Anadolu'nun Ortodoks Topluluğu: Karamanlılar

Anadolu'nun Ortodoks Topluluğu: Karamanlılar 10.04.2017 Yasin ÇETİN Bu yazıda Ortodoks Karamanlılar v...

1 Temmuz 2025 Salı

Satranç Tahtasının Ötesi

Satranç Tahtasının Ötesi




Silinebilir gri üçlü koltuğun sağ köşesinde annesi oturuyordu. Karşısında ikili koltuk duruyordu. Kendisi ise tekli koltuklardan birine oturmuştu. LCD televizyondaki sabah programına gözleri takılıyordu. Koltukların arkasında yemek masası yer alıyordu. Pencereleri mor renkli perdeler süslüyordu. Oturma odasının kapısının arkasında askı vardı, annesinin süveteri, şalı asılıydı. Koltukta uyuya kaldığı zamanlar, şal üstüne örtülmüş şekilde uyandırdı. Robot süpürge şarj istasyonunda uykudaydı. Yeşil renkli vitrinde birkaç kupa vardı. Bunları satrançtan ve basketboldan kazanmıştı. Kupaların etrafında birçok fotoğraf vardı. Satranç takımı ve gidilmiş olan şehirlerden alınan anı eşyaları vitrini süslüyordu. Oturma odasının her yerinden varlığını hissettiren büyük bir çerçeve duvarda asılıydı, fotoğrafın gözleri odayı temaşa ediyordu.

Anne - Satranç dersi verecek misin bugün?
Mehmet- Evet anne. 15.30'da özel ders var.
Anne- Akşam yemeğine gelecek misin?
Mehmet- Gelirim anne, dersten sonra işim yok. Gelirken bir amcama uğrarım sadece.
Anne- Selam söyle. Akşama istediğin bir şey var mı?
Mehmet- Sütlaç fena olmaz aslında.
Anne- Yaparım, tatlı yer tatlı konuşuruz.
Mehmet- Ben biraz uzanayım anne.
Anne- Gece bilgisayar başında çok oturma yavrum, her gün dinlenecek vaktin olmuyor, uykuna dikkat et, kulağını çekerim bak.

Annesi tatlı tatlı onu uyarırken yanaklarına öpücükleri kondurdu, annesinin gönlünde kelebekler uçuştu. Oturma odasından yatak odasına geçti. Yastığa kafasını koydu, aklından Ayşe'yi geçirdi. Hayaller düşüncelere daldı. Kelebekler uçuştu, mutluluk içini kapladı. Kargalar uçuştu, içini kaygılar kapladı. Derin bir nefes çekti, zihnini boşlattı. Kuşlar uçuştu, gözleri kapandı.

***

Aynanın içerisinden geçti, battaniyesini katlayıp, yastığını düzeltti. Oturma odasına geçti. Mavi çiçek desenli koltukların sağ köşesinde babası oturuyordu. Koltukların arkasında, çiçek desenli perdeler pencereyi süslüyordu. Ahşap vitrinin tam ortasında tüplü bir televizyonda futbol programı oynuyordu. Vitrinin üst tarafında dedesinin ve ninesinin fotoğrafları, Kuran-ı Kerim, şekerlik kolonya, geyik resimli bir süs tabağı vardı. Vitrinin sağında çeyizden kalma tabaklar, solunda ise bardaklar yer alıyordu. Sehpanın üzerinde su bardağı, hemen yanında ise toprak bir testi vardı. Babası maç yorumunu dinliyordu. Oğlunu görünce bir an kafasını ona çevirdi.

Baba- Gel Mehmet, bak dünkü maçın yorumunu yapıyorlar.
Mehmet- Baba, biliyorsun bunlar maç dışında her şeyi konuşurlar.
Baba- Eeee, böylesi daha zevkli değil mi? Maçı izledik zaten, göreceğimizi gördük, bu yılda kupayı almak hayal gözüküyor. Adam akıllı bir takım kuramadılar.
Mehmet- Şuan takımın alacağı kupa, ilk düşüneceğim şeyler arasında yer almıyor.
Baba- Bizim fanatiğe bak sen, neymiş ilk düşüneceğin şey?
Mehmet- Kızmayacaksın ama!
Baba- Kızmayacağım bir şeyse kızmam, önce bir söyle, ne öyle pazarlık falan..
Mehmet- Yaa, baba...
Baba- Tamam tamam, kızmayacağım, hem ben sana ne zaman kızdım.
Mehmet- Ben aşık oldum galiba.
Baba- Ulan kerata, derslerini aksatma ha, aşık ol ama bil ki aşık olduğun ilk kişi ile ömrünü bitireceksin diye bir şey yok.
Mehmet- Daha oraya gelemedim. Açılsam, kabul edecek mi bilmiyorum. Bazen biliyormuş gibi bakıyor. Bazen de hiç haberi yokmuş gibi bir tavrı var.
Baba- Sormadan bilemezsin değil mi?
Mehmet- Doğru söylüyorsun ama soracak cesaretim var mı?
Baba- İki seçenek var oğlum. Ya kabul edecek ya da reddecek. Satranç gibi düşün. Ya kazanırsın ya da kaybedersin. Sen, reddedilmeye hazır mısın?
Mehmet- Galiba hayır, kabul etmez diye çok korkuyorum.
Baba- Önüne bakmasını öğreneceksin oğlum. Korkmak yakışmaz sana, soracaksın, aldığın cevap ile de yaşayacaksın.
Mehmet- İyi ki varsın baba.
Baba- Sen de oğlum. Ben yokken annene iyi bak.

***

Alarm çalarken annesi odasına girdi. Uyanması için başını okşadı. Hafifçe gözlerini açtı. Annesi odadan çıkarken, yatağından kalktı. Lavaboya gitti. Aynanın karşısında yüzünü yıkadı. Üzerini değiştirdi, kravatını bağlamak için annesinden yardım aldı. Satranç takımını yanına aldı, kapıya yöneldi. Ayakkabılarını giyerken annesine doğru seslendi.

Mehmet- Anne gelirken bir şeyler ister misin?
Anne- Ekmek alırsın. Onun dışında şimdilik her şey var. Birkaç gün sonra beraber pazara gideriz.
Mehmet- Olur, bir şey lazım olursa haber edersin. Sen ne yapacaksın?
Anne- Melek'e uğrarım, evdeyim, nereye gideceğim başka.
Mehmet- Hadi Allah ısmarladık.


***
Şah emri verdi; süvariler öne çıktı. Rakibin piyade birlikleri öne ilerledi, filin üstündeki birlikler hazırlandı. Şah, filli birlikleri süvarilere destek için ilerletti. Piyade birlikleri atlı birliklerin görüş mesafesinde ilerledi. Vezir, Şahın yanında filin üstündeki birlikleri gözetliyordu. Şah, kale ve piyade birlikleri arasında koruma altına alındı. Rakibin piyade ve süvari birlikleri yaklaşmaya başladı, korumasız birlikleri bulup yok etmek istiyordu. Şah korumacı davranıyordu, ilk saldırıyı karşıdan bekleyerek hiçbir birliğini korumasız bırakmamaya çalışıyordu. Atlı süvariler aralarında konuşmaya başladı.

- Şah, kararları kendi verdiğini sanıyor ama asıl karar vericiyi unutuyor.

- Asıl karar verici kim?

- Her şey bittiğinde bizi aynı kutuya koyacak olan irade.

- Olur mu öyle şey, matın üzerine koyulduğumuz zaman, bütün emirler şahtan gelir, vezir iletir bize.

- Sen öyle düşün. Yanılıyorsun. İşin sonunda o da bizim gibi bir satranç taşı.

- Hayır, şah her şeyin en iyisini bilir, tanrı ömrünü uzatsın. Velinimet, efendimiz.

- Dinlemiyorsun beni, biz iradenin kullarıyız, onun bencilce rekabet duygusundan dolayı var olduk. Birbirleriyle yarışsınlar diye savaşıyoruz ve ölüyoruz.

- Şişşşt biraz sessiz ol, duyacaklar, hem öyle olsa bile ne yapabilirsin ki? Kaderimiz bu bizim şah için savaşmak varlığımızın amacı.

O sırada rakip tarafın filli birlikleri, veziri tehdit edecek bir açıklık bulmuştu, şahın emriyle süvarinin bir kısmı veziri koruyacak konuma ilerleme emri aldı. Süvariler uzaklaştığında diğer süvari birliği içerisinde şaha hizmet etmenin beyhudeliğini düşünüyordu. Süvari birliği, filli birliklerin saldırısına uğradı. Kıskıvrak yakalanan süvari birliği, oyun matının yanındaki yerini aldı. Rakiplerin doyasıya çarpışması bitene kadar beklediler, nihayetinde bir taraf şah-mat diye bağırdı. Şah yakalanmış, savaş bitmişti. Bütün birlikler, şah ve vezirle oyun kutusunun içine konuldu.

Mehmet- İşte böyle Cenk'cim. Satrancın bir oyun olduğunu unutmamalıyız. Evet, zihnimizi dinç tutacak bir oyun ama şah, vezir gibi ayrımlara kanma sakın. Şahlık, padişahlık, krallık bunlar büyük oranda tarihe karıştı ya da sembolik kavramlara indirgendi. Hala bu sistemlerle yönetilen ülkeler olsa da onlar çağa yetişememiş, geri kalmışlardır.

Cenk- Çok güzel hikayeydi hocam. Arkadaşlarıma anlatacağım bu hikayeyi.
Mehmet- Şimdi sana ödevini verelim ve dersi bitirelim.
Cenk- Anne, anne, anne. Mehmet hoca gidince, çizgi film izleyebilir miyim?
Mehmet- Önce ödevini anladın mı bir bakalım.
Cenk- Ödevim ne?
Mehmet- Açılışlara çalışacaksın, tamam mı?
Cenk- Olur abi.
Annesi- Hocaya abi denir mi hiç! Çizgi filmi izle, sonra akşam yemeği yiyeceğiz, sonra da ödevler yapılacak. Anlaştık mı?
Cenk- Tamam anne.

Cenk televizyona doğru ilerlerken, Mehmet de yemek davetlerini annesinin beklediğini söyleyerek geri çevirdi. Cenk'e Pazartesi derste görüşürüz diyerek evden ayrıldı. Amcasının iş yerine gitmek için otobüs durağına ilerledi.

***

Ayşam bana bakmadı

Sözlerime kulak vermedi

Aklım başımdan gideyazdı

Üzgün olan sadece anamdı


Ayşam başkasından hoşlandı

Kalbimi paramparça kırdı

İçim içimi yedikçe yedi

Benliğim bir bir bölüneyazdı


Ayşam bana bakmadı

Ayşam başkasından hoşlandı

İçim içimi yedikçe yedi

Aklım başımdan gideyazdı

Melahat oğlunun günlüğünde yazdığı şiiri okudu, günlük bir yaprağın sonbaharda ağaçtan düşmesi gibi yere düştü. Aslında bu olay hızlıca gerçekleşti. Melahat içinse saatler sürdü. Oğlunun rüyaları saniyeler içinde gözünün önünden geçti. Kendini biraz toparlayınca kaynını aradı, onun telefonu meşgul çaldı. Eltisini arayarak, kaynının kendisini aramasını, acil olduğunu söyledi...

-Bir ay sonra-

Mehmet'in annesi Melahat elinde vezir satranç taşını çeviriyor, belli belirsiz bir bakışla duvardaki fotoğrafa bakıyordu. Arada kafasını pencereye çeviriyordu. Sorsanız ona dışarıda hava nasıl diye, kara bulutlu diyecek bir hali vardı, oysa Güneş bulutların arasından kendini göstereli çok olmuştu. Melahat'ın kardeşi Mehtap mutfakta buzdolabını yerleştirirken kapı çaldı. Melahat zilin farkında bile değildi. Mehtap kapıyı araladı, gelenler komşularıydı. Melek oğlunun nişan hazırlıklarını yapıyordu. Merve ise şehir dışındaki kızının yanından üç ay sonra mahalleye yeni gelmişti. Yolda Melek ile karşılaşmış, Melahat'a gittiğini duyunca peşine takılmıştı. Yolda Melek'in oğlunun nişanından konuşmuşlardı. Mehtap'ı görünce şaşırdı. Selamlaştılar. Melahat belli belirsiz bir sarılmayla komşularına karşılık verdi. Fakat ne ayağa kalktığının ne de sarıldığının farkındaydı.

Melahat'a sorular soruyorlardı, karşılarında kısa cevaplar, kafa sallamalardan başka karşılık görmüyorlardı. Merve olaylardan habersiz oğlunu sorunca Melahat'ın gözleri açıldı. Sonra gözyaşları eşlik etti, selpak yüzünü kapattı. Ağlayarak ayağa kalktı, duvardaki kocasının fotoğrafına ters bir bakış attı. Ardından oturma odasından çıktı. Merve şaşkınlık içerisinde Mehtap ile Melek'e baktı. Daha o sormadan anlatmaya başladılar.

Mehtap- Mehmet, Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde gözetim altında.
Melek- Gencecik oğlanın başına gelenler, Allah düşmanıma göstermesin.
Merve- Çok iyi bir çocuktu, çalışkandı; ne oldu birden bire böyle.
Mehtap- Birden bire olmamış, biz fark edememişiz. Bunu daha önce fark etmemek çok koydu bize...
Melek- Olacak iş mi yaaa... Rüyaları kontrol edebiliyormuş, ağzım açık kaldı valla.
Merve- Nasıl rüyalarını konrol edebiliyormuş?
Mehtap- Babasını altı yaşında kaybetti Mehmet, her gece babasının olduğu fotoğrafa bakar yatarmış, hep onu düşünürmüş, annesi de masal diye hep babasını anlatırdı.
Merve- Eee sonra.
Melek- Ne eee'si. Fotoğraftaki odayı rüyasında görmeye başlamış, rüyasında yıllarca babası ile sohbet etmişler.
Merve- Akıl alır iş değil.
Melek- Valla akıl alır iş değil, on yıldan fazla süredir böyleymiş.
Mehtap- Ablam perişan oldu bunu öğrenince. Biz de tabi, onu böyle görmek...
Merve- Rüyasında babasını görebilmesi güzel bir şey değil mi? Ne oldu da hastane gözetimine alındı?
Mehtap- Okulda bir kıza aşık olmuş, daha doğrusu takıntı yapmış, kızda bunun en yakın arkadaşından hoşlanıyormuş. Psikiyatristin dediğine göre, onların sevgili olduğunu öğrenince gerçeklik algısını iyice yitirmiş. Akşamına eve sarhoş gelmiş, o anne koltuk takımlarını, perdeleri, televizyonu değiştirmişsiniz, demiş. Sarhoş olmasına mı şaşırsın, dediklerine mi bilememiş ablam.
Merve- Sen şu işe bak ya. Mehmet içkiye el sürecek, görsem inanmam. Mehmet durduk yere bunu yapacak çocuk değil, demek ki abayı yakmış kıza...
Mehtap- Evet sorma ya. Sigarası da yoktu biliyorsunuz. Ablam sarhoştur deyip yatırmış ama olan sabah olmuş.
Melek- Babasını sormuş değil mi?
Mehtap- Aynen, babasını sormaya başlamış, ablam ne diyeceğini bilememiş, amcasını çağırmış. Onun da tanıdığı bir psikiyatrist arkadaşı varmış, yardımcı olmuşta hastaneye yatırmışlar.
Merve- Ah talihsiz Melahat ablam. Gencecik yaşında dul kalıp, bin bir zahmet oğlanı büyüt sen... Olacak iş değil.
Melek- Allahın izniyle her şey yoluna girer. Mehmet güçlü çocuktur, atlatacaktır bunu.
Mehtap- İnşallah
Merve- İnşallah

Duvardaki fotoğraftan Mehmet'in babası da inşallaha katılmıştı, onun bakışlarının tesiri ile odayı bir sessizlik kaplamıştı.

***

Mehmet, beyaz çarşaflı yatakta gözlerini açtı. İçeriye giren hemşire süvari askerine, arkasında bekleyen görevliler piyade askerlerine dönüştü. Camdan dışarıya baktığında, ilerideki sağlık müdürlüğü kale görünümünü aldı. Doktor beyin yanına gideceklerini bildirildi, sessizce ilerledi. Odanın içerisindeki psikiyatristi filli birlik subayı olarak görüyordu. Başhekim yardımcısı odadan çıkmak üzereydi, Mehmet Vezir olarak gördüğü Başhekim yardımcısı karşısında kafasını eğdi. Ayağındaki piyade postallarına bakıyordu. Vezir tüm kibriyle önünden geçti gitti. Piyadeler, düşman piyadelerini kolunda tutmuş, zindanlarına götürüyordu. Psikiyatrist, Mehmet'e doğru konuşuyordu ama Mehmet sessizce duruyordu. Dinliyordu denilemez, bambaşka şeyler duyuyordu. Mehmet, düşman ordusunun içine dalacaksın, babanı düşman ellerinden kurtaracaksın. Baban ülkemiz için çok önemli bir kurmaydır. Filli birlikler onu iki taraftan kıstırmış olabilir ama senin sayende bu cendereden kurtulacak. Seni bizzat ben ve süvariler koruyacak. Bu kahramanlığından Ayşe etkilenecek, kollarına atlayacak. Ülkenin gururu olacaksın. Haydi yiğit Mehmet, iş başına, biz burada konuşurken düşman harekete geçti bile. Süvari ve piyadeler eşliğinde odasına götürüldü. Şimdi biraz dinlenmesini söylediler, yarın sabah olmadan yola çıkacaktı. Yatağında uzanmış, süvari hemşireye dönüşmüştü. Ellerinde içi boşalmış şırıngayı gördü, piyadeler de görevli görünümünü çoktan almıştı. Başını pencere tarafına çevirdi. Sağlık Müdürlüğü tabelasını gördü. Ve derin uykusuna daldı. Babamın dediği gibi: ya kazanırsın, ya kaybedersin...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder