![]() |
YOL |
Gülay AYDIN anısına...
***
Saat 00:01 gösterdiğinde, yolun bir tarafında uzak bir mesafedeki ulu dağlar, diğer tarafında ise çok uzaktaki denizdeki dalgaların hareketi seçilebiliyordu. Yol, sağdan ve soldan alabildiğine bir düzlük arasında ilerliyordu, yol da ise Ahmet arabasını tek başına sürmekteydi. Issızlığın ortasında arada toprağın içinden çıkan köstebekleri ya da ortalıkta dolaşan tavşanları görüyordu. Yol topraktandı, topraktan gelmiş toprağa gider bir hali vardı, sık sık sağ ve sola kıvrımlar halinde ilerliyordu ama olabildiğince düzgündü.
Saat 02:05’de arabayı yokuştaki yola sürdü, burada bir petrol ofisi vardı, kimsecikler yoktu, sadece petrol ofislerinin o bilindik şapkasını takan bir adam, bir motor-Ahmet bu motorun, çalışana ait olduğunu düşünüyordu-, florasandan çıkan belli belirsiz bir ses dışında. Reyondaki antifrizler ofisin içine girer girmez dikkat çekiyordu, Ahmet arabaya benzin almak için depoya pompayı sokup içeri girmiş, meraklı gözlerle kahve otomatını arıyordu, adama doğru döndü ve “merhaba, kahveniz var mı? Saatlerdir araba kullanıyorum” dedi. Saatlerdir araba kullandığını adama neden söylediğini düşündü, sadece kahve otomatını sorsam yeterdi diye düşünmekten kendini alamadı. “Umarım geceniz güzel geçiyordur” diye eklemeyi saniyeler içinde ihmal etmedi, ehhhh, annesinden böyle öğrenmişti. Gece vardiyasındaki işçinin yorgunluğu gözlerinden okunuyordu, hem her zaman müşteri haklıdır düsturuna hem de adamın kibarlığına binaen, yumuşak bir sesle “hoş geldiniz” dedi, “arkanıza dönüp bakarsanız, sol tarafınızda göreceksiniz kahve otomatını” diye ekleyince, Ahmet gözünün önündeki kahve otomatını görmediği için utanarak “teşekkürler” derken kahve otomatına doğru ilerledi.
Cüzdanından kağıt parayı çıkardı ve otomata koyarken hoş bir sohbet açma telaşıyla “eskiden bozuk paralarla çalışırdı bu makineler” dedi. Cevap vermek için konuşan çalışan “enflasyon her şeyin fiyatlarının artmasına sebep oldu” derken haberlerde duyduğu o saçma cümleyi tekrar etmişti. Ahmet içinden enflasyonun fiyatların arttığını belirten kelime olduğunu düşünse de adamın söylediği yanlışlığı düzeltmedi. İnsanlar kendilerinin düzeltilmesinden pek hoşlanmazdı, bunu birkaç nahoş olaydan sonra anlamıştı, insanların kendilerini düzeltmeleri, en azından Aydınlanma felsefesinden beri kendi sorumluluklarıydı. Lavaboyu ve tuvaleti kullandı, pakette satılan içinde salam ile kaşar olan, pek tadı tuzu olmasa da aç hissettiği karnını bastıracak sandviçi, suyu aldı, bunları tezgaha koyup, pompayı depodan çıkararak, fişi almak üzere tuşa bastı, elindeki fişi çalışana uzattı, hesabı öderken de konaklayabileceği bir yer sordu. “Gittiğiniz yön dağlık bir bölge, burada pansiyon, moteller var ama bana sorarsanız sabredin ve dağı geçin. Oradan sonra otellerden birinde kalın, moteller pek tekin olmuyor burada, sahipleri de pek kazıkçıdır, hak ettiğinin iki katı para ödersiniz, hizmetten de memnun kalmazsınız” diyen çalışana teşekkür etti ve sözüne uyarak iki saat boyunca direksiyon salladı.
Yol boyu birkaç motelin yanından geçti, yorgunluğu onu pansiyonlarda kalma kararı almaya yaklaştırsa da içten içe pompacının söyledikleri tekrar zihninde beliriyordu. Bir dağın yokuşunu tırmanıyor, sonra tekrar iniyordu, sonra başka bir dağın yolunu tırmanmak zorunda kalıyordu. Az kalsın önüne atlayan bir geyiğe çarpacaktı, biraz şoka girer gibi oldu ve ilk bulduğu yol boşluğuna arabayı çekti. Burada biraz kestirmek zorunda olduğunu hissediyordu. Uyandığında güneşin ışıklarını ağaçların arasından sızarken yakaladı, üzerine battaniye çekmesine rağmen biraz üşümüştü. Geyik sayesinde biraz uykusunu alan Ahmet yola devam etti, birkaç saat daha yokuş çıkıp, indikten sonra bir düzlüğe kavuştu.
Düzlükte bulunan dinlenme tesisine girdi, burada bir kahvaltı yapma niyetindeydi. Salatalıkların halini görünce vazgeçti, buruşmuş bir deriye benziyorlardı. Çay içmekle yetindi, çayları güzeldi, her dinlenme tesisinin çayı güzel olmazdı, tecrübeyle sabitti. Market kısmından bir bisküvi aldı, içi çikolatalı olanlardan, çocukluğundan beri pek severdi, annesine ağlaya sızlaya az aldırmamıştı. Dinlenme tesisinden ayrıldı ve yoluna devam etti. Annesinin eviyle arasındaki dağ silsilesini aşıp, annesinin evine ulaşmıştı.
Bir gün önce telefonu çalmış, annesinin vefat haberini vermişlerdi, oracıkta bir saat donup kaldıktan sonra ancak yola çıkabilmiş, çoğu zaman aşmaya üşendiği o yolu kafasının içindeki düşüncelerle aşmıştı, yol boyu anıları gözünün önünde canlanmış, rüyasında annesinin kendisini salıncakta sallamasını görmüştü. Petrol ofisindeki çalışan kişi ile konuşmaları ve geyiğin önüne atlaması dışında annesini düşünmediği bir an olmamıştı. Ve şimdi annesinin yaşadığı kasabaya, yağmur yağarken girmişti. Dayısı orada geniş göbeği ile onu bekliyordu, komşularda oradaydı, dayısı arabadan inen Ahmet’e sıkıca sarıldı, ‘başımız sağ olsun’ diyen dayısına önce bir baktı, sonra ‘dostlar sağ olsun’ dedi ve sessizce eve doğru ilerledi.
Hoş geldin demeye kimsenin cesareti yoktu, annesi ölmüş birine denecek bir söz gibi durmuyordu, metanetini kaybetme, tanrı arkada kalanlara sabır versin gibi lafları kısık kısık duyabiliyordu. Annesinin nefes almayan bedenine yaklaştıkça sesler azaldı ve annesinin hareketsiz vücudunu gördüğünde tüm sesler kesilmişti. Gözlerindeki yaşa hakim olamadı, işte o tüm yolu bir zamanlar anne diye sarıldığı bu vücut için gelmişti. Yine sarıldı annesine ama hani, annesi böyle yapmazdı ki o da sarılır, oğlunun başını okşar, “aç mısın yavrum” derdi. Tok olduğuna hiç ikna olmazdı ama ne yemek yiyecek iştahı vardı, ne de annesi ona yemek yapacaktı. Sahi şimdi o en sevdiği yemeği kim yapacaktı ya da yapsa bile annesi gibi yapabilecek miydi?
Onca anı zihninde belirip kayboluyor, her anı gözyaşlarına bir tanesini daha ekliyordu. Odada birileri vardı elbette ama gözler onları görmüyordu, sadece annesini görüyorlardı gözyaşının buğusu arasından, kulakları duymuyor, burnu annesinin kokusu dışında bir koku almıyordu-fark etmişlerdi sanki bu kokuyu bir daha alamayacaklarını-, zihninde sadece anıları dolaşıyordu. Bu belirli bir süre böyle devam etti, daha sonra dayısının oğlu geldi ve artık vakit geldi, dedi. Ahmet neyin vakti olduğunu çok iyi biliyordu, “gitti mi şimdi o” diye boğuk bir ses çıktı ağzından, çevresindekiler tam anlayamadı onu, metanetli ol sözleri yankılanıyordu kulağında, insan annesi öldüğünde nasıl metanetli olur ki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder