DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

17 Eylül 2022 Cumartesi

TÜRKİYE'DE DİN VE SİYASET (1945-1980)




FEROZ AHMAD, DEMOKRASİ SÜRECİNDE TÜRKİYE 1945-1980. "DİN VE SİYASET"

(FEROZ AHMAD’IN DEMOKRASİ SÜRECİNDE TÜRKİYE 1945-1980 KİTABININ “DİN VE SİYASET” BÖLÜMÜNDEN HAZIRLANMIŞTIR)

    Milli mücadele kadroları kitabın bu bölümünde milliyetçiler olarak isimlendirilirler. 11 Nisan 1920 yılında şeyhülislam fetvasında “asiler” olarak anılırlar ve haklarında öldürülmelerinin vacip olduğu fetvası verilir. Ankara müftüsü aracılığı ile kendi fetvalarını yayınlayan milliyetçiler, İstanbul’daki fetvanın etkisi ile ayaklanmalarla uğraşmak zorunda kalırlar. Buna rağmen Mustafa Kemal Paşa’nın ihtiyatlı davrandığı, ancak rejimi tehlikeye sokacağından emin olduğu zaman uzlaşmaz bir laik politikaya karar verdiği belirtilir. 1938’de öldüğünde Atatürk, laik cumhuriyet güvende sayılırdı. İslam’ın bu tasarıya karşı tehdit oluşturacağı açıktı. Laik politikaların başka bir yönü ise Batı’ya dönük olmaktı. CHP’nin İslam ile kurduğu ilişki çoğunluğu Müslüman olan bir toplumda, halkla yabancılaşmasına sebep oldu. 1941 yılına gelindiğinde silahlı kuvvetlere askeri vaizlerin girmesine izin verildi. 1945 yılında çok partili yaşama geçişle, CHP oy yarışında geri kalmamak için dine başka ödünler vermeye başladı. DP’nin politikası ise CHP’yi İslam düşmanı göstererek oyları kendine çekmeye çalışmak oldu. Başbakan Şemsettin Günaltay, İslamı özgürleştirdiğini iddia ettiği reformlar gerçekleştirdi. İnönü, 1950 öncesinde partinin dini güçleri siyasi amaçlarla istismar ettiğini kabul ediyordu. Fakat bu hareketler halkın güvenini kazanmaya yetmedi. 1950 yılında seçimleri DP kazandı, halka birçok söz vermişlerdi.

    Mecliste ezanın Türkçe okunması meselesi, müezzinin tercihine göre Türkçe veya Arapça okunacak şeklinde düzenlendi ve çoğunlukla Arapça okundu. Celal Bayar değiştirilmesine karşıydı ama Menderes’in kararına razı oldu. Bunu dini radyo programları üzerindeki yasakların kaldırılması takip etti. Radyoda Kuran okundu. Din dersleri fiilen zorunlu hale getirildi. CHP’li meclis üyeleri de değişiklik lehine oy kullandı. CHP de ilk etapta bu kararlara karşı çıkmadı. Hatta DP içinden bu faaliyetlere eleştiri geldi. DP ile CHP arasında Kemalist reformlara karşı konsensüs vardı. Ve komünizm karşıtlığı konusunda birleşiyorlardı. Diyanet İşleri Başkanı’nın komünizm karşıtı fetvasına karşı çıkacak değillerdi.

    DP liderleri kendilerini Kemalistlerden ayırmıyorlardı, hatta en Kemalist onlardı ama partinin yerel örgütlenmeleri ve destekçileri CHP karşıtıydı. Kendi seçtikleri parti iktidara geldiği için CHP’den hesap sorulacağını düşünüyorlardı. Hatta bazı gruplar Atatürk büstlerini parçaladı, kadınlara karşı çirkin saldırılar gerçekleştirdiler. Konya’da 1951 yılındaki bir kongrede fesin, çarşafın ve Arap harflerinin tekrar getirilmesini istediler. Din artık siyasi bir figür haline geldi. Partiler ise medeni kanun, Latin alfabesi gibi reformları kaldırmak gibi bir düşüncede değildi. CHP, bu bazı grupların faaliyetlerini reformlara karşı büyük bir tehdit olarak yorumladı, kendi partisini ise ‘Atatürk Reformlarının Muhafızı’ olarak konumlandırdı. Menderes ise bu faaliyetlere üzülüyordu, karşı devrim olarak yorumlamıyor, küçük bir azınlığın faaliyetleri olarak yorumluyordu; ve ona göre “reformların gerçek muhafızı Türk milleti”ydi. DP, ilk dönemlerinde İslam açısından aşırı ödünler vermedi, İslamcılar mason derneklerinin kapatılmasını istiyorlardı, oysa bu dönemde bir gelişme yaşadılar, hatta Demokrat Parti’de önemli masonların olduğu söyleniyordu. 1951 yılında Atatürk’ün büst, heykel ve resimlerinin korunması için genelge yayınladılar. Ticaniler cemaatine karşı harekete geçildi ve şeyhlerine kadar tutuklamalar gerçekleştirildi. İslamcı ve gerici(burada Necip Fazıl Kısakürek’in ismi anılmaktadır) yayınlara karşı davalar açıldı. Başbakan Yardımcısı Samet Ağaoğlu, “irtaca, başını kaldırdığı her yerde ezilecektir” sözü veriyordu. 25 Temmuz 1951 yılında “Atatürk Kanunu” çıkarıldı. 1952 yılında Adnan Menderes, “kişilerin idaresine ve onların teokratik mutlakiyetçiliğine izin verilmeyecektir” şeklinde radyo konuşması yapıyordu. Laiklik ve Kemalist rejime karşı yazılar yazan bir DP’li partiden atıldı. Necip Fazıl Kısakürek hapsedildi, Said Nursi mahkemeye verildi, Türkiye Milliyetçiler Derneği kapatıldı. 23 Temmuz 1953 yılında “Vicdan Özgürlüğünü Koruma Kanunu” çıkarıldı. CHP, DP’yi gericilikle eleştiriyordu, Adnan Menderes de bunlara cevap vermekteydi. Toplumun her kesimini gerici, mutaassıp ve ilerici düşmanı olarak gördükleri için CHP’ye eleştiri oklarını çeviriyordu. Adana’daki bir konuşmasında Türkiye’nin Müslüman olduğu, Türkiye’de vicdan özgürlüğünün bulunduğu, başka dinlere karşı Müslümanların hürmet edeceğini, laikliğin din aleyhtarlığı olmadığını, dinin vatandaşlar üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılamayacağını, dini araç haline getirip istismar edenlerin suç işlediklerini belirtir(1 Mart 1953). Meclisteki başka bir konuşmasında ise Türkiye’de dini baskının olmadığını, partilerin programında din baskısının yer almaması gerektiği, bunun dinin araçsallaştırılıp bir demagojik silah olarak kullanıldığı anlamına geleceği, partilerin din ile siyaseti birbirine karıştırmayacaklarına söz vermesi gerektiğini, komünizm ile mücadele edildiği gibi bu anlayışla da mücadele edileceğini belirtir(1 Mart 1953). Adnan Menderes’in bu uyarısı Millet Partisi’ne olmuştur ve 8 Temmuz’da geçici, 17 Ocak 1954’de ise mahkeme kararı ile parti bu hususlara uymadığı gerekçesi ile kapatılmıştır. 1954 seçimlerinde oy kazanabilmek için CHP de DP de dini söylemleri kullanmaya başlamıştı(CHP: Türbeleri yeniden açtık; DP: Arapça ezan, din dersleri, dini radyo). Ayrıca birbirlerini yıpratmak içinde faaliyetlere girdileri(Kemal Gülek’in papaz elbisesi giydiğine dair akademik cüppeli fotoğrafının dağıtılması, buna karşılık Celal Bayar’ın balodaki kıyafetleri ile çekilmiş fotoğrafının dağıtılması). CHP kendi içinde çelişik bir duruma düştü, oylar için dini kullanmak istiyor aynı zamanda reformların koruyucu unvanına sahip çıkmak istiyordu, reform muhafızı yönünü öne çıkarmakta temkinliydi. Seçimleri DP ezici bir çoğunlukla kazandı. Seçmen dini söylemlerden ziyade DP yönetimine fayda sağladığı düşüncesiyle oy kullanmış gibi görünmektedir. Ekonomik veriler tersine dönmeye başladıktan sonra DP İslam’ı daha açık bir şekilde kullanmaya başladı. Bunda Hurriyet Partisi’nin kurulması ile DP’den liberal ve laik kesimin ayrılarak, partide sağcıların ağırlık kazanması da etkili oldu. DP İslami söylemi ile oyları artırmayı başaramadı, her seçimde desteği azalıyordu. Ama bu İslami söylemler ülkedeki İslami-gelenekçi hareketlere ivme kazandırdı. Tarık Zafer Tunaya’nın değerlendirmesi dikkat çekicidir, “İrtica DP’den yararlandı, DP’liler İrticadan yararlanmadı.” 1958 yılına geldiğinde Türk lirası devüle edildi, ekonomi zor durumdaydı ve sol kesime ilgi artıyordu. Solun panzehiri ise din olarak görülüyordu ve bunun için din istismar ediliyordu. Nurcular anti-laik propaganda yapıyor, radyoda dini programlar yapılıp, Kuran okunuyordu. Şubat 1959’da Gatwick uçak kazasında partili 15 kişi hayatını kaybetti, Menderes’in hayatta kalması bir mucize olarak algılandı. İlahi takdirin eli ile Menderes’in hayatta kaldığı propagandası kullanıldı. Başbakanın yeni bir dinsel imajı vardı. Vatan Cephesi’ne katılmanın dini ve milli bir görev olduğunu iddia ediyorlardı. Böyle bir ortamda 27 Mayıs 1960 tarihinde DP hükumeti devrildi.

    Milli Birlik komitesi, İslam’ı çıkar gruplarının eline bırakmak istemiyordu. Gericilerin kullanmaması için İslam’a milli ve ilerici bir imaj kazandırmak istiyorlardı. Cemal Gürsel vilayetlerde yaptığı konuşmalarda dinin yanlış tanıtılmasından dolayı, dinin bizi geri bıraktığı algısının oluştuğunu, oysa bunun tersi olduğu, İslam’ın dinamik bir din olduğunu dile getirdi. İslam’ın çalışmayı ve mükemmele ulaşılmasını emrettiğini işaret etti. Çarşafın İslam’a ait olmadığı, rahibelerin bu tarz çarşaf giydiği, çarşaf kelimesinin Farsçadan geldiği dillendiriliyordu. İslam, Türk karakterinin bir parçası olarak görülüyordu. Gericilerin elinde olmasından ise devletin elinde olmasını tercih ediyorlardı. Türkiye’deki toplumsal değişime uygun olarak İslam’ın reforma tabi tutulabileceği düşünülüyordu. Yüksek İslam Enstitüsü ve İmam Hatip Liseleri benimsendi, bu okulların müfredatı astronomi, iktisat, medeni hukuk ve sosyoloji dersleri kapsayacak şekilde genişletildi. Bununla okulların programı daha ilerici ve laik yapılmaya karar verildi. Din adamları daha iyi eğitilmeliydi, hurafelerle savaşmak için buna ihtiyaç olduğu düşünülüyordu. Hem din adamlarının hem de politikacıların dini siyasi amaçlarla istismar etmelerini engellemek istiyorlardı.

    1960 yıllarda Komünist, Siyonist, Mason gibi kavramlar üzerinden rakipler hedef alınıyordu. CHP’in komünist, Adalet Partisi mason olduğu iddiası ile hedef alınıyordu. İslam, aşırı sola karşı bir panzehirmiş gibi sunuluyordu. AP’nin açık kitap ve AP yazılı amblemi Kuran, Allah, Peygamberi sembol ediyordu. 1965 yılında bu amblem yerine DP’yi anımsatması için Kır At sembolünü kullanmaya başladılar; önceki sembollerine göre DP’ye yapılan göndermenin oylarını artıracağını düşünüyorlardı. Seçimlerden önce TİP dışındaki tüm partilerin dini istismar ettiği söylenebilir. Peki dinin oylarda etkisi var mıydı? Ecvet Güresin ve İsmail Cem’in değerlendirmelerine bakılırsa bu etki çok sınırlıydı. Seçmen ekonomik problemleri ve çıkarları ön planda tutmaktaydı.

    AP yönetiminde Ortadoğu’nun muhafazakar rejimleri ile ilişkiler iyileşmeye başladı ve İslam’ın konumu güçlendi. Devlet Bakanı, İslam alemini, zararlı ideolojilere(özellikle Komünizm’e işaret ediliyor) karşı ortak mücadeleye davet etmek için din adamlarını bir şuraya davet etmekten bahsediyordu. Bu ortamda gericilik artıyordu, İsmet İnönü, İrticanın komünizmden daha az tehlikeli olmadığını, zamanın hangisinin daha tehlikeli olduğunu göstereceği şekilde hükumeti uyarıyordu. Atatürk büstlerine saldırı, TİP üyelerine ve mitinglerine saldırılar gerçekleşiyordu. Radikalizm ve Nurculuğa karşı mücadele edilmesi gerekiyordu. İmam Hatip Liselerinde aydın din adamları yetiştirilmek isteniyor, İmam Hatip Liselerindeki öğrencilerine üniversite yolunun açılması konuşuluyordu.

    16 Şubat 1969 yılında ABD’nin Altıncı Filosuna karşı “bağımsız Türkiye” sloganları atıldı, bu sloganı atan gruba toplum polisi müdahale etti, bunun yanında başka bir grup “Müslüman Türkiye” sloganı ile Taksim’deki protestoculara saldırdı. 2 genç hayatını kaybederken, 200 kişiden fazlası yaralandı. İslam artık NATO ittifakı lehine sola karşı kullanılacak bir araçtı.

    26 Ocak 1970 tarihinde Milli Nizam Partisi kuruldu. Aşırı dini tutumu, reformları eleştirmesi, iktidara geldiğinde birçok kurumu kapatacağını söylemesi ile 1971 yılında parti kapatıldı. MNP ve DP’nin kurulmuş olması ile AP içindeki hoşnutsuz sağ bu partilere yöneldiler. Demirel, Nurcular ve İslamcılara karşı tedbirler aldı, bu tedbirler laikleri ve ordu içinde gericiliğe karşı tedirginliği yumuşattı. Böyle bir ortamda 12 Mart 1971 müdahalesi gerçekleşti. 1970’li yıllarda Milli Selamet Partisi üç koalisyon hükumetinde yer aldı. Başbakan yardımcılığı ve önemli bazı bakanlıkları parti elinde bulundurdu. Kendi adamlarını bu araçlarla devlet içinde yerleştirme imkanı buldular.

    Aydınlar Ocağı kuruldu, bu grup Türk-İslam sentezini inşa etmek, sağ partileri bir çatıda toplamak istiyordu, Milliyetçi cephenin mimarlığını bu grubun yaptığı söylenir. 1977 seçimlerinde MHP, “Hedef Turan, Rehber İslam” sloganını kullanıyordu. Necip Fazıl Kısakürek MHP mitinglerinde konuşuyor ve Erbakan’ı eleştiriyordu. 1977 yılından önce Erbakan fabrika sözü verirken, 1977 yılında her yere cami, kuran kursu, imam hatip, manevi ilimler üniversitesi sözü veriyordu. Bir mitinginde Ayasofya’yı ibadete açacağı sözünü veriyordu.

    Ecevit’in koalisyon hükumeti zamanında, Türk-İslam sentezinin Aleviliğe karşı oluşturduğu algı ile(Alevilik Türklere layık değil propagandası) ve Alevilerin sol ile CHP’yi desteklemelerinden dolayı sağın kızgınlığı oluştu/oluşturuldu. Sivas, Yozgat, Bingöl, Kahramanmaraş ve başka Anadolu kentlerinde Aleviler hedef alındı. 1979 yılında Ecevit istifa etti, Demirel hükumeti kuruldu. Demirel erken seçime gitmek istiyordu, Ecevit ile Erbakan ise bunu engellemek istiyorlardı. Bunun için Erkmen gensorusu olarak bilinen gensoruyu verdiler. 5 Eylül 1980’de Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen istifa etti. MSP 6 Eylül 1980 yılında Konya’da Kudüs’ü Kurtarma Mitingi yaptı, mitingde “ya şeriat ya ölüm”, “İslam milleti şeriat devleti”, “tek halife tek devlet tek millet” gibi sloganlar atıldı, yeşil bayraklar, cüppe ve fesler bir süredir yönetime el koymak için hazırlık halinde olan ordunun dikkatini çekti, ‘devleti gericilerden kurtarmak’ bahanesi ile yüksek komuta harekete geçti.


KAYNAK:
(Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye 1945-1980, Çev. Ahmet Fethi, Hill, İstanbul 2010, s. 461-496)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder