DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

16 Ekim 2024 Çarşamba

GÜNEŞ TUTULMASINDA DOĞAN ALYATTİS

 

GÜNEŞ TUTULMASINDA DOĞAN ALYATTİS


Güneş tutulması yaşanırken ofis çalışanı masasında kahveyi içmekteydi, fal bakmak için kahve fincanını daha kapatmasına vardı, etrafındakiler de faldan anlatacaklarını heyecan ile bekliyordu. Aslında fala inanmıyordu lakin falsız da kalmak istemiyordu, zaten öyle fal bakma kurallarını falan bilmezdi, bir buluta bakıp şekil uydurur gibi fincandaki şekillere anlam yüklerdi. Bu anlamlar tamamen uydurma olmakla beraber kimi anlamlandırmaları meşhur fal kitabına uyardı. Bu şekilleri yorumlamakla kalmaz, heyecanla beklediklerine değecek bir hikaye yaratırdı. Bu hikayeler iş yerine yeni bir hava getirir, işin yükünü biraz hafifletirdi. Herkes bir nefes alıp hikayeyi kahvelerini ya da çaylarını içerken dinlerlerdi. Bakalım bakalım, bu ay tutulması gününde ofis çalışanı iş yapmak yerine bize ne hikaye anlatacak, patron işin az yapılmasına nasıl küplere binecek. Herkes güneş tutulmasını hayretle camdan seyredip, hikayeyi dinlemek için yerlerine oturuyor ve fala inanmayan falsız kalmayan çalışma arkadaşlarına ilk kelimesini söylüyor: "İKRA"!

***


Günlerden M.Ö. 28 Mayıs 585 yılı, Med Konfederasyonu ordusu ile ilk parayı bulan abiler yani Lidya Krallığı askerleri karşı karşıya gelirler, savaş başlamak üzere, karşılıklı kışkırtmalar yapılmış durumda. Senin babanı benim babam, senin dedeni ninem, uşak bahçıvanı, bahçıvan aşçıyı döver konuşmaları yapıldıktan sonra kılıçlar kalkana, mızraklar yerlere vurulmaya başlandığı anda gökyüzü birden kararmış, gerek Med konfederasyonu gerek Lidya Krallığı generalleri korkmuşlar, kahinlerine danışma kararı almışlardır. Kahinler "Tanrılar bize çok sinirli", "Tanrılar yüzünü bizden çeviriyor" gibi açıklamalar yapınca, generaller oturup barış anlaşması imzalıyorlar. İyonya'nın Milet ilinde yaşayan Thales isimli bir bilgin ise geçmiş takvimleri inceleyip bu güneş tutulmasını öngördüğü için, iki siyasi yapı arasındaki barış anlaşmasının sebebini duyup kahkahalarını bırakıyor. 


Bu güneş tutulması sırasında bir bebek dünyaya geliyor, aydınlık olması gereken bir saatte karanlıkta dünyaya gözlerini açıyor. Kırsal bir yerde değil de şehirde dünyaya gelmiş olsa, kahinler onu tanrının lanetlediğini söyleyerek öldürülmesine sebep olabilirlerdi ama doğduğu yerde kimsenin dikkatini çekmedi. Fakat tanrılar bahtını kara yazmış, kara bahtlı yavrucak dedikleri türdendi. Doğumda annesi hayatını kaybetti, babası çocuğu suçladı, bir gece yarısı yerleşimden uzağa kendi kendine ölmesi için ormana bıraktı. Ormanda yaşayan şifacı yararlı otları ve zehirli mantarları toplamaktaydı ve çocuğun ağlamasını duyup, onu gizleyen otların arasından çıkardı. İçi ona kaynadı, şifacı kadın küçük yaşta evlendirilmiş, çocuğu olmayınca kocası tarafından terk edilmişti, yaşadığı yerdeki bakışlardan rahatsız olup, ormandaki şifacıya sığınmış, şifacı onu kollamış, hem yararlı otları hem de zararlı otları öğretmiş. Öldüğünde ona şifacılığını miras bırakmış. Şimdi o da erkek çocuğu olsa da bu velede şifacılığı öğretebilir, yalnızlığına çocuğu merhem niyetine sürebilirdi. 


Kadın ilk baş çocuğa koyunlarından sağdığı sütü vermişse de kadından mucizevi bir şekilde süt gelmeye başladı, şifacı artık onun süt annesi olmuştu. Kadının sütüyle besleniyor, onunla yetinmiyor koyun sütünü de içiyordu, bir kuş sütü eksikti onu bulsa onu da içerdi. Doğal olarak gürbüz bir bebek olarak büyümekteydi, vücudu yağ pek tutmuyordu, doğasında sert bir vücuda sahipti. İşte böyle bir ortamda büyümekteydi. Köydeki insanlar şifacının çocuğu kaçırdığını düşünüyordu ama kendilerinden birinin çocuğu olmadığı için pek aldırış etmiyorlardı. Şifacıdan nefret etseler de onu çocuk kaçıran bir cadı olarak görseler de başları sıkıştığında kendilerini onun kapısında buluyorlardı. Karnım ağrıyor, kolum yaralandı, kabız oldum, götüm ağrıyor şikayetlerine şifacı alışıktı. Köylülere bu yardımı karşılığında mutlaka bir hediye alırdı. İhtiyacı olduğundan ziyade köylüye bir pazarlık yaptıkları hissini vermek için, köylü muhtaç oldukları hissine kapılmasın, bu sayede kendisine dokunmasınlar istiyordu. Köylü bu pazarlık işinden memnun gözüküyordu. Şifacıya uzak yerlerden genç kızlar kürtaj için gelirlerdi ki aman köylerinden biri duymasın olayı, namus belası böyle yerlerde en büyük beladır. 


Kadın çocuğa Alyattis ismini koydu, bir savaşla ilgili anlatılan hikayeden bu ismi vermek aklına geldiğini anlatacaktı sonra ama hangi savaş olduğunu falan hatırlamıyordu. Sadece kralın ismi aklında kalmıştı. Çocuk alıverdiğince ormanda koşuyor, kuşları yakalamaya çalışıyor, kelebekleri kovalıyor; sütannesini bir gözü sürekli onun üzerinde ki zehirli otları ağzına atmasın diye. Gel zaman git zaman çocuk büyümeye devam ediyor, sütannesine yardım ediyor, şifalı otları öğreniyor, tavşan avlıyor, zehirli otlardan uzak duruyor. Daha sütannesi bunları öğrenmesinin erken olduğunu düşünüyor. Kürtaj için genç kızlar geldiğinde dışarda bekliyor, sütannesine bir bebeğin nasıl olduğunu soruyor, daha önemlisi babasını soruyor. Kadın yalan parayla değil diyerek babasının asker olduğunu ve öldüğünü söylüyor. Ölenle ölünmez diyerek onu avutuyor. Kimi zamanda leylekler getirdi, çaydan buldum gibi hikayeler anlatıyor. Kimi zamanda bakıyor çocuk hikaye anlattığının farkında değil gerçeği anlatıveriyor. Her hikayede yaptığı gibi olur mu öyle şey deyip çocuğu gıdıklayarak geçiştiriyor.


Babasına duyduğu özlem ile geldi zaman gitti zaman, gelgit dalgaları kayaları törpüledi zaman derken ergenliğine ulaşıyor. Yediği tavşanlardan mı? İçtiği sütlerden mi? Kaldırdığı kütüklerden taşlardan mı? Bilinmez, iri yarı bir delikanlı olup çıkıyor, siyaha yakın kahverengi gözleri, kalın saçları, yüzüne yakışan burnu ile alımlı bir erkek olmuş, kürtaja gelen kızların aklı bunda kalmış. Köydeki erkeklerde erkek miymiş... Kimsenin biskolata erkeğini bilmedikleri bu dönemde böylesi aman Zeus... 


Sütannesi yavaş yavaş zararlı otlar, bitkiler hakkında oğulluğunu eğitmeye de başlamış, karanlıkta doğduğundan mı kafası tilki gibi çalıştığından mı nedir, oğlan zararlı bitkiler eğitimini beş yıldız, takdir maktir, teşekkür meşekkürle tamamlamışken bir gece gökyüzünde dolunay çıktığında kulübeye bir yılan girivermiş. Dönmüş dolanmış, sütü koklamış, baldan uzaklaşmış, şifacının yatağına girivermiş, dillerini sokuvermiş, yataktan çıkıp ormanın derinliklerine sürünüvermiş. Oğlan sütannesini sabahın ilk saatlerinde ölü buluvermiş. Feryat figan, olanlara anlam verememiş, Hades'in bu oyununa çok kızmış, günlerce gözyaşı dökmüş, ta ki bir gün kürtaj için bir kız gelmiş, şifacının öldüğünü duyunca vahlar etmiş, ahlar çekmiş, gebeliğine binbir kez yanmış. Oğlan şifacı öldüyse biz niceyiz demiş, kız erkeğe kürtaj mı yaptırılırmıymış derken oğlan da sen bilirsin demesiyle aklına babasından korktuğu geliverince bu işi onaylayıvermiş. Oğlan sütannesinden dinlediklerini birbir uygulamış, iyi kötü genç kızın kürtajını tamamlamış, kız dinlenince onu yolcu edivermiş. Köylü geldiğinde şifacıyı bulamadıysa da oğlanın şifacı olduğuna bir süre sonra alışmışlar. Ama ona cadı diyememişler, hiç erkek cadı olurmuymuş; vampir demek istemişler, sivri dişi olmayan vampir mi olurmuymuş; zombi deseler, ölüye benzer halimi varmış. Biri ejderha mı deyince, sen mal mısın demeler arasında bir şey de bulamamışlar. Bulamayınca kulübesini mi yakalım fikri atılmış ortaya, bilmediğini yok etmeye duydukları bu isteği şifacıya ihtiyaçlarının farkında olanlar durdurmuş. 


Bir gün kürtaj yaptığını anlayan köylüler katil mi diyelim cani mi diyelim diye tartışmışlar, yüzüne şifacı efendi arkasından cani efendi demeye başlamışlar, bu işe bir ad koydukları için rahatlayıvermişler. Adam şifa işleri ile uğraştığı sıradan bir hayat yaşamaya devam etmiş, şifalı merhem verip, buğday almış; şifalı ot verip, arpa almış. Tavşanını avlayıp etini bulmuş, çorbasını yapmış. İnsanların rahatsızlığına bakmış, hayvanların sorunlarıyla ilgilenmiş. Derken bir gün ormanda bir kızcağız bunun kulübesinin kapısını çalmış. Güzel mi güzel, sarışın mı sarışın, mavi gözlü mü mavi gözlü, alımlı mı alımlı; bir yandan da yorgun mu yorgun, bitkin mi bitkin. Oğlan kapıyı açmış, kızın kürtaj için geldiğini sanmış ama işin aslının öyle olmadığını, babasının yaşlı bir adamla evlendirmesine razı olmadığı için evden kaçtığını, günlerdir yol aldığını, çok yorgun olduğunu öğrenmiş, onu misafir etmeyi kabul etmiş. Kız da bir gün kalıp ayrılacağını, yardımı için çok teşekkür ettiğini falan söylemiş. Güzel bir yemek hazırlamış oğlan kıza, kız da salatayı yapmış. Kız yemekten sonra güzelce dinlenmiş, sabah olunca hazırlanmaya başlamış ki siz işe bakın, kız ayağını burkuvermiş, kız ayağını burkunca oğlan kızın gitmesine izin vermemiş, ağrısı geçinceye kadar kalmasını istemiş. Kız iyileşmiş iyileşmesine de kız oğlana vurulmuş, oğlan çoktan aşk ateşine düşmüş, düşünmüş taşınmış bir merhem bulamayınca bu hastalığa, kıza açılmaya karar vermiş. Kızın dünden gönlü olunca, ortalık güllük gülistanlık olmuş. 


Kız kulübeye, oğlan kıza alışmış, hem güneşin altında hem de ayın altında ayrı ayrı birbirlerine beraberlik sözü vermişler. Kız da yavaştan şifacılık mesleğinin sırlarını öğrenmeye başlamış derken, kızın köyünden silahlı bir kaç adam ormanda dolaşmaya başlamış, kız bunu fark edince oğlana söylemiş, oğlan önce köylüleri uzaklaşmaları için kandırmayı denemiş, olmayınca onlardan iyi avcı olduğundan mütevellit hepsini bir bir avlamış, böylelikle kızın şifacının yanında olduğunu kızın köylüleri öğrenememiş. Kızla birlikte olunca köylü de bekar erkektense, evli erkek evladır deyip yeni duruma alışmışlar. Önce kız köye gitmeye başlamış, oğlanı da ikan edip çarşıya götürmüş, oğlan duruma alışmış, köylü oğlana alışmış, kabak patlıcana, domates hıyara alışmış... 


Bir gün çarşı ziyaretinde başka köyden gelen birisi, seni birine anımsatıyorum ama çıkaramadım dediyse de bu adam öz amcasıymış, oğlanın babasına benzettiğini çıkaramadan köyden ayrılınca bu sır perdesi de böylece kalmış. Oğlan gerçek annesinin doğumda öldüğünü, babasının ormana bıraktığını, şifacının kendisini şifacı olarak yetiştirdiğini hiçbir zaman öğrenmeden, sevdiği kadın ile mutlu mesut bir hayat yaşayıp dünyadan göçmüş. Havadan üç elma düşmüş, bu hikayede burada bitmiş.

***


Ofisteki arkadaşları hikaye anlatıcıya dönüp, sen şimdi bize ne anlattın diye şaşkınlıkla bakınca, "Her güneş tutulmasında doğan kötü olsaydı ya da başına bahtsız olaylar gelseydi işimiz vardı" demiş ve eklemiş: "hikaye burada bitmiştir, patronu daha fazla sinirlendirmek istemem, işli işinin başına, köylü tarlasının başına. Thales'in halinize gülüşünü masalarınızda dinleyin lütfen!"

   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder