DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

7 Ocak 2024 Pazar

KARANLIK GECEDE MAĞARAYA SIZAN IŞIK

KARANLIK GECEDE MAĞARAYA SIZAN IŞIK


    59. Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde(2022) en iyi film ve senaryo ödülü almış olan Karanlık Gece filmi bir taşrada çekilmiştir. Dağlar ve mağarada oluşmuş doğal obrukların olduğu, muazzam manzaralar filmde kullanılmıştır. Dağların arasındaki bu mağaralar, aklıma Platon'un mağara metaforunu getirdi. Peki film boyunca konunun geçtiği taşrayı bir mağara, kendi gerçekliği içinde yaşayan insanlar üzerinden okuyabilir miyiz? Bu gerçekliğin içine şehirli, üniversiteli, başka bir gerçeklik anlayışı olan birisi geldiğinde neler olabileceğine dair kötümser bir tema izleriz. Platon'un mağara metaforu da bu anlamda kötümserdir.


    Filmde Ali karakteri, Orman Fakültesi'nde okumuş, köye şehirden gelen, kitaplarla, müzikle içli dışlı ve doğayı korumaya kendini adamış, Karakulak türünü doğada gözlemlemek için can atan, taşralının 'yabancı'sıdır. İshak ise taşranın gerçekliğinde yaşayan, geleneksel bir çalgı olarak bağlama çalan, taşradaki ahaliye göre daha naif, 'yabancı'ya karşı daha meraklı, cana yakın, aşktan ve vicdandan pay almış bir karakterdir. Sultan karakterinin taşradan çıkmak istediğini görüyoruz ama bu isteğindeki samimiyet sorunlu, Platon'un mağarası metaforunda yer alsa, mağaranın dışını merak edecek birisi olmasına rağmen, ışıkla gözünün kamaşması ile mağaranın içine kaçacak bir karakterdir. Bir yanıyla da arzuyu temsil ediyor, 'yabancı' ile sevişmeyi göze alabilecek bir imaj çizer. Öncesinde İshak ile bir sevgililik dönemi olduğu için İshak'ın iç dünyası üzerinde etkisi olabilecek bir karakterdir. Ali ışığın bir temsili olarak düşünülürse, Sultan mağaranın içinde bu ışıkla vakit geçirmek ve arzulu bir ilişki kurmaya hevesli olabilecek ama gözleri kamaşınca/arzusuna karşı karşılık bulamayınca taşranın karanlığına kaçacaktır.


    Ali'nin ışığına en meraklı karakter baştan itibaren İshak'tır, taşraya gelen 'yabancı' ile arkadaş olacaktır, onunla müzik yapacak, nehirde eğlenceli vakit geçirecektir. Taşra ahalisi ise bu arkadaşlığı 'ibne'lik olarak yorumlayacaktır. Ali, taşranın korkutucu bakışları karşısında ahaliden uzaklaşacaktır. Tutkusu olan Karakulak peşinde, kayalıklar arasında mekik dokuyacak, bunları yaparken de taşralının kurduğu tuzakları bozacaktır. Ahaliden uzak duran, ormanda gezen, kitap okuyan bu şehirli terörist mi, İshak ile nehirde eğlendiği için ibne mi, Sultan'a ders çalıştırdığı için ahalinin namusuna dil uzatan bir namussuz mu?


        Taşranın 'yabancı'sının tüm bu bilinmezleri toplanınca, ahaliden gençlerin kahvehanede birbirlerini galeyana getirmesi ile Ali'ye karşı karanlık gecede meydana geleceklerin eylemsel ilk adımı atılır. Namusuna göz dikilmiş olan mahallenin kızı Sultan olunca İshak da bu linç ekibinin içindedir. Ali'nin Orman Koruma Ekibi'ne ait mekanında Ali'yi basacaklardır. Ali ilk İshak'ı görecek, tüm tedirginliği geçerken, ahaliyi ve fenerlerinden yayılan ışıkları fark edecektir, bu ışıklar ne kadar aydınlık yaysalar da taşranın karanlığının temsilleri olurlar, o yüzden her ışık aydınlığı temsil etmez, karanlık kendini ışığın arkasına saklar. Göz açıp kapayıncaya kadar ahali elinde Ali can verir, İshak pişmanlıkla aşırılığı engellemeye çalışsa da çok geçtir, ahali linçi bıraktığında mağaraya giren ışık sönmüştür. Sönen ışığın kalıntıları ortalıkta kalamaz, onu kimsenin göremeyeceği bir obruğun içine atmak icap eder.


        İshak vicdan azabıyla köyü terk etmiş, babasının cenazesine bile gelmemiştir, vicdanı hiçbir zaman peşini bırakmasa da olanları yedi yıl içinde taşımış, ancak annesinin az ömrü kalmasından dolayı yıllar sonra taşraya döner. Hayat devam etmektedir, birkaç kişi vicdan azabı çekiyor gibi görünse de tüm taşra olayı gizlemek konusunda hemfikir gözükür. Ali'nin babası taşraya yerleşmiş, mecnun bir vaziyette oğluna dair bir izi yedi yıldır aramaktan vazgeçmemiştir. İshak ise samimi olarak vicdan azabı çeken tek kişidir, Ali'nin cesedini bulmaya karar verir fakat ahali cesedin yerini hiçbir şekilde söylemeyecektir. Obruk obruk dolaşır ama bir iz bulamaz. Evine bırakılan bir kağıt parçası İshak'ı derin bir obruğa yönlendirir, bu obruğun Ali'nin atıldığı obruk olup olmadığından emin olamayız ama ahalinin İshak'ın ışık kalıntısını gömdüğü obruktan başka yer değildir. İshak bu obrukta bir karakulak görerek gözlerindeki ışığı kapatır.


        Platon'un mağara metaforu her şeyden önce epistemoloji meselesini konu edinir. Mağarada yıllarca duvardaki gölgeleri izlemiş olan insanlara, ışığın kendisi birden gösterildiğinde, gösteren kişiye inanmayacakları ve onu öldürebilecekleri anlatılır. Ali'nin ölümü ahalinin 'yabancı' üzerine yaptığı mesnetsiz yakıştırmalar ile beraber ahaliden çok doğayı sevmesi, koruması ile olmuştur. Onları temsil ettiği ışık ile tedirgin etmiş, varlığıyla onları ışığa davet etse de ahali mağaradaki yansımaları tercih etmiştir. İshak bile ancak mağaradan yedi yıl uzak durduktan sonra farklı bir ışığa sahip olmuş, ahali ise İshak'ın da vicdan ışığını söndürmesini bilmiştir. Taşralı kendi duvarındaki yansımaları izlemeye devam etmeye kararlıdır. İshak obruğa uzun bir halat ile inmeye çalışırken, obruğun girişinde ahali toplanmış, ışığın yoğunluğundan kimler olduğu belli olmasa da Ali'nin faillerinden başkası değildir. Ahalinin olduğu yeryüzü karanlıkken, İshak'ın obruğun dibindeki hali apaydınlıktır. Ve bir ışık daha kurban edilmiştir.   

          

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder