DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

8 Ağustos 2019 Perşembe

DİLİN YAPISI, ESKİÇAĞ ANADOLU DİLLERİ VE YAZI SİSTEMLERİ ÜZERİNE(PROF.DR. RECAİ TEKOĞLU)

PROF. DR. RECAİ TEKOĞLU EKODOSD'UN KONUĞU OLDU

Prof. Dr. Recai Tekoğlu
Yazı ve fotoğraflar EKODOSD'un Facebook sayfasından alınmıştır.
Konuğumuz olan Prof. Dr. Recai TEKOĞLU; 1982-1986 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Latin Dili ve Edebiyatı Bölümünde lisans öğrenimi gördü. Yüksek lisansını İstanbul Üniversitesi Hititoloji Bölümünde, doktorasını İstanbul Üniversitesi Hititoloji Bölümü ile Udine Üniversitesi (İtalya) Klasik Filoloji bölümlerinde tamamladı. Uzun yıllar Akdeniz Üniversitesi’nde görev yaptı. Bugün ise Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eskiçağ Tarihi Anabilim Dalı Başkanlığı görevine devam etmektedir. 1986 yılından beri yürüttüğü akademik çalışmalarıyla Anadolu tarihine ışık tutan Tekoğlu, Eski Çağ Dilleri alanında dünyadaki sayılı uzmanlardan biri olarak Türkiye ve dünya genelinde kaynak gösterilen çalışmalara imza attı.
Prof. Dr. Recai Tekoğlu

Prof. Dr. Recai TEKOĞLU, Dillerin Doğuşu ve Gelişimi konusunda bir sunum gerçekleştirdi.

Dilin, haberleşme amacı güden ve bir dizi ses işlemleri üzerinden gerçekleşen fiziki bir yapı olduğunu söyleyen TEKOĞLU “Haberleşme amacı güden ancak sesin devreye girmediği başka fiziki, görülebilen, tespit edilebilen yapılar da vardır: Semboller ve işaretler. Bütün haberleşme sistemleri dil değildir. Bazı canlıların koku alma, koku bırakma, sonar dalga yaratma ve algılama vb. davranışları dil olarak kabul edilemez. Dil insana özgüdür. İnsanın konuşma becerisi üç yapının koordinasyonuyla gerçekleşir: beyin, kulak ve boğaz” Dedi. TEKOĞLU “ Ülkemizde tarihi ve modern dillerin araştırılması, okutulup Üniversitelerde bilim dalları olarak yer edinmesi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gayretleri ve girişimleri sonucu başlamıştır. Özellikle tarihi diller alanındaki gelişmelerin tamamını onun çabalarına borçluyuz. Fransa’da çıkan Revue Hittite et Asianique dergisi artık bütçesi olmadığı için yayın hayatını sonlandırma sürecine girdiğinde Atatürk, bu derginin yayın masraflarını bizzat kendisi cebinden karşılamıştır. Vefatında bu dergi kara bir kapakla çıkmış, ancak bir on- on beş yıl kadar daha varlığını sürdürdükten sonra yayın dünyasından çekilmiştir. Sümerce, Akadça, Hititçe, eski Yunanca ve Latince’nin okutulabilmesi için bizzat kendisi Almanya ve çeşitli Avrupa ülkelerinden uzmanları Ankara’ya davet etmişti. Bugünkü dil araştırmaları seviyemiz o girişimler sayesinde elde edilmiştir. Mükemmel düzeyde değiliz ancak aynı kültür dokusunu paylaştığımız pek çok ülkeden de oldukça ilerdeyiz. Osmanlı entellektüelleri dahi yalnızca tarihi dillere değil, keşfinin ve okunmasının üzerinden neredeyse 50 yıl geçmiş Orhun yazıtlarının dünyasına da oldukça uzaktı.
Prof. Dr. Recai Tekoğlu

Dil insana özgü bir haberleşme aracıdır. Dokusu bir takım soyutlamalar ve uzlaşma işlemleri üzerinden gerçekleşmektedir. İnsanın dili bir gerçeklik dünyasının yansıması değildir. Bizim dil adına kullandığımız yapılar bir uzlaşma sonucu ortaya çıkmaktadır. Bütün insan dilleri bir uzlaşmadır. Dil adı verilen yapının kendisi doğrudan doğruya bir değer ifade etmez. Örneğin “duvar” sözcüğünü “vadur” olarak değiştirmek yalnızca bir uzlaşmanın konusu olabilir. Çoğul “-ler/-lar” eki de böyledir. Bu eklerin etimolojisi olarak ne söylenebilir? “Kitap>kitaplar” dendiğinde yalnızca birinde “bir kitap”, diğerinde “birden fazla kitaplar” kastedildiğini anlarız. Tekillik veya çoğulluk bir dilin olmazsa olmaz koşulu değildir. Bazı dillerde, örneğin Japonca ve Korece’de çoğul hali bile yoktur. Ama dil adını verdiğimiz yapı bir dizi gramer işlemi üzerinden gerçekleşir. Örneğin “masiv kasparlar balaylarda eşeple çepitiriyorlar” gibi yapay bir cümlede haberleşmenin Türkçe üzerinden yapıldığını anlamak mümkündür, çünkü haberleşmede ilk belirleyici unsur gramer yapılarıdır. Cümleyi, “küçük kediler bahçelerde neşeyle oynuyorlar” diye söylemiş olsaydık, bu defa gramer üzerinde değil, iletilmek istenen olay veya düşünce üzerinde duracaktık. Bütün anlam ve anlama işlemi bir dizi soyutlamalar ve uzlaşma alanlarından oluşmaktadır.
Prof. Dr. Recai Tekoğlu

Dil insana özgü en önemli kültür özelliklerinden bir tanesiymiş gibi kabul edilir. Oysa, bu doğrudan doğruya dilin yapısal özelliklerinden değil, ona atfedilen dil dışı alanlardan dolayı böyle kabul edilmektedir. Dil, ne inanç ne de kimlik belirlemede bir araçtır. Aynı dili konuşan farklı inançlara sahip birey veya toplum grupları olabileceği gibi, farklı kökenlere ait bireyler veya gruplar da aynı dili konuşabilirler. Ona bu değer dışarıdan verilir. Dil, politik ve dini amaçlarla kullanılabilir. Ona bir araç gözüyle bakılabilir, oysa dilin kendiliğinden böyle bir değeri yoktur. Dille ırk ve dille kültür belirlenmez. Bütün İngilizce konuşanlar İngiliz, bütün İspanyolca konuşanlar İspanyol, bütün Fransızca konuşanlar Fransız ırkına ait değillerdir. Dil, binlerce sebepten dolayı tamamen farklı halk gruplarının konuşma ve yazışma aracına dönüşebilir. Bu tarihte de böyledir, modern çağda da böyledir. Eskiçağda nasıl ki her Yunanca yazıt Yunanlıları işaret etmiyorsa, modern çağda da her batı Afrikalının resmi konuşma dilinden dolayı Fransız olduğuna hükmedilemez. Dille ırk ve dille kültür arasında kurulmak istenen ilişki, 2. Dünya Savaşına kadar gelmiş ve bugün de halen kırıntıları bulunan yıkıcı bir siyasi doktrinin sonucudur.
Prof. Dr. Recai Tekoğlu

Dilin saflığı diye bir şey yoktur. Bütün insani diller ya akrabalıklarına ya zıtlık durumlarına göre sınıflandırılırlar. Akrabalık sözcüğü burada bir türdeşlik türünü ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu türdeşlik yapısaldır, ırksal veya kültürel değildir. Hint-Avrupa deyimi bir dil akrabalığı türünü ifade eder ve coğrafyaya dayalı bir adlandırmadır. Bazen de Sami dillerini kasten Semitik diller denir. Bu da kökenini Hz. Nuh’un çocuklarına dayanan bir adlandırmadan alır. Bunlar adları ne olursa olsun kabule dayalı adlandırmalardır, tartışılabilir ve değiştirilebilir. Adlandırma sorununu kökleştirmeden dünya üstündeki ölü veya yaşayan dilleri akrabalık düzeylerine göre sınıflandırmak mümkündür. Doğal olarak en ilginç diller isolat, yani yaşayan veya ölü akrabası bulunmayan dillerdir.

Tarihi diller alanında Anadolu en şanslı bölgelerden bir tanesidir. Hiç bir Eskiçağ coğrafyasında Anadolu’da olduğu kadar zengin, çeşitli ve bol belge türüne rastlanmaz. Örneğin Anadolu’da ele geçen eski Yunanca yazıtların miktarı Yunanistan’da ele geçenlerden neredeyse bir misli daha fazladır. Anadolu dışı uygarlıkların belgeleri dahi kazılarda ortaya çıkmaktadır. Anadolu’da Mısır hiyeroglif yazısıyla yazılmış anıtlara, Pers çivi yazılı belgelere, Fenikeceye ve benzerlerine rastlanmaktadır. Anadolu’da ortaya çıkmış sayısız uygarlıklar vardır. Hititler, Hattiler, Hurriler, Luviler, Palalar, Mitanniler, Urartular, Frigler, Likyalılar, Lidyalılar, Karyalılar Anadolu Eskiçağını yazılı belgeleriyle zenginleştirmişlerdir.
Prof. Dr. Recai Tekoğlu


Anadolu’da halen okunamayan ve çözümlenememiş başka diller ve yazılı belgeler vardır. Anadolu sadece dil belgeleriyle değil yazı tipi açısından da oldukça zengindir. Anadolu’da çivi yazısı, hiyeroglif yazısı ve alfabe kullanan kültürler vardır. Bu konudaki etkisi alfabenin dağılımı ve kullanımından da anlaşılmaktadır. Olasılıkla Fenike'den sonra ilk alfabe kullanan kültürler Anadolu’da ortaya çıkmıştır. Bu alandaki önemli başarılarından bir tanesi de bugün halen kullanılan Yunan alfabe sisteminin Milet kökenli olmasıdır. M.Ö. 5. yüzyılın ikinci yarısında Atinalılar parlamento kararıyla Milet yazı sistemini resmi yazı olarak kabul etmişlerdir.

Tabii bütün bu tarihi diller alanında halen doyurucu bir noktada olduğumuzu söyleyemeyiz. Türkiye’de halen İstanbul ve Ankara Üniversiteleri dışında bu türden Eskiçağ dillerini araştıran ve teşvik eden çalışma alanları kurulmamıştır. Bu sayının artması umut edilmektedir.” dedi.
Prof. Dr. Recai Tekoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder