CEM KALENDER''İN "KAYIP GERGEDANLAR" KİTABI ÜZERİNE |
Cem Kalender'in kitabını okurken, rahmetli Oktay Gökdemir'in Toplumsal Tarih dersleri zihnimde canlandı. Edebiyat ile toplumsal tarih anlatısı arasındaki adam akıllı ilişkiye bu derslerde tanık olmuşuz. Tarih bir anlatı sunar, bu anlatı tarihçinin diline göre farklılık gösterse de birçok tarih anlatıcısının dili kurudur, olayın içine giremezsiniz, her yönünü idrak edemezsiniz. Tarihsel olay kimi zaman bir edebiyat eseri ya da bir gezi planı ile insan zihnine daha iyi mıhlanır. Duygu durumu yükseldikçe, olayın travmatik yönü gözler önüne daha iyi serilir. İyi bir toplumsal tarih anlatımı, iyi bir edebi anlatımla mümkün diyebiliriz sanırım.
Cem Kalender, Kayıp Gergedanlar isimli bu eserinde toplumsal tarihten yola çıkarak bir kurgu sunuyor bize. Ufak bir araştırma kitaptaki bazı olayların doğrudan Maraş Katliamında yaşananları kurguya dahil ettiğini gösteriyor ve yukarıda söz ettiğim gerçekliğin travmatik durumunu(trajedisini) insan zihnine mıhlıyor. Yaşlı bir kadının gözüne, cennete gitmek umuduyla tornavida sokacak kadar manipülasyondan hepimizi Morpheus korusun! Cem Kalender, toplumsal tarihi edebiyat ile hissettirmeyi, olayların duygusunu okuyucuya geçirmeyi çok kaliteli bir üslupla başarmış. Okuyucuya gerçek olayları biraz araştırma görevi düşüyor...
Eser linear bir çizgide olayları anlatmıyor, zaten onu belgesel veya olay anlatan kitaplardan bekleriz. Zaman içinde savruluyorsunuz, bu okuma zevkini artıran bir durum. Geçmiş ve şimdi arasında gitgeller oluyor, dil sade ve akıcı olduğu için okumada bir sorun yaşamıyoruz. Ama geçmiş şimdide kendini hissettiriyor, geçmişin yarattığı travmayı kitap ilerledikçe ve sona yaklaştıkça, önce tırnak uçlarımızda, daha sonra iliklerimizde hissediyoruz.
Bildiğimiz masallar bu travma içerisindeki zihinlerde kendine yepyeni ifadeler buluyor, bambaşka bir Şehrazat ve Adem ile Hava hikayesi okuyoruz. Masalların nasıl güçlü bir mesaj, eğitim aracı olduğu üzerine tefekkür etmemek mümkün değil. Kültür değiştikçe, kültürün ürettiği her şeyde nasıl değişiyor; muhteşem.
Eser aynı zamanda bir kasaba ve kasaba insanı anlatısı barındırır. Bazı yerlerde şehirliler ile kasabalılar çatıştırılır. Kasaba hayatı durağan, şehir hayatı canlıdır. Kasaba yaşantısında herkes herkesin işine burnunu sokar, fazla yakınlık tez ayrılık getirir lafzı bir anlamda doğrulanır. Ve toplumsal travmalar insanlar arasına duvar ördürür, kuyu kazdırır. Kasabalar albayım, bizi fazla bunaltırlar.
Geçmiş ve gelecek arasındaki geçişten bahsetmiştim, bir diğer geçişkenlik ise gerçek ve büyülü gerçeklik arasında olur. Bu bölümlerde yazar psikolojik bir metafor yöntemi uygulamış gibi gözükür. Anne, çocuklar ve çoban metaforu işlenir. Bu metaforlar işlenirken kayıp gergedanlar aranır ki eserin ismi de buradan gelir. Çoban çocukların babasıdır. Çoban kavramını görünce aklıma gelen Tevrat ve Eski Mezopotamya metinleridir. Çobanın krallığını ilan edeceği beklentisi oluşturur bu bakış açısı. Gerçi ataerkil toplum yapısında her baba bir çoban, her baba bir kraldır. Herkaleitos'un sitemi de bu yüzden belki de "krallık çocuğundur". Ve çocuklar Zeus'un Kronos'u yenmesi gibi, babalarının peşinden giderler. Burada bilinçaltının sınırlarında yolculuk vardır ve çözümlenmesi gereken bir çok metafor vardır. Hem gerçeklik anlatısında hem de büyülü gerçeklik anlatısında kuyu metaforu yer alır ve bilincimizin derinlerini sembolize eder gibidir.
Tüm bu katliamda büyük acılar yaşayan Suna karakteri, çocuklarını diş dünyadan korumak ister, o katliam ile beraber insanların kötülüğünü deneyimlemiş, bu nefreti ile tiksinti içinde kaşınmıştır. Çocuklarını kendi parçası haline getirmek için tüm bağlantılarını sadece kendisine bağlamıştır. Dışarıdan gelebilecek tüm uyaranları yok etmek için fiziksel ve manevi duvarlar inşa etmiş, tüm içeriği kendi süzgecinden geçirip çocuklarına aktarmıştır. Gerçeklik içinde çocuklar büyülü bir gerçeklik hapsine mahkum olmuşlar ama Platon'un mağarasında olduğu gibi zincire vurulmuşluklarının farkına varacak durumda değillerdir. Gerçi Suna karakterine de bazen hak vermemek mümkün değildir. Fakat bu duvarlar bir kez yıkıma uğradığında artık her şey tepetaklak olur, büyülü gerçeklik kuyunun derinliklerine gömülür.
Beraber yaşayamama kültürümüz kitapta çok güzel işlenmiştir, edebiyatın gücüyle insana aktarılmıştır. Gerçi hala böyle saçmalıklar içinde bulunduğumuz için bunun gerçekliği, farkındalığı hep yanı başımızda; bu yüzden de kitaptaki bu mesajı anlamak zor olmuyor. Diğer işlenen bir konu ise yan sokak yanarken ateşin sizin sokağınıza sıçramayacağını düşünmek saflıktır. O ateş gelip sizi bulacaktır, o yüzden yan sokağa en kötü ihtimal bir kova su ile koşmak gerekir.
Bu kadar yeter. Kitabı tavsiye eden @zorba_kitabevi _kafe ye çok teşekkür ederim. Kitap toplantılarında çok kaliteli kitaplar okuyorlar, İzmir'de olanlar bir göz atsın, derim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder