DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

23 Ekim 2021 Cumartesi

AZRA ERHAT VE YAŞAR KEMAL SÖYLEŞİSİ: "HOMEROS VE HOMEROSOĞULLARI"

AZRA ERHAT VE YAŞAR KEMAL SÖYLEŞİSİ: "HOMEROS VE HOMEROSOĞULLARI"


AZRA ERHAT: Yaşar, Homerosoğlu dedim sana bir yazımda, bu tanımlama sana hoş gelmiş olabilir, ama gerçektir aslında. Sen de ben de edebiyatın bir geleneğe dayandığına inanırız...

YAŞAR KEMAL: Ben de son bir yazı yazdım, Nâzım Hikmet'i bir geleneğe bağladım, dedim ki Nâzım Hikmet, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Yunus Emre geleneğini sürdüren adamdır dedim. Ve bir şansı oldu sanıyorum. Anadolu kökenli bir adam olmadığı halde, hapishaneye düştü, orada büyük ilişkileri oldu, halka, Anadolu halkına günceldir diyorum. Düşündüm düşündüm, Flaubert “ben Madam Bovary’yim” diyor ya, evet Flaubert gibi bir romana Madam Bovary'den başkası olamaz...

AZRA ERHAT: Niçin?

YAŞAR KEMAL: Flaubert çünkü kendi düşündüklerini, kendi duygularını yaşıyor, Madam Bovary Flaubert'in kendi yaşantısı. Flaubert romanında yöresini yaşayacağına kendini yaşamıştır, oysa epik sanatçı kendini yaşayan adam değildir, onun yapıtında yaşayan kendisi değil, topluluktur, toplumun insanıdır. Homeros Akhilleus değil, Helena değil, Hektor bile değildir...

AZRA ERHAT: Hem Akhilleus’tur, hem Hektor'dur, hepsi birdendir, yani birey değildir...

YAŞAR KEMAL: Bir çağdır, yaşayan topluluktur, yaşayan çağdır, epik hepsini birden yaşar, bir çağı tüm olarak yaşar ve yaşatır. Fransız edebiyatı sanırım ki iki akımdan oluşmuş, biri Flaubert, öteki Stendhal akımı. Stendhal başka, Stendhal kendini yaşamaz. Stendhal, Kontes Sanseverino değildir. Ben de Stendhal geleneğine bağlarım kendimi, ben de kendimden daha çok, yöremi yaşayan bir adamım, yani epik gelenekte olduğu gibi... Stendhal benim yastık kitabımdı, her roman yazışımdan önce Kırmızı ve Siyah’ı okurum bir kez...

AZRA ERHAT: Sen şimdi Fransız romanını bırak. Homeros'a gelelim. Homeros'a bağlayarak epik nedir, onu tanımlamaya çalış, sen Homeros'tan ne aldın, ne anlıyorsun epik gelenek deyince? Biraz önce söylediğin önemlidir: Ben bir epik geleneğin içindeyim diyorsun, yöresel bir gelenek bu, tutup da bir Hektor'u, bir Helene'yi yaşatmam diyorsun, kendini daha büyük bir çerçeve içinde bir topluluk içinde yaşatmak istiyorsun.

YAŞAR KEMAL: Hayır gelenek böyle gelişmiş, istiyorum istemiyorum diye bir şey söz konusu değil...

AZRA ERHAT: Peki ama sen bu geleneği nasıl bağlıyorsun Homeros’a? Ben sana Homerosoğlu diye bir laf ettim, sen ne anladın bu sözden?

YAŞAR KEMAL: Bizim memleketimizde epik geleneği sürdüren adamdır demek istedin sanıyorum, bu da beni sevindirdi, ama Homerosoğulları bir tane değil...

AZRA ERHAT: Elbette değil, sen biriciksin demedim ki...

YAŞAR KEMAL: Dünyada bir edebiyat geleneğidir Homerosoğlu olmak, sağlıklı bir edebiyat geleneği...

AZRA ERHAT: Tamam tamam...

YAŞAR KEMAL: Hele çağımız Homeros geleneklerine çok yakın, çünkü çok büyük halkları yaşamaya doğru giden bir çağdır, büyük halkların düşünce ve dünya görüşlerini dile getirmek ister; dünyamız çok küçüldü, artık edebiyatçı dünyanın savaşlarına, devinimlerine katılmak amacında. Gelenekleri de böyle büyük çapta sürdürebiliriz artık. Bu yolda çok insan var, ben yalnız değilim, yalnız olmak hoş bir şey değil. Örneğin Faulkner var, ben bir yazımda dedim ki, Homeros bizim zamanımızda, Amerika'da dünyaya gelseydi Faulkner olurdu. Faulkner köyünden çıkmamış ömrü boyunca, kasabasının insanlarını yaşamış, Amerika'nın güneyini, güney insanlarını dile getirmiş...

AZRA ERHAT: Anladım, ama bırak şimdi Faulkner'i. Ben sana Homerosoğlu dediğim zaman ille de sen Yaşar Kemal öylesin demek istemedim. Batı yazını doğrudan Homeros'tan gelme, onu herkes biliyor, ama ben özellikle Anadolu topraklarında bu geleneğin nasıl sürdürüldüğünü izlemek istiyorum. Birçok Homerosoğlu var dünyanın dört bir yanında, hepsine merhaba! Ama ben bizim Anadolu'ya değinmeni...

YAŞAR KEMAL: Faulkner'den başka bir de Şolohov var, o da büyük bir destancı bence, benziyorlar ikisi de birbirlerine, doğayı bütün ayrıntılarıyla Homeros gibi veriyor o da... 

AZRA ERHAT: Dur, bu önemli: biraz daha kesince betimleyebilir misin? Doğayı bütün ayrıntılarıyla vermek ne demek? Bunu 

YAŞAR KEMAL: Bana öyle geliyor ki, Homeros doğayı, doğanın olaylarını, devinimini insanoğluna çarptığı gibi vermiş. Karacaoğlan da öyle: “evrim evrim giden turnalar...” Homeros da öyle diyor aşağı yukarı...

AZRA ERHAT: Peki doğada insana çarpan şey nedir?

YAŞAR KEMAL: Bunlar doğayı yaşarken, doğanın en ayrıntısına giderler. Şolohov'un bir yaprağı, bir karıncayı, bir çiy tanesini anlatması da Homeros gibi...

AZRA ERHAT: Senin doğayı anlatman da öyle uzun ve ayrıntılı...

YAŞAR KEMAL: Benim doğam daha klasik, daha belli olmuş doğadır. Benim doğam benim çeşidime, cinsime uyuyor, benim doğamı Karacaoğlan'ın doğasından zor ayırabilirsiniz. “Çukurova bayramlığın giyerken” diyor Karacaoğlan baharın geldiğini belirtmek için. Ben de öyle diyebilmek isterdim. Bahar geldiği zaman Çukurova müthiş donanır, dağlar... Bizim Çukurova'da, “ninnilendi dağlar” derler, sıcaklık, ninnilenmesi yumuşaması, sıcaklanması... Büyük sanatçı halkın dediğini söyler, bu bir anlatış biçimidir... Homeros zamanında halk, “ninnilendi dağlar" deseydi, muhakkak Homeros'un şiirine girerdi. Halk bir biçim buluyor doğayı anlatmak için, büyük şair de özümsüyor bu biçimi, kendi destanına alıyor. 
Duygusunu, doğa ilişkisini hatta klişe  halinde de olsa alıyor... “kuzu meler koyun meler..."

Yaşar Kemal burada kendini Karacaoğlan'ın şiirine bıraktı, söyledi, okudu, bir ara takıldı, kalktı Karacaoğlan kitabını getirdi, oradan açtı okudu:
Koyun meler kuzu meler 
Sular hendeğine dolar 
Ağlayanlar bir gün güler 
Gamlanma gönül gamlanma
YAŞAR KEMAL: "Ağlayanlar bir gün güler” halkın bir atasözü ama koymuş şiirine, güzel umudu söylemek için, daha çok örnekler verebilirim:
Yiğit yiğide yad olmaz (düşman olmaz)
İyilere hamsüt olmaz (ihanet olmaz) 
Bin kaygı bir borç ödemez 
Gamlanma gönül gamlanma
"Bin kaygı bir borç ödemez” deyimi de halktan alınmış, halktan bir deyim, bir atasözü.

AZRA ERHAT: Ama ne güzel!

YAŞAR KEMAL: Karacaoğlan bu çeşit deyimlerle, atasözleriyle bezemiş şiirini, oysa mükemmel mimarisi olan bir şiir bu, ama halkın psikolojisinden, halkın klişeleştirdiği duygulardan meydana gelmiş.

Yaşar Kemal şiirin tümünü okuduktan sonra şöyle sürdürdü konuşmasını:

YAŞAR KEMAL: Bunu bir örnek olarak verdim. Karacaoğlan epope, büyük epope yazmış değil, o bir kişi, kuvvetli kişiliği olan bir birey, ama bir geleneğin sürdürücüsü, öyle olmasa kendisi de bu kadar sürdürülür, bu kadar yaşatılır mıydı.

AZRA ERHAT: Şimdi yine Homeros'a dönelim. Biliyorsun ki yüzyıllardan beri süregelen bir tartışma var bilginler arasında, Homeros diye bir ozan var mı yok mu, Homeros yaşadı mı, yani Homeros bir kişi mi yoksa birçok ozanlara birden verilen bir ad mı? Homeros bir tek büyük şair mi, bir halk geleneği mi? Sen okudun İlyada ve Odysseia’yı severek, anlayarak ve yaşayarak okudun, senin bir düşüncen olmalı, sen nasıl anlıyorsun Homeros'u, ne diyorsun bu tartışmada?

YAŞAR KEMAL: Ben Homeros araştırmacısı değilim, olamam, olanağım yok araştırmaya. Ben Homeros'u okuduktan sonra, senin ve Halikarnas Balıkçısı'nın Homeros hakkında verdiğiniz bilgileri işittikten ve Türk basınında ne çıktıysa onları da okuduktan sonra bir sonuca vardım. Benim sağlıklı düşüncem şu olabilir: Bugün Türkiye'de Anadolu'da yaşayan epik gelenekten Homeros'a gidebiliriz, Homeros'u bugünkü çağımıza bağlayabiliriz. Benim işim bu, biliyorsun, ben folklorla, Türk halk edebiyatıyla otuz kırk yıldır uğraşıyorum. 16 yaşımdan beri uğraşırım, bu geleneğin içinde doğdum büyüdüm, halk şairlerinin arasında. Gençliğimde, çocukluğumda başladım, sekiz yaşında başladım, "atışma” diyorlar ya, ben saçı sakalı ağarmış altmış yaşında bir ozanla sabaha kadar atıştım. Âşık Rahmi dedikleri bir ozan vardı, onunla. Sonra halk şairleri gelirlerdi, biz onları dinlerdik, ilkokulda bir arkadaşım vardı, Âşık Mecit, öldü Allah rahmet eylesin, öğretmenler onunla atıştırırlardı beni. Elimize bir saz verirler, ben iyi saz çalmasını bilmezdim, şimdi de iyi bilmiyorum ya, ama bizi dışarıya çıkarırlar Mecitle akşama kadar atıştırırlardı.

AZRA ERHAT: Peki nasıl atışırdın, ne söylerdin? Bana öyle yabancı ki anlamıyorum. Nereden öğrendin?

YAŞAR KEMAL: Bir öğrenme değil, bir gelenek bu. Halk şairlerini görüyordum, dinliyordum, içimden geldi, ben de katıldım. Ben ilk şiirimi ne zaman uydurdum bilmiyorum. Örneğin köyde değirmen çekerlerdi, değirmen çekerken mâni söylerlerdi. İlk onlara benzeterek uydurduğum mâniler oldu ve kızlara öğretiyordum ben yeni öğrendim diye, oysa kendim uyduruyordum. “Bizim deli Kemal nerden öğrendi bunları?” derlerdi. İşte onun için Homeros'a benim yaşantimdan gitmek çok daha ilginç olur. Ben bu gelenekten geldim, sonra okuryazar oldum. Hikâye, şiir, roman yazmaya başladım, ama asıl sözlü gelenek içinde yetiştim.
    Başka bir örnek daha vermek istiyorum: Kürtlerde büyük bir epope şairi var, adı Abdalı Zeyniki, Birinci Dünya Savaşı yıllarında yaşamış: Büyük efsanedir o Kürtler arasında, bir de dengbejler vardı, destan söyleyicileri, ben dengbejlerle karşılaştım. Kürtlerin bir epopesi var: Memo Alan, homerik epope gibi bir şey, yalnız bu Kürt epopelerinde uyak yoktur, bizim bugünkü serbest şiirimiz gibidir. Dede Korkut da serbest şürdir bir yerde. Dengbejler Memo Alan'ı okudukları zaman, “bu Abdalı Zeyniki'nin Memo Alan'ıdır” diyorlardı. Demek ki Abdalı Zeyniki hem kendi şiirini söyleyen, hem eski epopeleri tekrarlayan büyük bir şairdir.

AZRA ERHAT: Homeros da öyle olabilir.

YAŞAR KEMAL: Memo Alan'ı ben beş yerde duydum, beşinde de söyleyen dengbej, "bu şimdi söylediğim Abdalı Zeyniki'nin Memo Alan'ıdır” dedi. Ama banda alamadım, teybim filan yoktu o zaman. Çukurova’da bizim Gico Mehmet diye destanlar bilen bir şairimiz vardı, sabaha kadar söyler, komşumuz olduğu için ben de çok meraklıyım, sabahlara kadar dinlerdim onu. Sonra Abdal Mustafa vardı, ailenin dengbeji, aile para verirdi ona, sonuna kadar. O işte Abdalı Zeyniki'nin kendi destanını anlatırdı, Yer Demir Gök Bakır'da yazdım. Müthiş bir destandır, hayatının hikâyesi. Abdalı Zeyniki âmâ imiş, bir gün yolda giderken bir kuş bulmuş, yaralıymış, yaralı kuşu almış kucağına, köye gitmiş, bu ne kuşudur diye sormuş, demişler ki turna kuşudur, ne olmuş buna, kanadı kırılmış demişler. Abdalı Zeyniki müthiş acımış kuşa, bir dağa gitmiş, turnayı önüne koymuş, günlerce gecelerce Allah'a yalvararak, doğaya yalvararak şu kuşun kanadını eyit benim gözümü sağlat demiş, birden bir ışık patlamış gözünün önünde ve patlayan ışıkta turnayı görmüş, turnaya elini uzatmış, turna uçmuş gitmiş... 

AZRA ERHAT: Ne güzel! Abdalı Zeyniki'nin gözü açılmış mı?

YAŞAR KEMAL: Açılmış tabii. Ve gerçekten de açılmış, altmış yaşından sonra açıldığı söyleniyor ve gören var. Abdal Musa'ya sordum, görmüş onu, bizim evimize de gelmiş, Van'daki ailemin evine. Abdalı Zeyniki türkü söylemiş ve gözü açıkmış söylediği zaman, Birinci Dünya Savaşı'nda... 

AZRA ERHAT: Homeros da kördü derler ya. Peki Yaşar sen Homeros'u okuduğun zaman aynı duyguları...

YAŞAR KEMAL: Memo Alan destanının tarihi bilinmiyor, fakat çok eskilerden geliyor, sonra daha bir şey var, bu destanı Abdalı Zeyniki'nin söyleyişi başka, bir başka ozanın söyleyişi başka. Bu Gico Mehmet dediğim dengbej var ya, ona sordum, senin okuduğun kimin destanıdır diye. Yazık ki Abdalı Zeyniki'den öğrenemedim, o uzaktaydı, başka bir dengbejden öğrendim, dedi. Şimdi Homeros'a gelelim: Homeros da Abdalı Zeyniki gibi eski destanlan söyleyen büyük bir dengbej, bir söyleyici, bir nakilci olabilir. Ben öyle sanıyorum ki Abdal Zeyniki de kendinden çok şey katmıştı Homeros da öyle olabilir, bu bir. İkincisi, Homeros çok eski bir ozan olabilir, ondan sonra bir sürü ozanlar gelmiş ve onun destanına katkılar yapmış olabilirler, yüzyıllar boyunca değişe değişe, bugünkü metne varılmış olabilir. 

AZRA ERHAT: Öyle, biliyorsun Homeros bir geleneğin başında değil, sonunda görülür, o bir başlangıç değildir, yetkinleşmiş bir sonuç olsa gerek. Daha bir şey var, İlyada ile Odysseia arasında da bir zaman ayrımı göze çarpar. İlyada daha eski bir destan, Odysseia daha yeni gibi görünür. Homeros bir değil, birçok kişi olabilir.

YAŞAR KEMAL: Olabilir, ama biz sağlıklı bir sonuca varmak istiyorsak bilinen edebi geleneklerden, yaşayan epik gelenekten yola çıkmalıyız. Benim gördüğüm kadar Abdalı Zeyniki çok büyük bir kişilik, Memo Alan destanına o damgasını vuruyor, ben Abdalı Zeyniki ününde bir kişiye rastlamadım. Bütün epik geleneği o yeniden yoğurmuş...

AZRA ERHAT: Evet ama sen Kürt destanlarından söz ediyorsun. Türk epopeleri için aynı şeyi gördün mü, yaşadın mı?

YAŞAR KEMAL: Türkçede var, benim çocukluğumda Köroğlu söylenirdi, Gebelili Murtaza'nın Köroğlusu, Küçük Mehmet'in Köroğlusu vardı, ikisi birbirine hiç benzemezdi, aynı bölgeden olduğu halde bu iki söyleyici başka başka varyantlar getirirlerdi. Bir örnek vereyim, Güdümen Ahmet diye bir adam vardı, Kazmaca köyünden, Kadirli'nin yok Osmaniye'nin Kazmaca köyünden, ben gittim, ondan derledim Köroğlu’nu. Güdümen Ahmet'in Köroğlusu, büsbütün ayrı bir varyanttı denebilir. Biliyorsun Güdümen, Köroğlu destanının bir kişisidir, bir tipi, bu Ahmet öyle başka biçimde anlatıyordu, canlandırıyordu Güdümen’i ki, halk ona Güdümen'in adını vermiş, Güdümen Ahmet demişler. Adam bir tipe hayran oluyor, o tipi birinci plana çıkarıyor. Homeros için de öyle olabilir, İlyada destanını yeniden söylemiş olabilir ve kendisi Anadolulu olduğu için Hektor'u daha çok tutabilir. Anlatan bir Atinalı ise o daha çok Akhilleus’u ya da Agamemnon'u ön plana alabilir.

AZRA ERHAT: Aslında Homeros Akhilleus'u anlatır gibi görünüyor, destan Akhilleus destanı, oysa Hektor'u anlatıyor asıl... 

YAŞAR KEMAL: Bütün kalbi Hektor'la beraber, asıl büyük kahraman o, tanrıların yazgısı yüzünden Akhilleus'un önünde kaçmak zorunda, o büyük kahramanın kaçması insanın yüreğini sızlatıyor...

AZRA ERHAT: Sızlatıyor ama en sonunda Akhilleus da insan oluyor, Hektor'un babası Priamos'a karşı nasıl insanca davranıyor.

YAŞAR KEMAL: Epik bu, epik hayatı olduğu gibi verir, hayatı bütün güzelliğiyle kabul eden insandır epik şair . Ben başka bir şey de söyleyeceğim: Epik, hayata, toptan hayata bir minnettarlık çığlığıdır...

AZRA ERHAT: Aman ne güzel söyledin bunu, hiç düşünmemiştim...

YAŞAR KEMAL: Taşa minnet, ağaca minnet, buluta minnet, çiçeğin açmasına, insanın tadına, hatta bütün pislikler, kötülükler içinde, isyan etmeden o pisliğe, savaş içinde bile insanın güzelliğine minnet. Toptan hayata minnettarlıktir epik, müthiş bir umuttur. Bizim çağımız epik gelenekten kopmasaydı böyle karamsarlığa düşer miydik? Nedir o umutsuzluk, o karamsarlık; o ahmakları dinlersek, toptan intihar etmemiz lazım. İnsanoğlu umutsuzluğa düşmüyor ki, insanlığın hayatı büyük bir sel içinde akıyor ve o sel işte epikte yansıyor...

AZRA ERHAT: Doğru söyledin, İlyada'da da en kara savaş sahnelerinde bile en ufak bir karamsarlık, bir umutsuzluk sezilmez. 

YAŞAR KEMAL: Ben bunu Karacaoğlan'da buldum, o da büyük bir kişi olarak dile getirir hayata minnet duygusunu:
Arılar da konmaz oldu pürene
Şükür olsun bu sevdayı verene 
Arıların en çok sevdiği çiçek pürendir, o olmasa da, dünya ne kadar kötü olursa olsun, ne kadar bozulursa bozulsun, yine de şükür olsun bu dünyaya geldiğimize! Bence Homeros'un, Homeros destanlarının anafikri budur, bu insanca uyumu, iyimserliği dile getirmesidir.

AZRA ERHAT: Ama bu duygu yitirildi çağımızda, karamsar, kötümser bir dönem yaşıyor insanlık, epikten bu denli kopması da ondan olsa gerek.

YAŞAR KEMAL: Geçenlerde New York'ta bir konferans verdim, dedim ki: "İnsana göre değildir umutsuzluk, umutsuzluk gayriinsanidir.” Eğer bu dünyada insanlar umutsuzluğa kaptırırlarsa kendilerini...

AZRA ERHAT: Ya, nedir o karamsarlık, o bunalım dedikleri, ne demek, niçin bunalım?..

YAŞAR KEMAL: O, kapitalizmin yarattığı bir pisliktir, bir kötülüktür, insanların tepesine çökmüş bir karanlıktır. Yoksa insanoğlunun kanında yok bu pesimizm. Elbette ki insanoğlu saf ümit değildir, elbette karanlığı olacak, ama kanında umut vardır.

AZRA ERHAT: Öyledir, ama gel dönelim yine Homeros'a.

YAŞAR KEMAL: Destan konusunda beni en çok etkileyen, destan anlatımının kişilere göre değişmesidir, yani destancının anlatımını kendine göre yapması, yeni yeni yaratması. Onun için Homeros'u hiçbir zaman bir tek kişi olarak düşünmedim, mümkün değil, destan dilden dile geçer, biçimlenir. Yazılı gelenekten gelmeyen bir şair koca bir destanı tek başına yaratamaz, destan sözlü geleneğin ürünüdür. Biz şimdi yazılı edebiyat yapıyoruz, ama ben kendimi epik geleneğe bağlı sayıyorum, çünkü gençliğimde, Çukurova'da ben kendimi yaşadığım kadar bütün halkı da yaşadım, bütün olayları yaşadım. Roman yazınca da ben artık yalnız bir Hatice olamam, bir İnce Memet bile olamam. İnce Memeťte bir Abdi Ağa var ya, ben ona düşman değilim, olamam, ama bugünkü kafamla Abdi Ağa'nın değişmesi lazım diyorum. Homeros da Hektor'u tuttuğu halde, onu öldüren Akhilleus'u da tutuyor. Onun babasını kabul ederken, kendi babasını anımsıyor, onun acısına katılıyor, kendiyle ölçüyor düşmanını da, o korkunç öfkesi içinde bile düşmanını aşağılamıyor. 

AZRA ERHAT: Çok, çok önemli bir şey söyledin Yaşar Homeros, destanı insanca bir umut ve iyimserliği dile getiriyor. Acaba destan  türünün bir özelliği mi bu?

YAŞAR KEMAL: (güler) Destan türü diye bir şey düşünmüyorum, edebiyat var, edebiyat sağlıklı ve doğal bir edebiyatsa, destan türü sürüyor demektir. Ben başka türlüsünü kabul edemiyorum.

AZRA ERHAT: Epiğin romanla ilişkisini nasıl kuruyorsun?

YAŞAR KEMAL: Amerika'da verdiğim konferansta da belirttim, epik aktüeldir, günceldir, epiğin ana özelliği doğayı da halkı da yaşayabildiği kadar yaşamaktır, yaşamak da algılamak demektir. Oysa bizim çağımızda yapılan edebiyat yabancılaşmış bir edebiyattır. Ben bu geleneğin adamı değilim. Üstelik bu bencil, hastalıklı edebiyatın insanoğlunu da iyi yansıttığına inanmıyorum.

AZRA ERHAT: Ne var ki bu edebiyatı bizim zamanımızda roman türü dile getiriyor. Hiç kuşku yok, roman yirminci yüzyılın epiğidir, epik gelenekten çıkmadır ve bir yerde epik geleneği sürdürür. Ama daralmış bir türdür. Düşünüyorum da, bu daralma, bu yabancılaşma acaba adı ile de ilişkili mi? Yani biliyorsun, epik, epope, Yunanca “epos” sözcüğünden gelme, epos basbayağı “söz” demek, roman ise ilk anlamıyla Latince olarak yazılmamış, Latinceden türeme “roman” dedikleri dillerle yazılmış eserdir. Yani epos çok geniş anlamda bir terim, roman ise çok daha dar. Epos bütün insanlığa seslenen bir tür, romansa gitgide daralan bir tür. 

YAŞAR KEMAL: Kürtçe "dengbej” sözcüğü de öyle genel anlamda. Deng: Ses demek, bej ise söyleyen, dengbej tipik olarak profesyonel destan söyleyen adam demek. Birkaç yıl önce Anduk Dağı'na çıkmıştım, orada bir çeşit festival, büyük bir bayram yapıyorlardı, binlerce dizelik destanlar okuyordu doksanlık bir dengbej, elinde değnek vardı. 

AZRA ERHAT: Ya... Tıpkı Homeros'ta olduğu gibi, destan okuyucularına “rhapsodos” yani "değnekle söyleyen” denir biliyorsun. Demek bu özelliğe de rastlanıyor Anadolu'da.

YAŞAR KEMAL: Homeros'un epiği bir çağın epiğidir, kabilelerin, boyların epiği; Agamemnon'un boyu Priamos'un boyuna saldırır, Troya Savaşı bu yüzden kopar.

AZRA ERHAT: Destan deyince çokluk bir savaş gelir akla, Bati destanlarının hepsinde bir savaşma, bir çarpışma söz konusudur.

YAŞAR KEMAL: Batı'da bu yönden bir yanlış anlama var gibime gelir, destan ille de kahramanlık destanı olacak, gümbür gümbür söylenecek.

AZRA ERHAT: Destan öyle anlaşıldı mı, Odysseia destan sayılmamalıdır, orada bir savaşma yok, kahramanlık yok da bir insanın doğa güçlerine karşı koyması var.

YAŞAR KEMAL: Bizim destanlarda bu kahramanlık havası günlük yaşamdan alınma, masal öğeleriyle de karişiyor. Manas destanı öyle. Dede Korkut da öyle. Orada iri sözlere rastlanmıyor, palavrası yok, kahvede konuşur gibi konuşuyor insanlar, yalın, sade. Ben destan deyince ille de hamaset anlamam, benim için Cervantes’in Don Quichotte'si de bir destan, öyle güncel ve evrensel biçimde yansıtıyor çünkü çevresini. Daha ileri gidip Yunus Emre'yi de epik sayabiliriz, çünkü kendini değil, tümüyle tekkenin yaşamını ve düşüncesini yansıtıyor. Özetle kendini değil, kişiyi değil, evreni ve insanı derinlemesine yaşayan, doğayı, insanı çelişkileriyle canlandıran yazın türüne epik diyebiliriz. Ben epiği böyle anlıyorum.

AZRA ERHAT: Bu tanım doğrudur gibime geliyor, böyle anlaşılınca da epik bin yıllar önce nasıl güncel idiyse, nasıl insanı ve doğayı en iyi yansıtan tür idiyse, yarın da insanlık, büyük toplulukların oluşturduğu insanlık bugünün daralmış, insana ve doğaya yabancılaşmış edebiyatından giderek uzaklaşıp epiğe yaklaşacaktır diye inanıyorum. Bugün bile edebiyatın her türü ne kadar büyükse, ne kadar evrensel ve uluslararası düzeye yükseliyorsa o kadar epik nitelik taşır. Bunca bin yıl sonra Homeros destanlarının böylesine güncel, böylesine gerçek sayılması boşuna değil. Epik, geleceğin türüdür sanırım.
***
Yaşar Kemal ile konuşmamız daha sürdü; destan üstüne, Homeros üstüne daha çok söylenecek şeyler olduğunu bile bile kesiyorum burada söyleşimizi. Bu konuşmadan amacım Homeros'u okuyucularıma yalın biçimde yaklaştırmaktır. İlyada ve Odysseia binlerce dizelik koca destanlar olabilir, geçmiş göçmüş bir olayı ya da olayları, tarihe ya da masala karışmış kişileri canlandırabilir, adlarını bile zor okur söyleyebiliriz o kişilerin. Ama biraz çabayla -ki değer bu çabayabu iki yapita yaklaşma yolunu bulduk mu, bu yazının giderek günlük yazınımızdan çok bize yakın olduğunu görürüz. Yaşar Kemal ile konuşmamız bu gerçeği kanıtlıyor sanırım.

Kaynak: Azra Erhat, Homeros Gül ile Söyleşi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2021, s. 168-181.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder