Acep bu benim canım, azat ola mı ya RabYoksa yedi Tamu'da yana kala mı ya Rab
Acep bu benim halim, yer altında ahvalimVarıp yatacak yerim, akrep dola mı ya Rab
Can hulkuma geldikte, Azrail'i gördükteYa canımı aldıkta, asan ola mı ya Rab
Dar oldu bana düzler, gice ile gündüzlerDünyaya bakan gözler, didar göre mi ya Rab
Allah olucak Kadı, bizden ola mı razıGörüp Habib'in bizi, şef'i ola mı ya Rab
Yunus kabre vardıkta, Münker Nekir geldikteBize sual ettikte, dilim döne mi ya Rab
Yunus Emre
A bülbülüm garip garip
Ötme beni ağlatırsın
Varıp yâdlar arasında
Yatma beni ağlatırsın
Bülbül gibi zardır işim
Akıttım çeşmimin yaşın
Hışımlanıp hilâl kaşın
Çatma beni ağlatırsın
Aşık olan neyler malı
Ağlamaktır anın kârı
Sevdiğim karşımdan bari
Gitme beni ağlatırsın
Der ki Aşık sana kuldur
Ezelden bildiğin haldir
Ya azat eyle ya öldür
Satma beni ağlatırsın
Aşık Paşa
Bir safa bahşedelim gel şu dil-i na-şada
Gidelim serv-i revanım yürü sa'd-abada
İşte üç çifte kayık iskelede amade
Gidelim serv-i revanım yürü sa'd-abada
Gülelim oynayalım kam alalım dünyadan
Ma-i Tesnim içelüm çeşme-i nev-peydadan
Görelim ab-ı hayat akdığın ejderhadan
Gidelim serv-i revanım yürü sa'd-abada
Bir sen ü bir ben ü bir mutrib-i pakize-eda
İznin olursa eger bir de Nedim-i şeyda
Gayrı yaranı bugünlük edip ey şuh feda
Gidelim serv-i revanım yürü sa'd-abada
Nedim
Ol ki her sa'at gülerdi çeşm-i giryânım görüp
Ağlar oldu hâlime bî-rahm cânânım görüp
Eyleyen ta'yin-i cezâ-yi müdâvâ derdime
Terk edip cem' etmedi hâl-i perîşânım görüp
Lâle-ruhlar göğsümün çâkine kılmazlar nazar
Hiç bir rahm eylemezler dâğ-i hicrânım görüp
Tut gözün ey dûd-i dil çerhin ki devrin terk edip
Kalmasın hayrette çeşm-i gevher efşânım görüp
Pertev-i hur-şîd sanmam yerde kim devr-i felek
Yere urmuş âf-tâbın mâh-i tâbânım görüp
Suda aks-i serv sanmam kim koparıp bağ-bân
Suya salmış servini serv-i hırâmânım görüp
Ey Fuzûlî bil ki ol gül-'ârızı görmiş değil
Kim ki ayb eyler benim çâk-i girîbânım görüp
Fuzuli
Kimi Türkçe ağırlıklı, kimi Farsça ve Arapça ağırlıklı şiirler yazmışlardır. Sebebi de İran ve Arabistan'dan gelmeleri diye düşünebiliriz. Bunun yanında sadece şiirlere bakarak Osmanlı Türkçesi üzerine değerlendirme yapamayız. Edebiyat dili, diplomasi dili vs. ayrı ayrı değerlendirilmeleri hak eder. Mesele burada da bitmez. Her yüzyılın dili farklıdır. Farklı değerlendirmeleri hak eder. Osmanlı Türkçesi dediğimiz Türkçenin bir evresi olmakla beraber Osmanlı Türkçesi olarak içinde ayrılacaktır. Buna 14. yüzyıl, 16. yüzyıl, 19. yüzyıl Türkçesi gibi isim vermek daha doğru olacaktır. Şunu rahatlıkla söyleye bilirim ki 23. yüzyıl Türkçesi bugün ki Türkçe'den farklı olacak. Bu sadece Türkçe için geçerli değil, diğer dillerde aynı akıbetlere uğramış ve uğrayacaktır. Boşuna dil canlı bir varlık denilmiyor. Bugün ki Türkçe'nin oluşumu Cumhuriyetle başlamamıştır. Dil Tanzimat ile beraber sadeleştirmek istenmiştir ve başlanmıştır. Latin alfabesine geçiş meşrutiyet dönemlerinde tartışılmıştır. Latin alfabesinin Türkçe için daha uygun olduğu anlaşılmaktadır. Bunun için Arapça'yı kötülemenin bir anlamı da yok. 10. ve 11. yüzyılda bilim dili olabileceğini kanıtlamıştır. Tabi bu Türkçe için uygun bir alfabe karakteri taşıdığını gösteremez. Osmanlı Türkçesinde Arapça, Farsça kelimeler var deyip duruyoruz. Şuan ki kelimelere bakalım ne kadar Arapça ve Farsça kelime var.(Mükemmel, Kemal, teneffüs, hayal vs.) Fransızca(kültür gibi) İngilizce(mouse gibi), Moğolca(Kurultay vs. ).. Bu liste uzar gider. İşin özü Türkçe'nin sadece bir evresi olarak Osmanlı Türkçesi karşımıza çıkıyor. Latin alfabesine geçildiğinde sadece Arap alfabesi bırakıldı. Osmanlı Türkçesi kelimeleri bir süre daha devam etti.(Nutuk'un orijinali) Daha önceden başlamış olan dilde sadeleşme de devam etti. 1943'de yazılmış olana "Midhat Paşa'nın iktisad politikası" kitabını sözlüksüz anlayamazsınız. Halka Türkçe öğretilmiştir ama okuma alışkanlığı olmadığı gibi dili ne için kullanacağını da bilmez. Çok doğru söylenen bir söz vardır: "Okumayı bilip okumayan ile okuma bilmeyenin ne farkı vardır."...
İyi geceler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder