DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

23 Nisan 2023 Pazar

BAYRAM VE YAŞANMIŞLIK İZLERİ

 

Bayram ve Yaşanmışlık İzleri


Bu bayrama gözlerimi daha sakin bir ortamda açtım. Sakinden kastım bayramın gerekliliklerinin daha doğrusu geleneksel buyruklarının kenara bırakılabildiği bir yerde açtım. Çocukluğumdan aklımda kalan arife günü mezar ziyareti, mezar içinde akrabalar ile süren muhabbetler, bayram sabahı kalkılıp gidilen bayram namazı (ki bu deneyim ben de çok fazla değildir), misafir beklenilmesi, şekerlerin, lokumların düzgünce tabaklara dizilmesi gibi hiçbir unsurla karşılaşmadım bu mekanda. İki genç karı-koca ve çocukları, çok rahat bir şekilde uykularını aldıktan sonra kalktılar. Gerçi birisi bu geleneksel beklentilerinin yerine getirilmemesinden rahatsız, belki de beklentinin yerine getirilmemesine elalemin ne diyeceğini düşünüyor. Çalışan insanlar olarak bu alelaceleye karşılar, kendilerini haklı olarak daha fazla yormak istemiyorlar, iş temposu, ev işleri, küçük çocuğun bakımı yeterince yormuş kendilerini. Bu bayram tatilinin kendilerine biraz dinlenme fırsatı ve huzur getirmesini de umuyor olabilirler. Yine de tatlı bir tartışma/çatışma kaçınılmaz. Bu eve bayram birkaç çocuğun kapıyı çalıp şeker beklentisine girmesi dışında uğramıyor, şekerler alınmış ve çocukla kapı şeker dağıtılmak üzere açılıyor. Çocuk çizgi filmini izliyor, çekirdek ailenin ebeveynleri ve ben kahvaltımızı yapıyoruz. 


Hazırlanıyoruz ama öyle bayramlık kıyafetler falan değil, gündelik kullanılan kıyafetler, çocuk bile gündelik giydiği bir kıyafeti giymiş, zaten özel bir güne hususi giyilen kıyafetlere gerçekten gerek var mı? Ailenin büyüklerinden birinin evine gidiliyor, evde üç beş aile toplanmış, çekirdek ailemizin geniş ailesinin bir kısmı burada, anne-baba, anne tarafının anne babası, onların diğer çocukları ve onların çocukları. Ufak çocuk açısından bakarsak, anne-baba orada, babaanne-büyükbaba orada, babaannenin babası ve annesi orada, babaannenin kardeşi ve o kardeşin çocukları orada. Ve onlar dışında bulunan akrabalar var, fakat onların kim olduğuna yetişemedim. Gelip giden de eksik olmuyor. Yemekler yapılmış, nohut, pilav, tavuk, turşular çıkarılmış, yoğurtlar konulmuş, baklavalar açılmış. Eski veya nostaljik diyebileceğimiz bir masa açılıyor, etrafına sandalyeler diziliyor, masada yer bulamayanlar için sehpalar çıkarılıyor. Kimse halinden şikayetçi değil, muhabbet devam ediyor, bir konu bitiyor başka bir konu açılıyor. Çay semaverde demleniyor, çörekler çıkıyor, tatlılar çıkıyor, çaylar dolduruluyor, muhabbet boşaltılıyor. Nostaljik bir ev tasarımı, etrafta yaşanmışlığın izleri geziyor. Oturma takımının deseni, vitrinin dizilişi, o nostaljiyi yaşatıyor. Yaşlı yüzler gülüyor, herkesi bir arada bulmanın mutluluğu var gözlerinde, diğer yaşlar da kendi halinde mutlular, her bayram yeni mevkilerine geçmeyi bekliyorlar ama yeni kuşak çocukların bayram anlayışı da değişmeye devam ediyor. Evin içindeki yaşanmışlığın ne kadar farkında yeni kuşak, bu nostalji ortamı ne kadar daha sürecek bilinmez, ama herkes büyük büyük nine, büyük büyük baba konumuna gelmiş bu insanlara uzun ömür diliyor, sağlıklı bir uzun ömür diliyor. Ama kaçınılmaz olarak bir gün bu son bulacak, yeni kuşaklar ise farklı bir nostalji içinde yeni bayramlara uyanacaklar, tabi bayram geleneği biçim değiştirse bile devam ederse... 


Nostalji evi dediğim yer, bir yaşanmışlık müzesi ve içinde yaşayanlar için bir nostalji değil, hayatın gerçekliği, alıştıkları modern hayatın ta kendisi. Tüm modern dediğimiz şeyler birbir nostaljiye dönmekte. İki çocuk güreşmeye, kendi eğlencelerine bakmaya, harçlık toplamaya devam ediyor; saatlerce oturduktan sonra toplu bir şekilde ayrılma faslına geliyor, tekrar herkes birbirine iyi bayramlar diyor, el öpen el öpüyor, sarılan sarılıyor, kapı açılıyor, ayakkabılar bağlanıyor, çocuklar kontrol ediliyor ve araçlara doğru ilerleniyor. Büyük büyük baba dayanamayıp kapıya kadar çıkıp, giden arabalara el sallıyor, bu el sallayış da hayatın akıp gittiği resmediliyor sanki. 


Sıradaki durak rahmetli amcanın hanımının evi. Burada amcaoğlu ve amcakızı da var, amcaoğlunun bir çocuğu var, çocuklar hemen merhabalaşıp oyuna başlıyor. Evde üç tane kedi var, ikisi yavru, yavru kediler köpeklerin ağzından alınmış, yeni aşıları yapılmış, enselerine dokunulması istenmiyor. Birbirlerini yalamasınlar diye ayrı yerde tutulmaya çalışılıyor kediler. Ev iki artı bir, eşyalar nostalji değil, günümüze 'uygun' eşyalar, o anlamda bir yaşanmışlık göstermiyor eşyalar, sadece kedilerin yaşadığı ev olduğu belli çünkü bazı yerleri tırmalamışlar. Yaşanmışlığın kıyısından pay almanın yolu ise ancak ağızların açılması ile mümkün. Amcakızı nişanlı, yakında düğün var, düğüne dair bir şeyler konuşuluyor, kediler konuşurken, önceki kedileri soruluyor, 17 yaşında vefat etmiş kedi, o kedi bir Norveç kedisiymiş, neymiş asilmiş, bu kediler ne feodal serf mi? Bu sırada yeni bir misafir daha geliyor, emniyet mensubu, özel harekatta eğitmen anlaşılan, bu durumda uzun bir emniyet ve silah muhabbetine gebe. Bazen iki muhabbet birbirine giriyor, bir yan da polis, müfettiş, fizyoterapist arasında muhabbet dönüyor; bir yan da hanımlar yaklaşan düğün ve diğer konular hakkında konuşuyor. Kulaklarım bir ona odaklanıyor, bir diğerine odaklanıyor. Bazen de odağım çocuklara kayıyor. Fizyoterapisti bulmuşken ağrılardan bahsetmeden olmaz. Sanırım birinin ağrı sorunu orada çözülecek, hadi hayırlısı. Derken amcaçocuklarının üçüncüsü geliyor, bu amca kızının üç çocuğu var, ortaokuldan yeni konuşmaya başlayanına göre dizilmişler, cümbür cemaat evi dolduruyorlar. Evde birden altı çocuk oluyor, üç erkek ve üç kız; sanki yeni bir oğuz boyu kuruluyor. Gürültüler artıyor, muhabbet dallanıp budaklanıyor. Çocuklar kör ebe oynuyor, insanlar kadro verilecek mi diye konuşuyor. En küçük kız çocuk tatlı tatlı ortalıkta dolaşıyor. Gülüyorum ufaklığa yanıma geliyor, koltukta bir tespih var, bu ne diye soruyor, bir şeyler anlatıyorum, anlıyor kendince, tesbih çekmeyi gösteriyorum, ufak parmakları ile tesbihi çekmeye başlıyor. Sıkılıyor, kedi gelince biraz onunla nasıl oynayabileceği gösteriliyor. Tesbihi kedinin önüne indirip kaldırıyor, kedi patilerini atıyor, çocuk küçücük elleri ile tesbihi tutuyor, küçük gözleri ile kediye bakıyor. Bir ara tesbihi yastığın altına saklıyor, gezip geliyor, masadaki şekerlerden yeme niyetinde belliki. Tabi fazla şeker yediği fark edilince engel olunuyor, o da biraz çizgi film izleyip ortalıkta dolanma mesaisine devam ediyor. Diğer çocuklar toplu halde koridor ve diğer odalar da oyun oynuyorlar, bizim ufaklık fazla küçük olunca onlara ayak uyduramıyor muhtemelen. Muhabbete bir yandan devam ediliyor, her oturma faslında kaçınılmaz olarak yaklaşan seçimler konu ediliyor. Ankara'daki en iyi fizyoterapistler söz konusu ediliyor. Arada kediler ortalıkta görünüyor, bir yerleri kokluyorlar, insanların çoraplarından birçok şeyi anlıyorlar muhtemelen. Ufak kız tekrar geliyor, babasına bakıp yanıma oturuyor, kırık bir oyuncak dikkatini çekiyor. Oyuncağı koltuğun üzerinden uzanıp alıyorum. Oyuncak bir zamanlar kepçeymiş, artık sadece dış kaplaması kalmış, tekerleri yok, kepçesi, kapısı, oturma yerleri yok. Bu ne diye soruyor, başlıyorum anlatmaya, bu boş muhabbeti bir ufaklıkla yapmanın zevki bambaşka. Tekeri yokmuymuş diyor, peltek kelimelerinin hepsini anlamıyorum aslında, bozuntuya vermeyip idare ediyorum, anladığım kadarıyla cevap veriyorum, o da üzerindeki ilgiden memnun gibi. Bunun kapısı da varmış falan diyorum, parmağını oturma yerine sokuyor, tatlı tatlı gülüyor, insanın içi eriyor. Kepçe özelliğini anlatıyorum, hemen yastıkla oyun kuruyor, kazmaya başlıyor, muhabbeti dinlemekten kopmuş bir halde çocukla ilgileniyorum, tüm motivasyonum tavan derken her güzel şey gibi bunun da sonuna geliyor ve misafirlikten müsade istiyoruz. Küçük kızın yanağından bir öpücük alıp, kapıya yöneliyorum, bu arada vedalaşmalar, bayram dilekleri söyleniyor. Kapıda çocuklar var, ortanca kıza "naber" diyorum, "iyidir senden naber diyor", işte çocuklara hayran olmamak mümkün değil. Bizim velet, diğer erkek velede kızmış, neymiş ablasına tokat atmış, onlara gelmesini istemezmiş. 


Dedesinin evine geçiyoruz, orada da bir ufaklık onu bekliyor, onunla oynuyorlar. Bu evin eski halini biliyorum, eski halinde nostalji öğeleri daha fazlaydı, vitrin vardı mesela, vitrinin yerine birkaç yıldır konsül ve geniş ekran televizyon almış, artık dedelerin evinde de nostaljik özellikler azalıyor, yine de siyasal ve dini görüşleri belli eden çerçeveler duruyor. Daha modern bir tasarımda bazı geleneksel semboller korunmuş sadece. Evlerin anlattıkları değişiyor artık, görüntünün bize anlattıkları yeterli olmayacak durumda, bu insanlarla uzun muhabbetlere girmeden yaşanmışlıklarına dair fikir edinmek zor. Fakat her misafir torunlar gösterilen özeni anlayabilecektir, evin her yerinden oyuncak çıkması mümkün. Bütün torunlar bu eve bu yüzden bayılıyordur, misafir gelen çocuklar da faydalanmazsa olmaz. Ayrıca binbir emekle hazırlanmış ikramlar, evin el maharetini göstermeye yeter de artar. Bu anlamda çok misafirperver bir ev söz konusu ve muhabbet etmek için yanıp tutuşan bir dede(çocuk gözünden dede tabi, yani "Z kuşağı dedesi") söz konusu. Seçimler, maçlar, ülke sorunları, bir işin nasıl yapılacağı gibi binbir türlü konuşulabilir bu evde. Evin içerisinde ayrı bir huzur atmosferi var denilebilir. Bu evde yaşanmışlık eşyalardan değil de oturmak ile deneyimlenir. Gece saatleri içerisinde güne son veriliyor, çocuk arkadaşından ayrıldığı için huzursuz, çocuğun eve gelmesini istiyor, onu ikna etmeye çalışırken günü kapatıyoruz. Onun için yaşanmışlık değil de yaşayacağı, oynayacağı, oyun arkadaşları önemli ki bu konuda sonuna kadar haklı tabi. 


Bayramın ikinci gününden iki kaynanalı evden bahsetmek istiyorum. Bizim ufaklık burada bebek görmeyi umuyordu ama gerçekleşmedi. Buraya çay içmek üzere geldik ama sarma, baklava, çerezler çıktı yine ortaya; yeyin hadi ne duruyorsunuz, o tabak bitecek lafları havada uçuyor. Ufaklık memnuniyetsiz bebeği göremediği için bebeğe online bağlanıyorlar ama tatmin olmuyor, evden gitmek istiyor; tek çare kalıyor, telefonla oynamasına izin vermek. Burada bizimkilerin büyükannelerinin kardeşi oturuyor, bu kardeşler birbirine çok benziyor, bu abla birinci kaynana evde. Bir de erkek çocuğu var burada, onun eşi de ikinci kaynana, yani bunlar bir yandan da gelin-kaynanalar, ama yeni gelin olunca aralarında bir ittifak olmuş anlaşılan. Zaten abla da ikinci kaynanayı oğluna kendi seçmiş, ondan memnun ama torunun gelininden hoşnutsuz ya da beklentisi geleneksel kalıyor. Tabi ben bunları misafirliğin sonunda öğreniyorum. Misafirlik sırasında bunun farkında değilim, evin küçük oğlu veya torunu bekar, onu evlendirme derdindeler; altı tane gelin adayı çıkıyor birden fakat bizimkiler aracı olma konusunda gönülsüz, başkasına yönlendirip aradan sıyrılıyorlar. Ayrıca çifte kaynanaya evliliklerin, boşanma durumlarının, yeni hayatın beklentilerin, yeni kadınların olaya bakışı hakkında bilgi veya gözlemler anlatılıyor. Geleneksel kaynanalarımız dinliyor ama bildiklerinden vazgeçeceklerini kimse sanmıyor. Eve gelecek olursak ev yeni, vitrin yeni ama tarzı eski, koltuklar yeni ama desenler daha geleneksel, yeni ile geleneksel olanın bir arada olduğu bir ev. Evin durumundan yaşanmışlık izleri çok anlaşılmıyor, ama ağızlar konuşmaya başlayınca yaşanmışlıklar ortaya çıkıyor. Birincil kaynana olan teyzenin annesi ölmüş, babası uzun süre kızları evlendirmek istememiş hatta teyzenin kardeşi kaçarak evlenmiş. Teyzenin nasıl evlendiğini kaçırdım ya da anlatılmadı ama kocayı boşamış, üç çocuğuna bakmak için okuma yazma öğrenip eski dünya düzeninde bir işe girmeyi başarmış, çocuklarını binbir emekle büyütmüş, hatta evlendirmiş, çok zorluklar çekmişler, kız kardeşinden ve onun çocuklarından minnetle söz ediyor, abisinden ise varlıklı olmasına rağmen yardım görmemesine hayıflanıyor. Konular konuşulurken duygular depreşiyor. Yaşanmışlık birbir kelimeler ve duygular ile ortaya dökülüyor. Evlerden uçup gitmiş yaşanmışlık izleri kelimelerle devam ediyor, yaşanmışlığı anlatmak için, bir nasihat vermek niyetiyle çocukları, torunları, akrabalarını ziyarete bekliyorlar. Sürekli çalışmak zorunda olan yeni kuşak ise nefes alabilecekleri bu fırsatı daha farklı değerlendirmek istiyor ki torunlarının biri kamp kurmaya gitmiş. Bebekli torunu ise biz de kaçırdık. Bebeği kaçırdığımız için bizim veledi gönlü olsun diye babaannesine tekrar götürüyorlar, bu onu bir süre oyalar sanırım. 


Bayram sabahına relax bir evde uyandım, yeni dünya şartlarına kendilerince ayak uydurmuşlar ama geleneksel beklentilerin en azından bir kısmını karşılamak için geniş ailenin büyüklerini ziyaret ediyorlar, burada yaşanmışlıkların izlerini gerek görüntü, gerek kelimeler ile duyup, ikincil olsa da deneyimliyorlar ama bir yandan da hayatı kendileri farklı bir kuşak olarak deneyimliyorlar, onların çocuğu da yeni bayramları bambaşka deneyimleyecek muhtemelen. Tabi bu değişim hızıyla bu gelenekler nasıl bir hale dönüşecek, yaşayacak mı bunu zaman gösterecek, biz de yaşayarak görebildiğimiz kadarıyla değişimi göreceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder