BİR YAŞAM DENEYİMİ OLARAK "ACI" |
Acı kavramını burada yaşanmış bir şeyin insanda bıraktığı 'üzücü' etki, hüzün, ıztırap anlamları içerisinde kullanacağım. Ağıza sürülen kırmızı biber acısı ya da acılı adana söz konusu edilmeyecektir. Elbette Türkçede acı kavramı ağızda oluşan tadın deneyimini aktarmak için kullanılmaktadır. Acı kavramının mecazi olarak geliştirilen ve bizim asıl ilgimizi çeken insanda hüzün, ızdırap, 'üzücü' etki bırakan durumlar için kullanılan anlamıdır. Bu kullandığımız anlamı "ızdırap" kavramı da karşılamaktadır: "Maddî veya mânevî acı, azap, eziyet, zahmet, sıkıntı"
Hayat deneyimi, öyle ya da böyle insanı acının kendisi ile tanıştırır. Ve kabul etmek gerekir ki her insanın acıya verdiği tepki farklıdır. Acıya karşı verilen tepkide, insanın tabiatından gelen bir durum söz konusudur. Bu insanlığın evrimsel gelişmesindeki çizgi ile alakalı olan durumdur. Fakat sadece insanın verdiği tepkileri bununla sınırlıyamayız. İnsanın sosyo-ekonomik konumu, hangi coğrafyada yaşadığı, hangi kültürün içine doğduğu da acıya veya herhangi bir olay karşında vereceği tepkiyi etkileyecektir. Dahası her insanın kendi deneyimsel yolculuğunda edindiği deneyim bu tepkiyi bir başka insandan farklı kılacaktır. Hayatın içine gözlerimizi açtığımız an düşeriz ve annemize(şanslıysak) ilk sarıldığımız andan itibaren deneyim sürecimiz başlar. Bu deneyim bebeğin poposuna ağlaması için vurulması ile başlıyor gibi düşünebiliriz. Hayat insana ilk tokatını ve hatırlamayacak da olsa ilk acısını tattırır. Tabi burada annenin gebelik sürecinin sağlıklı bir şekilde sonuçlandığını varsayıyoruz. Yoksa bebeği besleyen kordonun dolanması sonucu anne ve bebek için daha erken bir aşamada acı ve kaygı dolu anlar başlayabilir.
İnsan acıya tanık ola ola acı karşısında tavır geliştirir. Tamamlanmış bir hayat hayal edelim. Mezarlığın başındayız, 90 yaşında bir kişi kefeni ile mezarlığa konuluyor. Sevenleri başına toplanmış, iyi bir kocaydı, iyi bir babaydı, iyi bir komşuydu vs diye düşünüyorlar. Gerçi cenaze namazı sırasında imam cemaate "nasıl bilirdiniz?", "hakkınızı helal ediyor musunuz?" diye üçer kez sorar, cemaatte "iyi bilirdik", "ediyoruz" cevaplarını sırasıyla yanıtlar, bu da iyi bir mümin olarak hayatı sonlandırdığı anlamına geliyor olsa gerek. Neyse tahayyülümüze dönelim. Bu 90 yaşında mezara gömülen kişi, bebek oldu, poposuna ilk tokadı yedi ve ağlamaya başladığı anda ebeveynlerini bir sevinç aldı, kutlamalar başladı, tanıdıklara ve tanımadıklara tatlılar dağıtılmaya başlanmıştı. Popodan alınan ve ağlamasına sebep olan acı, varlığının kanıtı ve sevincin kendisine dönüştüğü için olumlu bir sonuç doğurdu. Anne karnından kovulduğumuz an, cennetimizden ağlayarak ayrılır ve anne kucağına, o tanıdık kokuya gidene kadar ilk kaygımız bizimle beraber olur. Anneye ilk sarılış, karnın doyduğu ilk an ile beraber güven duygumuz tazelenmeye başlar. Ve bu güven duygusu tüm hayatımız boyunca karakterimizi etkileyecek anlardan birisidir. 90 yaşındaki amcaya gelin bir de isim verelim, Mehmet olsun, yok ya da Muzdarip diyelim de tahayyülün kendisini anımsatsın. Çünkü Muzdarip 2 yaşında annesinin vefatına, annesine sarılarak oluşan güvenin ortadan kalktığına tanık olacaktır. Tamam, itirazınızı anlıyorum, bunlar nasıl ebeveynlerde çocuklarına Muzdarip ismini koyarlar, adam akıllı bir isim koysalar ya, Mehmet olur, Bora Can olur, değil mi? Neyse bu suçu metnin yazarı olarak üzerime alıyorum ve Muzdarip karakterine yaşatacaklarım için şimdiden özür dilerim. Muzdarip amca mezarında beni affet, olur mu?
İki yaşında annenizi kaybettiğinizi düşünebiliyor musunuz? İşin gerçeği ben düşünemiyorum. Muzdarip annesinin kokusu dışında hiçbir şeyi hayatı boyunca hatırlamayacak, ona anlatılanlarla yetinmek zorunda kalacaktır. Fotoğraflarına bakıp, annesizliğin verdiği çaresizlikle ağlamak dışında elinden bir şey gelmeyecektir. Babası Muzdarip 8 yaşına girene kadar, Muzdarip'in ninesi ile çocuğa bakacak ama Muzdarip 8 yaşının içindeyken yurtdışına başka bir kadın ile evlenmek için gidecek, Muzdarip'i arkasında bırakacaktır. Muzdarip annesinin ölümü ile terk edildiği hissine, şimdi babasının onu terk etmesini ekleyip, çocuk aklıyla anlam veremeyecek, içine kapanmaya başlayacaktır. Ninesi ile kurduğu sağlıklı ilişki olmasa belki de yitip gidecek bir konuma gelmiş olacaktı.
Muzdarip için okul, annesi olan çocukları gördüğü yerdi, en azından babası yanındaydı derken, babası da uçup gitmişti ve içindeki burkuntulu hal gün geçtikçe artmaya başladı. Babası-annesi ile parkta oynayan çocukları görmek yaş aldıkça hüznüne hüzün kattı, tek tesellisi ninesine sarılmaktı. Hayata bu sevgi sayesinde tutundu. Eve giren küçük para bir yere kadar geçinmelerini sağlıyordu ama ekstra masraflar için zamanla Muzdarip'in de çalışması gerekti. Hayatının önemli bir kısmında çeşitli işler yaptı, işten eve giderken parkta oynayan çocukları görüyordu, bir süre sonra parkın yanından geçmemeye karar verdi.
Muzdarip 20'li yaşlarının başında işinde ehil olmuş, okulu orta bir halde bitirmişti, eli ekmek tutuyor, ninesine bakıyordu; Ninesi Muzdarip'e uygun bir eş arayışına girmişti bile. Askerliğini de yapıp gelmişti, artık evlenmesi gerekiyordu, hayatına pek katkısı olmayan akrabalarının bu tavsiyelerini ciddiyetle dinliyormuş gibi yapıyordu. Peki bir aile nasıl olunurdu ki? İnsan ailenin nasıl olacağını anne-babası dışında nereden öğrenebilir ki? Kitaplardan mı? Yok daha neler... Ninesinin isteğini de kıramıyordu zaten içten içe de bu işe gönlü vardı. Herkesin çalışkanlığı ile sevdiği biriydi Muzdarip, bu yüzden birkaç görüşme sonrası bir ailenin kızıyla görücü usulü evlendi. Ninesi çok mutluydu, Muzdarip de halinden şikayetçi değildi.
Bir süre sonra ninesini kaybettiğinde tek sarılabileceği kişi karısıydı. Ninesinin ölümü ile sarsılmış, kendini boş duvarlara bakarken buluyordu; hanımının küçük tebessümleri ve ona karşı hissettiği sorumluluklar olmasa bu ızdırabın altından kalkması çok zordu. Her şeye rağmen hayat devam ediyordu, karısının hamile kalması ile kendi işini kurma kararını aldı, yıllardır biraz sermaye biriktirmişti, karısını ve çocuğunu belli bir maaş ile geçindirmek istemiyor, onlara daha iyi bir hayat yaşatmak istiyordu. Bunun için çalıştığı bir arkadaşıyla ortak olmaya karar vermiş, beraber bütün işlemleri halletmişler, çocuğun doğumundan sonra işyeri açılışlarını yapmışlardı. Çocuk bir yaşına girdiğinde, ortağının kendisini dolandırdığını anlayıp ortaklığa son vermek zorunda kaldı, işyerinin ayakta duracak halide kalmamıştı. Eski çalıştığı yere geri döndü, bakması gereken karısı ve çocuğu vardı, karısı da bu süre içerisinde rahatlamaları için çalışmaya başlamıştı. Bu maddi durum zorluğunu beraber aştıkları için buhranlı halinden hızlıca kurtuldu Muzdarip, içtiği sigarada annesinin ölümünü, babasının terk etmesini, parkta oynayan çocukları, çalıştığı yılları, arkadaş bildiği adamın kendisini dolandırmasını zincirleme düşündüğü zamanları, karısına ve çocuğuna daha sıkı bağlanarak aştı. Daha çok iş yapmaya başladı, iş yeri onun performansından memnundu ve iyi bir maaş veriyordu. Hanımının da kazandıkları ile varlıkları artıyordu. Bu sırada hanımı ikinci çocuk için hamile kaldı ise de Muzdarip'in yaşayacakları daha bitmemişti, ikinci çocuk düşük oldu, hanımı ile sarılarak günlerce ağladılar; ilk çocuklarında ve birbirlerinde teselli buldular. Ancak üzerinden belli bir süre geçince tekrar çocuk sahibi olmak istediklerine karar verdiler.
Bu sırada da Muzdarip belirli bir sermaye biriktirmişti, mevcut iş yerine ortak olma fırsatı doğunca bunu kaçırmadı, belirli bir süre bankaya borçlu olacaktı ama kendi işinin patronu olma fikri cazip geliyor, kendi çektiği yoksulluğu çocuklarının çekmesini istemiyordu. Anne ve babasından nasıl bir ebeveyn olacağını görememişti ama hayatın içinde bunu da başarıyla öğrendi, çocuklarının üzerine titredi, onların gözleri içinde tüm hüznünü ve ızdırabını dindirdi. Hanımı ile evlendiğinde aşkın ne olduğunu bilmiyordu ama hanımına bağlandı, bu aşk değilse bile Muzdarip için yeterli bir duyguydu. Kendisine güvenebileceği, sırtını dayayabileceği bir kadın ile hayatına devam edebildiği için mutluydu. Geçmişin yükleri altında ezildiğinde çocuklarla beraber hanımının sarılması devası oluyordu. Yatağına yattığında rahat bir uyku çekip, iş için dinç bir şekilde kalkabiliyordu. Zaman zaman maddi kazıklar yemişti, borç verilen paralar dönmemiş, yatırım işi diye girdiği kimi işte dolandırılmıştı, aldığı bir araba çalınmış ve bulunamamıştı. Her seferinde canı sıkılmıştı ama bir süre sonra bu can sıkıntısı hafiflemiş ve hatırlandığında can sıkan bir durum olmaktan çıkmıştı.
Annesinin ölümü, babasının terk etmesini hatırladıkça tanrıya karşı kırgınlık duygusu içine girse de çocuklarını düşününce içi şükran hissiyle doluyordu. Çocuklar büyüyor, yaşlar ilerliyordu, Muzdarip'in yeni imtihanı karısının kanser olmasıydı, gecelerce dua etti tanrıya ama ölüm zamanı geldiğinde kim durdurabilir. Hastalık birkaç yıl sonra iyileşiyor denildiği, umutlar yükseldiği bir sırada birden bitiveriyor hanımının hayattaki süresi; çocuklarına sarılarak mezarının başında gözyaşlarına hakim olamıyor. Ninesinden sonra tüm acılarını bastırmasına yardımcı olan o sıcak vücut şimdi soğuk ve toprak altına gidiyordu. Anne-babasının olmamasından duyduğu o içindeki burukluğa şimdi hanımının olmaması ekleniyordu. Çocukları iki koluna girmiş olmasa, mezarının önünde dizlerinin üzerine çökmeye çoktan hazırdı. Hayata isyan etmenin sınırındaydı, hanımından parça olan çocuklarının dokunuşlarını hissetmese. En zor alıştığı acı, hanımının ölümü karşısında hissettiği oluyor. Annesi öldüğünde çocuktu ve ninesinin koynunda teselli buluyordu, babası terk ettiğinde de ninesine iyice sarılmıştı, onu koruyan kollayan kadını hissediyordu; ninesi öldüğünde onu çok iyi bir eşe emanet etmiş ve dünyadan öyle ayrılmıştı. Büyük acılar hissetmiş, buhranlı hallerde kendini bulmuş ama kendini yalnız hissetmemişti. Hanımına sarılmış ve çocuklarına karşı sorumluluğu paylaşmıştı. Şimdi çocuklara karşı sorumlulukları ile baş başaydı, gerçi hanımı hastayken hem çocuklarla ilgilenip hem de eşinin bakımı ile ilgilenebiliyordu ama iyileşmesi umudu ile bu enerjiyi kendinde buluyordu. Şimdi kendisini sorumlulukları karşısında yapayalnız hissediyordu. Buhranı artıyor, hayat boyu içinde biriken acılar bir bir ortaya çıkıp yüreğini yakıyordu. Annesi gitmiş, babası gitmiş, ninesi gitmişti ve şimdi sırası mıydı hanımının gitmesinin. İntihar etmek zaman zaman aklına gelmişti ama sonra kendisini çalışmaya vermiş, ninesine ve daha sonra hanımına sıkı sıkı sarılmıştı. Şimdi kime sarılacaktı, hanımının, annesinin ve ninesinin yanına gitme isteği ve arzusu ağır basmaya başlamıştı. Fakat sorumluluklarından kaçmayacak, çocuklarının gözlerindeki ışıltı ile yaşama sevincini yeniden yaşayacak, hanımının ve ninesinin ondan bekleyeceği şekilde çocukları ile ilgilenecekti.
Bu bir süre yorucu bir serüven olsa da çocuklar büyümüştü artık, kendi kendilerine yetmenin ötesinde babalarına da yardımcı oluyorlardı, iyi çocuklar yetiştirmişlerdi. Ve çocuklarının gözlerindeki annesizlik hissini çok iyi anlıyordu. Bu ortak payda onları birbirlerine daha çok yaklaştırmıştı. Bütün olumsuzluklarla, bütün acılarla, bütün yanlışlarla işin sonunda beraber mücadele ettiler. Muzdarip'in bir çocuğu elem bir trafik kazasında vefat etti, bu durumu da ancak diğer çocuğu ile atlatabildi. Çok iyi bir baba-oğul ilişkileri, çok iyi bir arkadaşlık ilişkileri oldu; zaman zaman çatıştılar, birbirlerine kırıldılar ama işin sonunda birbirlerine sarıldılar. Çocuğu güzel bir iş sahibi oldu, evlendi, Muzdarip de iyi ve kötü günde onların yanında oldu. 90 yaşında mezara koyulurken, oğlu, gelini, torunları ve sevenleri mezarın başında, son görevlerini yapıyorlardı. Bir Muzdarip geçti zihnimin köşesinden, acılarla dolu bir hayat, kimi maddi acılar hemen unutuldu, kimi manevi acılar mezara taşındı, son nefesinde annesi, babası, hanımı, çocuklarının ızdırabını tebessümle hatırladı; yaşayan çocuğu ve ailesi için iyi dilekler geçirdi içinden ve gözlerini huzurla kapattı. Mezar taşına ismi, doğum ve ölüm tarihleri, ruhuna fatiha yazıldı.
Muzdarip için biçtiğim bu yaşantı, bir insanın acı ile girdiği deneyim ile arasındaki ilişki açısından bir fikir oluşturmayı amaçlamıştır. Çoğumuz Muzdarip'den şanslı bir hayat sürmüşüzdür, kimimiz de belki daha kötüsünü yaşamış, acılarla kendi başımıza mücadele etmek zorunda kalmışızdır. Her insanın acıyla(ve mutlulukla) girdiği ilişki biriciktir ve ona karşı tepkileri hayatının akışını belirleyen unsurlardan biridir. Her dönemeçte, olmak ya da olmamak meselesi karşımıza çıkabilir veya kimimize bu his hiç uğramadan hayatımızı sürdürebiliriz. Bu tamamen hayatın karşımıza çıkaracakları ve bizim onlara karşı vereceğimiz tepki ile alakalıdır. Muzdarip'in hayatında da görüldüğü gibi daha insani acılarımız ile maddi acılarımız birbirinden ayrılır. Öyle görünüyor ki maddi acılar bir şekilde unutuluyor, hele çevrenizde size değer veren insanlar varsa; oysa size değer veren veya değer vermesini beklediğiniz insanların bir nedenle yanınızda olmaması, ölümü veya sizi terk etmesinin acısı bir ömür zihninizde yer edinecek acılardandır. İnsan zamanla bu acılarla da yaşamayı öğrense de bu acılar zihnin bir köşesinde sizinle yaşarlar. Bazen taşıyamayacağınız ağır bir yüktür, bazen de hayatınızda şükran duyduğunuz, şimdi yanınızda olmasını istediğiniz insanlara karşı hislerinize sarılırsınız. Sanırım bu duygular insanı daha güçlü bir hale getiriyorlar. Öyle ya da böyle daha temkinli yaşamaya başlıyorsunuz her acıda ve bu bazı fırsatların elden kaçmasını beraberinde getiriyor. Bazen de bile bile o boşluğu doldurmak için yapmamamız gereken şeylere umut bağlıyoruz. Acılar kimi zaman bize engel oluyor, kimi zaman bir kontrol mekanizması sağlıyor, kimi zamanda yepyeni bir yola girmemize vesile oluyor. Her acının hayata bakışımızı değiştirdiğini görüyoruz. Ve bu yolda her deneyim aslında biricik, bir o kadar farklı ve bir o kadar birbirine benzer duyguları çağrıştırıyor.
Yazıyı daha fazla uzatmak istemiyorum, acı üzerine daha birçok şey söylenebilir ve bir konuyu ele alan her yazı bir kısmıyla eksik kalacaktır. İnsan hayatını şekillendiren en etkili hislerden biridir acı karşısında hissedilenler ve hayat boyu hissedilecek olanlar. Kimi acı yüreğe oturur, hayat boyu kararlarımızda karşımıza çıkar, bize bir şeyleri hatırlatır; kimi acılar da anlık deneyimle bize bir şeyleri gösterir, bir farkındalık yaratır, gelip geçicidir belki ama öğreticidir. Bu deneyimlerden ne doğacağı belli olmaz, acıyla yoğrulmuş bir mutluluk veya acıyla yoğrulmuş bir huzur ortamı oluşabilir. Ya da bir sanatçının zihninde sanat eseri yaratımına dönüşebilir. Acı, olmak ya da olmamak meselesinde önemli bir insani unsur olarak karşımıza dikilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder