DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

20 Eylül 2022 Salı

BİR ÖTE DÜNYA ANLATISI ER MİTİ; (PLATON, DEVLET, X. KİTAP, 614c-621d)

 

BİR ÖTE DÜNYA ANLATISI ER MİTİ; (PLATON, DEVLET, X. KİTAP, 614c-621d)


    «Sana bir Alkinoos hikâyesi anlatacak değilim, Pamphylia'lı Armenios oğlu yiğit Er'in hikâyesini anlatacağım. Bu yiğit bir savaşta ölüyor. On gün sonra, çürümeye başlamış cesetleri kaldırırlarken, onun cesedini bozulmamış halde buluyorlar ve gömmek için evine götürüyorlar. Ama on ikinci gün, yakılmak üzere odunların üstünde yatarken diriliyor. Kendine gelince, ötede gördüklerini anlatıyor: Ruhu bedeninden çıkar çıkmaz, daha birçoklarıyla birlikte yola düzülüp kutsal, esrarlı bir yere gelmişler. Orada kapı gibi açılmış yan yana iki delik varmış yerde; gökte de, tam bunların karşısında iki delik bulunuyormuş. Ara yerde yargıçlar oturuyormuş. Bunlar, yargılarını verdikten sonra, doğruların önüne haklarındaki yargıyı taşıyan bir yafta asıp göğe çıkan sağdaki yola gitmelerini buyuruyorlar, eğrilerin de, arkalarına bütün yaptıklarını yazan bir yafta asarak aşağı inen soldaki yola gitmelerini buyuruyorlarmış. Er'in sırası gelince, yargıçlar ona, öbür dünya hakkında insanlara haber götürmekle görevlendirildiğini, olup bitenleri iyice görüp öğrenmesini söylemişler. O da şunları görmüş: Yargılanmaları biten ruhlar gökte ve yerdeki karşılıklı iki deliğe girip gözden uzaklaşıyorlarmış; öteki iki delikten de başka ruhlar geliyormuş. Yerin derinliklerinden gelenler pislik ve toz toprak içindeymişler, gökten gelenlerse pırıl pırıl, tertemizmişler. Durmadan arka arkaya gelen bu ruhlar uzun bir yolculuktan dönmüşe benziyorlarmış. Hepsi bir bayram havası içinde gidip bir çayırlığa yerliyorlarmış. Birbirlerini tanıyanlar merhabalaşıyor, yerden gelenler gökte olup bitenlerden, gökten inenler de yerde olup bitenlerden haber soruyorlarmış. Yerin altından gelenler bin yıl süren yolculukları boyunca kendilerinin ve başkalarının çektikleri sayısız, türlü türlü azapları ağlaya inleye anlatıyor, gökten gelenlerse orada yaşadıkları tadına doyulmaz zevkleri, gördükleri olağanüstü güzellikleri anlatıyormuş. ağır oluyormuş. Daha birçok şeyler söylüyorlarmış, Glaukon, hepsini anlatmak uzun sürer. Ama Er'in anlattığına göre işin özü şuymuş: Her ruh, bir kişiye ne kadar kötülük etmişse ve kaç kişiye kötülük etmişse, her biri için ayrı ayrı on kat ceza görüyormuş; her ceza da yüz yıl, yani bir insan ömrü kadar sürüyormuş, buna göre ceza suçun on katı oluyormuş. Örneğin, ister ordulara veya sitelere ihanet ederek, ister insanları köle ederek, ister başka bir alçaklığa yardımcı olarak çok kişinin ölümüne sebep olanlar bu suçlardan her birini on kat fazlasıyla acı çekerek ödüyorlarmış. Tersine, insanlara iyilik edenler, doğru ve dine uygun davrananlar aynı ölçüler içinde ödüllere kavuşuyorlarmış. Doğup da pek az yaşayan çocuklara gelince, Er bunlar için de bir şeyler anlatmış, ama üzerinde durulmaya değmez. Tanrılara ve ana babaya saygılı davranmanın ödülü daha büyük, buna karşı tanrılara ve ana babaya asi olmakla başkalarını ya da kendini öldürmenin cezası daha ağır oluyormuş.

    «Nitekim bu arada Er iki ruhun konuşmasına tanık olmuş: Biri öbürüne Büyük Ardiaios'un nerede olduğunu sormuş. Bu adam, bin yıl önce Pamphylia'daki bir sitenin tiranı imiș; ihtiyar babasını, ağabeyini öldürmüş, daha birçok imansızca işler yapmış. İşte bu Ardiaios'un nerede olduğunu merak edene öbürü şöyle cevap vermiş: 'O buraya gelmedi, hiç bir zaman da gelemeyecek. Çünkü gördüğümüz korkunç şeylerden biri de onunla ilgiliydi. Biz cezalarımızı çektikten sonra deliğin ağzına yaklaşmıştık, tam yukarı çıkmak üzereydik ki birden bu Ardiaios'u gördük. Yanında başkaları da vardı. Bunların çoğu kendisi gibi tirandı, kimi de ağır suçlar işlemiş kişilerdi. Hepsi de yukarı çıkabileceklerini umuyorlardı, ama delik yol vermedi onlara. Ne zaman silinmez bir günaha bulanmış ya da günahlarını yeteri kadar ödememiş adamlardan biri yukarı çıkmaya yeltense, deliğin ağzı böğürmeye başlıyordu. O zaman, deliğin yanında duran ateş bedenli vahşî yaratıklar, böğürmeyi duyunca, bunlardan bazılarını yakalayıp götürdüler; Ardiaios'la yanındakileri ise, ellerini, ayaklarını, başlarını bağlayıp yere yıktılar, derilerini yüzdüler, sonra yolun kenarına sürükleyip dikenli çalıların üzerine attılar; oradan geçenlere de bu adamlara niçin böyle yaptıklarını anlattılar, sonra onları götürüp Tartaros'a atacaklarını söylediler'. Bunları anlatan adam, kendilerinin de orada nice korkular atlattıklarını, ama bu durumun hepsini bastırdığını eklemiş: Hepsi de topraktaki ağzın tam çıkacakları sırada böğürmeye başlamasından korkuyormuş, kazasız belâsız yukarı çıkabilince en büyük mutluluğu duymuşlar. İşte yargılamalar, verilen ceza ve ödüller aşağı yukarı böyleymiş.

    «Her küme çayırda yedi gün kalıyormuş; sekizinci gün toparlanıp yola düzülüyor, dört gün sonra başka bir yere varıyormuş. İlerde yukarıdan aşağı uzanan, göğü ve yeri boydan boya geçen, sütun gibi bir ışık seçiliyormuş, gökkuşağına benzer, ama daha parlak, daha duru bir ışık. Bir gün daha yürüyüp bu ışığa varmışlar. Orada, bu ışığın ortasında, göğün yukarıdan uzanan bağlarının uçlarını görmüşler. Çünkü bu ışık göğün bağlantı yeriymiş, tıpkı kadırgaların iskeleti gibi, dönen bütün gök kubbeyi ayakta tutuyormuş. Bu bağların uçlarına bütün küreleri döndüren Zorunluluğun kirmeni asılıymış. Bu kirmenin gövdesi ve çengeli çelikten, ağırşağı ise çelik ve başka maddeler karışımındanmış. Ağırşağın yapısı da şöyleymiş: Biçim bakımından bu dünyada kullandıklarımıza benziyormuş, ama Er'in dediğine göre, oyuk, içi boş kocaman bir ağırşak halindeymiş. Onun içinde, birbirleri içine giren kutulan gibi, ona benzer, ama daha küçük bir başka ağırşak, bunun içinde de bir üçüncü ağırşak, sonra bir dördüncüsü ve ayrıca dört tane daha varmış. Hepsi iç içe giren bu sekiz ağırşağın yuvarlak kenarları yukarıdan görülüyor, tümü gövdenin çevresinde bir tek ağırşak yüzeyi meydana getiriyormuş. Gövde sekizinci ağırşağın ortasından geçiyormuş. Dıştaki birinci ağırşağın yuvarlak kenarı hepsininkinden genişmiş; sonra genişlikte ikinci sırada altıncı ağırşak, üçüncü sırada dördüncü, dördüncü sırada sekizinci, beşinci sırada yedinci, altıncı sırada beşinci, yedinci sırada üçüncü ve sekizinci sırada da ikinci ağırşak geliyormuş. En geniş yuvarlak pul pul işlenmiş halde, yedinci yuvarlak en parlağı, sekizinci yedinciden aldığı ışıkla renkleniyor, ikinciyle beşincinin renkleri hemen hemen aynı olup ilk ikisinden daha sarı, üçüncü hepsinden beyaz, dördüncünün rengi kırmızımsı, altıncı da beyazlıkta ikinciymiş. Kirmenin gövdesi bir bütün olarak aynı daire hareketiyle dönüyormuş, ama içteki yedi yuvarlak, bütünün bu hareketi içinde, bütüne ters yönde ve yavaş olarak dönüyormuş. Bunlardan en hızlı döneni sekizinci imiş, bundan sonra her üçü eşit hızla dönen yedinci, altıncı ve beşinci yuvarlak geliyormuş; yine bu ters dönüş hareketinde hız bakımından üçüncü sırada geleni dördüncü yuvarlak, dördüncü sırada geleni üçüncüsü yuvarlak, beşinci sırada geleni de ikincisi yuvarlak olarak görünüyormuş onlara. Kirmenin kendisi Zorunluluğun dizleri üzerinde dönüyormuş. Her yuvarlağın üzerinde onunla birlikte dönen ve her biri bir tek ses, bir tek ezgi tutturmuş bir Denizkızı duruyormuş. Bu sekiz ses hep bir arada bir tek armoni meydana getiriyormuş. Bunların çevresinde eşit aralıklarla her biri bir taht üzerinde üç kız daha oturuyormuş, Zorunluluğun kızları olan kader tanrıçaları Moira'larmış bunlar: Lakhesis, Klotho ve Atropos. Beyazlar giymiş, başlarına şeritler sarmış olarak, Denizkızlarının ezgisiyle tek bir ses uyumu içinde şarkı söylüyorlarmış, Lakhesis geçmişin, Klotho bugünün, Atropos da geleceğin şarkısını. Klotho sağ eliyle dokunup zaman zaman kirmenin dış yuvarlağını döndürüyormuş, Atropos da sol eliyle iç yuvarlakları çeviriyormuş, Lakhesis ise her iki eliyle bir dış yuvarlağı, bir iç yuvarlakları döndürüyormuş.

    «Ruhlar oraya gelir gelmez hemen Lakhesis'in önüne çıkarılmışlar. Bir Tanrı sözcüsü önce onları sıraya dizmiş; sonra Lakhesis'in dizleri üzerinden kurra numaraları ve hayat örnekleri alıp yüksek bir yere çıkarak şöyle seslenmiş onlara: 'Zorunluluğun kızı bakire Lakhesis'in bildirisi şudur, dinleyin: Bir günlük ömrü olan ruhlar, yeniden ölümlü bir döneme girecek, yeniden doğumunda ölüm saklayan bir hayata döneceksiniz. Hayat periniz sizi seçmeyecek, siz hayat perinizi seçeceksiniz. Sıra ilk kime çıkmışsa, seçmeye o başlayacak, seçtiği hayat zorunlulukla kendisine bağlanacaktır. Erdemin efendisi yoktur: Hanginiz onu yüceltir ya da küçümserse, ona göre erdem sahibi olur ya da olmazsınız. Herkes seçtiğinden kendisi sorumludur. Tanrı sorumlu tutulamaz.'

    «Bunu dedikten sonra, Tanrı sözcüsü sıra numaralarını serpmiş ve herkes önüne düşeni almış; yalnız Er'in almasına izin verilmemiş. Böylece herkes seçmede kaçıncı olduğunu öğrenmiş. Bundan sonra Tanrı sözcüsü, bir sürü hayat örneği sermiş önlerine. Bu örneklerin sayısı oradaki ruhların sayısından çok fazla imiş. Her türlü örnek varmış. Ne kadar hayvan hayatı, ne kadar insan hayatı varsa önlerindeymiş: Kimi ömür sonuna kadar süren, kimi yarı yolda bitip yoksulluk, sürgün ve dilencilikle sona eren tiranliklar varmış; kimi beden nitelikleriyle, yakışıklılıkları, güçlü kuvvetli oluşları ya da dövüşçülükleriyle ün kazanmış, kimi soylulukları ya da atalarının üstünlükleri yüzünden tanınmış adamların hayatları da varmış; her bakımdan silik adam hayatları da. Kadınlar için de böyleymiş. Ama bu hayatlar hiç bir belli ruh niteliği taşımıyormuş, çünkü ruh kendi seçtiği hayata göre değişmek zorundaymış. Hayatın bütün öbür unsurları birbirleriyle ve zenginlikle, yoksullukla, hastalıkla, sağlıkla karışık durumdaymış; bu kutuplar arasında orta haller de varmış. İşte, sevgili Glaukon, anlaşılıyor ki insan için en büyük kumar buradadır; bu yüzden her insan başka şeyler öğrenmeyi bir yana bırakıp bunu araştırmalı, bunu öğrenmeli: Öyle bir adam tanımaya, bulmaya çalışmalı ki o adam, iyi ve kötü hayatları ayırt etme, her zaman ve her yerde elden geldiği kadar en iyisini seçme gücünü ve bilgisini kazandırmalı ona. Böylece, şimdi sözünü ettiğimiz unsurların bir hayatın erdemi üzerinde önce tümüyle, sonra ayrı ayrı ne gibi etkileri olduğunu hesaplayarak, ne türlü yoksullukla ya da zenginlikle birleşmiş, hangi ruh niteliğiyle bir arada giden bir güzelliğin iyilik ya da kötülük getireceğini öğrenir, ünlü ya da silik bir aileden doğmanın, devlet yönetiminde görev alma ya da kendi hayatını yaşamanın, güçlü ya da güçsüz olmanın, öğrenme kolaylığı ya da zorluğunun ve doğuştan olsun, kazanılmış olsun, bütün buna benzer ruh niteliklerinin birbiriyle karıştığı, kaynaştığı zaman ne gibi sonuçlar doğuracağını, bilir, öyleki bütün bunları düşünüp karşılaştırarak, ruhunun tabiatını da gözden kaçırmadan kötü bir hayatla iyi bir hayat arasında seçme yapabilir; ruhu eğri kılacak hayatı kötü, doğru kılacak hayatı da iyi sayar, gerisine kulak asmaz, çünkü gördük ki gerek bu hayatta, gerek öbür dünyada yapılabilecek en iyi seçme budur. İnsan Hades ülkesine giderken bu yönde çelik gibi bükülmez bir iman taşımalı ki zenginlik ve benzeri gibi değersiz, aldatıcı şeylerle orada da gözleri kamaşmasın; tiranlık ya da benzeri hayat biçimleri gibi, başkalarına sayısız ve onulmaz kötülükler edecek, kendine de daha fenalarını edecek bir yolu seçme tehlikesine düşmesin; tersine, gerek elden geldiği kadar bu hayatta, gerekse gelecek her hayatta, her zaman ortalama bir hayat tarzı seçmesini, her iki yöndeki aşırılıklardan kaçmasını bilsin; çünkü insan için en büyük mutluluk buna bağlıdır.

    «Şimdi, öbür dünyadan gelen habercinin anlattıklarına dönelim. Tanrı sözcüsü, sıra numaralarını saçarken şunları da söylemiş: 'En sona kalan bile, akıllıca bir seçme yapar da, seçtiği yaşama yoluna yürekten bağlanırsa, hiç de kötü olmayan, yaşanmaya değer bir hayata kavuşur. İlk seçecek olan düşüncesiz davranmasın, son seçecek olan da umutsuzluğa düşmesin!' Tanrı sözcüsü bunları söyler söylemez, sıradaki ilk ruh, hemen dosdoğru en büyük tiranlığa doğru atılmış ve çılgınca bir açgözlülük içinde, önünü ardını düşünmeden kapmış onu. Oysa onu seçenin kendi çocuklarını yiyeceği ve başka tüyler ürpertici işler edeceği kaderinde yazılı imiş. İyice inceleyip de bunu fark edince, başlamış dövünmeye, Tanrı sözcüsünün dediklerini unutarak talihinden yakınmaya. Başına gelenden kendini sorumlu tutacak yerde, kadere, tanrılara, kendinden başka her şeye çatıyormuş. Gökten gelenlerden biriymiş bu ruh: Bundan önceki hayatını iyi yönetilen bir sitede geçirmiş, erdeme felsefe ile değil de, alışkanlıkla ulaşmış bir adammış. Böyle gaflete düşenler arasında gökten inenler hiç de az değilmiş, çünkü azap çekmemişler bunlar. Buna karşı, yerin altından gelenlerin çoğu, hem kendileri acı çektiklerinden, hem başkalarının acılarını gördüklerinden, yeni hayatlarını seçerken acele etmiyorlarmış. Ruhların çoğunun iyi kader yerine kötüsünü, kötü kader yerine iyisini seçmeleri, kurradaki rastlantılar kadar bu durumdan da ileri geliyormuş. Bu bakımdan bir insan dünya hayatına her doğuşunda felsefeye dürüstçe bağlanırsa, seçme sırası da en sonlara düşmezse, öbür dünyadan gelenin anlattıklarına göre, denebilir ki yalnız bu dünyada mutlu olmakla kalmaz, aynı zamanda bu dünyadan öbür dünyaya, öbür dünyadan bu dünyaya olan yolculuğunu da o çetin yer altı yolunda değil, tatlı gökyüzü yolunda geçirir.

    Er'in anlattığına göre, ruhların hayatlarını seçmedeki davranışları görülecek şeymiş, çünkü gerçekten zavallı, gülünç ve garipmiş halleri. Çoğu zaman, bir önceki hayatlarının verdiği alışkanlıklara göre seçme yapıyorlarmış. Orpheus'un ruhunun bir kuğunun hayatını seçtiğini görmüş Er. Çünkü Orpheus, kadınlar yüzünden öldüğü için, onlara kin besliyor, bir kadından doğmak istemiyormuş. Şarkıcı Thamyras'ın ruhunun da bir bülbülün hayatını seçtiğini, bir kuğunun kendi hayatını insan hayatıyla değiştirdiğini, başka ötücü hayvanların da yine böyle yaptıklarını görmüş. Sırası yirminci olan ruh bir aslanın hayatı yerine bir kartalın hayatını seçmiş.[...(Hektor'un silahları ona verilmediğini-Eyüpoğlu-Cimgöz, 2015, s. 366)]unutamayan Telamon oğlu Aias'ın ruhuymuş bu; bu yüzden insan olarak doğmak istemiyormuş. Bundan sonraki Agamemnon'un ruhuymuş; geçmiş acılarından dolayı o da insanlara kin duyduğundan, insan hayatı yerine bir kartalın hayatını seçmiş. Sırası ortalarda olan Atalanta'nın ruhu, atletlerin kazandığı şandan şereften vazgeçemeyip yine bunları seçmiş. Ondan sonra Panopeus oğlu Epeios, becerikli bir kadın haline girmiş. Sonuncular arasında bulunan soytarı Thersites, maymun biçimine girmiş. Sırası en sona düşen Odysseus'un ruhu ise, seçmeden önce uzun zaman dolaşmış ortalıkta; geçmişte çektiği kahır ve yorgunluklar yüzünden şanlı şerefli mevkilerde gözü kalmadığından, kendi hayatını yaşayan sıradan bir insan hayatı aramış, sonunda, başkalarının beğenmeyip bıraktığı, bir köşede duran bir hayat bulmuş güçlükle, onu görünce, ilk seçen ben olsaydım, yine bunu seçerdim diyerek sevinçle almış. Hayvanların da kimi insan kimi başka hayvan bedenlerine giriyorlarmış: Kötüleri yırtıcı hayvan, iyileri evcil hayvan bedenlerine. Böylece her türlü karışma da oluyormuş.

    «Bütün ruhlar belli sıraya göre hayatlarını seçtikten sonra, Lakhesis'in önüne varmışlar. Lakhesis onlara perilerini vermiş. Her birinin kendi seçtiği bu peri, hayatı boyunca ona koruyuculuk etmek ve kaderinin gereklerini yerine getirmekle görevliymiş. Her ruhu perisi, önce Klotho'ya götürüyor, Klotho'nun elinin ve dönen kirmenin altından geçiriyormuş; böylece her ruhun seçtiği kader onaylanıp kesinlik kazanıyormuş. Peri, kirmene dokunduktan sonra, ruhu Atropos'un argacından geçiriyor, böylece Klotho'nun dokuduğu kaderi bozulmaz hale getiriyormuş. Bundan sonra ruh, arkasına bakmadan Zorunluluğun tahtı altından geçiyormuş. Hepsi de geçtikten sonra, yeniden yola düzülüp korkunç, boğucu bir sıcak altında Unutma Ovası Lethe'ye varmışlar. Ağaçsız, ot bitmez bir ovaymış burası. Akşam olunca Unutkanlık ırmağı Ameles'in kıyısında konaklamışlar. Bu ırmağın suyu hiç bir kabın içinde durmazmış. Her ruh bu sudan biraz içmek zorundaymış, ama düşüncesiz davrananlar ölçüyü kaçırıp fazla içerlermiş. İçer içmez her şeyi unutmuşlar. Sonra uyumuşlar. Gece yarısı olunca bir gök gürültüsü kopmuş, yer sarsılmış ve ruhlar birden bulundukları yerden yukarı fırlatılarak, gökte kayan yıldızlar gibi, her biri doğacağı yere doğru saçılmışlar. Er'e gelince, onun sudan içmesine izin verilmemiş; ama gene de, ruhunun nereden gelip, nasıl olup bedeniyle birleştiğini bilememiş. Şafak vakti gözlerini açınca, kendini odun yığınının üstünde yatar bulmuş.

    «İşte böylece, efsane de unutulmaktan, kaybolmaktan kurtulmuş, Glaukon. İnanırsak, bizi de kurtarır bu efsane. O zaman Lethe ırmağını sağ salim geçer, ruhumuzu tertemiz tutarız. Bana güvenir de, ruhun ölümsüz ve kötülüğün de, iyiliğin de her türlüsüne dayanacak güçte olduğuna inanırsanız, her zaman yukarı çıkan yolda yürürüz, her şeyde bilgelikle doğruluğa uyarız. Böylece, gerek bu dünyada yaşarken, gerekse -yarışı kazanıp ödüllerini alan atletler gibi doğruluk ödülünü aldığımız zaman, kendimizle de, tanrılarla da dost oluruz. Ve hem bu dünyada, hem o anlattığımız bin yıllık yolculukta mutlu oluruz.»

Kaynaklar

Platon, Devlet, Çev. Hüseyin Demirhan, Hürriyet, İstanbul 1973.

Platon, Devlet, Çev. Sabahattin Eyüpoğlu-M.Ali Cimcoz, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2015. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder