VEJETARYEN OLAMAYAN KİTAP / HAN KANG'IN "VEJETARYEN" KİTABI ÜZERİNE |
Han Kang'ın kaleminden 2007 yılında çıkan "Vejetaryen" kitabı, 2016 tarihinde Uluslararası Man Booker Ödülü'nü almıştır. Yazar, kitabın teşekkür kısmında kitabının ortaya çıkışı hakkında bizlere bilgi vermektedir. Burada 1997 yılında "Kadınımın Meyvesi" isimli öyküsünden bahseder. Evin balkonunda bitkiye dönüşen bir kadının, kocası tarafından saksıya dikilmesi temalı bu öykünün farklı bir versiyonunu yazmak niyetinde olduğunu belirtir. İlk aklındakilerin zamanla farklılaşması ile "Vejetaryen", "Moğol Lekesi" ve "Alev Ağacı" isimli üç öyküyü meydana getirmiştir. Bu üç öykü bir "ip gibi birbiri ile bağlı" bir romanı meydana getirirler.
Kitabın adı "Vejetaryen" olmakla beraber, kitabın içeriği hakkında yanlış bir fikir uyandırmaktadır. Kitabın ismine bakıp okuma listesine alanları burada uyarmış olalım. Karakterimiz ilk hikayede vejetaryen tavır sergilese de bunun biçimsel olduğu anlaşılmaktadır. Vejetaryen tavrına hayvanların sömürülmesi sebebiyle değil, geçmişinin üzerinde yarattığı yüklerden dolayı gördüğü rüya veya kabuslardan dolayı başlar. Evdeki bütün etleri atar ve sadece bitkisel yemekle beslenmeye başlar. İlk öyküde vejetaryen tavrının nedenini sorgulatması, öykünün ilerisinde ancak bunun ağır psikolojik sebepleri olduğunu anlamamız sebebiyle, hikayenin "vejetaryen" ismini taşıması kabul edilebilir. Fakat "Moğol Lekesi" ve "Alev Ağacı" hikayelerini bununla bağdaştıracak hiçbir tema yoktur. O yüzden kitabın çatı ismi daha farklı olmalıydı. Benim ilk aklıma gelenlerden birisi "Kabus" başlığıydı, şayet tüm olay örgüsünde karakterin gördüğü rüya etkindi. Bir diğer düşündüğüm isim "Anoreksiya" başlığıydı, gerçi bu "Alev Ağacı" hikayesinde gördüğümüz bir hastalık tavrıydı. Tüm kitabı kapsamak konusunda biraz cılız kalabilirse de bende "Vejetaryen" isminden daha iyi bir tercih olacağı kanaati oluşturdu. Kafka'nın meşhur "Dönüşüm" başlığı da uygun olabilirdi ya da Ovidius'a göndermeyle. İsim önermenin sonu yok, sadece aklınızda tutun, bu bir vejetaryenin öyküsü değil.
Üç öykümüz var elimizde, "Vejetaryen", "Moğol Lekesi" ve "Alev Ağacı". Romanın her yerine sinmiş temalar var; mesela toplumun bizden bekledikleri ve bu beklentileri uğruna bize yaptıkları baskılar. Foucault'un iktidar tanımındaki, iktidar her yerdedir ibaresi gibi. İktidar bir dille oluşturulur, gelenek-görenek, eğitim-öğretim, medya-sosyal medya aracılığıyla her yere nüfus etmeye çalışır. Dilde oluşan hakikat uzlaşıya dayanır, bu uzlaşı herkesi ele geçirmeye çalışır. Birisi karşı çıkmaya başladığında uzlaşıya ayak uydurmuş kişiler, 'sen neden böylesin', 'neden bizim gibi olamıyorsun' gibi formülleri öne sürmeye başlarlar, bir süre sonra ise uzlaşıya diken olan kişi yolunup atılmak istenir. Toplumdan tecrit edilir, kendini bir hapishane, bir tımarhane köşesinde bulabileceği gibi; toplumdan uzaklaştırılmış, yalnızlığına itilmiş şekilde de bulabilir. En büyük uzlaşı halinde günümüze gelen "ataerkil toplum" hikayesi bunlardan birisidir. "Geleneksel toplum" hikayesi hâlâ canlılığını korumuyor mu? Belki insanlar hikayesiz yaşayamıyor, bir arada yaşamak için hikayelere ihtiyacı var? Bilemiyorum! En azından birbirimize zorbalık yapmayacağımız, birbirimizin yaşam alanına saygı duyacağımız hikayeler oluşturmalıyız. Şirin Baba'nın saygı gördüğü, her şirinin birbirine destek olduğu o dünya hikayesini belki. Ve Gargamellerin oluşturacağı hikayeleri kabul etmeden...
Ataerkil toplum, ailenin ve toplumun zorbalığı "Vejetaryen" isimli hikayemizin ana temaları, Yonğhe isimli baş karakterimiz bir gün aniden et yemeyi bırakır. Bu hikayeyi tamamen kocasının ağzından dinleriz. Yonğhe gördüğü bir kabus sebebiyle böyle bir yola girer. Kocasının tüm ısrarlarına kayıtsız kalır. Başka karakterler, toplumsal hayatta karşılaştıkları et yemeyen bu kadını yadırgarlar. Ailesi önce telefonla et yemesi konusunda ısrarcı olur. Daha sonra bir aile yemeğinde zorla et yedirmeye çalışırlar. Yonğhe'nin belki de rüyasında gördüğü yüz ile babasının yüzü arasında bağlantı kurması, rüyasındaki kanlı yüzler ile o an zorla babasının ağzına çatal görüyor olması çizmeyi aşan nokta olabilir. Çocukluğundaki şiddetin tekrar orada ortaya çıkması, zaten tetiklenmiş olan travmatik etkiyi daha da yukarı taşır. İşte o anda Yonğhe bulduğu ilk fırsatta eline aldığı bıçakla, et yemektense kendi kanını akıtmayı tercih eder. Ataerkil şiddete ve aile zorbalığına direnebildiği tek nokta şiddeti kendi üzerinde göstermesi ile mümkün olur. Ama asıl şiddetin faili olan baba, ona ses etmeyen aile üyeleri failliklerini kabul etmeye dünden razı değillerdir. Hastanede bile et yemesi için Yonğhe'ye oyun oynamaya kalkar annesi. Başarısız olur. Daralan, içi içine sığmayan Yonğhe kendini hastanenin bahçesindeki banka atar, güneşi tenine çekmek için gömleğini çıkarır. Kocası, ailesi ve toplum çıplak halde bankta oturan bu kadını yadırgar; kocası onu boşar. Kocasının anlatımı da burada son bulur.
Bir öyküler seçkisi okuduğumuzu ilk hissettiğim yer "Vejetaryen" hikayesinin son sayfasını çevirdiğimde meydana geldi. Öncesinde kitabın öykülerin bir araya getirilmesi olduğuna bakmamıştım. Az sayıda da olsa öykü kitabı okumanın faydasını burada gördüm. "Moğol Lekesi" başlığı ile "hikayeler mi" okuyorum sorusunu sordurdu ama bunu teyit etmeyi erteledim çünkü o an için önemsiz görünüyordu. "Alev Ağacı" hikayesinde durumu anlamıştım ve teşekkür kısmında da yazarın bu tasarısını okuduğumda kafamdaki yapı teyit edilmiş oldu. Moğol Lekesi ile beraber Yonğhe'nin kocasının sesi kesilmişti. Karısını boşadığını da Eniştesinin(ablasının kocası) ağzından öğreniyoruz. Enişte, Yonğhe bileğini kestiğinde onu hastaneye taşımıştı. Tedavisinden bir süre sonra Yonğhe onların evinde kalmıştı. Eniştenin çocuklarındaki Moğol lekesi isimli işarete merak salmasıyla hikaye başlar. Karısı hayatlarını değiştirecek o bilgiyi o an farkında olmadan veriverir: Moğol lekesinden kız kardeşinde de vardır. Enişte, Moğol lekesi olan bir kadının fikri ile farklı bir düşünme biçimine girer. Enişte karakteri video sanatçılığı yapmaktadır ve aynı zamanda normal düzeyde bir resim sanatçısıdır. Büyük zamanını videolar çekerek harcamaktadır. Mavi renkte olan Moğol lekesinin gerçekliği onda 'fetişt' bir saplantı yaratır. Artık sürekli baldızını düşünmektedir. Evinde kaldığı sürece baldızdan yani sıradan bir akrabadan öteye gitmeyen Yonğke'den, eniştesinin fantezilerini süsleyen bir cinsel nesneye dönüşür. Daha doğrusu onun üzerindeki lekenin doğanın gerçek bir sanat ürünü olarak eniştenin zihninde 'fetişt' hale gelmesi, bu fetiştin onda cinsel fantezi yaratması, Yonğke'yi nesneleştirir. Enişte önce baldızına duyduğu bu fanteziyi bastırmaya çalışır gibidir ama sanatsal nesneye dönüştürdüğü Yonğke ile durum iyice değişecektir. Yonğke'ye onu boyayıp, resme almak istediğini söyler. Üzerine çiçekler çizileceği fikrine Yonğke sıcak bakar. Bu durum aralarında sır olarak kalacaktır. Enişte baldızının vücudunu bir sanat atelyesinde boyar ve kameraya alır. Bu aşamada cinsel hiçbir şey yaşanmaz. Birkaç gün sonra ise sanatçı bir arkadaşını(kitapta J olarak anılır) boyamak için ikna eder. Burada baldızının boyanmış haldeki videosunu göstermesi etkili olur. J, eniştenin yaptığı bu renk seçenekleri ve çizimlerden etkilenir. Vücudunun boyanmasını kabul eder, enişte, baldız ve J atelyede buluşurlar. J kadını tanımamaktadır, önünde çekinerek soyunur ve eniştenin çizimini yapmasını bekler. Boyama işlemi bittikten sonra Yonğke ile J sevişme pozisyonlarını taklit ederek videoya görüntü sağlarlar. Enişte J'den ve baldızından gerçekten sevişmelerini isteyecek kadar ileriye gider. Yonğke kayıtsız görünür, J kabul etse olayın gerçekleşmesine izin verecektir ama J kabul etmez. Bu kadarı benim için fazla diyerek atelyeyi terk eder. Yonğke, boya kokan ve çiçeklerle kaplı J'den dolayı yükselmiştir. Enişte sevişmek için adım atar ama Yonğke geri çekilir. Bu aşamada artık olay tamamen sanattan çıkar, enişte çiçeğe boyanırsa Yonğke'nin kendisi ile cinsel ilişkiye gireceğine emin olur. Bir arkadaşına kendini boyatır ve baldızının evine gider. Burada benim dikkat çekeceğim tek şey, eniştenin kadına hiçbir değer vermeyip Moğol lekesine saplantısı olduğudur. Doğanın meydana getirdiği bu lekeye karşı 'sapkın' derecede libidosu yükselmektedir. Yonğke'de durum çok farklı değildir, çiçeklerle boyanmış, boya kokan bir adam ile birlikte olmakta bahis görmez. Yonğke ile ilgili bir diğer durum ise ilaç kullanıyor olmasıdır, yakın zamanda intihara kalkışmış travmatik bir hasta olarak bakılabilir. İlk hikayede olduğu gibi, Yonğke'nin gerçek düşüncelerine bu hikayede de sahip değilizdir. İlk hikayede kocasının tecavüzüne uğramıştır, onun et kokan bedenini yakınında istememiştir. Enişte boya kokusu sayesinde baldızı ile beraber olur, onu istismar eder(çünkü tek derdi Moğol lekesi ile ilgilidir). Hikayenin sonunda Yonğke'nin ablası onları yatakta yakalar ve kocasının ekipmanından yaşananları izler. Enişte Moğol lekesi ile geçirdiği geceden dolayı pişman olmaya niyetli değildir. Yonğke tüm kayıtsızlığını korumaya devam eder, çıplak bir halde balkona çıkarak güneşin karşısına oturur. Ablası çoktan ambulansı çağırmıştır, ikisinin de tedavi görmesi gerektiğini ve delirdiklerini düşünmektedir. Büyük bir hayal kırıklığı içerisindedir. Ve enişte susar.
Üçüncü hikayemiz "Alev Ağacı"nda abla konuşmaktadır. Kocasının deli olmadığı için salındığı, eve bir daha gelemediği dünyada, abla kardeşi Yonğke ile ilgilenecek tek kişidir. Yonğke'nin anne-babası onunla ilgilenmeyi tamamen bırakmışlar, ablayı ise vahim olayı hatırlamamak için ihmal etmektedirler. Hayatı boyunca anne-babasına hizmet etmiş olan abla, çalışmayan kocasının geçimini sağlamış, çocuklarına bakmıştır. Tüm yaşananlara rağmen Yonğke ile ilgilenmesi gerektiği düşüncesindedir. Yonğke ise kendisinin bir ağaç olduğu düşüncesine kapılmıştır, bu yüzden yemek değil, suya ihtiyacı olduğu fikrindedir. Hastanede onu zorla beslemek istemektedirler. Burun delikleri aracılığıyla yulaf lapası ile beslenmekte, sırf yemeği kusmasın diye de beslenme işlemi sonunda uyutulmaktadır. Fakat çoktan çok küçük bir kiloya düşmüş ve hayati riski üst seviye gelmiş durumdadır. Ailesi, kocası, eniştesi, toplumda yaşadıklarından dolayı kendine yabancılaşan karakter, başkalaşmak için can atmaktadır. Ölüm kötü bir şey midir? Peki bir kişiyi yaşamak istemiyorken yaşamaya zorlamak gerçekten etik bir davranış mı? Okuyucu bu sorgulamalarla gidip gelir. Tüm bunlar yaşanırken abla kardeşini ikna etmeyi umar ama bir yandan da kendi hayatını, kardeşinin başına gelenlerle karşılaştırmaya da başlamıştır. Kardeşi ile kuruduğu empati ile kendi öznesi hakkında sınamalar yapma fırsatı bulur. Sokrates'in "sınanmamış hayat" tabirine uygun bir sınamayı görürüz. Kardeşinin öznesi üzerinden kendi öznesine dair bilgi edinmesi de Hegel'in bir özne ancak bir başka özne ile karşılaşarak kendini var eder düşüncesine bir örnek sunmaktadır. Kardeşinin midesinden fırlamış kan yüzündeyken aynaya bakar ve kardeşinin kabuslarındaki yüzün birini aynada görür. Abla da susar.
Yonğke karakteri kitapta hiçbir zaman doğrudan konuşmaz, onun sesini ya kendisine tecavüz eden kocasından, ya onu nesneleştiren eniştesinden, ya da benzer bir hayatı yaşamalarına rağmen ona yardımcı olamamış olan abladan dinleriz. Önce et yemeyi bırakır, üzerindeki boyalar ile biraz nefes almaya çalışır, en sonunda bir hastanede ağaç olduğuna kanaat getirmiş bir şekilde yemek yemeyi bırakır. "Karımın Meyveleri" hikayesinde olduğu gibi doğrudan bitkiye dönüştüğünü değil de zorla burnuna sokulmuş borudan gelen kanları okuruz. Apollon ve Daphne mitinde olduğu gibi zorbalıktan bitkiye dönüşerek kurtulan bir kadın hikayesi değil de Foucault'un hakikat ve iktidar görüşlerindeki gibi tecrit edilmiş birinin kayıtsız bir direnişini okuruz. Ataerkil toplum ve aile zorbalığı ile şiddetine maruz kalmış bir karakterin kendisine yabancılaşmasının izdüşümü...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder