DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

9 Mart 2020 Pazartesi

İNSANIN TARİHİ-HOMO SAPİENS'E KADAR-

“DÜNYANIN EN GÜZEL TARİHİ” KİTABI VE İNSANIN TARİHİ; Görsel Kaynağı: Medium




Nesnelerden oluşan bütünün ilkeleri atomlar ve boşluktur.

Demokritos
[1]
***

1996 tarihinde “La Plus Belle Histoire Du Monde” ismiyle Fransa’da yayınlanmış olan kitap, 2003 tarihinde “Dünya’nın En Güzel Tarihi” ismiyle İstanbul’da birinci baskısını yapmıştır. Kitapların basım tarihleri önemlidir, neredeyse her gün genel bilgimize bir yenisini katmakla beraber, bilgi üzerinden yaptığımız yanlış muhakemeleri gözden geçirmekteyiz. Örneğin, bundan beş yıl önce yani 2015 yılında Homo Naledi olarak isimlendirilen yeni bir insan türü keşfedildi, 1996 tarihinde basılmış bir kitapta, doğal olarak bu bilgi yer almayacaktır. Her yazılan kitap, yazıldıktan sonra bazı anlamlarda güncelliğini kaybediyor, demek yanlış olmayacaktır. Kitaplardan bilgi alırken, mümkünse konuya dair akademik makaleler, mümkün değilse en azından güvenilir ‘popüler’ bilim veya bilgi organlarından yararlanmakta fayda var.

Dünya’nın En Güzel Tarihi[2] kitabı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nın çeşitli konularda çıkardığı, “…En Güzel Tarihi” serisi içerisinde yayınlanmış bir eserdir. Serinin formatı, konuya dair üç uzman ile yapılan söyleşileri kapsamaktadır. Bu anlamıyla seriye popüler bilim serisi diyebiliriz. Dünyanın En Güzel Tarihi kitabında, Dominique Simonet isimli bir yazar, konularında uzmanı olan kişilerle soru-cevap yapıyor. Üç bölümden oluşan eserin ilk bölümü “Evren” başlıklıdır ve bu bölümde astrofizikçi olan Hubert Reeves soruları yanıtlıyor. İkinci bölüm ise “Yaşam” başlığını taşıyor; ödüllü bilim yazarı ve organik kimya uzmanı Joel de Rosnay soruları yanıtlıyor. Üçüncü ve son bölüm ise “İnsan” başlığını taşımaktadır; meşhur Lucy’yi keşfeden ekip arasında yer alan Yves Coppens soruları yanıtlıyor. Her bölüm kendi içinde üç ayrı başlığa ayrılıyor. Birinci bölüm, “Kaos”, “Evren Yapılaşıyor”, “Ve Dünya”; ikinci bölüm, “İlkel Çorba”, “Yaşam Yapılaşıyor”, “Canlı Türlerinin Fışkırması”; üçüncü bölüm, “Afrika’daki Beşik”, “Atalarımız Örgütleniyor”, “İnsanın Dünya’yı Ele Geçirişi” alt başlıklarına ayrılıyor. Sade dilde hazırlanmış olan kitabı, üstte verilen başlıktaki konuları merak edenlerin okumasını tavsiye ederiz. Kitabın 1996 tarihinde yayınlanmış olmasını göz önüne alarak bazı bilgilerin güncellik kazandığının altını çizmeyi yararlı buluyoruz.

Dünyanın En Güzel Tarihi
“DÜNYANIN EN GÜZEL TARİHİ” KİTABI VE İNSANIN TARİHİ; Görsel Kaynağı: İş Bankası
İlk bölümün konusu evrenin ortaya çıkışını ve bu andan itibaren gerçekleşen olaylar hakkında bilgi vermeyi amaçlamaktadır. Evrenin 13.8(+/-) milyar yıl önce oluşmaya başladığını ve evreninde evrim mekanizmasının olduğunu biliyoruz. Demokritos’un ve atomcu filozofların, “her şey atomlardan meydana geliyor” öngörüsünün artık doğru olduğundan eminiz. Fakat bununla kalmayarak atomun yapısını, atom altı parçacıkların işleyişleri hakkında fikirlerimiz var. Kuarkların, proton ve nötronları; proton ve nötronların çekirdeği; çekirdeğin eloktronlarla beraber atomu; atomun molekülleri oluşturması, ayrıca evrenin oluşmasından dünyanın oluşmasını içeren konular birinci bölümde ele alınmaktadır. Bu konular hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenlere, ayrıca İstanbul Teknik Üniversitesi’de Fizik öğretim üyesi olan Kerem Cankoçak’ın “Maddenin Evrimi” ve “Cern ve Büyük Patlama” kitaplarını öneririz.

kerem cankoçak maddenin evrimi ile ilgili görsel sonucu
Kerem Cankoçak, Maddenin Evrimi

İkinci bölümde yaşamın ortaya çıkışı ele alınmaktadır. Atomlardan moleküller, moleküllerden hücrelerin nasıl oluştuğu, cansız maddeden nasıl canlılığın oluştuğu, bilimsel deneylerle bunların nasıl ortaya koyulduğunu öğrenmekteyiz. Sadece yaşamın değil, yaşama elverişli bir dünyanın nasıl oluştuğu da anlatılmaktadır. Bu araştırmaların 4.5 milyar yıllık bir süreyi incelediklerini unutmamalıyız. Hâlihazırda virüs gündemi varken ikinci bölümde yer alan virüs alıntısına yer verelim: 
Bugün virüslerin ilkel değil, tam tersine en üst düzeyde yetkinleşmiş yapılar oldukları; fazla yer tutan hantal üreme düzeneklerini atıp sadece en gerekli gereçlerle kalmak ve böylece daha büyük bir etkililiğe ulaşmak yönünde evrilmiş hücrelerin ardılları oldukları düşünülüyor! Yani bunlar, ‘yaşamsal minimum’ düzeylerine inmek üzere, sonradan ‘bile bile’ yalınlaşmış hücreler oluyorlar.”[3]

virüs evrim ağacı ile ilgili görsel sonucu
Virüs; Evrim Ağacı


Fotosentez ve solunumun ortaya çıkması ile bitki ve hayvanların oluşmasının yolu açılmıştır. Hem fotosentez hem de solunum aynı “ata” molekülden ortaya çıkmışlar. Rosnay bu olguyu, “hayvanlar alemiyle bitkiler alemi arasındaki ayrışmanın keskinleşmesi[4] olarak sözcüklere döküyor. Çok ilginçtir ki fotosentez olmasaydı, ozon tabakamız da olmayacaktı! İkinci bölümün ikinci kısmını Rosnay şu tespiti ile bitirir: 
Bize bir sürü rastlantıdan doğmuş gibi görünüyorsa bu, girildikleri halde hiçbir yere çıkmamış milyonlarca yolu unuttuğumuz içindir. Öykümüz kurgulayabildiğimiz tek öyküdür. Bize bu kadar olağanüstü görünmesinin nedeni de budur.”[5]
Çevre koşullarından korunmak ve varlıklarının devamını sağlamak için hücreler bir araya gelecekler, her hücre kendine görevler edinecek ve bunun sonucu olarak çok hücreli canlılar oluşacaktır. Cinselliğin oluşmasının anlatıldığı soru-cevaplardan sonra ölümle ilgili bir soru sorulur, Rosnay bu soruyu,  bireyler için bir armağan olmasa da tür için bir primdir, şeklinde yanıtlar: 
“Ölüm de cinsellik kadar önemlidir: Doğanın gelişmesini sürdürebilmek için ihtiyaç duyduğu atomları, molekülleri, mineral tuzlarını yeni baştan dolanıma sokar. Sayıları Büyük Patlama’dan beri değişmeden kalmış olan atomları dev ölçülerde bir yeniden harmanlama sürecine tabi tutar. Ölüm sayesinde canlılar dünyası kendini yenileyebilir, adeta yeniden doğar.[6]
Görsel Kaynağı: Evrim Ağacı

Arıların ve karıncaların topluluk halinde hareket ederek başarılarının anlatıldığı kısımların ardından, bir zamanlar Dünya’nın hâkimi olan dinozorların 65 milyon yıl önce yok oluşlarına değinilir. Karikatürlere de yansıyan meşhur göktaşı, 5 km çapında olup, Meksika Körfezi’ne, Yucatan Yarımadası’nın dibine düşmüştür. Dinozorların sonunu getiren göktaşının düşmesinden ziyade, çarpmanın etkisi ile yeryüzünde gerçekleşen felaketler(dinozorlar için) dinozorların sonunu getirmiştir. Gezegenin diğer tarafından magma fışkırmaları gerçekleşmiş, dünya çapında yangınlar çıkmış, ortaya çıkan karbondioksit ve toz tabakaları Dünya’yı kalın bir örtü gibi sarmıştır. Önce karanlık ve soğuk, ardından ise sera etkisinden doğan şiddetli bir ısınma… Sadece dinozorlar değil, birçok canlı hayatını kaybediyor. Lemurgiller isimli canlılar kaya kovuklarına saklanmayı başarıyorlar. İşte memelilerin ortaya çıkmasını garanti altına alan canlılar Lemurgiller’dir:[7] 
Eğer dinozorlar ortadan yok olurken lemurgiller hayatta kalmamış ve sığındıkları kovuklarda yabani yemişlerle beslenmemiş olsalardı, biz gene Dünya’da olmayacaktık.[8] 
İkinci bölümün üçüncü kısmının sonlarında yer alan bir cümle evrimin aşamalarını da özetlemektedir: 
atom molekülde, molekül hücrede, hücre organizmada, organizma ise toplumda[9]   
molekül ve hücre evrim ağacı ile ilgili görsel sonucu
Hücre

Kitabın üçüncü bölümü “İnsan” başlığını taşımaktadır ve asıl üzerindeki durmak istediğim bölüm de burasıdır. Bu bölümde maymunlar ve insanların ortak atadan nasıl ortaya çıktıkları, hangi nedenlerle farklı evrim çizgisi izledikleri tartışılmaktadır. Afrika’daki “Yüksek maymunların”, “ön-insanlar”a ve oradan da “insan”a evrimleşmeleri anlatılır. Ve burada kastedilen bugün televizyonlarda veya hayvanat bahçesinde gördüğünüz maymunlar değil, onların da atası olan kuyruksuz maymunlardır.

Türkçe Evrim Ağacı
TÜM TÜRLER ORTAK ATALARI PAYLAŞIR!
İnsanların atasını bulmayı amaçlayan araştırmacılar, ilk olarak Neanderthal fosilleri ile karşılaşmış ve bu türün insanın akrabası olduğu fikrini kabul etmek istememişlerdir. Çok uzun yıllar sonra ancak, Neanderthal türünün Homo Sapiens türünün akrabası olduğu kabul edilmiştir. 

NEANDERTHAL evrim ağacı ile ilgili görsel sonucu
Neandertaller Yaşasaydı, Muhtemelen Böyle Gözükecekti!
70 milyon yıl önce oluşan doğa şartları, böcek yiyicilerden ilk maymunların ortaya çıkmasını sağlayacaktır. İlk çiçekli bitki florasının ortaya çıkması ve ilk meyve çağının başlaması, ilk maymunların meyve ile beslenen varlıklar olmasına giden yolu açacaktır. Besinini değiştiren bu canlıların anatomisi de değişecektir. Kuzey Amerika’da Kayalık Dağlar’da fosilleri keşfedildi, ağaçlarda yaşadığı, meyve ile beslendiği ama aynı zamanda böcek yemeye de karşı olmadığı anlaşıldı. Fare boyutlarında olan canlıya “Purgatorius” ismi verildi.

Aegyptopithecus NT.jpg
Aegyptopithecus
Ancak 35 milyon önce “yüksek maymun” diyebileceğimiz türlerin ortaya çıkışı görülür. Bu gelişen tür Afrika’da yaşamaktaydı. Bu çağda bir kuraklığın baş gösterdiği tespit edilmiştir. Mısır’ın Kahire dolaylarındaki Fayyum Havzası’nda ve Umman’da, kedi boyunda, uzun kuyruklu, iri ve sivri suratlı, kafatası 40 santimetre küp olan ve dört ayaklı bir maymun yaşıyor. İlk olarak Mısır’da bulunduğu için “Aegyptopithecus” ismi verilmiştir. Ardılı olan “Proconsul” türü 150 santimetre küp beyni ile daha güneydeki ormanlarda yaşamaktaydı. Birkaç türden oluşan bu türün en büyük boyutları şempanze boyutunu geçmemektedir. Proconsul türü, 17 milyon yıl önce gerçekleşen, Afrika-Arabistan tektonik levhasının, Avrupa-Asya levhası ile bitişmesine ‘tanık oluyor’. Avrupa ve Asya’ya yayılma imkânı bulan Proconsul, yeni türlere evrimleşebilecek şartlara da ulaşmış oluyor: Kenya’da Kenyapithecus, Avrupa’da Dryopithecus ve Asya’da Ramapithecus.

Proconsul (Rekonstrüksiyon)
Proconsul

Proconsul
Proconsul

Maymunların ortak atası için, Sivapithecus, Kenyapithecus, Uranopithecus, Gigantopithecus, Oreopithecus ve Otavipithecus gibi adlar verilen yeni bulunmuş türlerin her biri sırayla bu rolü oynadı. Maymunlarla insanların ortak atası işte bunlardan biri” der Coppens.[10] 15 milyon yaşında olan Kenyapithecus bunlardan birisi, ağaçlarda yaşıyor, dört ayaklı, zaman zaman ayağa kalkabiliyor, 300 santimetre küp beyni var, kuyruksuz, bazen ormanda bazen savanda yaşıyor. Meyvenin yanında yumru ve kök yiyor. Ve topluluk halinde yaşıyor.

Kenyapithecus (Rekonstrüksiyon)
Kenyapithecus 

7 milyon yıl önce, Afrika’da insan ile maymun türlerinin iki farklı evrim dalına ayrıldığı, ortak atadan iki türün gelişim gösterdiği muhakeme edilmektedir. Söyleşinin yapıldığı tarihte ele geçen fosil sayısının 250.000 olduğu, bunun 2000 kadarının ön-insan ve insan türüne ait olduğu ve çoğunun 2 ile 3 milyon yılına ait olduğu belirtiliyor. Bulunan fosillerle ilgili genel değerlendirme şöyle: 
“insanın ataları oldukları belirlenen fosillerin bulundukları yerleri çabucak gözden geçirelim: 7 milyon yıllık fosiller sadece Kenya’da bulundu. 6 milyon yıllık, sonra 5 milyon yıllıklar da öyle. 4 milyon yıllıklar Kenya, Tanzanya ve Etiyopya’da; 3 milyon yıllıklar Kenya, Etiyopya, Tanzanya, Güney Afrika ve Çad’da; 2 milyon yıllıklar da aynı bölgelerde, ayrıca birkaç yontulmuş taşla birlikte Avrupa ve Asya’da… 1 milyon yıllıklar ise bütün Afrika, Avrupa ve Asya’ya yayılmış. En sonra da Avustralya ve Amerika’ya çıkıyoruz. Bütün bu haritaları kronolojik sıraya göre dizip film sahneleri gibi arka arkaya bir ekrandan geçirin, insanın yeryüzüne yayılışının tarihini elde edersiniz ve şu sonuca varmak zorunda kalırsınız: İnsan Afrika’da küçük bir ‘ocaktan’ yola çıkmış, yavaş yavaş Afrika’nın bütününe, sonra Dünya’ya yayılmış; şimdi de adım adım Güneş sistemine giriyor…”[11]
Rift Vadisi

7 milyon yıl önce, sık ormanlarla kaplı Afrika’da yeni bir doğa olayı gerçekleşiyor; Doğu Afrika’daki Rift vadisi çöküyor. Bazı kenarlarının yükselerek bir duvar oluşturduğu görülüyor. 6000 km uzunluk ve 4000 metre derinlikte bir kırılma(fay) oluşuyor. İklimde büyük değişmeler meydana geliyor, Afrika’nın batısında yağmurlar devam ederken, doğusunda yağmurlar gittikçe azaldı, ormanlar geriledi, flora değişime uğradı. Batı kısmında kalan canlılar eski yaşamlarına devam ederken, doğu kısmındakiler yaşam alışkanlıklarını değiştirmek zorunda kalıyorlar. Savan ve sonra da step ortamına uyum sağlamak zorundalar. Afrika’nın batı ile doğu arasındaki bu farklılaşma iki ayrı yoldan bir evrime yol açıyor: “Batılılar bugünkü yüksek maymunların, şempanze ve gorillerin ataları oluyorlar; Doğulular ise ön-insanların, sonra da insanların…[12]

rift valley ile ilgili görsel sonucu
Rift Vadisi
Kuraklığın evrimleşmedeki faktörünü Coppens, “bizi karakterize eden bütün özellikler, dik duruşumuz, her şeyi yiyebilen(omnivore) beslenme biçimimiz, beynimizin gelişmesi, aletlerimizin icadı, bütün bunlar daha kurak bir ortama uyum sürecinin sonuçları oluyor. Doğal ayıklanma mekanizmasının klasik örneği: Atalarımızdan küçük bir grup bu yeni ortamda daha başarılı olmak bakımından üstünlük sayılabilecek karakterlere genetik olarak sahip olunca, üyesi olarak bulundukları toplulukta yavaş yavaş çoğunluk sağlıyor; zira ötekilerden daha uzun süre yaşayabildiklerinden, aynı karakterlere sahip daha kalabalık genç kuşaklar doğurabiliyorlar[13] şeklinde açıklar. Yeni tür, ayağa kalmak suretiyle daha uzağı görmeyi, savunma veya saldırmayı, besin ya da yavrusunu taşımayı gerçekleştiriyor. Terlemeyi kolaylaştırmak içinse kıllarını yitiriyor. Ön-insanlar, ayakta durabiliyor, ayakta kalıyorlar; iskeletleri iki ayakta durmalarına göre şekillenmiştir.

rift valley ile ilgili görsel sonucu
Rift Vadisi
Rift Vadisi


 Tanzanya’da bulunan fosilleşmiş ayak izleri, çaprazlama şekildedir. Coppens, bu ayak izlerinin belki de birbirine tutunarak yürüyen Australopithecus’lara ait olabilir, diyor ve “alkol tüketiminin başlangıcı sanıldığından çok eski dönemlere kadar çıkıyormuş meğer!”[14] şakasını aktarıyor. 8 ile 1 milyon yıl öncesinde, Afrika’nın tam bir türler fışkırmasını yaşadığı tespit ediliyor. Türlerin çoğu da birbirleri ile çağdaş olarak yaşamlarını sürdürüyordu. Günümüzden önce 4 milyona kadar giden Motopithecus, Ardipethecus gibi isimler verilen türlerin varlığı biliniyor. Australopithecus’ların 4 ile 1 milyon yıl arasında yaşadığı gösteren kanıtlar var. Afrika’da bölgeler havzalar şeklinde ayrıldığı için çeşitlenme de bir o kadar fazla olmuştur. Mesela, Anamensis ismi verilen tür, Turkana Gölü havzasında; Afarensis ismi verilen tür ise Afar Havzası’nda yaşıyor. Coppens, eldeki “fosillerimiz büyük akrabalık ilişkilerini saptamamıza olanak” sağlaması açısından yeterlidir, diyor.

Australopithecus evrim ağacı ile ilgili görsel sonucu
Görsel Kaynağı: Evrim Ağacı

Lucy’i keşfeden ekip içinde Coppens bulunduğu için, sorular Lucy’e yöneliyor. Lucy’yi 1974 yılında Etiyopya’da keşfediyorlar. Yanlarındaki bir kaset ile dinledikleri, Beatles’ın “Lucy in the sky with diamonds”[15] şarkısından etkilenerek, keşfe “Lucy” ismini veriyorlar. Yerliler ise değerli kişi anlamına gelen “Birkineş” ismini vermeyi tercih ediyorlar. Lucy, bir metreden daha fazla boylu değil, hafif kambur, başı küçük, elleri dalları tutabilecek şekilde, iki ayaklı ve ağaçlara tırmanabiliyor. Kısa ama hızlı adımlar ile ve belki de yalpalayarak yürüyordu. Meyve ile beraber yumru kökleri yiyor. 20 yaşına doğru öldüğü düşünülüyor. Lucy muhtemelen bizim geliştiğimiz evrim dalına değil de bir yan dala aitti. Australopithecus anamensis veya africanus’un özellikleri insana daha uygundur. Bir özellik aynı anda farklı türlerde de gelişebileceği için insanın gerçek atasını kestirmek o kadar da kolay değil, Coppens’a göre.

Lucy

Anamensis’in yaşı 4 milyon ve iki ayaklı özelliği insana daha fazla benziyor, bu yüzden Coppens bu türe yakınlık duyduğunu, belirtiyor. Australopithecus türlerini önceki türlerden ayıran özellikler, daha iyi yürüyüşçüler, 500 santimetre küp kadar beyinleri var, çiğneme ve öğütmeye göre dişleri gelişim göstermiş, meyvelerin azalmasından dolayı daha sert ve lifli besinlerle yetiniyorlar. Fosilleri 3 milyondan daha eski ve ayrıca aynı döneme ait yontulmuş taş parçaları ele geçti. Bu Australopithecus’un alet kullandığını göstermektedir. Yontulmuş taşları, et kesmekte, kök ve yumruları soymakta kullandıkları anlaşılıyor. Ayakta kalmayı başaran Australopithecus ellerinden yararlanarak alet geliştirme fırsatı buluyor. Maymunların tek parçalı bir aleti kullanabildikleri biliniyor(taşla kabuklu yiyecekleri kırmak gibi) fakat birleşik bir alet yani bir başka aletle başka aleti birleştirerek yeni bir alet yapma özelliğine sahip olmadıkları, bu aşamaya gelmedikleri de görülüyor. Yeni türlerle Australopithecus’ların 2 milyon yıl kadara uzanabilecek bir çağdaş yaşamı olabileceği düşünülüyor ve çoğunlukla rekabet içinde olmaları için bir neden yok. Farklı bölgelerde yaşarken kimi zaman karşılaşmış, bazen birbirlerine temas etmeden geçip gitmiş olmaları bazen de ufak sürtüşmelerin yaşanmış olabileceğini tahayyül etmemek için bir neden yok.

Maymunların Akrabalık İlişkisine Yönelik Bir Aile Portresi
İnsanın Evrimi
Yeni insan türü, omnivore biçiminde beslenme özelliğine sahip, hem bitki hem de et ile beslenebiliyorlar. Coppens belki de bir Australopithecus’un yavrusunu avlayıp yemiş olabileceklerini söylüyor. Fakat böyle bir durumun istisnai olarak gerçekleşmiş olabileceğinin de altını çiziyor. 1 milyon yıl önce Dünya, kuraklaşıyor ve serinliyor. Yeni koşullara Australopithecus’ların uyum sağlamakta gittikçe zorluk çektiklerini tahmin etmek zor değil: 
“insanların aksine, içinde yaşadıkları ekolojik ‘yuvayı’ aşamıyor, çevrelerine aşırı ölçüde bağlı kalıyorlar. O zaman bu türler daha az doğurgan oluyor ve birkaç yüz bin yıl sonunda sönüp gidiyor. İnsan ise yerleşiyor, kendini kabul ettiriyor; daha büyük, daha dik duruyor, beslenmesi daha çeşitli, et yiyebiliyor, gayet ‘çıkarcı’ ve aletleri de gittikçe gelişip çeşitleniyor.”[16] 
3 milyon yıl önce Australopithecus, ön-insan ve ilk insan(homo) türleri bir arada yaşamaya başladı. İnsan türleri, Homo Habilis, Homo Eructus, Homo Rudolfensis ve Homo Ergaster(bu kitabın yayınladığı zaman bilinmeyen türlerin olduğunun altını çizmek isterim) olarak isimlendirildiler. Bu isimler Coppens’a göre aynı insan türünün çeşitli evrim aşamalarını gösteriyor. Bu türün özelliklerini Coppens, “ayak insangillerin en son kazanımlarından biri, tamamen özel, insana özgü, parmakları birbirine koşut, iki-ayaklılık nedeniyle benimsenip yerleşen organ. Ön üyeleri(kolları) atalarınınkilerden daha narin, daha az sağlam; buna karşılık arka üyeleri daha sağlam ve iyi oturmuş, zira ağaçlara daha az tırmanıyor. Çenesi daha yuvarlak; omnivore beslenmesi nedeniyle, kemirici ve köpekdişlerine göre daha gelişmiş(azıdişleri Australopithecus’unkilerden daha küçük); ve elbette beyni çok daha büyük, kıvrımları da daha karmaşık[17] şeklinde sıralamaktadır.

İnsan Evriminin Tarihi...
İnsanın Evrim
2.5 milyon yıl önce önemli bir iklim bunalımı gerçekleşecek, büyük bir kuraklık görülecek, fauna ve flora değişecektir. Hayvan ve bitki toplulukları değişiyor, ağaçlar yok oluyor, ağaçların yerini tohumlu bitkiler alıyor, bununla beraber birçok hayvan türü de ortadan kalkıyor. Australopithecus’lar sert ve lifli besinlerle; insanlar ise omnivore yani bitki ve etle beslenme rejimine geçmek zorunda kalıyorlar. İnsan türü avladığı hayvanı ailesi ile paylaşmaya başlıyor. 2 milyon yıl öncesinde ilkel barınak ve korunak yapmaya başlıyorlar. Coppens, kuraklığın bireyleri birbirine yaklaştırdığını, gebelik süresi azaldığı için anneyle yavrunun bir arada kaldığı sürenin uzadığını, belki de babanın bir üreme mevsimi boyunca, anneyle yavruya yakın durmuş olabileceğini, erkek ve kadın arasındaki duyguların bu dönemde doğmuş olabileceğini, söyler.
Üçüncü bölümüm üçüncü kısmına geldik, insanın türünün dünyaya yayılışı konu ediliyor. 20-30 kişilik gruplar halinde yaşayan insan, nüfus artıkça bölünme ihtiyacı duyuyor, ayrılan grup geçimini başka bir yerden sağlamak zorunda, eski grubundan onlarca kilometre uzağa yerleşiyor. Oppens insanın yayılma hızını, “kuşak başına 50 kilometrelik bir yer değiştirme-ki hiç de fazla sayılmaz- beşikleri olan Doğu Afrika’dan Avrupa’ya 15.000 yıldan az bir sürede varmalarına yeterlidir. 15.000 yıl bizim tarihlerimizdeki hata paylarının bile altında bir sayı. Böylece, Afrika’daki beşikten yola çıkarak Uzakdoğu’ya ve Uzakbatı’ya kadar yayılacaklar, buralarda 2 milyon yıllık fosilleri ve yontulmuş taş parçaları bulundu[18] şeklinde tasvir eder.
Homo Erectus’un 900 santimetre küp beyni var, taşı taşla yontmak yanında, taş yontmada, ağaç ve boynuz parçası kullanıyor. Ele geçen yontulmuş taşlar, çağdan çağa, insan türlerinin taş yontmada sürekli ustalaştıklarını göstermektedir:
 “3 milyon yıl önce, işlenmiş bir kilo çakıl başına 10 cm kesici bölüm elde edilmiş; ilk çift yüzlü yongalarda-aynı miktar için- 40 cm’ye, daha sonra Neanderthal’in aletlerinde (50.000 yıl önce) 2 metreye çıkıyor; Cro-Magnon’unkilerde(20.000 yıl önce) ise 20 metreyi buluyor. Zaman içinde ilerledikçe taş yontma tekniği yetkinleşiyor.”[19]
Homo habilis Rekonstrüksiyon
HOMO HABİLİS

Homo Habilis türü bütün etkinliklerini aynı alanda gerçekleştiriyordu, yiyecek, yontulmuş taş aletleri, kesilmiş et artıkları gibi kalıntılar bunu gösteriyor. Homo Erectus türünde ise Homo Habilis’e nazaran uzmanlaşma alanlarının oluştuğu gözlemlenmektedir. Uyunan, yemek yenen ve taş yontulan yerlerin ayrı yerlerde yapıldığı anlaşılmaktadır. Bazı kalıntılar zaman ilerledikçe aralarındaki mesafenin arttığını ve hatta birkaç yüz metre ara bırakılan kanıtlar görülmektedir. Ve kamp alanlarında ocağa rastlanmaya başlayacaktır. Coppens, Homo Erectus’un ateşi keşfetmesini şöyle tasvir ediyor: 
500.000 yıl öncelere doğru. Aslına bakılırsa ateş bundan çok önce de evcilleştirilebilirdi ama ‘toplum’ henüz buna hazır değildi. Ateşe egemen olunmasının ‘yumuşak vurucu’ ile Levallois tekniğinin bulunmasıyla aynı zamana denk gelmesi rastlantı değil. Belki kafası iyi çalışan kimi bireyler taş yontmanın daha iyi ve etkili bir yöntemini daha önce de bulmuşlardı, ama toplumlar böyledir: Anlamaya hazır olmadıkları bir yeniliğin bulucusuna kulak asmazlar. Yeni fikrin uygulamaya konulup yayılması için topluluğun bütünün de belli bir olgunluk düzeyine erişmesini beklemek gerekir.[20]
Homo erectus Rekonstrüksiyonu
HOMO ERECTUS

Homo Erectus türünden Homo Sapiens türü gelişecektir, Afrika ve Asya’da gerçekleşen bu evrimleşmenin yanında Avrupa’da Neanderthal türünün geliştiği görülecektir. Coppens, Neanderthal türünün ise Homo Habilis türünden evrimleşmiş olabileceğini söylüyor. Art arda buzul çağları zamanında Homo Habilis türünün bölgede bir anlamda mahsur kaldığı söylenebilir. Bu ayrık bölgedeki tür, diğer kıtalardaki türlerine karşı farlı çevrede yaşadıkları için, farklı bir evrim çizgisi izlediler. 2.5. milyon önce oluşan bu şartlarla ortaya çıkan Neanderthal türü 35.000 yıl önceye kadar varlığını devam ettirecektir. Cro-Magnon ismi verilen(Cro-Magnon isimli köyde keşfedildiği için bu isim verilmiştir) Sapiens türüyle, Neanderthal türü bir arada yaşamayı başarmıştır. Cro-Magnon adamı 40.000 yıl önce Asya ve Afrika’da evrimini geçirmiş ve Avrupa’ya göç etmiştir. Coppens’a göre bu iki türün yaşam biçimleri ve aletleri birbirine benziyor. Neanderthaller, becerikli, yaratıcı, gelişmiş bir dile sahip, ölülerini gömüyor, koleksiyon yapıyor, yassı yongaya dayalı taş yontma becerisine sahipler. Neanderthal türünün ortadan kalkmasına dair Coppens, “bana kalırsa Neanderthal gürültüsüzce ortadan çekiliyor. Cro-Magnon biyolojik ve kültürel bakımdan ondan daha iyi donanımlı. Yarışma olduysa bile, şiddete başvurma olmamıştır sanıyorum. Her ne hal ise, süreç ikisinden birinin üstün gelmesiyle sonuçlanıyor işte[21] değerlendirmesini yapıyor ve toplu öldürmeye dair ilk kanıtların 4000 yıl önce maden çağında görüldüğünü, söylüyor.

Neandertal Kafatası ve Rekonstrüksiyonu
Neandertal

Cro-Magnon 40.000 yıl önce mağara duvarlarına resim yaparak hayal güçlerini dışa vurmaya başlıyorlar. Gelişmiş bir beyne ve daha gelişmiş bir simgesel düşünme becerisine sahip. Cro-Magnon sanatsal girişimleri yanında Neanderthal’lerinde meraklı olduğu, koleksiyon yaptıkları, kolye yaptıkları, müzik aletleri(düdük, kaval) yaptıkları biliniyor. Bu dönemlerde öteki dünya fikrinin oluşmuş olabileceğini gösteren etkinlikler gerçekleşmiştir. Gömülme ritlerinin sanatsal etkinlikle beraber yapıldığı görülmektedir. Cro-Magnon’un vücudunda gerçekleşen evrim hakkında Coppens, “iskeleti ve kasları biraz daha incelip narinleşiyor; dişleri küçülüyor, sayıları da azalıyor. Gebelik süresi de kısalıyor. Anayla çocuk birbirine daha yakın oluyor, eğitim öğretim süresi uzuyor” değerlendirmesine, “nüfus da hızla artıyor. 3 milyon yıl önce Afrika’nın bir köşesinde 150.000 insan var; bu sayı 2 milyon yıl önce tüm gezegende birkaç milyona, 10.000 yıl önce de 10 ile 20 milyona çıkıyor. 200 yıl önce 1 milyarı, bugün ise 6 milyarı buluyor”(1996) şeklinde devam ediyor.[22] Üçüncü bölümle ilgili kısma, Coppens’ın ırk kavramı üzerine söyledikleriyle bitirelim: 
Botanik ve zooloji terminolojisinde, ‘ırk’ bir alt-türdür. İnsana uygulanması abartma olur. Hepimiz sapiens sapiens’leriz. Elbette bireylerinin birbirlerine başka topluluk üyelerinden daha yakın ve benzer olduğu birçok insan grupları vardır; ama insan ırkları diye bir şey yoktur. Karışım o kadar derin olmuş ki, dokular, hücreler ve moleküller düzeyinde bu ayrımların hiçbir anlamı yoktur.[23]
Lascaux Mağarası'ndan Cro-Magnon adamı duvar çizimi
Cro-Magnon Duvar Çizimi; Lascaux Mağarası 

134 sayfalık bu eserin üç bölüm haricinde bir sonsöz kısmı var. Buradan dikkat çeken iki alıntıya yer vereceğim. İşin aslı ilk sorunun cevabını ve son sorunun cevabını sizlere sunmuş olacağım. Joel de Rosnay evrimi kültürün devraldığına dair şunları dile getiriyor: 
Parçacıklar, atomlar, moleküller, makromoleküller, hücreler, birçok hücreden yapılmış ilk organizmalar, birçok organizmadan oluşan topluluklar, böyle topluluklardan oluşan eko-sistemler, sonra da bugün artık biyolojisini dışa vuran insan… Evrim elbette sürüyor sürmesine, ama bugün daha çok teknik ve toplumsal bir nitelik kazanmış. Doğadan nöbeti kültür devralıyor.[24]
Hubert Reeves’ın Dünya’nın ve insanın geleceğine dair değerlendirmesi ile kitaba son noktayı koyuyor
Karşımızda şimdi şu temel ve belirleyici soru var: Kendi gücümüzle bir arada yaşayabilecek yetenekte miyiz? Yanıt hayır ise, evrim biz olmadan devam edecek demektir. Sisypos gibi, kayamızı yokuşun başına kadar çıkarmış, ama orada elimizden kaçırmış olacağız. İnsana acı geliyor değil mi? Bugünkü durumumuzun ağırlığı hakkında hiç kendi kendimizi aldatmayalım. Ama buna karşın gene de iyimser olmak zorundayız. Fazla geç olmadan gezegenimizi kurtarmak için her çareye başvurmalıyız. Biz mirasçılarız ve miras aldığımız şeyden sorumluyuz. Bu güzel Dünya tarihinin devam etmesi için gerekeni yapmak bizim görevimiz.”[25]

Gordon Childe’ın “Tarihte Neler Oldu” isimli kitabını okumaya başlayarak, insanın kültür tarihini daha iyi anlamaya başlayabilirsiniz.   



[1] Leukippos-Demokritos, Atomcu Felsefe Fragmanları, (Der. ve Çev. C. Cengiz Çakmak), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2019, s. 19; Ayr. Bkz. Diogenes Laertios, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, (Çev. Candan Şentuna), YKY, İstanbul 2003, s. 458.
[2] Hubert Reeves, Joel de Rosnay, Yves Coppens, Dominique Simonnet, Dünyanın En Güzel Tarihi, (Çev. İsmet Birkan), vı. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2018.
[3] Aynı eser, s. 58.
[4] Aynı eser, s. 61.
[5] Aynı eser, s. 65.
[6] Aynı eser, s. 71.
[7] Aynı eser, s. 78-79.
[8] Aynı eser, s. 80.
[9] Aynı eser, s. 82.
[10] Aynı eser, s. 93.
[11] Aynı eser, s. 93.
[12] Aynı eser, s. 95.
[13] Aynı Eser, s. 96.
[14] Aynı eser, s. 100.
[15] Aynı eser, s. 101.
[16] Aynı eser, s. 106.
[17] Aynı eser, s. 107.
[18] Aynı eser, s. 112.
[19] Aynı eser, s. 113.
[20] Aynı eser, s. 114-115.
[21] Aynı eser, s. 116-117.
[22] Aynı eser, s. 118.
[23] Aynı eser, s. 119.
[24] Aynı eser, s. 123.
[25] Aynı eser, s. 134.



Not: Bu yazı Eskiçağ Araştırmaları Dergisi, Şubat-Mayıs ayı, 19. sayısında yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder