DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

14 Ağustos 2021 Cumartesi

AKAD, ASUR VE BABİL METİNLERİNDE TANRI ANLAYIŞINA BİR BAKIŞ

Akad Devleti’ni kuran Sargon, Sümer’deki ayrı ayrı kültü birleştirmek istemiştir. Bunun içinde Ur kentinde kızını, Nanna’nın yüksek rahibeliğine atamıştır. Sargon’un kızı Enheduana ismindeydi ve tarih açısından önemli bir karakter haline geldi. Akad Dönemi Sümer yazınındaki birçok metin kendisine atfedilmektedir. Bu metinlerin içinde yer alan ilahiler, Mezopotamya inancını bir potada eritmek amacı güdüyordu. Naram-Sin sadece Ur kentindeki Nanna tapınağına kızını yüksek rahip olarak atamakla yetinmedi, diğer kızlarını da Mezopotamya’daki bazı kentlerin yüksek rahipliği konumuna getirdi.[1] Önemli merkezlerdeki tapınak denetimleri, kraliyet ailesinin akrabalarınca yapılmaktaydı. Akad hükümdarları Mezopotamya’daki büyük tapınak inşaatlarıyla ilgilenmekteydi. Hükümdar, aynı zamanda tanrılar dünyası ile uyrukları arasında aracı konumundaydı. Akad Devleti, Sami bir halk tarafından kurulmuş ve devlet işlerinde Akad dili kullanılmaya başlanılmıştır. Bir yandan da, devlet işlerinde ve din ayinlerinde Sümerce kullanılmaya devam etmiştir. Akad Devleti, Sümer mirasını alarak geliştirmiştir. Sami ve Sümer din anlayışının sentezlenerek kullanıldığı söylenebilir.[2]

AKAD HÜKÜMDARI NARAM-SİN

I.Sargon’un kurduğu Akad Devleti’nin hükümdarı Naram-Sin olduğunda Mezopotamya’da daha önce gerçekleştiği bilinmeyen bir olay gerçekleşti. Naram-Sin kendini tanrı ilan etti. Hükümdarlar tanrıların temsilcisiyken, Naram-Sin bunu bir adım daha ileriye götürerek, döneminde diğer kent devletlerinin tanrılarının onayını aldığını söyleyerek kendini tanrı ilan etti, metnin diliyle söylersek, önemli kentlerin tanrılarının Naram-Sin’i tanrı ilan ettiğini iddia etti. Naram-sin’in Akad’da tanrı olduğunu gösteren metin şöyledir: 
“Naram-Sin, kudretli Akkad kralı: Dünyanın dört köşesi ona düşmanca karşı durunca İştar'ın aşkıyla dokuz savaştan muzaffer çıktı, onu tutsak almak için sefere çıkan kralları bile alt etti. Kentini kuvvetli kılmak için bütün gücüyle bastırmakta başarılı olduğu için kenti (yani kent sakinleri), Eanna'nın İstar'ına, Nippur'un Enlil'ine, Tuttul'un (Belih suyu ile Fırat'ın kavuştuğu yere yakın) Dagan'ına, Kes'in Ninhursunga'sına, Eridu'nun Enki'sine, Ur'un Sin'ine, Sippar'ın Şamaş'ına, Kuthu'nun Nergal'ine yakararak onun kentleri Akkad'ın tanrısı olmasını dilediler ve Akkad'ın ortasında ona bir tapınak yaptılar.[3]
AKAD HÜKÜMDARI NARAM-SİN
Naram-Sin daha hayattayken kendine kült kuran ilk kraldı, Naram-Sin’in ismi metinlerde tanrı ismi şeklinde yazılmıştır. Akad kabartmalarında Naram-Sin diğer insanlara göre daha heybetli gösterilir. Kraliyet sembolleri yanında kabartmalarda, tanrı sembolü olan, boynuzlu miğferi takarken görülmüştür. Boynuzlu miğfer, Mezopotamya sanatında sadece tanrı kabartmalarında görülmektedir.[4]

AKAD HÜKÜMDARI I. SARGON
“Babili/ilâni” kelimesinin kendisi, “tanrıların kapısı” ya da “tanrının kapısı anlamını kendisinde taşır. Sümer dilinde bu kelime “Ka-dingirra” olarak kullanılmaktaydı. Muhtemelen “Bâb-ili” kelimesi “tanrısal yargının gerçekleştiği yer” ya da “tanrının varlığının bulunduğu yer” anlamına geliyordu.[5]

Babil Devleti, diğer devletler ve hâkimiyet altına alınmadan önce kentlerin dünya görüşünde olduğu gibi, kendi merkezlerini, kozmik merkez olarak görüyorlardı. Kent teolojileri oluşmuş, kimi kentler diğer kentlerin teolojisini kabul etmişti. Sümer kentlerinden olan Nippur ve Eridu öne çıkan kentler olmuştur. Asur için ise tanrı Asur’un kenti üzerinden düşünülmüş olmalıdır. Nippur, Eridu, Asur ve Babil, kendi kentlerinin dünyanın merkezi olduğu düşüncesine kapılmıştı. En ulu tanrı Enlil Nippur’da yaşamaktaydı, doğal olarak onun yaşadığı yer dünyanın merkezi olmalıydı. Bu diğer bağımsız kentler içinde geçerli olan bir görüştü. Babil’de de tanrı Marduk, tanrıların efendisi olarak Babil’de oturmaktaydı. Tanrı Marduk’un Babil’deki tapınağı gökyüzündeki evinin bir yansımasıydı ve yer ile gök arasında geçişi simgeleyen bir kapıydı. Tanrı Marduk dünyayı yarattığında gökyüzünü üçe ayırmıştı; bunlar üst, orta ve alt gök olarak ayrılmaktaydı. Bunların altında yeryüzü vardı ve geçişler ancak ziguratlar aracılığıyla olurdu. Dünya düz bir disk gibi düşünülüyordu. Yeryüzünün altında orta yer denilen bir yerden sonra ancak alt yerküre geliyordu. “İştar Ölüler Diyarına İniyor” mitinde olduğu gibi, “Aşağı Dünya” ölülerin gittiği mekândı.[6]

Eski Babil döneminde, Sümer geleneği olan kralın yarı insan yarı tanrı olma fikri korundu. Uruk hükümdarı olarak, efsanelerde karşımıza çıkan, Enmerkar, Lugalbanda ve Gılgamış mitlerindeki gibi bir ideoloji benimsenmişti. Üçüncü Ur Hanedanı krallarını ataları saymaktaydılar. Tanrı Marduk, Hammurabi’nin gözde tanrısıydı. Marduk, Nippur kentinin panteonuna, Eridu kentinin tanrısı Ea’nın oğlu olarak eklenmiştir. Bu dönemde baskın hale gelmeye başlayan Marduk kültü, birkaç yüzyıl sonra, Babil’in başlıca kültü haline gelmiştir.

TANRI MARDUK
Mezopotamya’da Babil tanrılarının popülerliği artarak, insanlar tarafından kişisel tanrıları olarak kabul edildiler.[7] Tanrının iradesi kendini birçok yoldan gösterirdi. Karaciğer kehanetleri yaygındı, çünkü güneş tanrısı, karaciğerler üzerine işaret bırakmaktaydı. Karaciğer okuya bilmek, onun eğitimini almayı gerektirmekteydi. Tanrısal mesaj kendini farklı şekilde insanlara aktarırdı, insanlar düşlerle veya ilhamla dile gelen sözcükleri tanrının mesajı olarak yorumlayabilirlerdi.[8]

Kassitler dönemi Babil’inde, Kassitler Babil inanç sistemini kabul etmişlerdi. Bunun yanında kendi panteonlarının olduğu görülse de bu panteonu yaymaya kalkmadıkları gibi koruyucu tanrıları olan Sukamuna ve Şumiliya tanrıları dışında Babil’de diğer tanrıların kültlerine dair bulgu yoktur.[9] Bunun yanı sıra ise Kassit dönemi Babil’inin kralları “Babil kültlerini etkin bir biçimde koruma altına alarak” gelişmesine katkı sağlamışlardır. Kült hizmetlerine ise kraliyet ailesi üyeleri atanmıştır. Kassitler, Babil tanrılarını, kendi tanrıları gibi kabul ederek hareket etmişlerdir. Kassitler, Babil topraklarına hâkim olmuşlar ama Babil kültürünü kabul etmişlerdir.[10]

Yeni Babil Dönemi’nde Sümer kentlerinde olduğu gibi, her kentin kendi tanrısı olduğu fikri korunmaktaydı. Artık hiç şüphesiz tüm tanrılar, Babil panteonuna bağlanmıştı, başlarında tanrıların kralı Marduk vardı. Bunun yanında her tanrının, kendi kentinde tapınağı, ailesi ve hizmetkârları vardı. Bu kentlerde yaşayan insanlar, tanrıların gereksinimini karşılamaktaydı. Bu kentlerde gerçekleşen kehanetler aynı zamanda krala da bildirilirdi. Kehanetlerin bildirilmesinin sebebi hem kralın hem onun aracılığıyla ülkenin bu kehanetlerden etkilendiği düşüncesiydi.[11] Kentlerde tapınaklar ve onun içinde yaşayan tanrı, kentin merkez ve dayanak noktasıydı. Tapınaklar, yurttaşları bir arada tutan yapılanmalar olarak da görülür. Şehir ayrıcalıkları, kraldan ancak tapınak üzerinde alınabilirdi. Tapınaklar dini olduğu kadar aynı zamanda politik ve sosyal yapılardı.

M.Ö. 18. yüzyılda Kuzey Mezopotamya’da hükümdar olan Şamşi-Adad, Ninova’da bulunan, İştar tapınağını tamir ettirdiği bilinmektedir.[12] Ayrıca Asur’un merkezini Şehna isimli bir yer olarak seçmiş ve buranın ismini “Enlil’in Evi” anlamına gelen “Şubat Enlil” ile değiştirmiştir. Güney Mezopotamya bölgesinde tanrıların efendisi konumuna getirilen tanrı Enlil’in isminin kullanılması, gücü elinde toplarken bundan fayda beklemesi ile ilgilidir. Aynı zamanda şehir tanrısı olan Asur’un tapınağını yeni bir biçime sokarak, kendisinden sonra inşa edilecek tapınaklara bir örnek sunmuştur. Yerel tanrılara saygı göstererek, onlara da tapınmıştır. I. Şamşi Adad’ın ölümünde sonra devlet devam etmediği için çabaları da istediği sonucu vermemiştir.

Asur ideolojisine göre kral tanrılar tarafından kutsanmış olarak halkını savunur, ülkeye karşı tehditler yok eder ve tehdit unsurunu yaratanları cezalandırırdı. Bu faaliyetlerinin amacı, zihinlerde tanrının kurduğu bir düzen olduğu, bunu Asur Devleti sayesinde yaptıkları vardı. Asur Devleti, tanrının düzenini korumaktaydı. Kral bu görevi, tanrının vekili olarak yapmalıydı. Birçok yazıtta, “tanrı Asur kraldır, [hükümdar ismi] onun vekilidir” ibaresi yer alırdı. Kralın tahta çıkış merasimi tanrı Asur tapınağında yapılırdı. Tanrıların verdiği kuvveti sergilemek için hükümdarların avcılık yapması gerekiyordu, hükümdarın avcı özelliği kabartmalarda işlenmiştir. Hükümdar aynı zamanda tanrı Asur’un başrahibiydi.[13] Hükümdar, büyük kötülüklerden kurtulmak ve savaşta zafere ulaşmak için tanrısal iradeye uymalı ve temiz olmalıydı. Hükümdarı tanrıların savaş, zafer, inşaat yani her alanda desteklediğini göstermek için kraliyet yazıtları ve kabartmaları kullanılırdı. Bu Asur’un ideolojisini yayma yöntemlerindendir.

Gökyüzünün gözlemi ya da fallar sadece alametlerin uğurlu ya da uğursuz olduğunu anlamayı kapsamıyor, aynı zamanda tanrıların fikirlerini bazı faaliyetler sonrası değiştirebileceği düşünülüyordu. Dualar veya ayinlerle tanrıların fikirlerinin değiştirebileceği düşünülürdü. Eğer kralın hayatının tehlikede olduğu düşünülürse, kral yerine bir kral vekili atanırdı. Gerçek kral ise saklanarak, kralın başına geleceklerden korunması amaçlanırdı. Halk ise geleceği öğrenmek için kâhinlere başvuruyor, tanrıların başlarına musallat edebilecekleri kötülükler için, kötülük kovuculara gidiyorlardı.

Yeni Asur hükümdarı Assurbanipal, yıllıklarında Elam seferinden bahsetmiştir. Bu seferle beraber Elam’ın Mezopotamya tarihindeki görkemli geçmişi geride kalarak, Eski İran tarihinde önemli bir rol oynamıştır. Assurbanipal’in Elam saldırısı çok şiddetli bir saldırıydı. Elam’ı yerle bir etmişti. Asur’un Elam gibi uzak bir toprakta tapınaklara saygılı olmadığını, tapınakları yok ederek, Elam tanrılarını güçsüz bıraktığını gösteren bir metindir. Asur’un içinde barındırdığı şiddeti gösteren metin şöyledir: 
“Azgın vahşi boğaları (heykellerini), şehrin kapılarındaki bağlantıları kopardım; Elam'ın tapınaklarını tamamen yerle bir olacak şekilde yıktım. Tanrılarıyla tanrıçalarını güçsüz hayaletler saydım. Hiçbir yabancının adım atmadığı, sınırlarına girmediği saklı korularına muharip birliklerim nüfuz etti, saklı (yeri) buldu, ateşe verdi. Efendilerim Assur ile İştar'ı korkutmayan (ve) kral atalarımı titreten önceki (ve) sonraki krallarının mezarlarını talan ettim, dağıttım (ve) güneşe açtım; kemiklerini Assur'a getirdim. Ruhlarının rahatını bozdum. (Ölüleri) yiyecek ve su adaklarından mahrum bıraktım. Bir ay (ve) 25 gün süresince Elam bölgesini yakıp yıktım. Üstünü tuz ve yabani otla kapladım.”[14]

Asur Devleti’nde herkesin Asur Devleti’ne ve tanrı Asur'a itaat etmesi beklenirdi. Asur Devleti’ne veya tanrı Asur’a dil uzatanlara ağır cezalar verilirdi. Bir metinde tanrı Asur hakkında konuşanlara hükümdarın ne yaptığı açıkça anlatılmaktadır. Metinde olay,
“[Mannuki-ahhe) (ve) [Nabu-usalli], beni yaratan tanrı Assur aleyhinde küstahça konuşmuş olanlar; onların dillerini kestim, derilerini yüzdüm”[15]
biçiminde anlatılır. Asur Devleti’nin ideolojisinde şiddet ve gazap önemli bir yer edinmiştir. Bu ideolojiye tanrılarını da katmışlardır.

ASSURBANİPAL KÜTÜPHANESİ-BRİTİSH MUSEUM
Asurların savaş metinlerinde tanrılar şiddetli ve gazaplı gösterilmektedir. Yeni Asur Dönemi, Asur hükümdarı Assurbanipal döneminde, Şanlıurfa Harran’da bulunan Sin tapınağına, Assurbanipal’in kardeşi baş görevli olarak atanmıştır.[16] Assurbanipal’in meşhur kütüphanesinde ise bilgelik tanrısı Ea’ya saygı gösterdiği anlaşılmaktadır. Hatta bir metninde Assurbanipal kütüphanesi aracılığı ile yaptığı faaliyetleri, 
“Ea’nın bilgeliğini, âlim ve rahiplerin sanatını, bilgelerin bilgisini ve büyük tanrılara teselli veren şeyleri ben (Asurbanipal) Asur ve Babil’den gelen metinlere göre tabletlere yazdım ve bunları yeniden inceledim ve kontrol ettim”[17]
şeklinde tasvir etmiştir.


***

[1] Mieroop, a.g.e., 2018, s. 60; Kuhrt, a.g.e., c. I, s. 65-66. 191 Kuhrt, a.g.e., c. I, s. 66; 70-71.


[2] Köroğlu, a.g.e., s. 75.


[3] Kuhrt, a.g.e., c. I, s. 66-67; Mieroop, a.g.e., 2018, s. 62.


[4] Mieroop, a.g.e., 2018, s. 62; Köroğlu, a.g.e., s. 82; 84.


[5] Andre-Salvini, a.g.e., s. 8.


[6] Andre-Salvini, a.g.e., s. 122-125. 197 Mieroop, a.g.e., 2018, s. 104.


[7] Mieroop, a.g.e., 2018, s. 106.


[8] Kuhrt, a.g.e., c. I, s. 137.


[9] Kuhrt, a.g.e., c. I, s. 443; 492; Mieroop, a.g.e., 2018, s. 154.


[10] Kuhrt, a.g.e., c. I, s. 444; Mieroop, a.g.e., 2018, s. 154.


[11] Kuhrt, a.g.e., c. II, s. 318-319. 203 Kuhrt, a.g.e., c. II, s. 320.


[12] Mieroop, a.g.e., 2018, s. 96; Köroğlu, a.g.e, s. 103. 205 Canvik-Kirschbaum, a.g.e., s. 49-50.


[13] Kuhrt, a.g.e., c. I, s. 472; 478; Canvik-Kirschbaum, a.g.e., s. 130; Köroğlu, a.g.e., s. 182 207 Kuhrt, a.g.e., c. II, s. 166; 172. 208 Mieroop, a.g.e., 2018, s. 231.


[14] Kuhrt, a.g.e., c. II, s. 160.


[15] Kuhrt, a.g.e., c. II, s. 181.


[16] Kuhrt, a.g.e., c. II, s. 197.


[17] Mieroop, a.g.e., 2018, s. 230.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder