DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

22 Eylül 2024 Pazar

UZUN İHSAN RÜYA İÇİNDE RÜYADA: EFRASİYAB'IN HİKAYELERİ

 

UZUN İHSAN RÜYA İÇİNDE RÜYADA: EFRASİYAB'IN HİKAYELERİ

Efrasiyab, Heng kalesine çekilmiş ölümsüzlük ve gücü elde etmeye çalışsın, Uzun İhsan sandalyede uyuyakalsın. Bir sömürü düzeni, seferlerde altınlar biriktirileyazsın. Genc-i Efrasyâb, birikmişte birikmiş derken gözlerdeki asıl hazine tutkusu ölümden korkmaktır diyor Efendi-i Şeytan. Ölümsüz tek insan, büyük Tufandan gemiyle kurtulmuş bir zevat. Uruk'ta bir zamanlar yaşarmış Gılgamış adında bir kral, ona buna çatar, oyun ve eğlence ararmış, aklından hiç geçmezmiş ölüm mölüm. Kafasına erik attığı, külotunu kafasına geçirdiği ahali bıkmış usanmış, yalvarmış göklere bir çare, bir çare, biz kaldık biçare, kıçımıza giyecek yaprak kalmadı ormanın dallarında. Gökler kulak vermiş ahalinin burnundan soluduklarına, trendyoldan bir kilo patates ve külotu sipariş etmişler, bir de neden yaratmayalım deyip Enkidu adında güçlü kuvvetli bir şey yaratmışlar, insan desem insan değil, hayvan desem dili varmaz, ecüş bücüş derken prenses öpünce kurbağıyı dönmez mi prense. Prens olmasa da eli yüzü düzgün, kıravatlı mıravatlı, gömlekli mömlekli, haaa sivri burun iskarpinli. Göklerin altında belirince, Gılgamış hani bana bir eğlence diyerek gökten düşen üç elmayı Enkidu'ya doğru başlamış fırlatmaya, çevik Enkidu ilk elmayı eliyle yakalamış, ikincisini diğer eliyle, derken elleri dolunca yetişmiş sivri burunlu ayakkabı. Elmayı iki parçaya bölmüş, iki güzel kadın elma parçalarını ısırınca bilginin ışığı ile parlamışlar. Gılgamış yeltenmiş Enkidu'nun kilodunu tutmaya, Enkidu yakalamış ellerini üç gün üç gece birbirlerine denk mücadele etmişler, Boğaç Han daha doğmadığı için ya da Arşimet "bana bir kaldıraç verin, dünyayı yerinden oynatayım" demediğinden 40 gün 40 gece geçince ancak Uruk kentini iki büyük kahkaha tutmuş, İştar surlarında yankılanmış, Anu'nun tapınağının tepesine tırmanmış, bu gülmedir ki dostluğu başlatmış, birbirlerine denk olduklarını kabul eden Gılgamış ve Enkidu, biranın dibine vurdukları masada ki masa da masaymış hani, iki cüsseli adamın yumruklarını, sarhoş gevezeliklerine dayanmış, Gılgamış ve Enkidu bir tarafımıza rahat batıyor hadi maceraya atılalım kararı alıyorlar. Ayıldıkları zaman ise gururlarından ya da kibirlerinden olsa gerek kararlarından geri adım atmıyorlar. Uruk kenti rahat bir nefes alıyor, sakince ahalinin nefesi göklere ulaşıyor, Gılgamış'tan hoşnut yüce gökler, rüyasında yolunu gösteriyorlar. Yolculuk uzun, dere tepe düz, sert mi sert, şedit mi şedit, devler, aslanlar, timsahlar derken aşkın tanrıçası çıkınca karşısına Gılgamış'ın ortalık fena karışacak, bütün macera tepetaklak olmaya hazır, Humbaba öldürülmüş, büyük zorluklarla baş edilmiş ama kim kurtulabilmiş aşk tanrıçasının acımasızlığından ve ne büyük cesaret İştar'ı reddetmek. Gılgamış haksız mı ey dostlar İştar en sevdiği sevgilisini yer altı dünyasına göndermedi mi? Güzelliği tek geri çeviren Gılgamış, şayet daha aklına düşmese de ölümden tir tir korkmakta, İştar'ın sevgililerine çektirdiklerini ve yer altı dünyasına gönderebildiklerini ileri gelen eşraftan dinlemedi mi? Hayır İştar, hayır, görünenin güzelliğine kanmayacağım, bu yollarda kendimi heba etmeyeceğim. İştar'ın suratı düşmekte, Enlil kadar olmasa da kibirine hakim olamamakta, her yeri yerle yeksan etmek istemekte, sakince bir nefes alıp, gök boğayı Gılgamış ve Enkidu'nun üzerine salıvermekte. Göklerin boğası, göklerin en sevdiği, kimse kabul etmez nefsi müdafaayı. Yerde yatmakta gök boğa, Gılgamış ve Enkidu sevinçli bir dövüşü daha bu yolculukta kazandıklarından. Gökler kararını veriyor, gök boğanın intikamı alına! Enkidu bu maceradan son nefesini verip ayrıla! Tiz içindeki nefese son verile! Gılgamış dostunu kaybetmenin üzüntüsü içinde, aklına gelmiyor kimsenin kafasına erik atmak, külotunu başına geçirmek, dostu ayrılmış gözleri yaşlı. Aklına yavaş yavaş düşüyor, Enkidu'yu ziyaret eden ölüm, ona da mı gelecek, içten içe hissettiği o korku her yerini sarıyor, işte hayatın en çetrefilli oyunu bu, yaşamak ve ölmek, bir döngü başladı, şimdi bitecek. Dostlukla başlayan macera yolculuğuna tek başına devam edecek Gılgamış, yol hala sert, yol hala şedit, yolda akrepler, yaratıklar, ölüm korkusu var. Bir umut ölümsüz peşinde, zamanını harcıyor Gılgamış belki boşuna, belki doluca. Bir zaman sonra kabul ediyor öleceğini, başka bir umut gençlik bitkisine, güce kuvvete. Onu buluyor bulmasına da kaptırıyor kurnaz bir yılana. Yol Gılgamış'a öğretiyor, beyhude çaba ölümsüzlüğü aramak, beyhude çaba zamanı durdurmayı talep etmek, tek gerçek eylemek ve beklemek ölümün insanı son yolculuğuna çıkarmasını. Bakarsınız son eyleminizi, son oyununuzu, bir satranç tahtasında ölümle karşılıklı oynarsınız. İşte gerçek hazine arkada yaşanmış ve eylenmiş(ve belki biraz eğlenilmiş) bir hayat bırakmak.

İşte eski bir hikaye yeniden dile geliyor Uzun İhsan'ın dilinden, bunca gevezeliğimi bir kitaptan bahsetmek için, yordumsa sizi en içten özürlerimi kabul edin, havadan düşen üç elmadan birini ben yerim, birini Hava, birini de fırlatıyorum kafana, yakalarsan afiyet olsun, yakalayamazsan geçmiş olsun.

KİTAP: İHSAN OKTAY ANAR NAMI DİĞER UZUN İHSAN, EFRASİYAP HİKAYELERİ. (İLETİŞİM) *Doğası gereği spoiler içerir!
***

Mahallenin kabadayısı, meyhanede, kahvehanede, bakkalda, berberle ilişki de her şey normal, atma ziya tadında derken çıkagelir ölüm, selam selam, aleyküm vesselam. Pazarlıksa pazarlık oyunsa oyun, kabadayı yakıyor kankardeşini. Cezzar Dede tesadüfen oyunun içinde oyuna dalıyor. Hikaye anlatacak ölüm, sonra Cezzar Dede. Heybetli ölümün hikaye anlatıyor olması olağanüstü değilmiş gibi, her şey normal başlar. Bir yatılı okulda çocuklar eğitimini görmektedir, hocaların sertliğinden, disiplinden yakınırken, yeni müdürün gelmesi ile havalar değişir, çocuğun kanını içmesi öğrenciyi ölüme yaklaştırır, Kont'un güneşe çıkamaması güneş resmi hasretiyle tutuşmasına vesile de kan içmek daha tatlı. Güneşsiz bir güneşin habercisi olan manzara fotoğrafı ve kanı içildiği için ölen çocuk bize neler anlatıyor?


Cezzar Dede'ye gelir hikaye anlatma sırası. Ölümle hikayeleşiyor olması bir tarafa anlattığı hikaye basit bir define hikayesi olarak başlar. Define ile zengin olanlara gıpta ile bakan Galoğlu, define bulma hayalleri içerisindedir. Hanımı ve kaynanası ile çok anlaşamaz. Hayat bir gün ayağına bir fırsat getirir, yarım define haritası olan biriyle tanışır. Ortak olmak için kaynanasından para(bileziklerini) ister, kaynana bazı şartlar ile kabul eder. Haritanın yarısı büyülü bir uyarı ile gelir. Definelerin efsunlu olabileceği anlatısı normal olsa da iki ortağın definenin olduğu yere girdiklerinde doğaüstü şeylerle karşılaşması ile işler değişir. Midas'ın altın olmasını andırırca bir Rum kralı olarak sunulan Badiz altın olarak karşımıza çıkar. Galoğlu istemsizce ona dokununca hortlak olarak dirilir, definecilerin peşine düşer. Hortlak dışında da burada hazine yoktur, neyse ki kaynana bunlara güvenmeyerek iki avanağı takip etmiş ve hatta hortlağın kafasına keseri geçirmiştir ama Badiz'in dokunuşu onu altına çevirmeye yetmiştir. Altın olan kaynana satılmış, Galoğlu artık sonradan görme olarak cakas atar olmuştur. Girmeyin define diye her deliğe, bir tarafınıza girmesin hortlağı, cini, ini, dabbesi, sini...


Korku hikayeleri anlatılmış, sıra dini hikayelere gelmişti, ölüm Uzun İhsan'ı elinden kaçırmasına öfkeli olarak ilk hikayeyi Cezzar Dede'nin anlatmasını istedi. İki köyün birbiri ile rekabet halinde olduğu bu dünyada, bir köyün imamının hacı olacak olması, diğer köyün imamının da hacı olmasını zorunlu hale getiriyordu. İmamın hacca gitmesi için köy seferber oluyordu, ağa köyün müşkülünü babası ile çocuğunun da hacca gitmesi şartıyla kabul ediyordu. Mecnun olarak yola çıkan çocuk, kurtarla iyi anlaşıyordu, kurt gibi davranıyordu ama kurtadam olduğu falan yoktu. Dedesi ise tam bir vesvese adamdı, gökyüzüne yansıtılan bir V harfi falan yoktu, kimsenin Vesveseadama da ihtiyacı yoktu. İmam ise Buddha'nın resmine maşuk olmuş, yıllarca gülümsemeyi ve sakinliği kendine rol biçmişti. Kendi kabesi olan heykele doğru yola gitmeyi tercih etti. Hikâyenin sonunda vesveseadam kabeye gitmese de hacı oldu, çocuk buddha ermişlerine döndü, İmam kendini kurtlarla yarenlik eder buldu. Cezzar Dede'nin hikayesi ölümün hoşuna gitmedi. Ölüm pek Budizm'i din kabul etmeye, haç yolculuğunun Hindistan'a olabileceğini kabul etmeye hevesli değildi. Cezzar Dede'nin kendisi ile dalga geçtiğini, ayrıca istediği korku ürününün hikayede olmadığını söyledikten sonra Uzun Hasan'ı havada uçuşan paralar arasında elinden kaçırdı. Hikaye anlatma sırası ölümdeydi.


Ölüm Dünya Tarihi isimli hikayesini anlatmaya başlar. Zaman zamana girer, hikaye hikayelere dolanır, Dark mısın mübarek böyle zaman ve kişiler bükülür mü? Son zihin bükücü müsün Uzun İhsan? Esnaf dağıtacak beddua ile tüm malını yollara vuracak kendisini, Hürmüz ve Ehriban diye iki kardeş biri aydınlık biri karanlık, İran dünyasının ikili bakış açıları. Aydınlık doğurur bazı güzellikler ve karanlıklar, karanlıktan çıkar karanlık azıcık berraklık. Yollara vurmuş karakterimiz köyleri, vadileri geçer, Ehriban'ın çocukları ile karşılaşırlar, birden oluverir onların amucası. Çaktırmayın amanın, karakterimizin haberi yok, yırttığına binbir şükür yollara vurur kendini. Bir dev odun kesmekte, Alemdar ve Abuzer isimli iki başı devin vücudu taşımakta. İyi ve kötülük bir arada. Hem bir varlık Alemdar olsun hem de Abuzer. Dev odunları kesedursun karakterimiz Abdülzeyyat Acıpayam'a tırmana dursun. En tepede bir kuyu bulsun, inziva hayatı yaşayıp kayayı açabilsin Abdülzeyyat kuyuda ne görsün, gördüğü onu Salih etsin mi? Yoksa kuyudan Uzun İhsan mı çıksın? Belki de kuyudan yazar değil de okuyucu çıkar, belki okuyucu yazarın kendisidir, kim bilir...?


Kuantum fiziğinin araştırıldığı kmlerce alana yayılmış bir labaratuvar mı hayal etsek Uzun İhsan, pek de kaçmayız sanki ölümün sıcak nefesinden... Cezzar Dede takmış güneş gözlüklerini ve yakın gözlüklülerini. Anlatmayı vaat ediyor bir aşk veya meşk hikayesi. Dünya dönüyor güneşin etrafında, dört bekar kadın dul anasıyla, dört bekar dul babasıyla yaşıyor; H2O nerede bir araya gelse meşk oluyor. Bunları bir araya getirecek bir çöpçatan bulunur elbet. Periyodik cetveli hiç ayırmazlar çantalarından, insanın kimyasını başka anlamak nasıl mümkün olsun. Azıcık merak serpiştirin herkes birbirini sanar elmastan yapılmış, elimizde kaldı kömürden kardan adam gözü. Bütün hazırlıklar yapılıyor, kazanlar yakılıyor, bıyık ve sakallara bir çeki düzen veriliyor... Her şey yolunda gibi, sadece evin odasında zehirle beslenen sıçan ve dedikodu kazanı sorunsalı. Köy kaynıyor laflarla, Ezine Canavarı dedikodusu yayılıyor. Evrenin en büyük mucizesini dört gözle bekleniyor, dört bekar kız kardeş ve dul annesi ile dört bekar erkek ve dul babalarının evlenmesi. İşte böyle bir dedikoduya mı kurban gidiyor yoksa kendi halinde takılan sıçanı bahane mi ediyorlar ya da evi satamayacak kadar fakir olmaları mı tüm sorun veyahut evi yakmak tek çözüm mü? O değil de bu fare niye yedi yavruya gebe, ev yandıysa ona ev var elbet, nedense seviyor dört bekarın yaşadığı ve dul ebeveynleri olan evleri. Ne dersiniz atomlarda dul kalır mı? Uzun İhsan kaçma, ölümü güldüreceksin, mührünü kıracaksın.


Ölüm başlar yeni hikayesinde çalmanın türlerini anlatmaya, müzik aleti çalmak, cilveli sevgilinin kalbini çalmak, cüzdan çalmak... Gönlünü bir kadına kaptıran 'hırsız' tüm öznesi ile çaldığı nesne olan Keman'a tüm aşkının anlamını yükler. Aşkını ve meşkini kemanda bulur, çaldığı nesneden müzik çalmayı öğrenir. Keman da adama boş değil gibidir, hırsız ailesinin reisi Keman'ı 49 altına satınca, ışık ve feyz söner. Bir gazetede aşkını ve meşkini yüklediği Keman'ın gösteri tarihini görünce, ışınlanmayı bulurcasına yollara düşer. Kemanı herkesin gözü önünde adamın elinden çalıp, kovalamaca içinde kaçmaya çalışırken kendini çatıda bulur, kaçacak yer kalmamıştır. Keman'dan aşkından ayrılmak istemese de kara toprağın çağrısına 'geliyorum, son bir sevgiliyi çalıp' der ve Titanik batarken çalınan müzikten daha içli bir müziği çalıp, kemanı çatıda bırakarak kendisini aşağıya bırakıp, ölüme kollarını açar. Keman müziğin evrenselliğinden midir, aşkın kutsiyetinden midir bilinmez, içli müziğini icra etmeye devam eder canlanmışcasına... Ölüm bir türlü Uzun İhsan'a kavuşamamışcasına... Cennet Hikâyeleri başlasın, Cezzar Dede bize ne anlatsın?


İnekler bize sütünü helal etti mi? Anaların sütünü torun sevdirmeyene helal ettiği pek görülür, analar çocuklarına kıyamaz, diz döver, gürz döver, çocuk dövülmez... Zeynelabidin evlen de evlen, torun ver de ver, ana beni bir rahat koy. Ben satarım cüzler, dualar, putlar; dolaşırım köy köy. Gördüm bir imam, bir acayip, sabah camide akşam meyhanede. Dertli mi dertli efkarlı mı efkarlı, rakı dediğin mi balığın içinde balık mı rakı içinde. İmamın derdini anlatıyor meyhaneci, alemci bir gençlik, hovarda ama merhametli, çapkın ama saf/temiz. Bir kadın belirir güneş ile, eline verir bir kız çocuğu, alacaksın bakacaksın. Süt ninem süt ninem, güzel ninem, sütten kesilmişsin kızın suyu hürmetine dua edesin, senden başkası emziremez. Eller huşu ile açılır gökyüzüne, güneş doğar dua edilir, ay tahtından hareket eder dua edilir, önü kesilmiş ırmağın açılması gibi tombul memeler süt verir. Sütninenin son isteği bir anıtkabir ve kızın babasını hovardalıktan kurtarması. Mendebur kandırmasa her şey yolunda, kız kanmış ama bir yol daha bulmuş, ilerliyor babasına doğru. Kızının sözünü dinliyor adam, cennete gidecekler beraber ancak Mendabur iş başında mı iş başında, anlıyor alavereyi dalavereyi, kendi gidemediği cennete başkası niye gitsin diye mi? Bir oyun ediyor adama, oyuna kanıyor adam derken kız çıkıp geliyor o sırada. Baba yediği haltı kızına diyiveremiyor, kızın vakti gelmiş, yükselmeye başlıyor, babasına ayaklarına yapışmasını söylüyor. Babası yapışıyor yapışmasına da midesi dolu kebap mebap, yağlı mı yağlı, künefe mi künefe, şerbetli mi şerbetli. Yükselmeyince adam, kızı anlıyor durumu, tutamadın değil mi kendini, ben de senin kızın değilim artık diyor. Babası mecbur bırakıyor ayaklarını dertli mi dertli, efkarlı mı efkarlı. Kendini dine adıyor, mektebini okuyor, imam oluyor ama acısından kederinden efkarından her akşam meyhanede içmekte. Gün içinde dininde namazında akşamına gözyaşı içinde rakısında. Zeynelabidin nasıl bir ders çıkarıyor bilinmez, anasına torun vermek için yollara düşüyor.


Uzun İhsan'ı elinden yine kaçıran ölüm, cennet temalı hikayesini anlatmaya başlar. Gökten düşer bir çocuk, gürbüz mü gürbüz, bahçelerine düştüğü karı-koca enteresan mı enteresan, biri oğlan gibi, adam gibi olmasını ister; s harfinin baskılı olduğu kıyafeti, pelerini, taytı verir. Kadın hep kız çocuğu istediği için efendi-sakin olmasını ister. İki arada bir derede kalan çocuk, hem gücünü göstermek zorundadır hem nazik olmak. Babasının verdiği kıyafeti, annesinin aldığı kıyafetin altına giyer. Matbaa da çalışmaya başlar, haber kovalaması gerekirken insanlara yardım etmeye kalkar. Haberi yetiştiremeyince şamarı yer, içerler, minareye çıkıp kendini atar. Leylek görür, onu alır, ağla ki cennete yükselsin der, cennete çıkarken ağaçtan üç elmayı yer yüzüne düşürür, bunlar da çocuğun ilk düştüğü yere düşer. Aldım elmaları bahçeden birini aynadaki bana, diğerini yazara ve öbürünü diğer okuyuculara fırlattım.


Cennet Hikâyeleri bitince Cezzar Dede kafi der, bir saate daha ihtiyacım yok der. Uzun İhsan uyumakta, kulübenin önünde kırmızı gözlü tazı kestirmekte. Camdan uzanır, uykuyu yani ablasını görür, uykuyu rahatsız etmek için bağırır, Uzun İhsan uyanır, tazı saldırmaya başlayınca, aman Uzun İhsan kurtar beni tazıdan. Uzun İhsan karşılığı deyince, biraz daha yaşayacaksın vaadiyle kurtulur. Bu sırada Cezzar dedeyi torunları bulur, hazine nerede? Dere tepe düz giderler, Cezzar Dede'nin anlattığı masalda uykuya dalarlar.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder