 |
STOACILIK 5: ZENON'UN YOLU: KENDİ ATEŞİNİ YAKMAK |
Fırtınalı bir gemi yolculuğuyla Atina kıyılarına vuran Kıbrıslı Zenon’un ayak izlerini takip eden bu Stoacılık Yazı Serisi'nde, Özgür Gündüz bizi bir düşünce yolculuğuna davet ediyor. Zenon’un Sinoplu Diogenes’le kurgusal bir karşılaşmasından başlayarak, Kinik Felsefe’nin taşlı yollarından, Herakleitos’un gizemli logos’una; Sokrates’in haksızlık karşısındaki duruşuna, Platon’un idealar dünyasına; Aristoteles’in ölçülü olma anlayışından geçerek Stoacılığın eşiğine kadar uzanan bir içsel seyrüseferin izini sürüyor.
Gündüz, yalnızca Zenon’un geçtiği durakları anlatmıyor; onun kararsızlıklarını, dönüşümlerini ve nihayetinde kendi ateşini yakma iradesini de gözler önüne seriyor. Agora'nın revaklarında yankılanan bu yolculuk, okuru sadece Stoacılığın doğuşuna değil, aynı zamanda insanın kendini tanıma çabasının evrensel hikâyesine ortak ediyor.
Metaboles
***
STOACILIK 5: ZENON'UN YOLU: KENDİ ATEŞİNİ YAKMAK
Zenon, Diogenes ile yollarını ayırdıktan sonra, Atina’nın taş döşeli sokaklarında adımlarının yankısını dinlerken, içindeki boşluğun da bu sokaklar kadar derin, karmaşık ve sonsuz olduğunu fark etti. Diogenes ona özgürlüğün kapılarını aralamıştı ama asıl soru o kapının ardında ne olduğuydu? Peki ya özgürlük denen şey sadece kayıtsızlık hali miydi? İnsan, dünyayı bütünüyle reddederek mi kendini bulurdu, yoksa onun içinde yeni bir düzen kurarak mı?...
 |
Temsili: Zenon, Diogenes ile sohbetlerini düşünüyor. |
Zenon, kafasını meşgul eden içini kemiren sorulara yanıt ararken kendini Pire Limanı’nın kalabalığında buldu. Bir süre tüccarların telaşını izledi. Kaybettiği mallarının yasını tutan bir adamın, geçmişin zincirlerine umutsuzca bağlandığını gördü. Diğer yandaysa, kazancının büyüsüne kapılmış bir başkası, daha fazlasını ararken geleceğe dair planlarını fısıldıyordu. Zenon, her iki adamın da geçmiş ile gelecek arasında sıkışıp kaldığını ama şimdiden — dolayısıyla da andan — uzaklaştıklarını fark etti. Zamanın akışına değil; onun yankısına tutulan bu insanlar, adeta zamana esir verilmiş ruhlar gibi görünüyordu.
 |
Temsili: Zenon, Pire Liman'ında tüccarların telaşını izliyor. |
Zihnin derinliklerinde hocası Diogenes’in sesi yankılandı:
“Kâseye ihtiyacın yoktu, onu kırdım. Zincirlerinden kurtuldun.”
Peki ya görünmeyen zincirler? Sahip olduklarımız kadar arzularımız da bizi esir almaz mıydı?
Zenon’un aklına Herakleitos’un sözleri düştü:
“Aynı ırmaklara girenlerin üzerinden farklı sular akar.”
Her şey akıyordu; hiçbir şey durağan ve kalıcı değildi. Herakleitos’a göre evren, sürekli bir oluş hâliydi — bir kıvılcım gibi yanıp sönen, durmaksızın devinen bir gerçeklik. Belki de bu yüzden ateşi evrenin ana ilkesi saymıştı: Çünkü ateş; hem yıkar hem dönüştürür; hem yok eder hem de yeniden var eder.
 |
Temsili: Zenon, Herakleitos'un sözlerini düşünüyor. |
Zenon düşündü: Eğer dünya bir nehirse, özgürlük neydi? Ona karşı yüzerek mi kazanılırdı, yoksa suyun akışına ustalıkla kendini bırakmakla mı?
Belki de bilgelik, bu akışı inkâr etmek değil; onun ritmine uyan bir iç düzen kurabilmekti.
Tam o anda, Sokrates’in hayranlık uyandıran duruşunu hatırladı. O, ne Diogenes gibi dünyayı tamamen reddediyor ne de Pire limanındaki tüccarlar gibi onun kölesi oluyordu.
Sokrates, insanın en büyük görevinin kendini tanımak ve erdemli yaşamak olduğunu savunuyordu. Ona göre dış koşullar değil, insanın içsel tutumu ve bilgeliği gerçek mutluluğu getirirdi.
Bilgelik, dış dünyayı kontrol etmekte değil, ona karşı tutumunu yönetmekteydi. Rüzgârın yönünü değiştiremeyen insan, gemisini ona göre yönlendirebilirdi…
 |
Temsili: Zenon, Sokrates'i gözlerinin önüne getirir. |
Agora’nın kalabalığında yankılanan seslere kulak verdi Zenon. Filozoflar tartışıyor, hatipler konuşuyor, tüccarlar pazarlık ediyordu. Herkes kendi gerçeğinin peşindeydi. Peki, gerçek yalnızca algılarımızın bir ürünü müydü?
 |
Temsili: Özgür Gündüz, Aristoteles ve Platon'un fikirlerinin Zenon'a etkisini düşünüyor. |
Aklına Platon’un idealar dünyası geldi. Ona göre bu dünya bir gölgeydi, asıl gerçeklik ise yalnızca akılla kavranabilirdi.
Platon’a göre duyularımızla algıladığımız her şey geçici ve yanıltıcıydı; gerçek bilgi, değişmeyen ve mükemmel olan idealar dünyasında bulunabilirdi. İnsan, aklını kullanarak bu idealara yaklaşmalıydı.
Ama Zenon’un gözleri Agora’nın taşlarına, güneşin altında parlayan sütunlara takılıyordu. İdealar dünyasının kusursuzluğu, gerçek hayatın karmaşıklığında bir karşılık bulabiliyor muydu? Eğer insan sadece zihninde var olan mükemmeliyeti ararsa, yaşadığı dünyayı ihmal etmiş olmaz mıydı?
 |
Temsili: Zenon, Platon'un idealar dünyası ve Aristoteles'in orta yol fikrini düşünüyor. |
Belki de Aristoteles’in “ölçülü olma” öğretisi daha akla yatkındı. İnsan ne aşırılığa kapılmalı ne de tamamen yoksunluğu seçmeliydi.
Aristoteles’e göre erdem, iki uç arasında dengede bulunurdu. İyi bir yaşam, tutkularımızı ve davranışlarımızı ölçülü bir şekilde yönetmekle mümkün olurdu.
Erdem, dengede bulunurdu. Fakat Zenon için denge, yalnızca alışkanlıklarla kazanılan bir meziyet değil, doğanın düzenine uyum sağlamaktı.
 |
Temsili: Özgür Gündüz, Zenon'un Platon ve Aristoteles'ten etkilenmesi üzerine düşünüyor. |
Tüm bu düşünceler zihninde dönerken, gözleri Stoa’nın revaklarına ilişti. Gölgeler, onu sessizce çağırıyordu. Agora’nın karmaşasından sıyrılıp, burada yeni fikirler yeşerebilir miydi?
Zenon, derin bir nefes aldı.
Özgürlük ne tamamen reddetmekti ne de tamamen bağlanmak…
Gerçek özgürlük, doğanın düzenine uyum sağlarken, insanın içsel yasalarını keşfetmesiydi.
Adımlarını revaklara yöneltti.
Orada, kendi yolunu çizecek, kendi ateşini yakacaktı.
 |
Temsili: Zenon, özgürlük üzerine düşünüyor ve kendi felsefesinin taşlarını döşüyor. |
SERİNİN ÖNCEKİ YAZILARI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder