DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

4 Aralık 2022 Pazar

VİCTOR HUGO-BİR İDAM MAHKUMUNUN SON GÜNÜ

 

VİCTOR HUGO-BİR İDAM MAHKUMUNUN SON GÜNÜ 

    İki bin yirmi üç yılına az bir zaman kaldı, son günleri önceki gibi sayma gereği duymuyoruz bu yıl, sadece indirimler gözümüze reklamlarla sokuluyor. Yılın bitişi de indirim kandırmacası ile özdeşleşmiş, gerçi bugünkü fiyatın yarın daha pahalı olacağına dair hiçbirimizde çok bir şüphe olmasa gerek. Artemis Kitap Topluluğu olarak bu yılın son toplantısından bir önceki toplantıyı gerçekleştirdik. Yirmi yedi kasım iki bin yirmi iki tarihini takvimler, on altıyı saatler gösterdiğinde Alsancak'ta Solas Kafe'de toplandık. Seçilen kitabımız Victor Hugo'nun Bir İdam Mahkumunun Son Günü isimli eseriydi. Doyurucu bir sohbet geçirdik, burada toplantıdaki tüm hususları aktarabileceğimi sanmıyorum. Sadece zihnimde oluşan imgelemde arkadaşlarında katkısı olmuştur, bazı hususlar direk onların işaret ettiği yerler olabilir. Bu katkılarından dolayı teşekkür ederim.

    Bin yedi yüz seksen dokuz yılında Bastille'nin basılmasından on üç yıl sonra, bin sekiz yüz iki yılında yazarımız Victor Marie Hugo dünyaya gözlerini açmıştır. Hugo'nun doğumundan iki yıl sonra Napolyon, Fransa'da imparator oldu. Sadece Fransız Devrimi ve Napolyon'un imparator olma süreci düşünülürse Hugo'nun Fransa ve Dünya Tarihi'nin önemli bir dönemecinde yaşadığını anlarız. Hugo, yazarlık hayatına bin sekiz yüz yirmi üç yılında başladı, bizim aşağıda bahsedeceğimiz eser, Bir İdam Mahkumunun Son Günü isimli eserini ise bin sekiz yüz yirmi dokuz yılında, yirmi yedi yaşında kaleme aldı. Birçok eseri birçoğumuzda hayranlık uyandırdı, bu eseri için benzer bir hayranlığın oluşacağına şüphe etmeye gerek duymuyorum.

VİCTOR HUGO-BİR İDAM MAHKUMUNUN SON GÜNÜ 

    Tabi bu hayranlığı uyandıracak olan metnin üç farklı metni içeren edisyonu olacağı uyarısını da yapmalıyım. Biz özellikle kitabın üç farklı metnini kapsayan, Hasan Ali Yücel Klasikler Dizesi'nden çıkmış baskısını okuduk ve inceledik. Elimdeki metnin künyesini şöyle verebilirim: Victor Hugo, Bir İdam Mahkumunun Son Günü, Çev. Volkan Yalçıntoklu, IV. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2016. 

    Victor Hugo, bin sekiz yüz yirmi dokuz tarihli baskısında kendi ismini vermemiş, on beş mart bin sekiz yüz otuz beş tarihli baskısında ancak kendi ismiyle kitabı yayınlamıştır. Kitabın yazılış kronolojisi açısından metinler ters bir sırada yer alır. İlk yazılan metin olan "Bir İdam Mahkumunun Son Günü" romanı, baskının son metnidir; İkinci sırada ise kitabın yazarına dönemde yapılan eleştirileri göstermek amacıyla yazılmış tiyatro metni yer alır; ilk sırada ise kitabın önsözü olarak yer alan Victor Hugo'nun idam ve idamın kaldırılmasına dair, hitabet yeteneğini gösterdiği metin yer almaktadır.

VİCTOR HUGO-BİR İDAM MAHKUMUNUN SON GÜNÜ 

    Bin sekiz yüz otuz iki tarihli önsözde Hugo, "Bir İdam Mahkumunun Son Günü" metninin yazılma amacındaki fikirlerini aşikar kılar. Toplumu bu konuda bilinçlendirmek ve hakimin yüreğinde idama dair bir tedirginlik yaratmak ister. Kitabın yazılma fikrinin ortaya çıkmasına neden olanın ise dış bir unsurdan ziyade, Greve Meydanı'nda yaşananların olduğunu anlatır. Greve Meydan'ında bir idam serüveninin nasıl gerçekleştiğini ve toplumun bu temaşayı nasıl izlediğine değinir. Hugo, "Bir İdam Mahkumunun Son Günü" kitabını yazarak biraz vicdanının rahatladığını ama bunun yetersiz olduğunu anlayarak idam cezasına karşı mücadeleye girdiğinin altını çizer. Devrimler darağacını ortadan kaldıramamıştır ve bin sekiz yüz otuz tarihli devrimde idamın ortadan kalkacağına umutluydu. Mecliste ölüm cezasının kalkması gerektiğine dair konuşmalardan, gözyaşlarından bahseder. Dört kişi bir darbeye kalkışmıştı, seçkin dört kişi, iyi eğitimli dört kişi darbeye kalkışmıştı, nasıl idam edilebilirdi? Ölüm cezası kaldırılmalıydı! Hugo, dün ölüm cezasının kaldırılmasını bir hayalden ibaret olarak gören kişilerin, ölüm cezasının kaldırılmasına bu kadar istekli olmasını hitabet sanatını ustalıkla kullanarak okuyucunun yüzüne vurur. Bu insanlar için ölüm cezasının halka karşı kaldırılması söz konusu olamazdı, ancak "bakanlık görevine gelecek vekiller" için söz konusu olabilirdi. Ölüm cezasından kurtulması istenen dört kişi, Başbakan Jules de Polignac, Adalet Bakanı Jean de Chantelauze , Din işleri Bakanı Martial de Guernon -Ranville, İçişleri Bakanın Pierre-Denis de Peyronnet'di. Hugo özellikle bu insanların idamını savunmadığını, sadece başka bir gerekçe ile ölüm cezasının kaldırılmasının tartışılmasını arzuladığını dile getirir. Halk için ölüm cezası kaldırılsa, bir siyasi başyapıt olacakken, dört bakan bahanesiyle bile kaldıramayarak büyük bir beceriksizlik sergilendiklerini gözler önüne serer. Dört bakanın ölüm cezası ertelendikten sonra ölüm cezasının kaldırılmasının bir daha tartışmaya açılmadığını, tüm mahkumlara gelen ertelemenin altı ay sonra sona erdiği, celladın rahat bir nefes aldığı ortaya koyulur. Ölüm cezasına dair birçok örnek gösterilir, beceriksizce yapılmış, defalarca giyotinin inip kalkmasına rağmen, mahkumun ölmemesi işlenmiştir. Hakim, başsavcı, cellat eleştiri tahtasına oturtulmuştur. Devrimler ile krallar ve rahiplerin sonunun geldiği ve sırada cellatların olduğu vurgulanmıştır. İleride suç bir hastalık olarak görülecek, doktor ve hastanelere iş düşecek, denilir; öfkeyle cezalandırmanın yerini şefkatle tedavi alacaktır Hugo'ya göre.

    Bu önsöz ile Hugo'nun retorik/belagat sanatını ustalıkla kullandığını görüyoruz. Bu retorik metnin toplumsal ve politik bir konuya değinmesi, geleneğin sert duvarıyla mücadele etmesi açısından siyaset felsefesi olarak selamlanmasında bir bahis görmüyoruz. Bu retorik ve felsefi metnin arkasından "Bir İdam Mahkumunun Son Günü" isimli eserinin yayınlanmasından sonra, toplumun üst kesiminin kitaba verdiği tepkiyi işlediği tiyatro metni gelir. "Trajedi Hakkında Bir Komedi" isimli bu metinde karakterler, Bayan de Blinval, Sövalye, Bay Ergaste, Filozof, İçli Bir Şair, Şişman Bir Beyefendi, Sıska Bir Beyefendi, Kadınlar, Uşak'tır. Şairin bir şiiri okumasının ardından konu, "Bir İdam Mahkumunun Son Günü" isimli romana gelir. Roman estetik ve yazım biçimi açısından eleştirilir. Ardından da ölüm cezası ve kürek mahkumlarının durumuna dair yazdıklarının gereksizliği diyalog biçiminde sunulur. Hedef tahtasında mahkemenin, monarşinin ve rahiplerin olduğundan rahatsızlıklar belli edilir. Kitabın kafa ağrıtacak cinsten olduğu ve gelenekleri yozlaştırdığı söylenir. Şişman Beyefendi'nin kitapla ilgili konuyu kapatarak başka bir beyefendiye birinin temyiz başvurularına dair bir soru yönetir, cevabın ardından uşak içeri girer ve "Hanımefendi yemek hazır", der. 

VİCTOR HUGO-BİR İDAM MAHKUMUNUN SON GÜNÜ 

    "Trajedi Hakkında Bir Komedi" isimli metniyle, Victor Hugo iyi bir tiyatro oyunu yazarı olduğunu bize gösterir. Kitabının çıktığı zaman ki eleştirileri bu metin aracılığıyla bizlere aktarır. İki yüz yıl gibi bir zaman geçtiği ve metnin içeriğinin hala etkileyici olması da dikkat çekiyor. Edisyonun son metni ise, bin sekiz yüz yirmi dokuz yılında ilk olarak yayınlanmış olan "Bir İdam Mahkumunun Son Günü" isimli metin yani romandır. Bir mahkuma mecliste ölüm cezası kararı çıkar. Bu kararın alındığı andan giyotin ile kararın gerçekleştiği ana kadar mahkumun başından geçenler konu edilir. Kahraman anlatıcı tarzı ile eser yazıldığı için, mahkumumuzun gördükleri, düşündükleri, algıları ile muhatabız. Kahramanımız bayıldığında okur içinde etraf kararmaktadır ve mahkumun uyanmasını roman karakterleri ile bekliyoruz. Yalnız hücresinde samanlar üzerinde temyiz kararını bekliyor. Bürokrasinin evrak işlerinin sürmesi kararın uygulanmasının beklenmesini gerektiriyor. Ölüme çok az bir zaman kala insan zihninden neler geçebileceğine dair tahayyülleri bir karakter üzerinde görüyoruz. İnsan yapısı intihar ederken bile son bir umut hayata yapışmaya çalışırken, aklında ölmek hiç olmayan birisinin hali nice olsa gerek? Mahkum hapishane yetkilerinin kendisine iyi davranmamasından memnundur, çünkü daha ölümüne zaman olduğunun göstergesidir. Ölüm günü yaklaşınca daha kibar davranmak bir adet haline gelmiştir. Kahramanımıza kürek mahkumlarının hapishaneden cezalarını çekmek üzere gidişini izleyip izlemek istemediği sorulur, yalnız hücrede kalmaktansa kısa bir süreliğine bu olayı izlemeyi kabul eder. Zamanı geldiğinde o mahkumların olduğu yerde olacağı ile yüzleşir. Burada Hugo, kürek mahkumlarının durumuna da değinir. Mahkumiyet bittikten sonra kimliklerinin üzerinde "kürek mahkumu" yazıldığı için topluma entegre olamadıkları vurgulanır. Temyiz çıkabileceğine dair son ümitlerde sona erdiğinde mahkum ölümle daha yakından bir yüzleşme yaşamaya başlar. Rahibin kendisine söylediklerine kendisini veremez, rahibi göndermesi dinsizlik olarak yorumlanır ama iç ses tanrıya inandığını savunur. Hapishaneden ayrılma vakti gelir, yola koyulurlar gardiyanın gündelik hayata dair anlattıklarına ve sorularına iç hezeyanı ile esprili cevaplar verir. Ölüme giden birisinin ne olduğu ve ne olacağına dair muhatap alınmasını garipser. Ama başkaları için hayat akışına devam etmektedir. Bir sonraki sahne, bir odadadır, ölüme gitmeyi beklemektedir. Karşısına yeni ölüm kararı çıkan birisi oturtulur, düşünceleri arasında onun geldiğini daha sonra fark eder. Bizim için sahnede birden beliriverir. Kürek mahkumiyetinden çıkıp, bir suç grubuna karışmış, hırsızlık yapmış, ardından cinayet işlemiş birisidir söz konusu olan kişi. Çocukken anne-babasını kaybetmiş, toplum tarafından kabul görmemiş, aç kalmamak için çalmış, çırpmış ve işin sonunda kürek mahkumiyeti cezasına çarptırılmıştır. Çete ile yıllarca suç işlemiş, yaşlanınca bir vakada yakalanmıştır. Şimdi ölüm cezasını beklemek üzere hapishaneye götürülecektir. Hem de kahramanımızın boşalttığı hücreye... Mahkumun fiyakalı ceketini ister, onu satıp sigara parasını çıkarabilecektir, hem ölüme giden bir adamın fiyakalı bir cekete niye ihtiyacı olsun ki? Kahramanımız birkaç hafta kendi olduğu konumdaki adamı hor görür, ondan korktuğu için ceketini verir. Bundan sonra birkaç ilginç olay daha yaşanır. Mesela bir asker gelerek öldükten sonra kendisine gelerek şans oyunu numarasını söylemesini ister. Kahramanımız ona sayıları söyleyeceğini ama kıyafetlerini vermesini ister, kaçmayı planlar bir umut ama sayıları alabilmek için ölmesi gerektiği söylenince tüm ümitleri hüsrana uğrar. Bir de kızı ile görüşmesinden bahsedelim, kızı babasını tanıyamaz, hapishanede çehresinin çok değiştiği böylelikle vurgulanır. Kızına çoktan öldüğü söylenmiştir, ölmeden mezara gömülmüştür. Giyotinin yanında son bir umut yalvarır, beni kürek cezasına gönderin, en azından o cezada her sabah güneşi görebilirim, der; beş dakika daha ister ama oranın sorumlusu cellattır ve işini tam saatinde yapar. Hugo eseri, "saat dört" diyerek bitirir. Halkın gözleri önünde bir ölüm cezası daha gerçekleşmiştir ve kahramanın ölmesi ile bir sessizlik olmuştur. Ölüm aynı zamanda bir sesin susması anlamına da gelir.

    Victor Hugo son metni ile yani romanı ile iyi bir roman yazarı olduğunu da bizlere gösterir. Usta bir hatip, usta bir tiyatro oyunu yazarı, usta bir roman yazarı olduğunu üç metin etrafında tek bir eserde gözlemleyebiliyoruz. Toplumsal olaylara gözlerini kapamayan, onların üzerine giden bir yazar, düşünür ve belki de bir filozof ile karşı karşıyayızdır. Kralı ve yöneticileri eleştirmekten, üst tabakayı eleştirmekten ve halkı eleştiri tahtasına koymaktan çekinmeyen, eleştirisini ustalıkla yapan bir düşünür ve yazar. 

    Burada özellikle kitap kulübündeki bir yorumdan bahsetmek istiyorum. Kahramanımız mahkum değil de maktul ve ailesi olsaydı. Suçluyu değil de kurbanları konu eden bir roman okusaydık. Ve Victor Hugo'nun amacı bize ölüm cezasının haklı olduğunu anlatmak olsaydı. Bizi ikna edebilir miydi? Bazen metinleri tersinden okumak da büyük bir fayda sağlar, böyle konularda tek bir tarafın olmadığı unutulmamalıdır. Evet biz mahkumumuzu hayatın kurbanı olarak görebiliriz, öyle de olabilir; ama olayın getirdiği kurbanlara ne olacak. Hugo, mahkumun geride kalan ailesinin de cezalandırıldığını vurgular. Peki maktulün ailesi böyle bir trajediyi yaşamayı hak etmiş midir? Victor Hugo muhakkak bu durumun farkındadır, bu yüzden suçun bir hastalık olarak ele alınmasını, daha çocukluktan itibaren ortadan kalkması için gerekenin yapılması gerektiğini düşündüğünü varsayabiliriz. En azından bu psikolojinin böyle bir görevi üstlenebileceğini düşünebiliriz. Devletin ve toplumun maktul ve mahkumun arkasında bıraktıkları için gereken tesis ve etkinlikleri oluşturması gerekir. Bu da Sosyal Devletin bir gereğidir. Victor Hugo elbette ölüm cezası ve cellada savaş açarken, suçluların salıverilmesini savunacak değildir. Onların tekrar topluma kazandırılabilmesini ve daha önemlisi suçun işlenmeden engellenmesini savunacaktır. Ya da en azından bunu varsayabiliriz. 

    Peki tarihteki tüm ölüm cezaları haklı mıdır? yada insanlık tarihine bir şeyler kaybettirmiş midir? Mesela Sokrates'in baldıran zehri içerek ölüme mahkum edilmesi. Atina sokaklarında ve çarşılarında dolaşarak insanlara bildiklerine dair sorgulamayı öğretmesi, onların zihinlerinden yeni fikirler doğurtması bu ölüm cezası ile son bulmamış mıdır? Gerçi Sokrates ölümü ile bile yöneticilere, topluma ve gelecek kuşaklara bir mesaj bırakmıştır. Roma İmparatoru Neron, Seneca'ya kendisini öldürmesini emrettiğinde, metanet ile bileklerini kesmiş ve hayatına son vermişti. Stoa felsefesi hakkında bir çok eser kaleme Seneca, daha katkı sağlayamaz mıydı? İncil'in anlatısını doğru kabul edersek sevgiden bahseden İsa'nın ölüm cezasını burada anabiliriz. Başka bir din kurucusu olan Mani'nin Zerdüşt rahipler tarafından derisi soyularak asıldığı anlatısını da dile getirebiliriz. Robespierre'in Danton giyotine göndermesinin sebebi siyasi tartışmalardı. İsimleri çoğaltmak mümkün. Pargalı İbrahim Paşa ve Piri Reis'in ölüm cezasına çarptırılmasını da burada analım. Pargalı İbrahim Paşa, bir deniz seferi sırasında Piri Reis'i fark etmiş, Kitab-ı Bahriye eserini hazırlayıp padişaha sunmasını istemiştir. Pargalı'nın idamı sonrasında Barbaros Hayrettin Paşa'nın koruması ile Piri Reis bir süre daha hayatına devam etmişse de bir görevde gemilerden birini terk ettiği bahane edilerek ölüm cezasına çarptırılmıştır. Evet, muhteşem haritayı yapan ve Kitab-ı Bahriye'nin yazarı. Hüseyin Kenan ismiyle Cevat Şakir Kabaağaçlı(Halikarnas Balıkçısı), Resimli Hafta Dergisi'nde birtakım yazılar yazmıştı: "1. Hapishanede Ölenleri Nasıl Gömerler? 2. Hapishanede Deli Bir Mahpus, Yanında Yatan bir Genci Gece Uykusunda Karyola Demiri ile Nasıl Öldürmüştü? 3. Hapishanede Neler Gördüm 4. Hapishanede İdama Mahkum Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler? 5. Masum ve Günahsız Düştüğü Hapishanede Katil ve Cani Olan Anadolu Köylüsü Derdini Anlatıyor" Hüseyin Kenan ismi ile yazdığı "Hapishanede İdama Mahkum Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler?" isimli yazısından dolayı İstiklal Mahkemesi karşısına ölüm cezası yargılaması ile çıktı; neyse ki Bodrum'a sürgün kararı çıktı da meşhur Halikarnas Balıkçısı'na kavuştuk. Ya idam edilseydi? Bodrum'da yazdığı kitaplar, çevirileri, köşe yazıları bugün olmayacaktı. Dahası belki bir çok düşünürü toplayıp, kıyı kıyı gezdiği atmosferden beslenen düşünürlere de ilham olamayacaktı. Yaşar Kemal için de benzer bir durum geçerlidir. Bildiğim kadarıyla ölüm cezası ile yargılanmamıştır ama Adana'da polis eliyle düzenlenen bir linç girişiminden ucuz yırtmıştır. Ve daha İnce Memed gibi birçok eserini kaleme almasına zaman vardır. 

    Geriye elde kalan soru şu: dünyanın parlak zekalı kaç insanı ölüm cezasına çarptırıldığı için düşün dünyamız fakirleşti? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder