DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

22 Ekim 2024 Salı

EVİNİ ARAYAN ADAM

 

EVİNİ ARAYAN ADAM

Gökyüzünde ay temaşa-ı seyr-i alem etmekliğindeydi. Yıldızların parıltısı ormandaki bir ayının üzerine vurmaklıydı. Bir ayı yıldızların görüntüsünü yansıtan bir gölü izlemekte, pek yıldızları umursamaklı değil, gözlerini arada görünen balıklara dikmiş, adeta bir kedinin güvercinlerini izlemekliği gibi pür dikkat gözlerini göle dikmişti. Bu sırada gölün öteki ucunda eskiden “bilinmeyen adayı aramak için kralın kapısını çalan adam” balık tutmaktaydı. Balık tutan adamı pür dikkat balıkları izleyen ayı görseydi, hem çok kıskanırdı hem de balıklarımı rahat bırak diye kafasına pençesini indiriverirdi velakin aralarında mesafe vardı. “Bilinmeyen adayı aramak için kralın kapsını çalan adam” tuttuğu balıkların bir kısmını ormandaki canlılar yesin diye bıraktı. Bu hareketi paleolitik atalarından kalma bir alışkanlıktı, avlanan hayvandan doğaya bir kurban sunularak bir arınma amaçlanırdı. Gerçi adamın bu olaydan haberi olup olmadığı muallaktı. Çok küçük yaşlarında dedesinden görmüş olsa da asıl bu alışkanlığı babasından görüp, babasının bu hareketini devam ettirmiş, kediler ile ileride kurduğu bağ ile de bu alışkanlığı kaçınılmaz hale gelmişti, karısına bir gün “bu balıkları ayı yiyeceğine bir kedigillerden bir kedi yer umarım” demişti. Karısının kedigillerden kedi nedir demesine, sonuçta aslan bile kedi sayılır ama insan yanına yaklaşmaktan biraz tırsıyor açıkçası derken hüzünlü görünüyordu, bir aslana sarılmak sanki tahayyülüymüş gibi bir tavır vardı üzerinde.

 

Elinde balık kovasıyla ilerlemekliyken birden evin yolunun değiştiğini fark etti. Normalde geldiği yerden evin bir kısmını görmesi gerekiyordu, o noktada olduğundan emindi, bildiği ağaçlar hatta gözettiği ağaçkakanın yuvasını görüyordu. Ama ev ortalıkta yoktu, görünmüyordu, neler oluyordu anlayamamıştı. Biraz ilerledi, ağaçlara baktı, bildiği ağaçlardı, yanından bir ceylan geçerken adamın dertli haline acımış olacak ki “evini bulmak için önce kendini bulmalısın” dedi. Adam birçok tuhaflık görmüşlüğüne rağmen ceylanın konuştuğuna şaşırdı. Ceylana “nasıl konuşuyorsun sen” diyecek oldu ama cümlesini tamamlamadan ceylan ormanın içine karışmaklıydı. “Kendini bulmak” dedi adam, ben kendimi bilinmeyen adayı ararken bulmamış mıydım? Sonra düşündü gerçi ben o zaman ki ben miyim? Yoksa geçen yıllarda kendimi kaybetmiş olabilir miyim? Derken gökyüzünden bir bulut, “herkes kendini bilebileceğini sanır, oysa ki her an başkasıyızdır” dedi, mesela ben diye devam etti, kimi zaman toprakta su olurum, buharlaşır gökyüzüne çıkar bulut olurum, bir de bakmışsın yağmur olmuş toprağa yağarım, gerçi çamur olmayı sevmem ama o da benim parçamdır vesselam, deyip arkadaşları ile beraber sağanak yağmur olup, kendilerini gökyüzünden toprağa bıraktılar. Adam olduğu yerin su dolacağını anlayınca, hızlı bir şekilde karşısındaki dağa doğru hareket etmeye başladı. Dağdaki kayalıkları görünce, tamam bulut haklı, çabucak değişime uğramaklı ama kayalar öyle mi değil, binlerce belki milyonlarca yıl kaya olmaklığını koruyor, diye düşündü. O düşüne dursun, arkasından bir ağaç geldi, ağacın hareket etmesine pek şaşıramadı, Ceylan’ın konuşmasından sonra neye şaşıracağını bilemez hale geldi. Ağaç, konuşmaya başladı, eğer çocukken bir ceylanın konuştuğunu görsen şaşırmayacaktın, çocukluktan itibaren ceylanların konuşmadığını gördüğün için ceylanın konuşmasına şaşırdın dedi. Oysa kendini bilseydin, bunun zaten böyle olduğunu idrak etmiş olurdun. Adam ağacın dediklerini dinledi, evimi nasıl bulacağım demeklisine ağaç kendini bulacaksın demekliydi. Anlaman gereken bir bütünün, bir zamanın ve bir mekanın seni sen yaptığıdır. Ağaç bu sözlerinden sonra oradan gitmekliydi, adama nereye demeklisine, ormanımda hanımım bekler, kafama kozalak atmasını istemem, geç kalmamalıyım diye cevap verdi.

 

Dağın başında tek başına kalmıştı, geri dönemezdi, her yer su ile kaplıydı, içi hayvanlarla dolu bir gemi hareket etmekliydi. Suyun yükseliyor olması, dağın zirvesine doğru gitmekliğini zorunlu kılıyordu. Karşısına bu sırada kanatlı bir kedigil çıkmıştı, bu kendisini baya heyecanlandırdı, kanatlı bir kedigil, çocukken çizdiği bir resim aklına gelmişti. Resmi gören annesi, Sphenks denilen mitolojik varlıklardan bahsetmişti, bu yüzden bir bilmece ile karşı karşıya kalacağını anladı. Kedigil, “Doğduğundan dört ayaklı, yetişkinliğinde iki ayaklı ve ölüme yaklaştığında dört ayaklı olan canlı hangisidir?” diye sordu ve adam biraz düşündü, sonra taşındı, biraz daha düşündü ve sonunda “insan” cevabını verdi. Kedigil sorunun cevabını bildin yoluna devam edebilirsin dedi ve eklemeyi ihmal etmedi ama kendini bulmazsan yol hiç bitmez demekliyken kanatlandı. Tepenin karşısına geçerken bir köprüyü kullanıyordu, bir adam gördü, adam buna, senden 40 akçe isterdim, köprüden geçmezsen 40 kötek atardım ama Azrail başıma bela oldu, sahi sen benim yerime ona canını verir misin? 40 kötek atar canını vermeye ikna ederdim seni ama gönülden istemezsen bir faydası olmaz, var yoluna git, ben anama, babama, yârime gideceğim, sen sen ol “kendini bil” yabancı dedi. Adamın arkasından bir şeyler diyecek oldu ama kendinden dertli birini gördüğünü düşünerek çenesini tuttu. Kendini bilmek, kendini bilmek diye tekrar etmeye başladı.


Gökyüzünden ay temaşa-ı seyr-i alemini bitirmek üzereydi, güneş sırasının gelmesine sabırsızdı, ayı balıkları seyrine devam etmekliyken, gölün yakınındaki kulübede bir kadın, “bilinmeyen adayı arayan adamın” sayıklamalarına uyanıp, kalk adam kalk sayıklıyorsun, dedi. Adam uykusundan uyanıp, ne sayıklıyorum demekliğine hanımı “kendini bil, kendini bil, kendini bil” diye sayıklıyorsun dedi. Hanım acayip bir rüya görmekliydim, insanın evini bulması için kendisini bulması gerektiğine dair bir macera içinde buldum kendimi. Acaba kendiliğimi biliyor muyum? Diye sormaklığına kadın, onu bilmem de bugün üzüm bağlarındaki üzümleri toplayacağız, belki de kendini bilmek üzümleri toplamaktır, demiş.      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder