta da söylediğim gibi, aynı beslenme düzeni sağlıklı insanlar kadar hastalar için de uygun olsaydı, hiçkimse kalkıp da hekimlik sanatına ilişkin bir araştırma yapmazdı.
(Çoraklı, 2017, s. 140.) 

HIPPOKRATES, DE VETERE MEDICINA, 12.10-13

  • Bana sorarsanız öyle şans eseri değil de dosdoğru, sağlam araştırmalar sonucu ortaya konan bu keşiflere ancak hayranlık duymalıyız.
(Çoraklı, 2017, s. 139.)

HIPPOKRATES, DE VETERE MEDICINA, 14.23-28

  • İnsanda tuzlu, acı, tatlı, ekşi, kekre, yavan vs. gibi her türlü tesire, hatta miktar ve kudrete sahip sayısız nitelik mevcuttur. Bunlar karışıp kaynaşarak birbirleriyle mezcolduklarında artık gözle görülemedikleri gibi insanların acı duymasına da neden olmazlar. Ancak bunlardan biri diğerlerinden ayrılıp da kendi başına kaldığında, işte o zaman gözle görülür hale gelmekle kalmaz, insanların da acı duymasına neden olur. 
(Çoraklı, 2017, s. 134.)

HIPPOKRATES, DE VETERE MEDICINA, 15.1

  • Söz konusu görüşü savunan, üstelik o malum yöntemden hareketle hekimlik sanatını varsayımlara indirgeyen kişilerin, kapılandıkları bu varsayımlarla insanları nasıl tedavi ettiklerini anlamakta sahiden güçlük çekiyorum. Ancak bana kalırsa bu kişiler, başka herhangi bir nitelikten pay almayan, yani kendi başına sıcak, soğuk, kuru veya yaş diye bir şey keşfetmiş değiller; üstelik bence herkesin tükettiği yiyecek ve içeceklerin aynısını hastalarına salık vermektedirler. Yalnız bunlardan birine sıcak, birine soğuk, birine yaş, birine kuru niteliklerini atfederler. Sonuçta bir hastaya sıcak bir şey almasını salık vermek beyhude bir iştir. Öyle ya, hasta derhal 'Bu da ne demek?' diye soracaktır.
(Çoraklı, 2017, s. 142.)

HIPPOKRATES, DE VETERE MEDICINA, 20.1-17

  • Bazı hekimler ile sofistler (bilgiçler), insanın ne olduğunu (i.e. kökenini) bilmeyenlerin hekimlikten de anlamayacağını iddia edip insanları adamakıllı tedavi etmek isteyen kişilerin en başta bu konuyu öğrenmesi gerektiğini ileri sürmektedirler. Ancak bu iddia, tıpkı doğaya ilişkin yazılar kaleme alıp insanın kökeninin ne olduğunu, başlangıçta nasıl meydana gelip hangi unsurlardan teşekkül ettiğini tartışmaya açan Empedokles ve diğer bazı filozoflarda olduğu gibi, doğrudan doğruya felsefeye kapı aralamaktadır. Ama, bana kalırsa, malum sofistler veya hekimlerce doğa konusunda dile getirilen veya kaleme alınan ne varsa hepsi, haddizatında hekimlikten ziyade ressamlıkla/edebiyatla alakalıdır. Yine bana sorarsanız, hekimlik dışında bir kaynaktan doğaya ilişkin açık seçik bilgi edinmenin imkânı yoktur. Üstelik bu bilgi, ancak bütün bir hekimlik sanatı tastamam kavrandığında öğrenilebilir. O vakte değin de, bana kalırsa, öğrenilmesi imkânsız bir iştir. Hem söz konusu ilimle, elbette insanın ne olduğunu, onu meydana getiren nedenler ile diğer konuları açık seçik şekilde bilmeyi kastediyorum. Bu nedenle hekimler, kanaatimce, doğaya ilişkin bilgi sahibi olmalı; hatta bu bilgiye, yani yiyecek içeceklerle, dahası genel olarak alışkanlıklarla ilişkisi göz önüne alınarak insanın ne olduğuna, ayrıca her bir şeyin her bir birey üzerinde yol açtığı etkiye dair o bilgiye erişmek için elinden geleni ardına koymamalı; üstüne düşen vazifeyi yerine getirmek istiyorsa tabii.
(Çoraklı, 2017, s. 143-144.)

KAYNAK

EYÜP ÇORAKLI, HITORIA: ANTİKÇAĞDA ARAŞTIRMA FİKRİNİN DOĞUŞU, ALFA, İSTANBUL 2017, s. 2017.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder