İzmir’in Gözlerinde Aşkın Sıradanlığı |
İzmir’deyim. Şehri yukarıdan gören bir noktadayım; Varyant’tan bakıyorum. Kadifekale’nin eteklerine serilmiş şehre göz gezdiriyorum. Gökdelenler, sanki gökyüzüne, bulutlara ulaşmaya çalışıyormuş gibi yükseliyor ama şehrin puslu havası içinde bir an kaybolacakmış gibi görünüyorlar. İzmir, karmaşık ve sade bir şehir; bir yanda hareketli bir keşmekeş, diğer yanda derin bir dinginlik. Deniz uzakta, mavi bir örtü gibi karaya serilmiş, fakat bulutlar gölgesini düşürmüş üzerine. Her şey griye boyanmış gibi duruyor. Oysa biliyorum, deniz hala maviliğini saklıyor. O mavilik, orada bir yerlerde, bulutların arkasında gizlenmiş, belki de açılmayı bekliyor.
Bir yandan şehre bakarken fark ediyorum ki aslında her şey bir arayıştan ibaret. Yağmur, bulutlardan sıyrılıp denize kavuşmayı bekliyor, tıpkı bizlerin de içimizdeki o eksik parçayı bulmayı beklememiz gibi. Bir tutam mavi, bir parça umut... Ancak bu griliğin, bu puslu havanın ardında insanın kendini bulması ne kadar zor. Bugün İzmir demek, puslu bir hava ve kararsızlık demek. Hava gri, ruhumuzda da bir grilik var sanki. Ne tamamen açık ne de tamamen kapalı. İzmir, sanki her birimizin içindeki o belirsizliği, o arayışı yansıtıyor.
Neden bilmiyorum, kimse imkansızı aramıyor artık. Oysa imkansızın peşine düşmek bir tür isyandı; yaşama karşı verilen bir meydan okumaydı. Belki de bizler fazla yorulduk, o yüzden kimse daha fazla çalışmak istemiyor. Filmler, aşklardan bahsetmiyor; eskisi gibi büyük, efsanevi aşklar anlatılmıyor artık. Güzel şeyleri yazmıyor kitaplar. Boyundan büyük sözler söylemek yok, yasak. Oysa söylenmeli; o büyük cümleler yüreğimizden kopup çıkmalıydı. Düştükten sonra ayağa kalkmak, birbirine tutunmak, bir mücadeleyi mutlu sonla bitirmek, yitirdiklerinden güç alıp yoluna devam etmek… Yıllarca ayrılık acısı çekip sonunda kavuşmak yok. Kavuşulsun istiyorum.
İzmir’in sokaklarında dolaşıyorum. Her köşede kaybolmuş bir şeyin izini arıyorum; belki bir umut, belki bir hatıra… Bu şehirde de kaybettiklerimiz var; belki aramadıklarımız, belki de vazgeçtiklerimiz. Yürüdüm, gezdim, yine de anlamadım başımıza gelenleri. Herkese, her şeye tamamım ama sana doyamadım. Bir türlü asıl konuya giremedim; en baştan başlayamadım. Sana güzel şeylerden bahsedemedim; korkularımın pençesinde kaybolup gittim, beklentilerimi kısıtlayamadım. Gideni geri getirecek bir reçete yazamadım. Kendimi kimseyle kıyaslamadım, seni yere göğe sığdıramadım. Yanımdan kalkıp gittiğinde “gitme” diyemedim; gökdelenlerini saymadım bu şehrin, göz kulak olamadım kalbine ben bu çocuğun. Alamadım gözümü yine de senden. Git dedin, gidemedim. Macera aramadım, seni de tehlikeye atmadım.
Sonunda, işte, yüzleştim kendimle. Oturdum bekledim, gittiğin yerlerden beni özlemiş olarak döneceksin sandım ama dönmedin. Belki de kollarımı esnetemedim, başımın ağrısını dindiremedim. Aşk, dedim, böyle bir şey; bir kişinin etkileyici olmayan anlarına hayal gücüyle yaklaşmak, tüm eksikliklerini kabullenmek. Aşkın merkezinde değişim var, gelişim var. Gerçek aşk, iki kişinin birbirini en iyi versiyonlarına dönüştürmeleridir. Uyum, aşkın ön koşulu değil, sonucudur.
Birbirimizi bulur muyuz bir gün? Bilmiyorum ama seni kalbimde taşıyorum. Hiç beklemeden, olacak demeden, istemeden, özlemeden, korkmadan… Akışta olduğu gibi, olacağı gibi, belki de hiç olmayacağı gibi taşıyorum. İzmir’in bu griliği, bu karmaşası içinde, aşk da böyle bir şey değil mi zaten? Kargaşa, yarım kalmışlık; belki de aşkın ta kendisi.
Kediler, bu şehrin ruhunu taşıyan küçük hayaletler gibi, gizemli bir çekicilikle bana bakıyorlar. Denizin hafif tuzlu rüzgârı, sokakların kenarındaki taş duvarlardan süzülüp geçerken, bu kediler de sanki zamanın akışına karşı koyuyor. Her birinin kendine has bir duruşu var; bazıları kayıtsızca güneşin tadını çıkarıyor, bazıları ise merakla çevrelerini gözlemliyor.
Onları izlemek, içimde bir sıcaklık yaratıyor; sanki hayatın karmaşası içindeki derinliği bir nebze olsun anlıyorum. İzmir’in denizine bakan köşelerinde, kedilerin o masum bakışlarıyla hayatın basit ama derinliğini sergiliyor. Onlar, hiçbir şey istemeden, sadece varlıklarıyla etraflarındaki dünya ile barışık bir şekilde yaşıyorlar. Biraz yemek, biraz sevgi ve güvenli bir yer; hepsi bu. Ancak karşımda öyle bir sadakat var ki, belki de bizlerin unuttuğu bir şeydir bu.
Kediler, geçmişin izlerini taşıyan sokaklarda özgürce dolaşırken, ben de onların dünyasına dâhil olmak istiyorum. Aşkın karmaşası, kaybolmuş bir anı gibi, aklımı kurcalarken, bu saf ve yalın varlıklar bana belki de en önemli dersi veriyor. Onların hayatlarına karışmak, onları sevmek ve sadece izlemek; işte belki de aradığım basitlik burada gizli. İzmir’in sokaklarında, bu kedilerin gözlerinde, aşkın saflığını ve hayatın anlamını bulmayı umuyorum. Her biri, sadece anı yaşıyor; belki de bu, aşkın ta kendisi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder