STOACILIK 1: ZENON'UN FIRTINALI YOLCULUĞU
![]() |
STOACILIK 2: KİNİK TEMELLER: "DOĞAYA UYGUN YAŞAMAK" |
ÇINAR AĞACININ ALTINDA FELSEFE
Zenon, Diogenes’i takip ederek nehrin kıyısındaki basit bir kulübeye ulaştı. İçeride ne yatak ne de masa vardı. Yalnızca birkaç parça eşya: bir tahta kâse, bir asa ve bir de yamalı hırka. Diogenes kulübenin girişinde durdu ve içeriye bakan Zenon’a dönerek, “Bu kadar az şeyle nasıl yaşadığımı merak ediyorsun, değil mi?” dedi.
Zenon, Diogenes’in sorusuna cevap vermeden etrafa baktı ve sonra sordu:
“Beni etkileyen, yalnızca az şeyle yetinmeniz değil. Neden bu kadar az şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? Gerçekten bir insan bu kadar azla mutlu olabilir mi?”
Diogenes gülümsedi ve konuştu:
“Bu, felsefemizin temel sorularından biridir. Madem bu soru ile konuyu istemeden de olsa açtın, gel hadi şu nehrin kıyısında oturalım da sana hem bu sorunun yanıtını vermeye çalışayım hem de bu yanıttan yola çıkarak düşünce sistemimizin temel ilkelerini anlatayım.”
Nehrin kıyısında dev bir çınar ağacının gölgesine gelip oturdular. Zenon dikkatle dinlemeye başladı. Diogenes, parmağını havaya kaldırıp bir tur attırdıktan sonra konuşmaya başladı:
1. Doğaya Uygun Yaşamak
“İlk ilkemiz, doğaya uygun yaşamaktır. Doğa bize basit ve dengeli bir yaşam sunar. Ama biz, bunu görmezden gelerek kendimize karmaşık ve gereksiz bir hayat yaratırız. Parmağıyla gölgesinde oturdukları ağacın dalında yuva yapmış kuşu işaret ederek; “şu kuşu düşün. O, sabah güneşin doğuşuyla uyanır, açsa beslenir ve yuvasına döner. Başka bir şeye ihtiyacı yoktur. İnsan da böyledir esasında, ancak bunu unutur.”
Zenon, bu sade benzetmeyi dikkatle dinledi ama tatmin olmamış bir hâlde sordu:
“Bir kuşun hayatı çok basit olabilir ama insan doğası karmaşıktır. Biz toplumun bir parçasıyız, bu yüzden daha fazla şeye ihtiyacımız var. Bir kuş gibi değiliz. Doğaya uygun yaşamak, topluma sırt çevirmek anlamına mı gelir?”
Diogenes güldü ve oturdukları yerden bir avuç toprak aldı. Toprağı havaya saçarken,
“Bu toprak, her şeyin temelidir. Doğa, bize ihtiyacımız olan her şeyi verir. Ama biz bu temel üzerine bir sürü anlamsız yapı inşa ederiz. Lüksü yapay bir ihtiyaç haline getiririz. Doğaya uygun yaşamak, sadece toplumun kurallarına değil, aynı zamanda kendi yapay arzularımıza da sırt çevirmek anlamına gelir,”
dedikten sonra, nehri işaret ederek konuşmasına devam etti:
“Bak şu nehre. Yatağında sakin bir şekilde akmakta. Kendine engeller koymadan. İnsanın görevi de tıpkı bu nehir gibi doğal akışında yaşamak olmalı. Ama biz ne yapıyoruz? Nehrin önüne barajlar kurar gibi, hayatımızın her alanına engeller koyuyoruz: Şöhret, zenginlik, güç, iktidar… Bunlar, insanın ruhunu boğan yapay engellerdir.”
Zenon, bu sözlerden etkilenmiş bir şekilde çevresine bakınırken hâlâ tereddütleri vardı. “Doğa basit olabilir, ama aynı zamanda acımasızdır. Hayatta kalmak için doğayı kontrol altında tutmak gerekmez mi?” diye sordu.
Diogenes, Zenon’u dinledikten sonra elindeki kâseyi suyla doldurdu ve bir yudum alıp devam etti:
“Doğayı kontrol altına alabileceğini düşünmek ha, ne büyük kibir? Ayrıca seni doğanın kontrol altına alınması gerektiği kanaatine iten şey de nedir Zenon? Doğanın daha doğrusu evrenin kaotik ve kontrol edilemez bir güce sahip olduğunu mu düşünüyorsun? Zenon, senin kaos sandığın şey, aslında daha büyük bir düzenin parçası. Evrenin en küçük parçasına kadar dahi insen, düzensizlik gibi görünen şeylerin bile kendi içinde bir düzeni olduğunu görürsün. Kaosun içinde gizlenmiş bu düzeni anlamadan, insan kendini doğanın üstünde sanır.”
Diogenes bunları söyledikten sonra kafasını kaldırıp ağacın dallarına baktı ve bu sırada ağaçta asılı duran arı kovanını fark edince, Zenon'a döndü ve şöyle dedi:
"Şu kovana bak. İçinde binlerce arı, sanki bir düzensizlik içinde sağa sola kaçışıyor gibi görünüyor. Oysa her biri kendi görevine odaklanmış, kendi küçük dünyasında hareket ediyor. Kimisi bal yapıyor, kimisi yavruları besliyor, kimisi de kovanı koruyor. Dışarıdan bakan biri için bu bir kaos, bir karmaşa gibi görünebilir. Ama aslında, burada mükemmel bir düzen ve uyum var. Her arı, doğanın ona verdiği rolü oynar ve bu sayede kovan, bir bütün olarak yaşamını sürdürür. İşte bu, doğanın kendi içindeki kaotik düzenidir."
Diogenes, nehrin karşısında elleriyle su içen çocuğa bakarken Zenon'un arı kovanına dalgın bir şekilde ilgisinin devam ettiğini gördü. Hafifçe gülümsedi ve konuşmasına devam etti:
"Baksana Zenon, şu çocuk doğanın bize öğrettiği en basit şeyi yapıyor. Belki de birazdan şu ağaçtan bir elma koparıp yiyecek. Aç bir insanın bir elmayı dalından koparması doğaldır, çünkü bu, hayatta kalma içgüdüsüdür. Ama binlerce ağacı kesip yerine taş binalar dikmek, doğal bir istek değildir. Bu, ihtiyaçtan fazlasına odaklanmanın sonucudur. İhtiyaçtan fazlasını istemek, insanda hırsı doğurur. Hırs ise kaygıyı besler. Kaygı yüklü bir insan, ne huzur bulabilir ne de mutlu olabilir. İşte bu yüzden, doğaya uygun yaşamak, hem hayatta kalmak hem de doğaya zarar vermemek demektir."
Diogenes, altında oturdukları çınar ağacının gövdesine yaslanırken, elindeki tahta kaseyi nehre doğru fırlattı. Zenon, şaşkınlıkla kasenin suya düşüşünü ve suda ilerlemesini izledi. Diogenes, bu hareketiyle bir kez daha sadeliğin gücünü vurguluyordu.
"Bak," dedi Diogenes,
"bu kase, bir insanın ihtiyaç duyduğu şeyleri taşımak için yeterliydi. Ama şu çocuk bize gösterdi ki, aslında ona bile ihtiyacımız yok. Doğa, bize ihtiyacımız olan her şeyi zaten sunar. Nehirden avuçlarınla su içebilir, ağaçlardan meyveleri toplayabilir, toprağın sunduğu nimetlerle beslenebilirsin. Biz ise bu basit gerçeği unutup, kendimize yapay ihtiyaçlar yaratıyoruz. Lüks, şöhret, zenginlik... Bunların hepsi, doğanın bize öğrettiği sadelikten uzaklaşmamıza neden oluyor."
Zenon, Diogenes'in sözlerini dikkatle dinledi ve sordu:
"Peki, bu fazlalıklardan kurtulmak, toplumun bize dayattığı her şeyi reddetmek mi demek? Bu, insanın medeniyetten vazgeçmesi anlamına gelmez mi?"
Diogenes, Zenon'un sorusuna cevap verirken, nehrin sakin akışına baktı:
"Hayır, Zenon. Bu, medeniyetten vazgeçmek değil, medeniyetin bizi doğadan koparan yapaylığından kurtulmaktır. Doğaya uygun yaşamak, toplumu tamamen reddetmek değil, onun bize dayattığı gereksiz yüklerden arınmaktır. Tıpkı şu nehrin önüne kurulan barajlar gibi, biz de hayatımıza koyduğumuz engelleri kaldırmalıyız. Ancak o zaman, doğanın bize sunduğu huzuru ve mutluluğu bulabiliriz."
Zenon, Diogenes'in sözlerini içselleştirmeye çalışırken, nehrin karşısındaki çocuk, avuçlarıyla su içmeye devam ediyordu. Bu basit ama derin manzara, Zenon'a doğanın ne kadar cömert ve insanın ne kadar karmaşık olduğunu bir kez daha hatırlatmıştı. Asıl kaotik olan insanın ta kendisiydi. Zenon bu derin düşünceler içinde debelenirken Diogenes eğilip nehirden bir avuç su içti ve asasından destek alarak kulübesine doğru yürümeye başladı. Akşam olmak üzereydi. Günün sonunda, doğaya uygun yaşamaya dair dinledikleri, Zenon için bir yaşam biçiminden çok bir aydınlanma olmuştu.
Not: -Kinizmin ilkelerine dair sohbetimize sonraki bölümlerde devam edeceğiz.
-Tüm görseller yapay zeka ile oluşturulmuştur ve temsilidirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder