DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

18 Eylül 2021 Cumartesi

ANTİKÇAĞIN PARLAYAN KENTİ MİLETOS

Leyla Aydın, Antikcağın Parlayan Kenti Miletos


Milet veya Miletos bu iki söyleyişten herhangi bir tanesine yanlış diyemeyiz. Milet; klasik Yunanca Μίλητος (Milētos) ve Latince Miletus olarak kullanılmaktadır. Ben Antik Yunancadaki kullanımı olan Miletos kelimesini tercih ediyorum ve yazımın devamında hep bu şekilde olan bir kullanım göreceksiniz.

Miletos isminin nereden geldiğine ve nasıl kurulduğuna bir bakacak olursak, Miletos’un Anadolu insanları tarafından kurulduğunu düşünüyorum. Antik Yunan kaynakları ise bir ağız birliği etmişcesine şehri Girit’ten gelenlerin kurduğunu aktarmaktadır. Bana soracak olursanız işin aslı çok da öyle değil. Aşağıda size arkeolojik tarihini daha detaylı anlatacağım.

Miletos’un kazı çalışmaları sonucundaki kuruluş tarihi M.Ö 3500 yılına kadar geri gitmektedir, ki bu durumda Miletos’u Yunanlılar ya da Giritliler kurmuş olamaz. Nitekim Homeros yerli halkın adının Karialılar olduğunu bildirir.

Bu yazımda yukarda da değindiğim gibi öyle olmadığını düşünsem de kentin mitolojik kuruluşuna da kısaca bir yer vermek istiyorum. Aslında her taşın altından çıkan bu kuruluş hikayesi yani Antik kaynakların hemen hepsinin bahsettiği bu ortak hikaye burada da karşımıza çıkmaktadır. Miletus, yani Milet şehrinin kurucu kahramanı, efsaneye göre Apollon ile Kral Minos’un kızı Akakallis’ten olma oğludur. Girit’te doğmuş, doğumdan sonra Akakallis onu babası Kral Minos’tan korumak için ormanda saklamıştır. Durumdan haberdar olan Apollon da kurtlara emir vererek onun sağlıklı ve güv enli bir şekilde büyümesini sağlamıştır. Yetişkinliğe eriştiğinde Kral Minos tarafından Girit’ten sürülmüş, Anadolu’da Karia’ya gelmeyi başardığında da Maiandros (Menderes) ırmak tanrısının kızı Kyane ile evlenmiştir. Böylece Plinius’un “Ionlar’ın başkenti” dediği Miletos şehrinin doğuşu da başlar, şehir tarihteki yerini alır.

Miletos Antik Kenti, coğrafi olaraksa Ege bölgesinde Aydın’ın Didim ilçesinin yaklaşık 22 kilometre uzaklığında Balat Köyü yakınlarında bulunmaktadır. İyonyalılar Ege Denizi kıyılarında Büyük Menderes ve Gediz nehirlerinden beslenen bu bereketli topraklara yerleşerek denizci, tüccar ve sanatçı bir halk olmuşlardır. Bununla da kalmayıp onları insanlık tarihinin unutulmaz halkları arasında da görmekteyiz. Bunun sebebi ise gerçek doğa olaylarını tanrıların anlık ruh halleri yerine bilimsel düşünceyle açıklamaya, anlatmaya çalışan düşünürler yetiştirmiş olmalarıdır. Akılcı düşünürler yetiştiren Miletos, kadim zamanların astronomi, geometri bilgisini geliştirmiş, akılcı bir yönle ele almış ve ilk felsefe çalışmalarının yapıldığı yerlerden birisi olmuştur.

Bugün Miletos’un etrafı tarlalarla çevrili bir bataklığın içinde gibi görünse de esasında Antik çağlarda Latmos Körfezi’nin ağzında bulunan bir yarımada üzerinde 3 tarafı denizlerle çevrili olan oldukça gösterişli bir sahil kentiydi. Tarihin babası Herodotos’un ‘çalışan nehir’ olarak tanımladığı Büyük Menderes, zaman içinde taşıdığı alüvyonlarla sahil şeridinin dolmasına neden olmuştur. Bu sebeple Miletos denizden 10 km içeride kalmıştır. Bir zamanlar kentin karşısında bulunan Lade Adası bugün ovanın ortasında bir tepeye, Latmos Körfezi ise Bafa Gölüne dönüşmüştür. Yani bugün Miletos Antik Kenti’ni gezerken birçok antik kentte olduğu gibi artık maalesef o liman kentini göremiyoruz.

Miletos Tarihine Bakış

Miletos Tarihine Bakış

Miletos'da ilk arkeolojik kazılar 1873 tarihinde Fransız arkeolog Olivier Rayet tarafından yapılmıştır. Ardından ise Alman arkeolog Theodor Wiegand'ın yaptığı kazılar takip etmiştir. Şu anda Miletos’daki bu kazılar Almanya Bochum'daki Ruhr Üniversitesi tarafından devam ettirilmektedir. Yapılan kazılar neticesinde Miletos’un M.Ö. 3500’lü yıllardan itibaren bir yerleşke olarak kullanıldığı ortaya çıkmıştır. Bir koloni şehri olarak kurulan ancak deniz ticaretine hakim olması ile birlikte zenginleşen Miletos, Akdeniz ve Karadeniz’de 90 kadar koloni kurmuş; bu koloniler sayesinde etkinliği ve gücü artan, adeta bir deniz imparatorluğu merkezine dönüşmüş ve böylelikle İyonya bölgesinin başkenti haline gelmiş.

M.Ö 502 yılında Naksos Adasında başlayan Perslere karşı İyonya ayaklanmasına, Miletos tiranı Aristagoras önce Perslere yardım etmek üzere Naksos Adasına hücum etmekle başlamış; fakat bu adayı ele geçiremeyeceğini anlayınca Perslere karşı olan isyanın lideri olmuştur. M.Ö 494’te, bugün Miletos’un biraz ötesinde alüvyon çamurlarının kapladığı arazide küçük bir tepecik olan Lade Adası açıklarında 1000 geminin çarpıştığı savaş, isyanı başlatanlar açısından feci bir biçimde sonuçlandı. Persler bu isyanı oldukça şiddetli ve kanlı bir şekilde bastırmış, Miletos'u yakıp yıkmışlar ve bütün İyonya coğrafyası ve Yunanistan bunun acısını çekmiştir. “Ionia’nın incisi” olarak da tanımlanan Miletos’un düşüşü, söz konusu ayaklanma ile birlikte Ionia’nın düşün alanındaki önderliğine de son verdi. Tüm bu felaketlere rağmen Miletos hiçbir zaman ıssızlaşmadı. M.Ö 479 tarihinde Yunanlıların Perslere karşı Mykale (günümüzde Dilek Dağı) deniz savaşında galip gelmelerinden sonra Yunanistan yarımadası ve İonia (Miletos da dahil olmak üzere) tekrar Pers popülasyonundan kurtulmuştur. Bu olayı izleyen yıllarda şehrin imarına yeniden başlandı ve Miletos kökenli mimar Hippodamos’un düzenlemesine göre, ızgara planlı olarak inşa edildi. Fakat M.Ö 403 yılından sonra Miletos tekrar Pers idaresi altına girmiş ve Perslere bağlı olan Karia satrapları tarafından idare edilmişlerdir.



Şehir Büyük İskender tarafından MÖ. 334’te Perslerin elinden alınıp, Büyük İskender'in ölümünden sonra M.Ö 313 tarihinde Antigones ve ardından Seleukosların eline geçmiştir. M.Ö 188 yılında Miletos şehri tekrar bağımsızlığını kazanmıştır. Fakat M.Ö 133 tarihine gelindiğinde Pergamon'un son Kralı ülkesini Romalılara miras olarak verdikten sonra Miletos bağımsız kalamayarak Roma'ya bağlanmıştır. M.S. 297 yılında yapılan Roma Yerel İdare reformlarına istinaden kent Efes’e bağlanmış ve Theodosius Roma İmparatorluğu’nu doğu ve batı olarak ikiye ayırınca, kent Doğu Roma İmparatorluğu topraklarında kalmıştır. Resmi dinin Hristiyanlık olması sebebiyle de burada (Karia’da) bir piskoposluk kurulmuş ve limanlarının alüvyonlarla dolmaya başlaması yüzünden giderek de ıssızlaşmaya başlamıştır. Doğu Roma egemenliği sırasında oldukça küçülmüş ve tiyatro binasının gerisindeki Palatai adını taşıyan kale ile sınırı kalmıştır. XIII. yüzyılda başlayan Türk egemenliği çağındaki Balat adı da işte buradan gelmektedir.

Selçuklular Anadolu’yu M.S. 1100’lü yıllarda işgal etmeye başladıklarında buraya da yerleşmişlerdir. Ancak I. Haçlı seferlerinde Bizanslılar, Ege kıyılarını tekrar ele geçirmişler ve bu ilerlemeyi bir müddet frenlemişlerdir. Anadolu’daki Beylikler dönemi zamanında burası Menteşeoğulları’na ve son olarak da Osmanlı tarihine de dokunduktan sonra günümüze gelmeyi başarmıştır. Bugün ise tarihin kokusunu aldığımız ve zevkle gezip geçmişini araştırdığımız bize kucak açan bir antik kent haline gelmiştir.
İçinde Kaybolduğum Şehir ve Tiyatrosu

İçinde Kaybolduğum Şehir ve Tiyatrosu

Miletos’u bölgedeki diğer kentlerden ayıran özelliklerinden biri, Afrodisias ve Efes kenti gibi büyük bir alana yayılmış olmasıdır. Şehir oldukça büyük olduğu ve kısıtlı bir vaktimin olmasından dolayı şehri çok detaylı gezemedim. Böyle geniş bir alanın gezilmesi için oldukça geniş bir zamana ihtiyacınız olacaktır, talihsizliğe bakın ki, benim o gün yeterince vaktim yoktu. Fakat kentteki başlıca yapılardan söz ederken, tadı damağımda kalarak gezdiğim tiyatro binasını daha detaylı anlatmaya çalışacağım.

Kentte üç katlı yapılmış ve Nymphaion adı verilen anıtsal kent çeşmesi bulunmaktadır. Kent merkezinde bulunan bu çeşmenin yanında 100 metre uzunluğunda bir tören yolu vardır. Ayrıca Anadolu’daki en büyük Roma hamamlarından biri olan Fauistina Hamamları gelip de görmeden gidilmemesi gereken yapılar arasındadır. Hamamın içindeki havuzun hemen yanı başında nehir tanrıçası olan Maiandrios heykelinin bir kopyası bulunmaktadır. Fotoğraf arşivinizi bu heykelle renklendirebilirsiniz. Miletos’un agorasından kalma birçok kalıntı hala görülebilmekte olup, büyüklüğü de oldukça şaşırtıcıdır. Kentin agora kapısı, bugün Berlin’deki Bergama Müzesi’nde sergilenmektedir. Umarım yolumuz oraya da düşer.

Miletos antik kenti ayrıca Anadolu’nun ilk planlı kenti olarak kabul edilmektedir. Hippodamos tarafından yeni şehir planlama sistemi ilk kez burada geliştirilmiştir. Bu plan birbirine paralel ve dik sokaklardan oluşur ve ızgara planlı adını almıştır. M.Ö. 500 civarında Miletos’ta doğmuş olan mimar Hippodamos hakkındaki birçok bilgiye ise Aristoteles’in "Politika" adlı eserinden ulaşmaktayız. Hippodamos’un şehir planını bulan ilginç bir kişi olduğunu söylemektedir. Bununla beraber Hippodamos için pek dostane bir betimleme yapmamıştır. Onu sadece dış görünüşüne aşırı özen gösteren bir züppe olarak göstermiştir. Çağdaşları, Hippodamos’un uzun saçları ve pahalı takılarıyla, fakat aynı zamanda ucuz ama sıcak tutan, yaz-kış giyilen elbiseleriyle tuhaflıklarını fazla ileri götürdüğünü düşünmüşlerdir. Yine Aristoteles’e göre, bu insan doğa bilim uzmanı olarak anılmaktan hoşlanırdı. Hippodamos’un kent planlaması ve yönetimi konusunda bir kitap yazdığı da bilinmektedir. Ne var ki bu yapıt günümüze ulaşamamıştır, elimizde yoktur. Ama Aristoteles’in Politika’sında, Hippodamos’un o yitik kitabı ile ilgili bilgiler de bulunmaktadır. Hippodamos’un asıl başarısı, bir kentin fiziksel yapısıyla, toplumsal yapısı arasında sıkı bir ilişkinin var olduğunun, kent plancısının, günlük sorunları çözmenin ötesinde, uzun vadeli çalışmalar gerçekleştirmesi gerektiğinin bilincine varmasıdır.
MİLETOS TİYATROSU

Hippodamos’a “kentleri bölen adam” diyenler de olmuştur. Bu bölmeyle ortaya çıkan şemanın bir adı da “dama tahtası” ya da “satranç tahtası”dır, çünkü böyle bölünen kentler onları andırırlar. Miletoslu Hippodamos’un üzerinde düşünüp tekrar geliştirdiği ve Pers tahribatı sonrası ilk olarak Miletos’ta daha sonra da Priene, Olynthos, Rodos, Lokroi, Thurioi gibi kentlerde uygulanan kent planının ana temasını ‘isonomia’ ilkesi oluşturmaktadır. Bu ilke nedir diye soracak olursanız Antik Yunan uygarlığında yurttaşlık haklarında yasa önünde eşitlik ilkesine verilen addır. Bu sözcük ilk olarak yaklaşık M.Ö. 508'de Atina demokrasisinin babası sayılan Kleistenes tarafından kullanılmıştır.

Hippodamos Şeması, Hippodamos’un adını taşımasına karşın, onun tarafından bulunmuş, ilk kez onun tarafından uygulanmış değildir. Hippodamos tarzındaki kent planı Yunanistan’da, İtalya’da ve Küçük Asya’da Klasik dönem boyunca kullanılmış, Helenistik ve Roma dönemlerinde de uygulanmaya devam etmiştir. Hippodamos plan tarzının kökeni Güney İtalya ve Sicilya’da M.Ö. 8-7. yüzyılda kurulan ızgara planlı Yunan kolonilerine dayanmasının yanı sıra çok daha eskiye gittiği görülmektedir. İlk örneklerini çoğunlukla Anadolu dışında da gördüğümüz ızgara planlı bu kentler, toplumun belli bir gelişme göstermesinden sonra ortaya çıkmıştır.

Hippodamos’tan yaklaşık 100 yıl önce yaşamış olan Herodot, Babil kentinde sokakların bir bölümünün nehre paralel, bir bölümünün ise ona dik olduğunu yazar. Aslında Babil’deki Hippodamos Şeması’nın tarihi daha gerilere, Kral Hammurabi’nin egemenlik dönemine (MÖ 1792-1750), yani M.Ö. yaklaşık 1800’lere, bir başka deyişle Hippodamos’tan yaklaşık 1.500 yıl öncesine uzanmaktadır. Aristoteles bu planı yorumlarken gene ilginç bir yaklaşımda bulunarak, sokak ve caddelerin birbirine paralel ve düzenli olarak yapılmış olmasından dolayı düzenlilik üstünlüğüne sahip kullanışlı bir kent olarak bir yandan Hippodamus’u överken bir yandan da savunma açısından sorunlu bir plan olduğunu dile getirmiştir.

Bana göre; kentin en görkemli yapısı çok uzaktan bile fark edilebilen tiyatrosudur. Tiyatro M.S 1. yüzyılda yeniden inşa edilmiştir. Günümüze ise çok iyi korunmuş bir şekilde ulaşmayı başarmıştır. Şanslıyız ki oturma sıralarında oturup etrafı seyre dalıp keyfini çıkarabiliyoruz.

Kavea dediğimiz oturma sıralarının aslında orkestraya yani sahnedeki yuvarlak alana kadar inmesi gerekiyordu. Ayrıca bu tiyatro yapısında gladyatör kabartmalarından anladığımız kadarıyla orkestradan kavea’ya bir duvar yükseltilerek aradaki bağlantı kesilmiştir. Olasılıkla üzerine duvar veya ağ örülerek gladyatör ve vahşi hayvan dövüşleri için arena haline dönüştürülmüştür. Miletos’da bulunan bu tiyatro Yunan–Roma tipinin en güzel örneklerinden birisi olup kapasitesi 20.000 kişiliktir. Buranın Roma imparatorluk çağı tiyatrosu olduğunu yazıtların yardımı olmadan da anlamak mümkündür. Roma dönemine kadar olan tiyatrolar doğal bir yamaca dayandırılarak dağ eteklerinden faydanılmaktaydı. Roma döneminde ise hem tiyatronun kapasitesini artırmak hem de dağ olmayan bir yere tiyatro yapmak mümkündü. Romalılar tonoz sistemi dediğimiz kemerli mimari yapı elemanını kullanarak bunu hayata geçirmişlerdir. Tonozlu yapılara güzel bir örnek olarak tiyatro binasının özellikle Diozoma dediğimiz 2. katının tamamen tonozlarla yapılıp ayağa kaldırıldığına şahit oluyoruz.

Burada yapılan restorasyon ziyaretçilerin rahat yürümesi için yapılmış fakat net anlaşılır bir şekilde farklı bir malzeme kullanılmıştır. Orjinal taş kullanılmamış ve kullanılan taş yapının hiçbir yerine değmeyecek şekilde yapının arasına entegre edilmiştir. Bu şekilde yapılmış olmasının nedenini tam anlayamasam da sanki yapının arasındaki taş “ben buraya ait değilim beni siz daha rahat gezin diye koydular” şeklinde söylenmektedir. Bazı yerlerde ise yıkılma tehlikesi nedeniyle giriş yasak tabelası var, onlara dikkat ederek gezmelisiniz.
Filozofların Yaşadığı Şehirde Nefes Almak


Filozofların Yaşadığı Şehirde Nefes Almak

Miletos antik kenti tarihte oldukça önemli bir rol oynamıştır. Özellikle bilim, sanat ve felsefenin başkenti olmuş ve pek çok antik çağ kentlerine de bu açıdan bir model örnek olmuştur. Miletos şehrine ‘Filozoflar Şehri’ de denilmektedir. Yunan biliminin ilk yenilikçi biçimi Miletos’ta doğar. Bu anlamda Miletos Efes’ten ileridedir, ama Efes de şaşırtıcı bir şekilde Heraklitos’un doğumuna tanık olacaktır. Gerçek anlamda tarihin ilk filozofları kabul edilen Thales, Anaksimenes ve Anaksimandros, burada doğmuş ve kendilerini yetiştirmişlerdir. Öyle ki M.Ö. 6. yy. da kendilerine yıllar sonra Fizikçiler Okulu/Miletos Okulu denileceğini bilmeden fikirlerini dile getirmişler ve ölümsüzleştirmişlerdir. Bu üç filozof, felsefe tarihini başlatmışlardır. Miletoslu filozoflar doğanın herhangi bir görünümü hakkında değil, “doğa” hakkında soru soran felsefi bir bakışa sahip olmuşlardır. Bu filozofların söyleminde felsefe açısından önemli olan, “her şey birdir” düşüncesidir.

Filozof denen kişi yaşadığı dönemin düşüncesini, problemlerini ve çözümlerini temsil ettiğinden, bir filozofu anlamak için onun yaşadığı çağa, tarihsel ve kültürel ortamına bütüncül bir açıdan bakmak gerekmektedir. Zaten bilim de her zaman boş vakitlerin ürünü olmuş, bu boş vakitler de ayrılmaz bir biçimde bir ayrıcalıklar sınıfının varlığına bağlanmıştır ve bu tip insanları büyük kentler üretir. İon devleri, Thales, Anaksimendros, Anaksimenes de bu kuralı bozmazlar. Aşağıda da Miletoslu bu filozoflar hakkında kısa bir bilgi vereceğim.

Anlatmaya Thales’den başlamak istiyorum. Öncelikle kişilik açısından çok yönlü bir insanla karşılaşmaktayız. Anlaşıldığına göre o, tüccar, devlet adamı, mühendis, matematikçi ve astronomdur. Matematik ve astronomiye ilişkin bilgilerini herhalde Mısır ve Babil’e yapmış olduğu ileri sürülen yolculuklarında kazanmıştır. Thales günlük yaşamını kolaylaştırmak için doğa gözlemciliğine başlamıştır. Her ne kadar Mısır ve Mezopotamya’da astronomiyle ilgili matematik çalışmaları daha öncesinde var olsa da bunlar sadece inanç ve dinsel ritüellerle ilgilidir. Thales onların bilgisiyle kendi gözlemlerini birleştirerek doğaya yeni anlamlar yüklemiştir. Yunanlılara göre felsefenin babası, yedi bilgenin önderi Miletoslu Thales idi. Miletos Okulunun ilk temsilcisi olarak da Aristoteles tarafından Thales işaret edilmektedir.

Bizim bugün gezip gördüğümüz nefes aldığımız Miletos, aslında Thales’in yaşadığı Miletos değildir. Bugün görülen Antik Kent, Thales’in kendisinden yaklaşık 800 yıl sonra, Roma İmparatorluk döneminde kurulmuştur. Yukarıda anlattığım gibi 90’dan fazla koloni kuran ve ticaret yoluyla denizlere hakim olan o dönemin deniz kentidir.

Thales’in akılcı düşüncesine de değinmeden geçmek istemiyorum. Mısır’daki piramitlerin boyunu doğru ölçen ilk kişi kendisidir. Bunu son derece basit bir akıl yürütmeyle yapmıştır. Gündüz belirli bir saatte insanın gölgesinin kendi boyuna eşit olduğu saati belirleyip, aynı saatte piramitlerin gölgesini ölçerek boyunu hesaplamıştır. Yunanlıların elektron dedikleri manyetit (mıknatıs taşı) cevherine, ve kehribara bir ruh isnat etmiştir, böylece manyetizmayı ve elektriği önceden sezmiştir diyebiliriz.

Herodotos, Thales’in Lidya kralı Alyattes ile Med hükümdarı Kyaksares arasında yapılan savaş sırasında meydana gelen güneş tutulmasını (M.Ö. 28 Mayıs 585) önceden tahmin ettiğini ve bunu İonyalılara söylediğini bildirmektedir. Bugün Çorum sınırlarında meydana gelen bu güneş tutulmasını önceden tahmin etmesi Medler ve Lidyalılar savaşırken tanrıların bu savaşa karşı olduğu ve savaşa devam edilirse geceyi gündüze; gündüzü ise geceye çevireceği endişesini ortaya çıkmıştır. NASA’nın yayınladığı kayıtları incelediğimizde M.Ö 29 Mayıs 585 yılında güneş tutulması olduğunu bilimsel olarak da artık biliyoruz. Bu güneş tutulmasını Thales’in gerçekten bilip bilmesinden öte onu önemli kılan şey bunun hesaplanabilir bir olay olduğunu düşünmesidir ki bilimsel düşünce de tam bu anlama gelmektedir.

Komik bir olay daha anlatmak istiyorum. Günlerden bir gün Miletoslu birisi Thales’e “sen bu kadar akıllı ve zeki bir adamsın ancak oldukça da fakirsin”, der; Thales son derece etkili bir hareketle cevap verir. (Yine Aristoteles’in Politika adlı eserinde de bu olay geçer.) Bilindiği üzere zeytinin bir ‘var’ yılı, bir de ‘yok’ yılı vardır. İşte Thales bu ‘var’ yıllarından birini Ay takvimi bilgisi sayesinde önceden tahmin ederek, elindeki bütün parasıyla bölgede bulunan tüm zeytin ezme makinelerini kiraya vermiş. O sene ürün tahmin ettiği gibi bol olunca bu ezme makinelerini çok fahiş fiyatlarla ihtiyacı olanlara kiralamış ve bu işten de büyük bir servet kazanmıştır. Filozofların isterse zengin olabileceğini ama hayattaki amaçlarının bu olmadığını söylemiştir.

Thales’ten sonraki bir başka düşünür olan Anaksimandros insanlığı özgür düşünceyle buluşturan ilk düşünürlerden biri olarak kabul edilir. Anaksimandros’u çağının ötesine taşıyan en özgün düşüncesi yeryüzü tanımıdır. Ona göre dünyamız uzayda yüzen sınırlı boyutu olan bir cisimdir. Hiç bir şey onu domine etmez bütün noktalardan eşit uzaklıkta olmasıyla konumunu korur. Beni de etkisi altına alan diğer şaşırtıcı tespiti ise tüm canlı türünün ilk önce suda geliştiğine dair teorisidir.

Anaksimenes, doğa filozofu ve geleneksel olarak Batı dünyasının ilk filozofları kabul edilen Miletoslu bu üç düşünürün sonuncusudur. Havanın dünyayı kuşattığını ve yerin yuvarlak bir düzlük olduğunu ve yıldızların da yeryüzünün etrafında döndüğünü ileri sürmüştür. Nasıl ki hava bize can verip ayakta tutuyorsa, dünyayı da sarıp onu bir arada tuttuğunu iddia etmiştir. Hava seyrekleştiği zaman, ateş, sıkıştığı zamanda rüzgar, bulut, su ve hatta toprak haline bile gelebilir. Yine ona göre insan tini (ruhu) bile havanın belli bir yoğunlaşması sonucu ortaya çıkmıştır. Anaksimenes'teki bu seyrekleşme ve sıkışma kavramları, birlikten çokluğa geçiş sürecini açıklamaya yaramasından başka, her tür niteliği niceliğe indirgeme girişimini de temsil eder.

MİLETOS TİYATROSU

Miletos’a Nasıl Gidilir?

İzmir ya da Aydın tarafından gidecekseniz tavsiyem Söke’den Priene Antik Kenti tabelasını takip edip devam etmeniz olacak. Miletos Antik Kenti, Dilek Yarımadası Büyük Menderes Deltası Milli Parkı yakınında bulunan Priene Antik Kentine ve tarihi bir köy olan Doğanbey’e çok yakındır. Önce Doğanbey köyüne uğrayıp birer çay içebilirsiniz ve kayadan yapılmış evler/sokaklar arasında kendinizi kaybedip harika fotoğraf çekebilirsiniz. Böylece hem Milet Ören Yeri ile bağlantılı bir şehir olan Priene Antik Kenti‘ni görmüş olursunuz hem de en kısa ve keyifli olan yol da budur.

Eğer Didim’e tatile geldiyseniz ilçe merkezine yaklaşık 22 km uzaklıkta yer alan Miletos’a buradan özel aracınızla Didim- Güllübahçe Yolu’nu takip ederek de ulaşabilirsiniz. Altınkum’dan ya da merkezden geçen minibüslerle de buraya ulaşabilirsiniz. Didim’e gelmişken Apollon tapınağını da görmeden gitmenizi istemem.

Antik kenti Müzekart ile ücretsiz bir şekilde gezebilirsiniz eğer müze kartınız yok ise giriş ücreti 15 TL, otopark alanı da mevcut ve ücreti araç başına 5 TL’dir.

Kenti kış aylarında su kapladığını hatırlatarak buraya bahar ve yaz aylarında gelmenizi tavsiye ederim. Geziniz esnasında lütfen çevreye, doğaya, tarihe saygılı ve onlara karşı hassas olmanızı önemle rica ederim. Keyifli bir gezi sizi bekliyor.

Kaynak


Herodotos, Tarih, Çev, Müntekim Ökmen, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2016

Aristoteles, Politika, Çev, Mete Tuncay, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1975

Strabon, Geographika, Çev. Prof. Dr. Adnan Pekman, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 9. Baskı, İstanbul, 2018

R.E.Wycherley, Antik Çağda Kentler Nasıl Kuruldu?, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İst. 1993

Egon FRIEDELL, Antik Yunan’ın Kültür Tarihi, Çev. Necati Aça, Alfa Yayınları, İst., Ekim 2017

Veli SEVİN, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası, Türk Tarih Kurumu, 5. Baskı, Ankara, 2019

MİLETOS TİYATROSU


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder