DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

29 Temmuz 2019 Pazartesi

Bazı Kitaplar: Yalanın Siyaseti(Yalın Alpay)


Yalın Alpay, Yalanın Siyaseti.

YALANIN SİYASETİ KİTABININ GİRİŞİ


Postmodernizmin yirminci yüzyılın ikinci yarısında önce Kıta Avrupası'nda, ardından tüm Batı dünyasında kademeli olarak egemen pozisyona gelmesi ve ekonomiyi, siyaseti, kültürü ve sosyal ilişkileri doğrudan etkilemesi, modernizmin tüm bu dallardaki mirasını esaslı bir şekilde sarstı. Seçkinlerin ayrıcalıkları tüm alanlarda ellerinden kayıp giderken, daha düşük eğitim ve gelir seviyelerine sahip geniş kitleler toplumsal hiyerarşi içerisinde hızlı bir tırmanış gerçekleştirdiler. Modernizmin entelektüellere ve seçkinlere sağladığı saygınlık da bu arada ciddi bir erozyona uğradı. Daha az sofistike olan geniş kitleler, ekonomi, siyaset, kültür ve sosyal ilişkilerde kendi değerlerini herhangi bir seçkin küçümsemesi olmaksızın rahatça ifade edebilme olanağı buldular. Bu da onları her konuda daha özgüvenli yaptı. Eskiden tüm bu konulardaki yönetimi ve söz hakkını seçkinlere bırakan geniş kitleler, artık kendilerini çekincesizce ortaya koyma şansını elde ettiler.

İletişim teknolojisinin ilerinin gelişmesiyle -özellikle internetin yaygınlaşmasıyla- herhangi bir konuda fikir ileri sürmek ve bunu kamuya duyurmak için artık geleneksel medyaya gereksinim kalmaması ve herkesin kendi sosyal medya araçları aracılığıyla fikirlerini istediği gibi beyan edebilmesi bu süreci hızlandırdı ve güçlendirdi. Bilgi üretiminin tekeli seçkinlerin ve uzmanların elinden alındı.

Başlangıçta tabanını yaygınlaştıran bir demokratikleşmeymiş gibi görünen bu süreç, hızlı bir şekilde tabanını daraltan bir antidemokratikleşmeye doğru kapandı. Entelektüellerin, seçkinlerin ve uzmanların kendi birikimleri sayesinde, ürettikleri bilgiler daima belli ölçütler çerçevesinde inşa edilmeye çalışılıyordu.

Elbette pek çok satın alınan, çarpıtılmış tezler ileri süren, kendi çıkarları için sonuçları değiştirmeye çalışan entelektüeller, seçkinler ve uzmanlar vardı. Ancak bunların yapılması toplum tarafından bir suç olarak algılanıyordu ve böylesi durumlar ortaya çıktığında, bu hileleri gerçekleştirenler büyük bir saygınlık erozyonuna uğruyorlardı.

Siyasette de benzer bir durum söz konusuydu. Siyasetçiler, ileri sürdükleri her savı, belli olgusal veriler tarafından desteklemeye çalışıyor, bunlarla yalnızca sıradan halkı değil, aksine daha çok seçkinleri ikna etmeye çabalıyorlardı. Zira modernizm paradigmasında seçkinlerin uzmanlığına güven vardı ve seçkinler de sahip oldukları birikim sayesinde siyasetçilerin savlarının delillerinin geçerliliğini ve hakikiliğini sıradan halka oranla çok daha iyi bir şekilde denetleyebiliyorlardı. Postmodemist dalgayla birlikte, halkın seçkinlere yönelik güveni kademeli olarak düştüğü için bu mekanizma işlemez hale geldi.

Gelişen İnternet teknolojisi sayesinde, geniş kitleler hem haber üreten hem de haber tüketen topluluklara dönüştüler. Ancak bu topluluklar internetin ürettiği Facebook, Google, lnstagram, Twitter gibi belli başlı dev şirketlerin yazdığı algoritmalar sonucu, türdeş topluluklar haline gelmeye başladılar. Zira sosyal medya şirketleri, birbirine benzeyen, aynı siyasi görüşleri taşıyan, aynı gelir ve eğitim grubunda, aynı kentlerde, semtlerde yaşayan, aynı yaş gruplarını bir araya getirmeye yönelik algoritmalar kullanıyorlardı. Bir süre sonra, sınırsız olanaklar ve özgürlükler sağlayacağı, çoğulculuğu pekiştireceği düşünülen internetin, kısa zamanda insanları filtre balonları (filter bubble) adı verilen türdeş ve sınırlandırılmış sanal dünyalara kapattığı anlaşıldı. Bu algoritmalar sayesinde neredeyse tüm İnternet kullanıcıları kendileriyle türdeş olan kullanıcılarla kuşatıldıklarından, bu filtre balonlarında kullanıcılar sürekli olarak kendi önyargılarını, kanaatlerini, inançlarını ve görüşlerini onaylayan bir evrenle karşılaşmaya başladılar. Bu da bir süre sonra hiçbir eleştirellikle karşılaşmayan kullanıcıları, kendi kanaatlerine ve inançlarına dogmatik bir bağlanmaya taşıdı. Kimsenin hiçbir veriyi eleştirel süzgeçten geçirmediği, muhaliflerin tamamının "kötücül", "nefret edilen", "tüm sorunların kaynağı" olarak tanımlandığı, tüm muhalif savların ezbere bir şekilde, duygusal olarak baştan reddedildiği bir kutuplaşma ortamı doğdu . Taraflar kendi kanaatlerine sınırsız bir güven ve inanç geliştirirken, karşı kanaatleri de sınırsız bir nefret ve küçümsemeyle dışlamaya başladılar.

Böylece hakikatin önemsizleşmesi (post-truth) dönemi en açık şekilde kendisini göstermiş oldu . Artık kimse modernizmin yıllar içerisinde kazandırmış olduğu eleştirel bakışı, olaylara rasyonel yaklaşımı kullanmaya gerek duymuyor, verileri kontrol etmeyi, doğru lamayı ya da yanlışlamayı düşünmüyor.

Onun yerine tamamıyla duygularla ve inançlarla hareket ediliyor. Analitik çözümleme, yerini katılaşmış inançların sürekli olarak onaylanmasına bırakmış durumda. Bu kutuplaşma içerisinde, herkes kendi önyargılarına, inançlarına ve kanaatlerine uygun olan her bilgiyi hemen doğru olarak kabul ediyor ve bunu sosyal medya aracılığıyla hemen bir kez daha dolaşıma sokuyor. Bunu gören türdeş filtre balonu yandaşlar da, bu dolaşımı her seferinde hem içerik hem de hız olarak biraz daha artırarak yerleşmiş kanıları daha da pekiştiriyorlar. Böyle bir ortamda eleştirel düşüncenin daha da az gelişkin olduğu görece düşük eğitimli kitleler, kendi kanaatlerini besleyen liderlerle çok doğrudan bir organik bağ ve bir bütünleşme inşa ediyorlar.

Artık liderin söylediği her şey bu kitle için hiçbir eleştirel süzgeçten geçirmeye gerek kalmadan sarsılmaz birer hakikate dönüşüyor. Siyasette inançlar, kanaatler ve önyargılar, aklın çok önüne geçiyor. İşte böylesine sakatlanmış bir dünyaya bugün hakikatin önemsizleşmesi (post-truth) dönemi diyoruz.

Hakikatin önemsizleşmesi döneminde artık siyasi liderlerin savlarının ve söylemlerinin hakikatle bir ilişkisi olması önemini yitirmiştir. Destekçisi olan kitlenin inançlarına ve önyargılarına uygun olduğu sürece liderin tutarsız savları ileri sürmesi, yolsuzluk yapması, başarısız dış siyaset ya da ekonomi yönetimi yapması önemini yitirir. Zira artık her olumsuz gelişme için bir bahane vardır. Olumsuzlukların tümü iç düşmanlar, dış düşmanlar, terörist örgütler, casuslar, ülkenin gelişmesini istemeyen seçkinler gibi çoğunlukla siyaseten icat edilmiş kesimlere yıkılır. Başarılar siyasetçilerin, başarısızlıklar ise ülkenin ilerlemesini istemeyen şer odaklarının kurduğu pusulardan kaynaklanmaktadır. Hakikatin önemsizleşmesi döneminde, bu savları ileri süren siyasetçilerin kitleleri, hiçbir akıl yürütmeye başvurmadığı ve her şeyi inanç ve kanaat aracılığıyla kabullendiği için, böylesine büyük komplo teorilerinin -kulağa garip geliyor ama- tümü karşılık bulacaktır.

Hakikatin önemsizleşmesi döneminde bu komplo teorileri ya da muhaliflerin akılcı tezlerini çürütme girişimleri, felsefede "safsata" (fallacy) adı verilen hileli akıl yürütme yollarıyla meşrulaştırılmaktadır. Safsata, doğru bir akıl yürütme olmadığı halde, doğru bir akıl yürütmeymiş gibi görünen hileli bir yöntemdir. Ancak bu yöntemin fark edilmesi özellikle bu konuda eğitimsiz olan zihinler için çok kolay olmamaktadır.

Günümüzde en çok kullanılan siyasi savların çoğunluğunun retorik ve safsatadan oluştuğu düşünülürse, özellikle safsataların sınıflandırılması ve isimlendirilmesi, bu tür safsatalarla karşılaşıldığında, felsefeyle ilgilenmeyen kitlelerin dahi bunların doğru birer akıl yürütme değil de birer safsata olduklarını anlamalarını kolaylaştıracaktır.

Safsatalar fark edilebilir hale geldiğinde, onlarla baş etmek daha olasıdır. Zira safsatalar kendilerini çoğu zaman oldukça makul ve doğru bir akıl yürütme gibi sunar ve dinleyicilerini ikna eder. Oysa böylesi savlarda her zaman bir ya da birden fazla hile söz konusudur.

Bu çalışmada önce hakikatin önemsizleşmesinin (posttruth) ne olduğunu , postmodern siyasetin bu çatlaklardan nasıl sızdığını, retorik ve safsata aracılığıyla kendi dayanaksız savlarını nasıl geçerli hale getirdiğini ortaya koymaya çalıştım. Ardından ikinci bölümde safsataların nasıl anlaşılabileceği üzerinde durdum ve sonra da en çok kullanılan safsata biçimlerini isimleriyle birlikte sıraladım ve tümüne çeşitli örnekler vererek onları daha belirgin hale getirmeye çabaladım.

Okuyucularımın, bu kitabı okumalarının ardından bu safsataları gördüklerinde tanıyabilecek hale gelmeleri ve böylece kendi kanaatlerini, inançlarını ve önyargılarını destekliyor diye her sava doğrudan onay vermemeleri başlıca amacım. Umarım bu kitap, amacım doğrultusunda ufacık da olsa bir katkı sunmayı başarır.

Yalın Alpay, Yalanın Siyaseti, Destek, İstanbul 2017.
Yalın Alpay. Fotoğraf: https://flaps.club/tutkulu-bir-yazar-yalin-alpay-pek-yakinda-burada/

Tek Bir Hatadan Yola Çıkarak Tüm Savı Geçersiz Kılma - Safsata Savar (Bölüm#1)

İstisnalardan Kaide Çıkarmak - Safsata Savar (Bölüm#2)

Bostan Korkuluğu - Safsata Savar (Bölüm#3)

Karşı Savı Nefret Uyandıran Bir Kategoriye Dahil Etmek - Safsata Savar (Bölüm 4#)

Yanlış İkilem - Safsata Savar (Bölüm #5)

Eş Sesli Sözcük Safsatası! - Safsata Savar (Bölüm #6)


Söylem ile Eylem Arasındaki Çelişkilere Saldırmak - Safsata Savar (Bölüm #7)


Rakibi İtibarsızlaştırmak - Safsata Savar (Bölüm #8)

Statü Farklılığını Vurgulamak - Safsata Savar (Bölüm #9)


Rakibe Hakaret Etmek - Safsata Savar (Bölüm#10)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder