DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

11 Nisan 2021 Pazar

FOUCAULT BİR KELİMENİN PEŞİNDE: PARRHESİA

 Yazar: Yasin ÇETİN


Editör: Aycan Akgül


Bu yazı ilk olarak Künye Felsefe platformunda yayınlanmıştır.

Foucault Bir Kelimenin Peşinde: PARRHESİA



Özgün ismi Fearless Speech olan Foucault’nun eseri, Kerem Eksen tarafından Türkçeye Doğruyu Söylemek şeklinde çevrilmiştir. Editörün yazdığı önsözde, eserin Michel Foucault’nun 1983 yılında California Üniversitesi’nde verdiği altı dersin ses kayıtlarından derlendiği söylenir. Kitabın editörlüğünü Joseph Pearson yapmıştır. Önsözü 7. sayfada başlayan kitabın dizini 160. sayfada, “sonuç saptamaları” ile isimlendirilen sonuç kısmı ise 146. sayfada sona ermektedir.

Kitabın birinci bölümü “Parrhesia Sözcüğü” başlığını ve “Sözcüğün Anlamı” ile “Sözcüğün Evrimi” alt başlıklarını taşımaktadır. İkinci bölümün başlığı, “Euripides’te Parrhesia”; üçüncü bölümün başlığı, “Demokratik Kurumların Krizinde Parrhesia”; dördüncü bölümün başlığı, “Kendilik Kaygısı ve Parrhesia” şeklinde isimlendirilmiştir. “Sonuç Saptamaları”, kaynakça ve dizin ile eser sona ermektedir.

Foucault, eserin 64. sayfasında, “fikirler tarihi” (history of ideas) ile “düşünce tarihi” (history of thought) arasında bir ayrıma gitmektedir. Fikirler tarihçisinin bir kavramın çıkış anını aradığını, oysa düşünce tarihçisinin (ve kendisinin), “belli şekillerde davranan, belli tür alışkanlıklara sahip, belli tür pratikleri sürdüren ve belli tür kurumlara işlerlik kazandıran insanlar için kurumların, pratiklerin, alışkanlıkların ve davranışların nasıl sorun haline geldiğini çözümlemeye”[1] çalıştığını belirtir. Burada, fikirler tarihi kavramı doğumundan gelişimine kadar takip edilip ilişkili düşüncelerle oluşan ortama oturtulur. Düşünce tarihi ise sorun yaratmayan ve tartışmalar dışında kalan bir kavramın, nasıl olup da bir sorun haline geldiğini, tartışmaya ve krize yol açtığını çözümler. “Bu şekilde anlaşıldığı haliyle düşünce tarihi insanların dikkatlerini belli bir konuya yöneltme ve şu ya da bu konuda-örneğin delilik, suç, seks, kendileri ya da hakikat konusunda- endişe sahibi olma biçimlerinin tarihidir.”[2]

Parrhesia Sözcüğü, Sözcüğün Anlamı ve Sözcüğün Evrimi

Parrhesia kelimesi ilk defa Euripides’in eserlerinde görülür ve M.Ö 5. yüzyıldan M.S. 5. yüzyıla kadar kullanılır. Karşımıza Parrhesizomai, Parrhesiastes gibi şekillerde de çıkabilmektedir. Yunanca “pan=her şey” ve “rhema=söylenen” kelimelerinin birleşimi olan parrhesia kelimesi, “her şeyi söylemek” anlamına gelir. Parrhesiastes kelimesi “aklındaki her şeyi söyleyen kişi” anlamına gelmektedir. İngilizcede, free speech (özgür konuşma); Fransızcada, franc-parler (açık sözlülük); Almancada, freimüthinhkeit (açık sözlülük) şeklinde karşılanmaktadır.  

Kelimenin biri olumlu ve bir diğeri olumsuz olarak iki farklı kullanımı öne çıkmaktadır. Platon’un Devlet, Phaidros ve Yasalar isimli diyaloglarında, aşağılayıcı bir anlamda, “boşboğazlık” olarak kullanılmaktadır. Bir diğer olumsuz kullanım ise Hristiyan literatüründe görülmekte, tefekkür için zorunlu olan sessizliğin karşıtı, Tanrı’nın tefekkürüne engel teşkil eden bir karşıtlık olarak kullanılmaktadır. Olumlu anlamı ise “hakikati söylemek” anlamına gelen parrhesiazesthai kullanımıdır. Bu kullanımda hakikati söylemek için cesaretin öne çıktığı, risk ve tehlikenin olmasına rağmen hakikatin söylendiği, gerektiğinde hakikati söylemek için dinleyiciye, incitici ve öfkelendirici bir tavır alınabildiği ve eleştiri işlevi olduğu vurgulanmaktadır. Bunun yanında kişinin kendisine karşı da bu eleştirel tavrı gösterebileceğinin altı çizilir. Ahlaki bir zorunluluktan dolayı itiraf edilen olayın parrhesia olduğu ama işkence altındaki zorunluluktan itirafın (veya konuşmanın) parrhesia kapsamına girmediği açıklanır. Parrhesia kelimesi karşıt kavramları ile beraber de verilmektedir: Dürüstlük (karşıtı: kandırma), özgürlük (karşıtı: köle olma), hakikat (karşıtı: sahte ve sessizlik), eleştiri (karşıtı: yaltaklanma), ahlaki ödev (karşıtı: kendi çıkarını kullanma ve ahlaki kayıtsızlık).

Demokratik polislerde, parrhesia kavramının, site (Yunan site, polis, devlet yapısı kastedilmektedir) siyasi yaşantısının bir parçası olduğu, demokratik parrhesianın vatandaşlara özgü olduğu, bu yüzden de özgür erkek olmayan kadın, köle ve yabancıların parrhesiaya dâhil olmadığı açıklanır. Klasik Atina’da durum böyleyken Helenistik dönem ile beraber hükümdar ve danışman arasındaki konuşmaları (ya da danışmaları) karşılayan bir şekle dönecektir. Atina meydanlarından (agora) parrhesianın saraylara taşındığı ve yeni şeklinin nasıl olduğu kitabın ilerleyen bölümlerinde ele alınmaktadır.

Euripides’te Parrhesia

Euripides, pek çok tragedya eserinde parrhesia kavramını kullanmıştır: Ion, Fenikeli Kadınlar, Hippolytos, Bakkhalar, Elektra, , Orestes. Foucault, bu tragedyalardan özellikle Ion ve Orestes üzerinde durmaktadır. Ion isimli eserinde, insanlar ve Tanrılar arasındaki parrhesia ilişkisini; Fenikeli Kadınlar eserinde vatandaşlık ve parrhesia ilişkisini; Hippolytos eserinde, kölelik ve parrhesia ilişkisini, Bakkhalar eserinde hükümdar ve hizmetkârın arasındaki parrhesia ilişkisini; Elektra eserinde anne ile kızı arasındaki parrhesia ilişkisini ele aldığı ortaya konulmaktadır. Orestes eseri ise parrhesia kelimesinin “cahilce açık sözlülük” anlamında kullanıldığı eseridir.

Euripides’in Fenikeli Kadınlar isimli eserinde, parrhesia için vatandaşlık şartı koşulmakta ve sürgüne gönderilen bir vatandaşın parrhesia kullanamayacağı anlaşılmaktadır. Parrhesiaya sahip olmayan birinin ise toplumsal statüsünün köle ile eşit olduğu belirtilmektedir. Bir site vatandaşının parrhesia sahibi olabileceği, parrhesia sayesinde hükümdarı eleştirebileceği, yani iktidarı sınırlayabileceği vurgulanmaktadır. Euripides’in Hippolytos isimli eseri ise parrhesia kullanabilmek için vatandaşlığın yeterli olmadığını, kişinin ve ailesinin onurlu bir üne sahip olması gerektiğini, kişinin ve ailesinin onursuz davranışının, kişinin yurttaşlara karşı özgürce konuşmasını sınırlayacağını ve köleden farksız görüleceğini göstermektedir.[3]

Euripides’in Bakkhalar isimli eserinde, hükümdar ile hizmetkârın arasında bir parrhesia söz konusudur. Buradaki ilişkiye Foucault, “Parrhesia Sözleşmesi” demektedir. Hükümdarın bilgeliği ön plana çıkar ve hizmetkârına, parrhesia oyunu için müsaade eder: “Eğer bana hakikati söylersen, o hakikat ne olursa olsun cezalandırılmayacaksın; adaletsizliklerden sorumlu olan kişiler cezalandırılacak, adaletsizliklerden bahseden kişi değil.”[4] Foucault, Elektra isimli oyun üzerinden ise kraliçe anne ile kızı arasındaki parrhesia ilişkisini de ele alır. Burada da hükümdar ve hizmetkâr arasındaki parrhesia ilişkisi gibi, kraliçenin parrhesia için müsaade ettiğini görürüz. Parrhesiaya müsaade eden kraliçe anne, çocukları tarafından konuşma sonunda öldürülecektir. Foucault, bu durumu, parrhesianın tepetaklak edilmesi olarak sunar.

Euripides’in Ion isimli eseri üzerinde Foucault uzun uzun durur, burada insan ile Tanrı arasında bir parrhesia karşılaştırılması yapılmaktadır. Aynı zamanda Oedipus ile Ion arasında bir kıyaslama yapılır. Ion hakikati arayan bir karakter olarak karşımıza çıkarken Tanrı Apollon yalancı konumundadır. Burada, Apollon sessiz, sır saklayan ve yalancı olarak sunulan bir Tanrı figürüdür. Apollon, anti-parrhesiastes olarak sunulur, yani hakikati saklayan rolündedir (bilici Tanrı olarak hakikati söylemekle sorumlu olan bir Tanrı’ya biçilen rol!). İnsanlar hakikati ararken Tanrı burada hakikati saklayan bir figür olarak konumlandırılır. Tanrı Apollon’un aldatması ile Ion’un babası olduğunu sanan Ksuthos ile Ion’un arasındaki konuşma bir Parrhesia örneği sergiler. Konuşmanın bir yerinden sonra Atina’nın siyasi ve toplumsal hayatı hakkındaki konular ve demokrasi ile monarşi arasındaki farklar ele alınır (burada detayına girmeyeceğim). Ion, annesinin kim olduğunu sorgulamaktadır çünkü annesi bir Atinalı değilse babasının (Ksuthos’un babası olduğunu sanıyor, oysa babası Tanrı Apollon) Atinalı olması bir Atina vatandaşı olması için yeterli olmayacaktır. Ve Atina’da bu yüzden Parrhesia hakkına sahip olamayacaktır. Burada Foucault, Atina’da Parrhesia hakkının eşit verilmemesine odaklanmaktadır.

Euripides’in Orestes isimli eserinde, demokrasi ve monarşi yönetimleri karşılaştırılır. Demokrasi’nin eşit yönetim, özgürlük ve özellikle site hakkında konuşma özgürlüğünü barındırdığı Orestes isimli eserde vurgulanır. Authuroglossos ve athurostomia kelimeleri üzerinden, diline hâkim olamayan, aklına gelen her şeyi söyleyen kişiler tasvir edilir. Burada kasıt, sessiz olunması gereken yerde konuşulmasıdır (“söylenmesi gerekenin söylenmemesi gerekenden ayırt edilmesi”[5]). Olumsuz anlamdaki parrhesia kelimesi ile eşanlamlı olan bu kelime, olumlu parrhesia anlamının tam karşıtıdır[6]. Sayfa 56’da “komathei parrhesia” (cahilce açık sözlülük) kullanımının autoroglossos kelimesinin siyasi boyut kazanmış hali olduğu belirtilir. Burada cahilce açık sözlü olan kişinin yasal olarak parrhesia hakkının olduğu, ancak kendisinin bilgiden ve bilgelikten yoksun olduğu için autoroglossos durumuna düştüğü izah edilir. Parrhesianın hakkı ile kullanılabilmesi için eğitim ve bilginin şart olduğu vurgulanır.[7]  

Demokratik Kanunların Krizinde Parrhesia

Pseudo-Ksenefon’un metni olarak geçen eski metinde, demos (halk) eleştirilir ve hatta kötülenir; demosun en iyi vatandaş olduğu fikri kabul edilmez. Isokrates’in Barış Üzerine eseri üzerinden Foucault, insanların kişisel işlerinde kendinden zeki insanları izlerken devlet işlerinde kendinden zeki insanlara güvensiz ve hoşnutsuz yaklaştığının altını çizer.[8] Isokrates ahlaksız hatip ile dürüst hatibi karşılaştırır; ahlaksız hatip halka sadece duymak istediğini söyler ve Isokrates bu hatip türüne kolakes (pohpohçu) der. Dürüst hatip ise demosa karşı koyma becerisine ve cesaretine sahip olandır. Atina’da herkese konuşma özgürlüğünün (parrhesia) verilmesine zıt olarak mecliste sadece hoşa giden konuşmaların dinleniyor olması eleştirilmektedir. ‘Özgür’ bir yönetimin olmasına rağmen, idarecilerin düşüncelerine karşı çıkmanın tehlikeli olduğu ve parrhesia (özgür konuşma) hakkının olmadığı söylenir. Pervasız hatiplerin ve komedi şairlerinin dışında kimsenin konuşamadığının altı çizilir. Foucault buradan yola çıkarak, demokrasinin olduğu yerde olumlu anlamda parrhesianın var olmadığı yorumuna gider. Isokrates’in başka bir eserine dayanarak (Areopagitikos), Atina’ya Solon ve Kleisthenes yasaları ile demokrasi, özgürlük, mutluluk ve kanunlar önünde eşitliğin geldiği[9], zamanın Atina’sının ise demokrasiyi saptırdığı eleştirisi yapılmaktadır. Kanunlar karşısında özgürlüğün yerini parrhesianın aldığı ve parrhesia kelimesinin olumsuz, aşağılayıcı anlamda kullanıldığını ortaya koyar. Platon, parrhesia kavramını, kişinin her istediğini söylemesi ve her istediğini yapması olarak ele alır, bu durumun sitenin ortak davranışını olumsuz etkilediğini, site birliğini bozduğunu öne sürer; herkesin kendi yaşamını seçme özgürlüğü beraberinde anarşiyi getirecektir. Parrhesia kurumsal bir haktan, kişisel tercihe doğru anlam değiştirmektedir. Aristoteles’te bu değişim belirgin şekilde görülmektedir. Aristoteles’te parrhesia ya monarşi ile bağlantılı veya etik karakterin kişisel özelliği olarak konu edilir. [Atinalıların Devleti’nde] hükümdara karşı toprak sahibi arasındaki konuşma monarşi bağlamında parrhesia örneğidir; [Nikomakhos’a Etik’te] parrhesia yüce gönüllü kişinin özelliği olarak verilir.

Kendilik Kaygısı ve Parrhesia

Sokrates’in parrhesiastes karakteri olarak yeni bir parrhesia kavramı ile ele alındığını görmekteyiz. Foucault, Platon’un Lakhes diyaloğunu, içerisinde üç kez parrhesia kelimesi geçtiği için ele almaktadır. Bu diyaloğun karakterleri (Lysimakhos ve Melesias) parrhesia kullanarak kendi hayatlarında bir şeyi başaramadıklarını itiraf etmektedir. Bu kısımda kullanılan parrhesia kelimesinin gündelik bir anlamı olduğu ve Sokratik parrhesia olmadığını belirtir. Yine bu karakterler, oğullarına nasıl eğitim verilmesi gerektiğini sorgulamaktadır ve bu kısımda Foucault “kendilik kaygısı” kavramına bizi çekmektedir. Soyluluk ve eğitimin[10] eleştirildiği (veya tartışıldığı) kısımda bu iki konunun ve siyasi, toplumsal, kurumsal konuların parrhesia kavramı ile bağlantılı olduğunu görmemiz istenir. Diğer iki karakterimiz Nisias ve Lakhes, askeri deneyimi olan kişilerdir ve askeri eğitim konusunda birbirlerine karşıt iki fikir ileri sürerler. Bu aşamada Sokrates’e başvurmaya karar verirler.[11] Sokratik parrhesianın halka (demos) karşı değil de kişisel ve yüz yüze olduğunu; iki insan arasındaki ilişkide ortaya çıktığını anlamaktayız. Demosa karşı yapılan siyasi parrhesia konuşmasında dinleyici edilgen bir konumdayken kişisel ve yüz yüze olan parrhesiada dinleyici konuşturulmaya ve izahat vermeye[12] yönlendirilmektedir. Sokrates kişinin, bios (yaşam) ile logos (söz, akıl, yasa vs.) arasındaki ilişkinin doğasını belirlemesini bekler. Diğer karakterler bu durumu kabul ederler çünkü Sokrates’in bios ile logos; logos ile eylem konusunda uyumlu olduğunu düşünürler. Lakhes karakteri bu durumu, “Kendisinin özgürce söylenecek asil sözleri [logon kai pases parrhesias] dile getirebileceğini görmüştüm”[13] şeklinde dile getirir.

Sokratik parrhesiada, yukarıda da gördüğümüz gibi bios ve logos kavramları ve kavramlar arasındaki ilişki önemli bir yer tutar. Sokrates ile parrhesia ilişkisine (Foucault’nun deyişiyle parrhesia oyununa) giren kişi, biosu ile logosu arasındaki uyumu sınayabilir. Amaç, kişinin logos ile biosun uyumlu olduğu bir yaşantıyı seçmesidir. Daha önce hatip ve siyasi liderin veya kralın danışmanın kişisel niteliğiyken Sokratik parrhesiada iki kişi arasındaki iletişime dönmüştür. Foucault, bu parrhesiaya aynı zamanda “felsefi parrhesia” der. Bu parrhesia türü, bireyin kendisiyle olan özel ilişkiyi şekillendirmeyi amaçlayan bir pratikti. Foucault’ya göre, soy, yurttaşlık, entelektüel beceriler bir kenara bırakılır ve logos (söz, akıl) ile bios (yaşam) arasındaki uyumun bulunmasına odaklanılır. Meclisi ikna etmek amacı kenara atılmış, kişinin kendisi ve başkaları için kaygı duyması gerektiğine ikna edilmesi esas alınmıştır.[14] Kendisine dair hakikati bilme düşüncesi Batı düşüncesinin nitelikli bilmecelerinden biri haline gelmiştir.

***

PARRHESIANIN KARŞISINA GETİRİLEN

Euripides Apollon’un sessizliği

Siyaset(-hatip) Çoğulluğun veya monarkın isteğinin pohpohlanması

Sokratik Sofistlerin kendini bilmezliği ve yanlış öğretileri

***

Platon’un Yasalar kitabında iyi bir yasaya (nomos) sahip olan sitede (polis, kent) bile, hangi ahlaki tutumun tutulması gerektiğini söyleyecek bir parrhesia kullanıcısına ihtiyaç olacağı ileri sürülür. Yasaları uygulamasını yapan siyasi parrhesia kullanıcısı ile etik ve felsefe üzerinden parrhesia kullanıcısı arasında bir ayrıma gidilir.

Euripides’te parrhesia kavramı bir geleneğe yol açmazken siyasi parrhesia monark ile danışman arasındaki kişisel ilişki biçimine döndü ve Sokratik parrhesiaya yaklaştı; Kinikler ve Sokratik okullar sayesinde daha uzun bir geleneğe sahip oldu. Birbirlerine yakın zamanda ortaya çıkan üç parrhesia türünün tarihsel kaderi birbirlerinden farklı olmuştur.

Foucault yeni bir ayrıma daha gider. Parrhesia, gruplar veya cemaat arasında(1), kamusal yaşam çevresinde(2), bireysel ve kişisel ilişkilerde(3) gerçekleşen olarak üçe ayrılır. Bunların alt türlere ayrılabileceğini söylese de bu ayrımı yeterli bulur. Birinci grubu Epikurosçular, ikinci grubu Kinikler ve üçüncü grubu ise Stoacılık ile Plutarkhos gibi yazarlar temsil eder veya örnek verilebilir.

Cemaat parrhesia kategorisi, Philodemos’un Dürüst Konuşma Üzerine (Peri Perrhesi) eseri üzerinden anlatılmaya başlanır. Bu eserde parrhesia kavramı tekhne kavramına dâhil gösterilir, bu da pratik yönünü vurgulamaktadır. Epikurosçu eğitim anlayışında, genel bir öğretimin yanında kişisel bir eğitim pratiğinin geliştiği de anlaşılmaktadır. Kişisel eğitim bire bir görüşme şeklinde oluyor ve bir anlamda rehberliğe benziyordu. Öğrencinin kendisini keşfetmesi için üstadın verdiği bir eğitim söz konusuydu. Tinsel rehber olarak görülen bu hocalar genel öğretimi veren hocalardan daha değerli görülüyordu. Foucault’nun Epikuros okulunda vurguladığı başka bir etkinlik ise cemaat üyelerinin toplanması, kendi hataları ve yanlış davranışlarını itiraf ettiği bir toplantıydı.

Kamusal yaşam parrhesia Kinikler üzerinden anlatılmak istenir, kinik parrhesia olarak adlandırılan bu tür üç ilke altında verilir: (1) eleştirel vaazlar, (2) skandala yol açacak davranışlar ve (3) “kışkırtıcı diyalog” (Foucault’nun isimlendirmesi). Eleştirel vaazlar, kamusal alanlarda yapılır, konforun reddi, siyasi kurumların ve mevcut ahlaki kurallara Kinik eleştirileri içerirdi. Kinikler özgürlük (eleutheria) ve kendine yetme (autarkeia) temalarını öne çıkarmaktaydı. Kinikler, insanın en doğal şekilde yaşayarak, kendine yettiği ve bağımsız olduğu bir yaşamı vaaz etmekteydiler. Vaazlar, insanın özgürlük ve bağımsızlığını sınırlayan toplumsal kurumların eleştirisini barındırmaktaydı. Bu eleştiriler, Kiniklerin skandala yol açacak davranışlarında da görülmektedir. Burada, Diogenes ile İskender’in karşılaşması, kralın karşısında fıçıda oturan ve güneşini engellememesi isteyen Diogenes figürü ele alınmaktadır. Diogenes’in atletizm yarışması yapılan alana girerek birinciye takılan tacı takması, büyük bir zafer kazandığını, “yoksulluğu, sürgünü, arzularını ve kendi kötülüklerini yendiğini”[15] söylemesi ya da birinci olan ata taç takması skandal yaratacak davranışa örnektir. Kışkırtıcı diyaloğa Bursalı Dio Chrysostom (M.S 40-110)’dan –Krallık Üzerine Dördüncü Diyalog– bir pasajla girer. Burada da Diogenes ile İskender’in diyaloğu ele alınmaktadır. İskender ile Diogenes’in karşılaştırıldığı görülmektedir.[16] Eserde, Diogenes bir hakikat anlatıcısı olarak üstün konumdadır, İskender kral olmasına rağmen bu üstünlüğün farkındadır. Bu yüzden iyi bir kral olarak parrhesia oyununa müsaade eder[17]. Diogenes ile İskender arasında geçen diyaloğu Foucault, Sokratik diyalog ile karşılaştırır. Sokrates hakikat söyleyicisi olarak soru sorarken burada İskender hakikat söyleyicisi Diogenes’e soru sormaktadır. Sokrates kişinin cehaletiyle oynarken Diogenes’in amacı karşı tarafın gururunu incitmektir; ilkinde cahilliğin fark edilmesi amaçlanırken ikincinde gurur kırılmak istenmektedir. Bu gururu kırmak için Kinik parhesia oyunu oynanır ve parrhesia sözleşmesinin uçlarında dolaşılır. Diogenes, İskender’i sinirlendirir, tam parrhesia oyunundan vazgeçecekken yeniden oyunun içine çekmek için bir hamle yapar. Diogenes, İskender’in parrhesia mücadelesini içselleştirmesini, kendi hatalarıyla mücadele etmesini amaçlar.

Plutarkhos’un Moralia isimli eserinin bir bölümünde parrhesiastes bir dosta neden ihtiyaç duyduğumuz sorgulanır. Parrhesiastesin karşısına pohpohçu konumlandırılır, hakikat düşmanı olarak, Tanrıların ve özellikle Apollon’un düşmanı olarak tarif edilir. Aynı zamanda, pohpohçunun kişiyi kandırması, “kendini bil” düsturuna karşıdır. Kendi kendisinin pohpohçusu olan insanın parrhesiastese ihtiyacı vardır. Parhesiastesi tanımak için söz ile davranış arasındaki uyuma dikkat etmek gerekir; ayrıca, kişinin karakterinin istikrarına, devamlılığına ve değişmezliğine bakmak gerekir. Foucault özellikle “kendini kandırma” kavramı üzerinde durur, insan kendini kandırma durumundan kurtulmalıdır.

Galenos’un Ruhun Tutkularının Teşhisi ve Tedavisi isimli eserinde, kendini kandırma durumundan insanın kendisini kurtarabilmesi için parrhesiastese ihtiyaç duyduğu söylenir. Önceki geleneklerde parrhesiastes bir dostken Galenos da tanımadık birisidir ve parrhesiastes olduğu davranışlarından anlaşılmaktadır.

Foucault, milattan sonrası için parrhesia anlayışının, kişinin kendisi hakkındaki hakikati çıkarma cesaretinin, önceki parrhesia anlayışlarından ayrıldığını söyler. Hristiyanlığın çileci anlayışı ile Yunan askesis anlayışının karşılaştırmasını yapmaktadır.

Seneca’nın Öfke Üzerine isimli eserinde, insanın kendini, gün içinde yaptıklarından dolayı sorguya çekmesi gerektiği anlatılır. Bu etkinlik, Pythagorasçılar içinde bir zorunluluktu; bu şekilde kişinin ruhunun temizlendiği düşünülüyordu. Uyku öncesinde ruhun temizlenmesi, uyku sırasında iyi tanrılarla iletişim kurmak için şart koşuluyordu. Bu gelenek Pythagorasçılardan Seneca’ya kadar devam etmiş gibi görünmektedir. Stoacılar, Epikurosçular, Kinikler (vd.) tarafından da bu yöntemin kullanıldığının altı çizilir. Seneca’nın bu tavrı günah çıkarma ritüeli ile karşılaştırılır ve aralarındaki benzerlikler ile farklılıklar ortaya konur.

Seneca’nın Ruhun Dinginliği Üzerine isimli eserinde, Serenus’un Seneca’ya ve kendine, ruhunun huzursuzluğunu itiraf ettiğini görürüz. Ruhunun huzursuzluğunun nedenlerini anlatınca Seneca’dan ruhunun dinginliği için yardım ister. Epiktetos’un Konuşmalar isimli eserinde de bir tür inceleme söz konusudur. Zihne neyin kabul edilip edilmeyeceğini kapı bekçisi ve sarraf metaforları ile anlatmaktadır. Foucault buradan Hristiyanlıktaki kendini inceleme meselesine geçmektedir. Epiktetos’un kendini inceleme anlayışı ile Hristiyanlığın kendini inceleme anlayışı karşılaştırılır. İlkinde amaç kişinin kendisinin hâkimi olmasıyken ikincide şeytanın yol açtığı yanılsamanın ortaya çıkarılmasıdır.

Foucault bölümün genel bir değerlendirmesini yapmakta, önceki bölümlerle parrhesia türünün farklılıklarını ortaya koymaktadır. Öğretmen-öğrenci ilişkisinde, parrhesiayı bulmakta öğretmenin rolü azalmakta, öğrencinin rolü artmakta ve kişinin bir ödevi haline gelmektedir. Kişi hakikati kendisi veya birisi karşısında ortaya çıkarmaktadır. Kendini sürekli sınamayla, hayatı akılcı bir hale getirmemiz gerektiği vurgulanmaktadır.

***

[1] Michel Foucault, Doğruyu Söylemek, Çev. Kerem Eksen, Ayrıntı, İstanbul 2014, s. 64.


[2] Aynı eser.


[3] “Bu anlamda Parrhesia, asil bir doğumdan ve saygı gören bir ünden kaynaklanan hem ahlaki, hem de toplumsal niteliklerin bulunması gerekir.” Aynı eser, s. 27.


[4] Aynı eser, s. 28.


[5] Aynı eser, s. 55.


[6] “Zira parrhesiya’yı authurglossos’un boşboğazlığa düşmeden kullanabilmek bir bilgelik göstergesidir” Aynı eser, s. 55.


[7] “Cehalet insanlar için kötü olan her şeyin kök saldığı, filizlendiği ve koparanların ağzına acı bir tat bırakan meyvelerin yetiştiği topraktır.” Platon; aktaran: Aynı eser, s. 57.


[8] “Çünkü geçmişte, sizin isteklerinizi destekleyenler dışındaki tüm hatipleri kürsüden indirme alışkanlığını edindiniz.” İsokrates; aktaran: Foucault, a.g.e., s. 69.


[9] Sırasıyla, demokratia, eleutheria, eudaimonia, isonomia. A.g.e., s. 70.


[10] “iyi bir eğitim nelerden oluşur?”; “iyi öğretmenleri nasıl ayırt edeceğiz?” Aynı eser, s. 79.


[11] “NİSİAS: Sokrates’le yakın ilişkisi olan ve yüz yüze konuşan herhangi birinin tartışma esnasında -konuşmaya bir hayli farklı bir temadan başlamış olmakla beraber- sürüklenip gideceğini ve bu gidişi durduramayıp sonunda kendisine, günlerini nasıl geçirdiğine ve o zamana kadar yaşadığı hayata dair izahat vermek zorunda kalacağını; bu raddeye bir kez geldikten sonra da Sokrates’ in bildiği bütün usulleri esaslı ve layığına uygun şekilde denemeden karşısındakini bırakmayacağını bilmemen beni bir hayli şaşırttı. Artık ben alıştım kendisine, bu nedenle de insanın ondan böyle muamele görmeye Doğruyu Söylemek 80 Michel Foucault mahkûm olduğunu, üstüne üstlük kendimin de aynı muameleye mutlaka maruz kalacağımı biliyorum. Çünkü Lysimakhos, bu adamla konuşmaktan zevk alıyor ve geçmişteki ya da şimdiki herhangi bir hatalı davranışımızın bize hatırlatılmasında hiçbir zarar görmüyorum. Eğer kişi sözünde duruyor ve Solonun dediği gibi yaşadığı müddetçe öğrenme isteği ve çabası içinde oluyor, aklıselime erişmek için yaşlanmayı beklemek istemiyorsa, hayatının kalan kısmı için daha dikkatli düşünmelidir. Bu nedenle benim için Sokrates tarafından denenip sınanmanın ne tuhaf, ne de nahoş bir tarafı vardır. Sonuçta pekâlâ biliyordum ki eğer Sokrates başından itibaren burada olsaydı, tartışmamız çocuklar hakkında değil kendimiz hakkında olacaktı. O halde bırak da Sokrates’le onun sevdiği tarzda bir tartışmaya girmeye benim tarafımdan bir itiraz gelmeyeceğini tekrar edeyim.” Platon, Lakhes; Aktaran, Aynı eser, s. 80-81.


[12] “kendisine, günlerini nasıl geçirdiğine ve o zamana kadar yaşadığı hayata dair izahat vermeye (didonai logon)” Aynı eser, s. 81-82.


[13] Aynı eser, s. 85.


[14] “bu da o insanın hayatını değiştirmesi anlamına gelir.” Aynı eser, s. 90.


[15] Aynı eser, s. 103.


[16] “[İskender]’in, gitmek istediği yere gitmesi ve istediği şeyi alması için MakedonyalI zırhlılara, Thessalyalı süvarilere, Trakyalılara, Paonalılara ve birçok başkalarına ihtiyacı vardı; oysa Diogenes, ister gece olsun, ister gündüz, gitmek istediği yere yalnız başına ve son derece güvenli bir şekilde gitmiştir. Bunun yanı sıra İskender, projelerinden herhangi birini gerçekleştirebilmek için büyük miktarda altına ve gümüşe ihtiyaç duymuştur; üstüne üstlük, MakedonyalIları ve diğer Yunanları uysallaştırabilmek için güzel sözler ve hediyeler yoluyla onların yöneticilerine ve halklarına defalarca yaranmak zorunda kalmıştır; oysa Diogenes yaltaklanmak suretiyle kimseyi kandırmamış, herkese doğruyu söylemiş ve tekbir drahmiye sahip olmamasına rağmen dilediği gibi davranmayı başarmış, önüne koyduğu işlerin hiçbirinde başarısızlığa uğramamış, en iyi ve mutlu olduğunu düşündüğü hayatı yaşayan tek insan olmuş ve kendi yoksulluğunu ne İskender’in tahtıyla, ne de Medlerin ya da Perslerin servetiyle değişmeye razı olmuştur.” Aynı eser, s. 106.


[17] “Diogenes orada otururken kral çıkageldi ve onu selamladı, beriki ise onu bir aslanınki gibi korkunç bir bakışla yokladı ve ona biraz kenara çekilmesini söyledi; zira Diogenes o sırada güneşleniyordu. Bunun üzerine İskender adamın cesurca davranmasına ve kendisini gördüğünde dehşete kapılmayarak soğukkanlılığını korumasına memnun oldu. Zira cesur kişinin cesuru sevmesi bir anlamda doğaldır; oysa ödlekler cesurları şüpheyle süzer ve düşmanları gibi görüp onlardan nefret ederlerken, alçakları hoş karşılayıp severler. Bu nedenle birinci gruba göre hakikat ve açıksözlülük [parrhesia] dünyadaki en güzel şeyken, diğer grup yaltaklanmayı ve düzenbazlığı yüceltir. İkinci gruptakiler girdikleri ilişkilerde karşısındakinin gönlünü hoş tutmaya çabalayanlara büyük bir istekle kulak verirlerken, birinci gruptakiler hakikati önemseyenleri kaale alırlar.” Aynı eser, s. 107.


Kaynak


Foucault, Michel, Doğruyu Söylemek, Çev. Kerem Eksen, Ayrıntı, İstanbul 2014.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder