Herodotos’tan Strabo’ya kadar hemen hemen bütün Yunanlı tarihçi ve coğrafyacılar nüfus hareketlerinin ya bir kurucu (ktistes) ya da bir göçmen (metanastes) önderliğinde gerçekleşmiş olduğunu dile getirmişlerdir.
PROF. DR. RECAİ TEKOĞLU |
BİRİNCİ BİNYIL ANADOLU’SUNDA İÇ VE DIŞ GÖÇLER
Eski Anadolu kültürleri ve dilleri arasındaki etkileşim alanlarını incelemek için izlenen yöntemlerden bir tanesi de sosyal bağ alanlarının tespitidir. Sosyal bağ alanları ifadesiyle “bir dil veya kültürün Anadolu’da bulunuş nedenleri” kastedilmektedir. Bunu yerlilik, göçmenlik, istila, sürgünlük, mültecilik, kültürleşme, yönetme üstünlüğü ve ödünç alma gibi alt başlıklarla ele almak mümkündür. Göçmenlik, eski Anadolu’daki kültürleşme üzerindeki etkileri nedeniyle önemlidir. Bir halk grubunun göçmenliği üzerinde tartışabilmek için kültür-tarihsel arkeolojik verilere, edebiyat ve epigrafya kaynaklarına ve dilbilimsel değerlendirmelere bakmak gerekir. Bu yaklaşımlar arasında tarihsel-karşılaştırmalı dilbilimin bir adım daha öne çıkmasının nedeni dilin muhafazakar alanlarının bulunması ve göçmenlerin konuştukları dile ait izlerin farklı kültür evrelerinde bile tespit edilebilmesidir. Anadolu Eskiçağının en önemli göç evrelerinden bir tanesinin Tunç Çağının sonlarıyla Demir Çağının başlangıcı arasında kaldığı kabul edilmektedir. Geleneksel olarak büyük çaplı istila hareketlerinin Anadolu topraklarında yeni göç dalgaları yarattığı, Balkanlardan ve Ege-Akdeniz istikametinden gelen yeni halk gruplarının kendilerine iskan alanları oluşturdukları varsayılmaktadır. Bu türden göç hareketleri genellikle eski Yunan edebi kaynaklarında anlatılan olaylarla açıklanmaktadır. Herodotos’tan Strabon’a kadar hemen hemen bütün Yunanlı tarihçi ve coğrafyacılar, nüfus hareketlerinin ya bir kurucu (ktistes) ya da bir göçmen (metanastes) önderliğinde gerçekleşmiş olduğunu dile getirmişlerdir. Ktistesler, Troya Savaşı öncesi ve sonrasındaki olaylarda belirli bir halk grubunu peşlerine takıp kendilerine yeni topraklar, kentler veya bölgeler iskan etmeleriyle tanınırlar. Böylece Anadolu’da Yunanlılar tarafından iskan edilmiş her kentin kökeninin aslında bir kurucuya dayandığını ileri sürme imkanı ortaya çıkar. Bu yöntemin eski Yunan tarihçiliği ve coğrafyacılığının ideolojik yanlarından bir tanesi olduğunu hatırlatmak gerekir. İdeolojiktir çünkü Ön Asya ve Sami dünyasında örneklerine rastlanan jeneolojilere (soy bilimi), başka bir deyişle soylar ve boylar kuramlarına benzemektedir. Daha klasik Atina çağında tüm Akdeniz, Ege, Anadolu ve Karadeniz’e yayılmış 1500’den fazla kent, Yunan kimliğiyle tanınıyordu. Doğal olarak Yunanların antik dünyanın neredeyse tamamına yayılmış olmalarını açıklayacak bir doktrin modeli kendini ktisteslerde bulmuştur ancak bu yöntemin en büyük sakıncalarından biri çok sıklıkla mitolojiye başvurması, tarihsel gerçekliğe dair izleri örtmesidir. Yunan kaynaklarında Anadolu’ya yapılan göçlerin başlangıcı, efsanevi Minos çağına kadar uzanmaktadır. Yunanistan’da, adalarda ve Batı Anadolu’da yaşayan ve Yunanca konuşmayan halkların Yunanlar gelmeden önce çeşitli bölgelere dağılmış olmalıydılar. Girit Adası, bu göç dalgasının merkez üssü olarak kabul edilmiştir. Minos tarafından adadan kovulan Sarpedon, yandaşlarıyla birlikte Lykia’ya yerleşmiş, burada yerli Milyaslılara karşı üstün gelerek kentler kurmuştur. Sarpedon önderliğinde Girit’ten ayrılan bu insanlara Termailai adı veriliyordu. Termailai adını alanların dışında Pelasglar, Lelegler ve Philistler gibi hatırı sayılır halk gruplarının da Girit’ten ayrıldıkları, Ege ve Akdeniz’de çeşitli bölgeleri kolonize ettikleri anlatılmaktadır.
AKTÜEL ARKEOLOJİ- ÇAĞLAR BOYUNCA GÖÇ |
Eski Yunan ve Roma kaynakları ikinci bir göç dalgasını Troya Savaşı sonrasındaki olaylarla ilişkilendirirler. Bu göç dalgasının hem Yunanların çeşitli Anadolu kentlerini iskan etmelerine hem de çeşitli halk gruplarının Akdeniz’e yayılmalarına yol açtığı görülmektedir. Bir bakıma Anadolu dışına yapılan göçlerin başlangıcı sayılır. Bu iskanlar arasında kökeni itibarıyla en tartışılan konulardan biri Roma’nın iskanı ve kuruluşudur. Vergilius, Aeneis adlı eserinde Aeneas’ın nasıl Troya’dan ayrılarak sonunda Roma’ya ulaştığını anlatmaktadır. Roma’nın efsanevi kurucuları Romulus ve Remus’un soyu da bir çok yazara göre dedeleri Numitor üzerinden Aeneas’a kadar uzanmaktadır. Şüphesiz, Anadolu dışına yapılan göçler arasında en çok bilineni ve üzerinde tarihsel açıdan en çok durulanı Etrüsk göçüdür. Pek çok antik yazar Etrüsklerin Troya savaşından hemen sonra Lydia’dan ayrılarak Roma’nın kuzeyinde Etruria bölgesine yerleştiklerini anlatmaktadırlar. Etrüsklerin Anadolu kökenli halklardan sayılmalarına yönelik modern çağda öne sürülmüş pek çok görüş bulunmaktadır. Genellikle çeşitli varsayımlar üzerinden açıklanmaya çalışılan bu Troya sonrası göçlerin tarihsel bir olgu olup olmadığını söylemek zordur. Belki de bu türden göç olasılıklarını tartışmaya açabilecek en önemli anıtlar, Hiyeroglif Luvicesi ve Fenike dillerinde kayda geçirilmiş olan Çineköy ve Karatepe anıtlarıdır. Her iki anıt da Muksas adında birini Kilikya/Hiyawa Krallığı’nın kurucusu olarak tanıtmaktadırlar. Bu isim Fenike dilinde m-p-š kökleriyle yazılan ve Yunan kaynaklarında Moksos veya Mopsos olarak söylenen şahısla eşitlenmiştir. Mopsos önderliğinde gerçekleştiği düşünülen göçün bir elit üstünlüğüne mi dayandığını yoksa bir nüfus hareketini mi yansıttığını söylemek zordur. Bu göçün konusu olan insanlar Yunanca değil, Luvice yazmış ve konuşmuşlardır.
Üçüncü ve en önemli değişiklik dalgası Mısır kaynaklarının “Deniz Kavimleri” adını verdikleri göç ve istila hareketidir. Bu hareketin kaynağı olan halklar eski Yunan kaynaklarının Dorların gelişiyle karakterize ettikleri göç ve istila dalgasıyla zaman zaman örtüşmektedir. II. Ramses dönemi (1279-1213) kaynaklarından itibaren bir dizi halk ismi de Deniz Kavimleri arasında sayılmaktadır. Bunlar, relatif transliterasyonla, Denyen, Ekweş, Şekeleş, Şerden, Tereş ve Weşeş adıyla anılmaktadır. Bunlara zaman zaman Lukka, Karkişa, Peleset, Tjeker gibi adlar da ilave olmaktadır. III. Ramses dönemi (1186- 1155) olaylarını anlatan Medinet Habu anıtının ikinci pilonu üzerindeki hiyeroglif yazılı kitabede bu Deniz Kavimlerinin sebep olduğu olaylar anlatılmaktadır. Kitabede şöyle denmektedir:
“Bu yabancı memleketler kendi adalarında bir yıkım planı oluşturdular. Hepsi birden bütün bu memleketler ayağa kalktılar ve savaşa koyuldular. Hatti, Kode, Karkamış, Arzawa ve Alaşiya’dan itibaren hiç bir ülke onların silahlarının önünde duramadılar. Hepsini bir defasında yerle bir ettiler. Amurru’da bir kamp kurulmuştu. Memleketi ve insanlarını sanki hiç var olmamışlar gibi yerle bir ettiler. Mısır’a doğru yola çıkıyorlardı. Önlerine bir ateş hazırlanmıştı. Bunlar birleşerek bir araya gelmiş Peleset, Tjeker, Şekeleş, Denyen ve Weşeş memleketlerinin insanlarıydı.”
Mısır kaynaklarında sözü edilen Deniz Kavimlerinin antik dönem kaynaklarında adları geçen halklarla eşitlenmesi Eskiçağ Tarihi araştırmalarının artık rutinleşmiş spekülatif alanlarından bir tanesidir. Genel olarak Denyen’i Danaoi’la, Ekweş’i Akalarla, Lukka’yı Lukialılarla, Peleset’i Filistinlilerle, Şekeleş’i Sikullerle yani Sicilyalılarla, Şerden’i Sardinyalılarla, Tereş’i Tyrrhenialılarla yani Etrüsklerle, Tjeker’i Teukrialılarla, Weşeş’i Osklarla eşitleme eğilimi vardır. Kimin tarafından dile getirilmiş olursa olsun isim benzerliği üzerinden yapılan bütün tartışmalar baştan bir kabule dayanmaktadır ve Eskiçağ araştırmaları isim benzerliği üzerinden yapılan yanlış tartışma sonuçlarıyla doludur. Bunu anlamak için Ön Asya kaynaklarındaki Armena, Subur ve Qurti gibi adlara ve bunların eşitlendikleri modern halklara bakmak yeterlidir. Nitekim bu türden eşitleme olasılıklarından vazgeçilmemekte, konuyu daha karmaşık hale sokacak yeni yorum ve açıklamaların önü açılmaktadır. Bu kapsamda örneğin Denyen, Eqweş ve Lukka gibi adların lehte ve aleyhte değerlendirmesine olanak sağlayacak pek çok görüş ortaya konabilir.
Yazı: RECAİ TEKOĞLU
Yazının tam metnini Aktüel Arkeoloji Dergisi 54. sayısında bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder