Bu kitabı ilk kez bir tanıdığım okurken görmüştüm. Elime alıp incelediğimde, uzun ve karmaşık gibi görünmüştü. Merak etsem de, bu karmaşıklık yüzünden okumayı erteledim. Ancak aklımda hep vardı. Uzun bir yolculuğa çıktığımda, yanımda getirdiğim ve en sona sakladığım kitap bu oldu. Diğer kitapları tek tek tükettim ve sonunda bu kitaba sıra geldi. Artık hem okumak için geniş bir zamanım vardı hem de kitabı derinlemesine inceleme fırsatım oldu. Ayrıca, korktuğum kadar da zor değilmiş; yazar, kolay okuyabilmem için kitabı birçok bölüme ayırmış. Bu bölümler bile sanki benim için düşünülmüş gibiydi.
Netflix, Gabriel García Márquez’in ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ romanından uyarlanan dizinin tanıtım videosunu paylaştı. Dizinin bu yıl içinde yayınlanacağı açıklandı. Bu kitap gerçekten beni takip ediyor olabilir mi? Mutlaka izleyeceğim; heyecanla yayınlanmasını bekliyorum. Fragmanı çıktı bile.
Bu kitabı okurken tedirgin oldum, yoruldum. Bir kitabı okumak için bu kadar emek vermemiş, bu kadar zaman harcamamıştım. Ancak bırakmak, gitmek, vazgeçmek istemedim. Vazgeçmedikçe, dünyanın ne kadar feci bir yer olduğunu gördüm; anlatılan tüm yük sanki omuzlarımdaydı. Her şeyden insan kendine bir pay çıkarır mı? Evet, çıkarır. Hayatın acıları ve dramları, birkaç cümleyle olağanüstü bir şekilde geçiştiriliyor. Bu durum, insanın aklını durduracak kadar etkileyici. Acılar bu kadar kolay mı yaşanıp geçiyor?
Bu kitap, belki de acı-tatlı kavramlarını yeniden gözden geçirmemi sağladı. İçinde bulunduğum yoğun duygu durumunda bu kitabı okumak, bu şekilde denk gelmiş olması tesadüf olamaz diye düşünmeden duramadım. Hayatımda özel bir yere sahip oldu. Hayatta önemli olan, başımıza ne geldiği değil; onu ne kadar ve nasıl hatırladığımız. Hatıralarımıza nasıl yerleştirdiğimiz. Her şey, bizim anlam yüklediğimiz kadar anlamlı; bizi etkilemesini istediğimiz kadar etkili.
Kitabın arka kapağında şöyle yazıyor: “Bu romanı dikkat ve keyifle okuyan, hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. Şaşırmadılar çünkü onlara hayatlarında yeni olan hiçbir şey anlatmamıştım. Kitaplarımda gerçekliğe dayanmayan tek bir cümle bulamazsınız.” Yazarın kendisi böyle bir şey söylemişken ona neden inanmayayım ki?
Roman, insanlığın ve bir ailenin nesiller boyu süren yalnızlığını anlatıyor. García Márquez, Buendía ailesinin üzerinden geçen yüzyıl boyunca, büyülü gerçekçilikle harmanlanmış bir dünya kuruyor. Gerçek ile hayalin iç içe geçtiği bu dünyada, aşk, savaş, ihanet, umut ve umutsuzluk gibi insanlık tarihinin değişmez temaları yer alıyor. Yüzyıllar boyunca süren bu hikaye, kurgunun gerçeklikten beslendiği kadar, aslında gerçekliğin de kurgu tarafından şekillendiğini düşündürüyor.
Yüzyıllık Yalnızlık'taki bilgelik, hayatı başka bir şekilde deneyimlemenin mümkün olduğunu gösteriyor. Kitap, yer yer okuyucuyu yoracak kadar çok olay içeriyor; ancak bu büyük ve dramatik olayların birkaç cümleyle anlatılması, acı çekmenin çoğu zaman bir zorunluluk değil, bir tercih olduğunu ve gülerek iyileşmenin mümkün olduğunu da gözler önüne seriyor.
Márquez'in ustalıkla çizdiği bu dünya, okuyucuyu düşünmeye ve kendi hayatını sorgulamaya iten derin bir tefekkür alanı sunuyor. Örneğin, Fernanda’nın soğukluğu ve aileyi yönetme çabaları, sonunda yalnızlığıyla sonuçlanır. Fernanda, tüm çabalarına rağmen Buendia ailesinin düşüşünü engelleyemez ve bu durum onu derin bir yalnızlığa sürükler. Ancak Garcia Marquez, bu dramı ağırlaştırmak yerine, hikayeyi hafif bir alaycılıkla anlatır. Fernanda’nın trajedisi, belki de kaçınılmaz olanı kabul etmenin ve bu sürecin içinde bir anlam bulmanın gerekliliğini ortaya koyar. Bu alaycı anlatım, okuyucuya acı çekmenin zorunlu bir yol olmadığını, farklı bir bakış açısıyla hayatın zorluklarını hafifletmenin mümkün olduğunu gösterir. Birini tanımadan da sevebiliriz…
Seni sevdim Gabriel. Nasıl çıkacağım bu kitaptan? Anlattığın gibi bir yer sadece kitapta mı kaldı? Hem karakterlerin hem de zamanın döngüsünden çıktım mı? Bittiğine inanmak zor olsa da, evet, kitap bitti. Ama tekrar buluşacağız… Kendime yazacak yeni yazılarda yoldaş buldum. Yalnızlığın tek ilacının, iç huzurumuzu yoktan var eden tamamlayıcımızla tanışmak ve ayrıca mutluluğun iyileştiremediği hastalığı hiçbir ilacın iyileştiremeyeceğini anlamak ne büyük ilham…
"Üzüntü duyma gereksinimi, yıllar geçtikçe bir tutkuya dönüşüyordu. Yalnızlığı içinde insancıl oldu."
Bu kitabın beni etkisi altına alan 404. sayfasında geçen yukarıdaki sözü ele alarak bitirmek istiyorum: Bu alıntı, üzüntünün insanın iç dünyasında nasıl kök salarak zamanla bir tutkuya dönüşebileceğini ve yalnızlığın insana dair bir yön kazanabileceğini vurguluyor bence . Bu cümlede, kişinin derinlerde taşıdığı duygusal yaraların, zamanla onun kimliğinin bir parçası haline gelmesi ve yalnızlığının ona bir tür insanlık kazandırması söz konusu gibi. Üzüntünün bir gereksinim, bir tutku haline gelmesi, insanın içsel dünyasında yaşadığı dönüşümü gösteriyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder