DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

30 Aralık 2024 Pazartesi

MEKTUPTAN ROMAN MI OLURMUŞ?: "A'DAN X'E MEKTUPLAR"

 

MEKTUPTAN ROMAN MI OLURMUŞ?: "A'DAN X'E MEKTUPLAR"


John Berger, Birinci Dünya Savaşı'ndan çok zaman geçmeden, 'Büyük Buhran'a üç yıl zaman kala dünyaya 1926 yılında Londra'da gözlerini açıyor. Gençliğinde İkinci Dünya Savaşı'na katılıyor(1944). 1940'ların o hüzünlü dünyasında ilk resim eserleri galerilerde sergileniyor. Marksist bir dünya görüşü ile şekilleniyor tüm kariyeri, eserlerinde gösterdiği bu boyutu, özel yaşamında da özenle uyguluyor. Sanat ve edebiyat eleştirmenliği yapıyor, eğitim-öğretim dünyasında da çizim dersleri veriyor. 1958 yılında "Zamanımızın Bir Ressamı" eseri büyük tepki topluyor ve yayıncısı tarafından toplatılıyor. İngiltere'de iki kitap daha yazıyor, şehre karşı yabancılaşması ve melankolisi eserlerine yansıyor gibi. 1962 yılına geldiğinde İngiltere yaşamından uzaklaşıp, Fransa'da Alp tarım köyü olan, Fransa idare yapısında komün olarak geçen Mieussy'e taşınıyor. 1965'de "Picasso'nun Başarısı ve Başarısızlığı"; 1967'de "Talihli Bir Adam: Bir Köy Doktorunun Hikayesi", 1969'de "Sanat ve Devrim" eserleri yayınlanıyor. 1972 yılında en ilgi çeken eserlerinden birisi olan "Görme Biçimleri" hem televizyon için belgesel bölümleri hem de kitap şeklinde yayınlanıyor. Aynı yılda yazdığı "G" isimli romanı ile James Tait Black Memorial ile Man Booker Prize ödüllerine layık görülüyor. Buradan gelen gelirin yarısını "British Black Panthers"e bağışlarken, yarısını mülteciler üzerine hazırlayacağı eseri için ayırıyor. 1970li yıllarda senaryo yazarlığı yapıyor. 1974 yılında Writers and Readers Publising Cooperative Ltd'nin kurucuları arasında yer alıyor. Edebi eserleri yanında sanat, politika, hafıza gibi konularda yazmaya devam ediyor. To the Wedding(1995), King: A Street Story(1999), From A to X(2008) isimli edebi eserleri yayınlanan kitapları arasındadır.  2017 yılında dünyaya gözlerini kapasa da arkasında yaşayan büyük bir dünya bırakıyor, kelimeler aracılığıyla John Berger aramızda bulunuyor ve nefes almak için okurlarının kelimeleri seslendirmesini bekliyor. Bu zengin dünyada romanları, novellaları, tiyatro oyun metinleri, senaryo metinleri, şiirleri, denemeleri, makaleleri, sanat eserleri, sanat eleştiri metinleri yer alıyor.

***

John Berger ile tanışmam, Dinar Kitap Kulübü'nün telegramdaki Dinar Sinema Kulübü grubunda Aykan Atılgan'ın "Görme Biçimi" isimli eserinin okunması tavsiyesi ile oldu. Hatta kitaba bir başlangıç yapsam da işlerin yoğunlaşması ve araya başka okumaların girmesiyle kaldı. Bildiğim kadarıyla Aykan'ın hem kitabın okunması hem de belgeselin izlenip konuşulması planı başka bahara kaldı. Sonbahar yaklaşırken belki bu işe girişiriz. Araya giren zamandan sonra Kasım ayındaki Zorba Kültür Kitap Kulübü'nün "Kazkafa'nın Kitabı" üzerine toplantısından sonra Deniz Aslan'ın önerisi ile John Berger'ın "A'dan X'e John Berger Tarafından Kurtarılmış Mektupları" isimli kitabı Aralık ayının okuma programına alındı. Aslan'ın sunum sözü vermesi bunda etkili oldu, ilk defa bir toplantıya kitabı okumadan gittim(yoğun bir yıl sonu iş programından dolayı). Sevgili dostumuz Deniz Aslan'ın sunumu sonrasında, ona da espri ile karışık bu sunumdan sonra mecbur okuyacağız diyerek kitaba giriştim. John Berger'ı "sevgi emekçisi" olarak anmama Deniz'de karşı çıkmaz sanıyorum. John Berger ile tanışmama vesile olan Aykan(vesileysiyle Dinar ailesine) ve Deniz'e(vesilesiyle Zorba ailesine) teşekkürü çakıp, biraz Türkiye ile John Berger'ın gönül bağına değinmeye çalışayım.

***

Bu kısma hemen iki öneriyle başlayalım. Cevat Çapan'ın John Berger üzerine söyleşisi ve Mine Gürsoy Sökmen'in John Berger üzerine söyleşisine göz gezdirin. 1978 yılında John Berger'ın "Görme Biçimleri" kitabı Yankı Yayınlarından çevriliyor. Turgay Fişekçi 1978 yılındaki Türkiye ziyaretinde, John Berger'ın Resim ve Heykel Müzesi'ni ziyaret ettiğini, burada Şeker Ahmet Paşa'nın 'Ormandaki Oduncu' tablosunu gördüğünü ve büyülendiği olayını anlatıyor. Bu tablodaki perspektif hatasını fark etmiş olduğunu ve bu perspektifin bilerek yapıldığı, bir acemilik ürünü olmadığını düşünerek bir deneme yazısı kaleme aldığını dinliyoruz.


Cevat Çapan, John Berger'ı tanımasının 1953 yılında İngiltere'ye öğrenci olarak gittiği zamana dayandığını, Berger'ın dergilerde yazdığı sanat eleştiri yazılarının dikkatini çektiğini söyleyerek söyleşisine başlıyor. Çapan, 1956 yılında BBC Türkçe'de çalıştığı zamanlarda, Londra'da öfkeli gençlerin ortaya çıktığını, Berger'ında bu öfkeli yazarlardan birisi olduğunu belirtiyor. 1978'de Berger'ın "Yedinci Adam" isimli kitabını Türkçeye çeviriyor. Yankı yayınlarının kurucusu Kemal Demirel ile Türkiye'ye davet ediyorlar. Çapan'ın Bebek'teki evine geliyor, burada rakı sofrası kuruluyor. Can Yücel onun için hemen bir şiir kaleme alıyor. Murat Belge'nin Moda'daki evinde bir ay kadar kalıyor. İstanbul'u mezbahasından, gecekondusuna, müzesinden Kapalı Çarşı'sına geziyor. Bir fırsat yaratıp Adapazarı gibi bazı Anadolu şehirlerini de geziyor. Dönüşte Edirne'ye uğrayıp, Alplerdeki yaşadığı köye dönüyor ve Çapan'a Türkiye deneyiminin ağzında bıraktığı tadı anlatan bir mektup göndermeyi ihmal etmiyor. Mektupla sürekli iletişimleri devam ediyor. Cevat Çapan'ın da onu ziyarete gittiği anıları ve paylaşımlarını söyleşisinden dinliyoruz. Çapan, Berger'ın köyüne ziyarete rakı ile gidiyor(Rakı sofrasında ah ben de olaydım). 


"Görme Biçimleri" kitabını, Metis Kitap'ın kurucuları arasında bulunacak olan Müge Gürsoy Sökmen, öğrencilik yıllarında arkadaşları ile 'parçalamıştık' diye tabir ettiği bir ilgi ile okuduklarını anlatıyor. John Berger'ın "O Ana Adanmış" seçkisini hazırladıklarını, 1986 yılında "Görme Biçimleri" baskısını yaptıktan sonra bu seçkiyi yayınladıklarını belirtiyor. Bu arada Metis Kitap'ın 12 Eylül sonrasında hangi zorluklarda kurulduğunu da öğrenmiş oluyoruz. 1987 yılında 6. İstanbul Sinema Günleri'ne jüri olarak John Berger çağırılıyor. Mine hanım Cevat Çapan'ın sayesinde John Berger ile Çapan'ın evinde tanıştıkları hikayeyi anlatıyor. Çeviriyle ilgili sorular sorduklarında John Berger'in titizlikle çeviri işine eğildiklerini anladığı için onlara artı bir sevgisi oluşmuş, bu ilişkinin gelişmesinde Penguen baskısındaki hataları fark etmeleri etkili olmuş. 1997 yılında ise Tüyap Kitap Fuarı için davet edildiğinde etkileyici bir konuşma yapmış. Metis'ten yıllarca telif almayan John Berger, Metis telif parası ödemek için ısrar ettiğinde bir vakfa bağış yapmalarını istemiş, bu bağışta AIDS Vakfı'na yapılmış. Benzer bir telif almama durumu da Görme Biçimleri eserinin Navin tarafından yapılan Kürtçe baskısı için geçerliymiş. Metis'i Yetimler İttifakı dediği yapıya davet etmiş. Hoşbeş gibi ilk defa Türkiye'de basılmış eserleri söz konusu. Latife Tekin ile çizimler çizerek anlaştıkları anekdot ayrıca dikkat çekiyor. Bir söyleşisinde Nazım Hikmet'ten bahsettikten sonra Latife Tekin'in eserlerini ilgi ile takip ettiğini belirtiyor. Kral isimli kitabı Avrupa'da kapakta ismi olmadan yayınlanırken, yayıncılarının tavsiyesini dinleyerek Türkiye baskısında isminin kullanılmasına izin veriyor. Bunu söyleşisinde sorduklarında, kimi yerde ismi koymamanın işe yaracağını, kimi yerde yaramayacağını söyleyerek, yayıncılarının ismi olması konusunda kendisini ikna ettiklerini belirtiyor. 1997 yılından sonra Türkiye'ye gelmemiş olsa da telefon ile sürekli Türkiye'deki tanıdıkları, yayıncıları ve söyleşi yapmak isteyenlerle görüştüğü anlaşılıyor. 


Murat Belge, Abidin Dino, Selçuk Demirel gibi isimlerle de yakın bağları olduğu, Nazım Hikmet'i Dino'dan öğrendiği hakkında bilgiler edinebiliyoruz. Burası için bu kadar yeterli sanıyorum. Daha fazlası olduğu muhakkak, önemli olan Türkiye'de sıcak ve samimi ilişkiler kurması, Türkiye'ye birçok yer ile beraber yoğun bir ilgi ve sevgisinin olmasıdır.

***

Mektuptan Roman mı Olurmuş? 
John Berger, A'dan X'e Mektuplar: John Berger Tarafından Kurtarılmış Mektuplar, Çev. Aslı Biçen, İstanbul 2008.


"John Berger ince ince işlenmiş bir eser sunuyor bize. Şefkatle ve sonuna dek sorgulayan, eleştiren bir siyasi bakışla yontulmuş bir kitap bu, kontrollü öfkenin kitabı. Yazdığı her şey derin, itinalı ve detaylı: özgürlük ve tutsaklık, umut ve umutsuzluk, güç ve güçsüzlük, aşk ve âşık olduğumuz kişi elimizden alındığında duyduğumuz o korkunç özlem." –Arundhati Roy


"A'dan X'e uzun yıllardır okuduğum en duygulu ve dokunaklı kitaplardan biri. Gücü, mevcut olanakları kullanışındaki tutumluluktan geliyor, her türlü zulme direnen kalıcı aşkı anlatış tarzından. Bize zulmeden güçler ne kadar amansız / habis / kötücül / gaddar olursa olsun, aşkın ve insan ruhunun asla yok edilemeyeceğini gösteriyor." –Harold Pinter


***

Mektuptan roman mı olurmuş? Eeee, olurmuş! Son söyleyeceğimizi bölümün başından söylemiş olalım. Mektup yazan veya yazılan kişiler değiliz, tarafımıza mektup yazılmıyorsa doğal olarak okuyucusu da olamıyoruz. Kuru epostalar, banka mektupları benzeri yazılardan da edebi zevk alamayacağımız aşikar. Gerçi kapınıza asılmış bir haciz mektubunun duygu dünyanıza büyük bir hareketlilik katacağı kesindir. Çocukken bir hemcinsinize mektup yazmaya kalkmışsanız bile, bu zihninizde hoş bir anı olarak duruyordur, gerçi John Berger bu anıya muhtemelen çok değer verirdi. Zorba Kitap Kulübü'nde de belirtikleri gibi, mektup okumaya alışkın olmayan bizler için John Berger'ın eseri bir alışma zamanı istiyor. Alasdair Gray'in "Poor Things" ve Robert Louis Stevenson'ın "Dr. Jekyll and Mr. Hyde" eserlerine mektuplar iliştirildiği hatırımda fakat Berger'ın eserini ayıran durum, eserin tamamının mektuplardan tasarlanmış olmasıdır. Foucault okuyanlar belki hatırlar, o Seneca'nın mektuplar yazması ile insanın kendini arkadaşına anlatması üzerinde durur; yazmak insanın kendisini sınamasının bir yöntemidir. Günlük yazımı fikri gelişmediği Helenistik dönemde bir mektup edebiyatı ortaya çıkmıştır. Reviel Netz-William Noel'in "Arşimet'in Elyazmaları" kitabında da gösterdikleri gibi o dönemki bilgi yayılımını sağlayan en önemli araçlardan birisi, belki de en önemlisi mektuplardır. Arşimet'in de görüşlerini birçok kez İskenderiye'deki bilgin arkadaşlarına mektuplarla gönderdiği bilinmektedir. 


Berger'ın eserinde A'ida ve Xavier isimli iki kişiye ağırlıklı yer verir. John Berger kurguya kendi ismini de başlıkta vermiştir, "John Berger tarafından kurtarılmış mektuplar" ibaresi bunu bize göstermektedir. Kurtardığı mektuplar A'ida'nın Xavier'e gönderdiklerinden ibarettir. Çok az mektupta, Xavier'in mektuplarından alıntılar vardır. A'ida kendi gündelik hayatından ve Xavier ile olan anılarından bize söz etmektedir. Xavier'in iki kez müebbet yemiş bir devrimci olduğunu görüyoruz. A'ida ise devrimci fikirlere sahip, zamanında hapse girmiş çıkmış, insanlara yardım etmeyi gönülden yapan bir eczacıdır. Elbette Xavier'ın hapisten çıkmasını istemektedir, bunun gerçekçi olmayacağını düşündüğünden mi ya da sevdiği adamın nerede olduğu fark etmeyeceğinden midir onunla evlenmek için yetkililere başvurur. Üç kez reddedilir. A'ida sevgisini Xavier ile mektuplarla konuşarak, geçmiş anılarını şimdiki zamana çağırarak, gelecek umutları şimdide barındırarak yaşatır. Sevgilisine iki kez üst üste müebbet verenlerin zaman kavramı ile değil içinde taşıdığı sevgi kavramından ortaya çıkardığı zaman kavramı ile bakış açısını oluşturur("Sana iki kere müebbet verdikleri anda onların zamanına inanmayı bıraktım"). "Gözden ırak olan gönülden de ırak olur" tümcesini baş aşağı eder, neoliberalizmin medyasında pompalanan bu basit anlayışların ötesinde bir dünya gösterir bize. Evet, Xavier hapistedir, hapisin duvarları dışında da A'ida sevdiğinden uzak farklı bir tutsaklık yaşar; buna rağmen onlar zihinlerinde birdir, birbirlerini hâlâ ölesiceye severler. Berger, Neoliberal dünyada birbirine yabancılaşan insanlara özlerindeki sevgiyi hatırlatmak ister. Ve gayet başarılıdır. 


Berger, kelimelerin bağlantısını kullanarak okuyucuya yeni bakış açıları imkanı da veriyor. Mesela, "umutla beklenti arasında büyük fark var. İlk başta süreyle ilgili olduğunu düşünmüştüm, umudun daha uzaktaki bir şeyi beklemek olduğunu. Yanılmışım. Beklenti bedene ait, umutsa ruha. Fark bu." satırlarında olduğu gibi. Ataerkil anlatının Pandora mitinde elimizde kalanın umut olduğu söylenir. Umudun az buz bir şey olduğu, onun için emek vermenin anlamsız olduğu fikirlerini tepe taklak edip, zihnimizdeki en büyük hazinenin umut olduğunu, umutla başkaları için emek vermemiz gerektiğini yüzümüze vurur. Birbirimize emek vermeden başka türlü nasıl birlikte yaşama umudumuz olabilir ki? 


A'ida mektuplarına o gün okuduğu satırları eklerdi, bunlar dünyadan haberler veriyor olabiliceği gibi entelektüel bilgiler de olabiliyordu. Berger bu metinlerle mektuplar arasında hem bir nefes almamızı hem de bize dünyaya dair anlatmak istediği bazı şeyleri görmemizi sağlıyordu. Dürüstlüğün önemli olduğunu anlatmak istediğinde Eskimo şair Panegoosho'yu sahneye çağırıp, eskiden şairin tanıdığı insanlar hakkında "güzel olmaya çalışmazlardı bile, sadece dürüst olmaya  çalışırlardı, yine de güzellik mevcuttu, bir gelenekti" diye konuşturuverir. A'ida'nın mektubunda anlattığı anılarından birisi de Fernando isimli birine aitti. Onun insanları kendilerine karşı dürüst olmaya ikna etmesine hayran olduğunu, insanın kendi kendine söylediği yalanlar yüzünden kendini tekrar etmekten ileriye gidemediğini anlatır; okuyucuya da kendimize karşı dürüst olmamız gerektiği mesajı verilir. Savaştaki ölümlerin anlamsızlığını Aishylos'un dizeleri aracılığıyla gösterir: 

"Yolladılar erkekleri savaşa.

Ama o erkekler gelmedi geri; 

Karşılanmak için dönen yuvaya,

Küp içindeki külleri...

Gözyaşlarıyla övdüler onu ve dediler şöyle

'Askerdi,' ya da "Asaletle öldü,

Çepeçevre ölümler içinde!'"


Düzenin diliyle ona karşı çıkılmıyor, dil bizim dünyamızda zihinsel hapishaneler kurmak için kullanıyor; dün monarşi, imparatorluk gibi düzenler dilsel bir hapishane yaratıyordu, bugün ise neoliberalizm daha gelişmiş sistemleri ile dilsel bir hapishanede bizi tüketime mahkum etmek istiyor. Berger, bu dil hapishanesinden kurtulmanın anahtarını dost meclislerinde görüyor. "Çözüm: yoksulların akşam lisanı. Bununla bazı doğrular anlatılıp korunabilir." diye bitirdiği cümlesinde kelimelere karşı bizi şöyle uyarıyor: 

"Doğrusu ne? Taban tabana zıt bir anlam kazanana kadar işkence edilmiş kelimeler; Demokrasi, Özgürlük, ilerleme, hücrelerine geri konduklarında bir dedikleri bir dediklerini tutmuyor. Başka kelimeler de var, Emperyalizm, Kapitalizm, Kölelik, içeri girmeleri engelleniyor, her sınır karakolundan geri çevriliyorlar ve el koyulan pasaportları, Küreselleşme, Serbest Piyasa, Doğal Düzen gibi sahtekarlara veriliyor."


Kelimeler albayım, kelimeler bazı anlamlara gelmezler. Berger, sınıfsal farklılığa, zenginlerin ördükleri duvarlara, artı değerin eşitsiz dağılımına değinmeden geçmez: 

"Yoksullar toplu halde ele geçirilemez. Sadece gezegenin çoğunluğunu oluşturmakla kalmazlar her yerdedirler ve en küçük olay bile bir şekilde onlara gönderme yapar. Bunun neticesinde zenginler duvar inşa etmeye vermiştir kendilerini - beton duvarlar, elektronik izleme, füze kalkanları, mayın tarlaları, silahlı sınırlar, medya dezenformasyonu ve nihayet mali spekülasyonu üretimden ayıran para duvarı. Mali spekülasyon ve para değiş tokuşunun sadece %3'ü üretimle ilgilidir."


Kelimeler hakkında beni etkileyen kısımlardan birisi de Aida'nın insan vücudundaki hücrelerin faaliyetlerinden bahsederken, Xavier'ın kaldığı 73 numaralı hücreye yaptığı gönderme oldu: 

"...her bir hücrenin üzerinde yüzbinlerce alıcı olabilir. Tek bir sinir hücresinin bir milyonu aşkın açılmış kulağı var. Kendi ligandlarının ağzından gelecek bir mesajı bekliyorlar. Hücre çekirdeğine aktarılacak, böylece bedenin geri kalanından ve çevresinden gelen yeni haberlerin ışığında faaliyetleri değiştirecek bir mesaj. 

Hücre kelimesini yazarken, senin içinde kilitli olduğun 73 numaralı hücreyi düşünüyorum! Kelimeler, alakasız şeyleri birbirine bağlamayı bırakmıyor hiç, bu konuda analarımıza benziyorlar. Analar da sürekli her şeyi bir araya getirmeye çalışır; hapishanelerin tam aksidir onlar! Gerçi bazı çocukların, annelerin ömür boyu mahkumu olmasına engel değildir bu."

***

Son olarak kitapta kullanılan Fayyum portreleri hakkında Berger'ın bir söyleşisindeki anlatısına yer vermek istiyorum: 

Bu iki portre, birer Fayyum portresi. Bu tür portreler milattan sonra birinci yüzyılda, çokça da Mısır'daki ressamlarca hayata geçirilmiş. Resmedilme biçimleri ve kaynakları bakımından yaşlı görünseler de, gördüğümüz bu yüzlerde inanılmaz güncel olan bir yan da var. Her neyse, aradığımda, bu iki yüzü içeren kitabı buldum ve seçtiğim bu iki yüz, kitabı hazırladığım sürece bana eşlik etti. Ben de bu sırada, yazarken onlara bakıp, uyuşup uyuşmadıklarını, el ele tutuşup tutuşmayacaklarını kavramaya giriştim. Ve, kitap bittiğinde, bana ilham veren bu iki portreyi okurla paylaşmanın iyi bir yöntem olacağına inandım.
Fayyum Portreleri


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder