YALNIZLIK VE HATIRALAR ARASINDA FATMA TEYZE |
Yazar: Leyla AYDIN
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji bölümünden mezun olan Leyla Aydın, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde arkeolog olarak görev yapmaktadır. Aynı zamanda eğitimine devam etmekte, profesyonel olarak dalgıçlık ve satranç ile ilgilenmektedir. Metaboles'de "Nevzat Abi'nin Dünyasına Kısa Bir Yolculuk" yazısına yakın zamanda yer verdiğimiz yazarımız, şimdi de "Yalnızlık ve Hatıralar Arasında Fatma Teyze" yazısı ile bize duygular içinde bir yolculuk vaat ediyor.
Not:
Bu yazıya konu olan Fatma Hanım, Muğla'ya bağlı Seydikemer İlçesi'nin bir mahallesi olan Çaltılar'da yaşamaktadır.
***
YALNIZLIK VE HATIRALAR ARASINDA FATMA TEYZE
Köyün pis, dağınık yollarında yürürken, bu toprakların derinlerde sakladığı hikayelere kulak vermek istercesine adımlarımı ağırlaştırdım. Her köşede bir hatıra, her adımda geçmişin izleri… Bu izlerin en derini, köy okulunun önünde beni bekliyordu. Eski bir okul, şimdi kazı evi olarak kullanılan bu mekan, Fatma Teyze'nin anılarıyla doluydu.
Fatma Teyze, yaşamını bu topraklarda sürdürmüş, köyün taşındığı günlerden bugüne dek hatıralarını biriktirmişti. "Bu köyde mi yaşıyorsunuz?" diye sordum ona. "Evet," dedi yavaşça, arkasından çok şey söylemek ister gibi; "Aslında burası köyün eski yerleşim yeri değilmiş; köy yukarıda başka bir yerdeymiş ve buraya taşınmışlar." dedi ve Eski günleri anlatırken, gözlerinde bir parıltı vardı, ama o parıltıyı yakalasam da bu parıltının eski günlere özlem mi yoksa anlatma-dertleşme isteği mi olduğunu tam kestiremedim.
Çaltılar Mahallesi'ndeki arkeolojik çalışmalar sırasında kazı evi olarak kullanılan bu bina, bir zamanlar büyük zorluklar çektikleri okullarıymış; "Okul günleri nasıldı?" diye sordum. Sanki derin bir nefes aldı, geçmişin soğuk rüzgarları bir an içini üşüttü. "İmkanlar yoktu, karda kışta çok uğraştık," dedi ve "Şimdi eski kışlar yok, kar bile yağmıyor artık," diye ekledi.
Fatma Teyze’nin sesi, hatıraların ağırlığını taşıyordu. Kocası dokuz yıl önce ölmüş, o günden beri yalnızdı. Bir başka kişiyle hayatını birleştirmeyi hiç düşünmemiş. "Kocam ölmeden önce, 'Sen ölürsen ben başkasıyla olmam,' dedi. Ben de söz verdim," diye anlattı gözleri dolarken. Kocasının ardından onun için zaman duraklamıştı. Yalnızlığını anlatırken bile, bir tek ona duyduğu sevgiyi dile getiriyordu. Kocası sanki ölmemiş de, hep onunla kalmış gibiydi; hatırasından hiç vazgeçmemiş, öldüğünü kabullenmek istememişti.
Fatma Teyze’nin üç çocuğu, on torunu vardı. Ama bu geniş aile bile onun yalnızlığını hafifletememişti. Hafifletebilir mi? Yerini başka bir şey doldurabilir mi? Ben de bilmiyorum.
Torunlarının bir kısmı dedelerini hiç tanımamıştı, ama mezarını biliyor ve sık sık ziyaret ediyorlardı. Fatma Teyze, torunlarına dedelerini anlattığını söylüyor. "Çocuklara dedelerini güzel anlattım, çok güzel," dedi ve ekledi, ”Kocamı çok seviyordum, seviyordum dediğime bakma, hala çok seviyorum. Tek korkum, yüzünü unutmak; zaman hızlı geçiyor.” Onun bu içtenliği, sözlerin ötesinde bir duygu taşıyordu; hayatının her anında, kocasının varlığını hissediyordu.
Sohbetimiz derinleştikçe, konunun ağırlığından kaçınmak istedim. Konuyu okulun eski günlerine çevirdim. "Bu okulda en değişik anın neydi?" diye sordum. Fatma Teyze’nin yüzünde bir endişe belirdi. "Bodrumda tahtalarla kapalı bir yer vardı. Çocukların odalarının altındaydı. Gördün mü?" diye sordu. Evet, dedim. "O yer odunluktu. Sobanın odunları orada duruyordu," diye anlattı. Ama özellikle yaramazlık yapan erkek çocukların oraya kapatıldığını eklediğinde, sesindeki acı daha belirginleşti: "Bir çocuğa yapılan zulüm akıl alır şey değil. Memleketin her köşesinde bu tarz olaylar sürekli dönüyor, çağ fark etmiyor. İnsanlığın köklerinde mi zalimlik var, bazen gerçekten anlayamıyorum."
Sevdiğim bir kitaptan alıntı geldi aklıma:
Ülkenin dört bir yanında insanlar güvende olmadıklarını hissediyordu. Ülkenin dört bir yanında insanlar tarihin ağırlığını omuzlarında hissediyordu. Ülkenin dört bir yanında insanlar tarihin hiçbir anlamı olmadığını hissediyordu.
Fatma Teyze, su için tekrar tekrar teşekkür etti. "Sen de bana gel, çay, kahve içeriz." dedi. Evini tarif ederken, sanki evine değil, kalbinin derinliklerine davet ediyordu beni. "Geleceğim, Fatma Teyze, seninle sohbet etmek benim için çok güzel ve değerliydi. Yakında seni ziyarete geleceğim." dedim.
Köyün dağınık, pis, vurdumduymaz yollarında yürümeye devam ettim. Fatma Teyze’nin sözleri, yalnızlığı ve sevgi dolu hatıraları, bu topraklarda yankılanıyordu. Her adımda, onun yaşamının derinliğini hissettim. Geçmişin izleri, köyün taş sokaklarına kazınmıştı; tıpkı Fatma Teyze’nin hatıralarının kalbimde yer ettiği gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder