DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

7 Temmuz 2019 Pazar

RECAİ TEKOĞLU İLE ANTİKÇAĞ VE ANTİKÇAĞ DİLLERİ ÜZERİNE

 Gözde Gürer'in Prof. Dr. Recai Tekoğlu ile 2009 yılında gerçekleştirdiği röportaja yer veriyoruz.
Prof. Dr. Recai Tekoğlu

–Dilbilim geniş bir yelpaze neden tarihi dilleri seçtiniz?
Benim çalıştığım alan tarihi diller… En zor ve en talihsiz olanı aynı zamanda… Açıkçası bu işlere girdiğim zaman ülkenin genel durumu hakkında bir fikrim yoktu. Bu bölüme geçişim biraz rastlantısal oldu. Ben Klasik Filoloji mezunuyum. Latince ve Yunanca okuyordum ama bir taraftan da bu dillerin dışında kalan dillerin teknik özellikleri nedir, hangi zamanlarda kullanılmış, nasıl çözümlenmiş araştırmaya başladığımda kendimi bu işin içinde buldum.
-Neden talihsiz bir çalışma olduğunu söylediniz?
Talihsiz çünkü kendimi uzun yıllar aldatılmış hissediyorum. Bu histe değildim ama şimdi böyle hissediyorum. Türkiye’nin eksiklerini kapatması gerektiğine dair inancım vardı ama şimdi bu inancım da kalmadı. Batı’dan döndükten sonra açıkça anladığım şey bu oldu. Türkiye’de bilim yok film var! Kiminle birlikte olduğun kiminle çalıştığın özellikle üniversitelerde çok var. Her hangi bir iş yerinden çok daha katı ve çok daha belirgin… Bilimin siyaseti olmaması gerekiyor. Siyasi otoritelerin kadrolar üzerindeki etkileri üniversiteleri bilimden uzaklaştırıyor. Üniversite öğretim üyelerinin durumları trajik bence, tıpkı hekimlerin, savcıların, hâkimlerin olduğu gibi… Hukukçular keşif yapıyor, hekimler bıçak parası alıyor. Öğretim üyeleri işi gücü bırakmışlar, ek ders peşindeler… Yaz okulu, kış okulu, gece okulu, sonbahar okulu, özel ders vermekten bilimsel çalışma yapacak vakitleri kalmıyor. Amerika’da çocuk okutmakla, Türkiye’deki özel üniversitelerde çocuk okutmak arasında hiçbir maddi fark kalmadı ama eğitim kalitesinde uçurum var. Özellikle kamu üniversitelerinde durum çok daha kötü… Örneğin Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi on yıldır olmasına rağmen savcılık, noterlik, hâkimlik sınavlarını kazanan öğrencisi yok denebilir. Bu ülke nasıl ve neyle toparlasın kendini?
-Size göre tarih alanındaki en büyük eksiklik nedir?
Türkiye’deki üniversiteleri bilim anlayışıyla yönetmiyoruz. Sorun burada… Örneğin hiçbir rektör bugüne kadar neden benim üniversitemde Antropoloji Bölümü yok sorusunu sormamıştır. Antropoloji Bölümünün olmadığı bir üniversitede arkeoloji araştırmaları yarımdır, tamamlanmamıştır. Antropoloji olmayan bir okulda tarih bölümleri, sosyoloji, iktisat bölümleri eksiktir. Bilginin bütünlenmesi konusu bizim hiçbir zaman Türkiye’deki üniversitelerin ilgi alanına girmedi.
–Antalya’da bugüne kadar hangi diller kullanılmış?
Antalya bölgesine baktığımız zaman sadece bugünkü kent sınırları içerisinde on beşten fazla dil kullanılmış. Bazıları aynı anda bazıları farklı çağlarda kullanılmış ama hepsi birbirinden farklı diller… Büyük bir bölümü alfabetik… Side yazısının dünya’da başka bir örneği yok mesela… Sideliler icat etmişler ve kendileri kullanmışlar. Antalya’da turizm açısından Aspendos Tiyatrosu’nu, Kekova resimlerini verebilirsiniz veya Noel Baba’yı sunabilirsiniz. Ama bunların dışında bir şey var ki o da Antalya’yı çok özel kılıyor. Ne Anadolu’da ne Akdeniz’de ne de dünyanın herhangi bir yerinde eski çağda hiçbir kentte bu kadar fazla dil bir araya gelmemiş. Dünya’da örneği olmayan bir özellik… Markalaşma açısından önemini düşünebiliyor musunuz?
–Eski çağ dillerinde yazıyı niçin kullanmışlar? Mesela edebi yazılar mı, sanatsal yazılar mı ya da günlük konuşmalar mı bulunan yazılar…
Genel olarak eski çağda yazının kullanılma amacı çok zengin değildi. Günümüzdeki gibi yazıyı kullanmıyorlardı. Ticari amaçlı kullanımı vardı. Kapların üzerinde kazıma şeklinde ya da mühür şeklinde vardır. Bir başka amaç onurlandırma için kullanıyordu. Ödüllendirme belgeleri kullanımı yaygın ve üçüncü bir grup da mezar yazıtları… En yaygın olanı da budur. Bulunan eserlerin %95’ i mezar yazıtlarıdır. Likya dilindeki anıtların büyük çoğunluğu mezar yazıtları… İçerik bakımından çok zengin olduğunu söyleyemeyiz ama her yeni bulunan dil bir medeniyetin göstergesidir.
– Size göre bugüne kadar yaptığınız en önemli çalışmanız nedir?
Hitit dönemi Anadolu’nun siyasi yapısını değiştirecek bir çalışmam var. Anadolu’da bilinen “Hattusa” ve “Tartuntassa” adında iki büyük krallık olmasına rağmen ben bir krallık daha buldum. “MYRA” krallığı İzmir’den Bafa Gölüne kadar gelen bir krallık… Kralının adı “Tarkasnawa” ve bu çok önemli bir değişiklik çünkü bütün tarihi belgeleri değiştirecek. Şu anda yurtdışında çok ciddi gündem yaratmış durumda… Anadolu’da bilinen iki krallıktan sonra bir üçüncünün olduğunun ortaya çıkması tarihin seyrini de değiştirdi. Bütün yazılı kaynaklar tekrar güncellenecek ve Anadolu’da krallık literatürüne bir yenisi daha eklenecek. Şimdiden kendi yazdıkları kitapları çıkmak üzere olan yabancı araştırmacılar bu bilgiyi kendi kaynaklarına almış durumdalar. Son bir senedir sadece bunun üzerine yoğunlaşmıştım. Sonucunda Anadolu tarihinde bugüne kadar bilmediğimiz üçüncü büyük krallığın da varlığı ortaya çıkmış oldu.
-Antalya isminin tarihçesi hangi medeniyete kadar uzanıyor?
Bu bölge için Heredot bize Pamfilya adını veriyor. Adalya adında bir Pers Prensi olduğunu biliyoruz. Antalya’nın kuruluşu Attalos ile ilişkilendiriliyor. Antalya merkezle ilgili elimizde çok fazla veri yok ama Aspendos, Side, Silyon’ un isimleri Anadolu medeniyetlerinde Hititlerden geliyor. İskender’in geldiği zaman da dahi bütün bu Pamfilya bölgesinde Anadolu kökenli halklar yaşıyordu. Helenlerin Yunanların yanı sıra Luwi kökeninden insanlar yaşıyordu.
–Eski çağlardan günümüze yansıyan kültürel benzerlikler var mı?
Hayır, hiç olmadı. O zamanlardan günümüze gelen hiçbir şey yok. Ama Mısır’da halen devam eden Kıpti Medeniyeti 3500 senelik bir medeniyet ve halen Mısır’da yaşıyorlar. 2700 senedir Yunanlılar, Ermeniler ve Süryanilerin de Anadolu’da yaşamış olduğu bir gerçek. Biz kendi kültürümüzü yaratmış bir medeniyetiz. Etkilenmeleri de bu üç halktan bir şeyler öğrenerek yaptık.
-Antalya’da yapılan tarihi çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aksu’da, Perge’de yaşamış Apollonios adında çok önemli bir matematikçi var. Tıpkı Pisagor ya da Arşimet gibi çok önemli bir matematikçi… Hiç kimsenin aklına ilköğretimde ya da liselerde Apollonios adına matematik yarışmaları düzenlemek gelmiyor mu? Hatta teorileri günümüze kadar gelmiş böyle önemli bir matematikçiden çoğu kimsenin haberi bile yok. Kültürel çalışmalar yapılıyor ama yüzeysel etkinlikler olarak kalıyor. Ya da “Antalya’nın 14 tane dili var” sloganı hiçbir yerde geçmedi. Hatta çoğu insan bunu bilmiyor bile…
–Genel olarak Türkiye’de size karşı ilgi nasıl?
Beni farklı bulup yaptığım işi bir şeye benzetemeyenlerde var, neden böyle bir alanı seçtiğimi anlamayanlarda oluyor. Özellikle popüler kültürün etkileri sonucu Eski Çağ Medeniyetleri birçok kişi için gereksiz bir konu olarak algılanıyor. Batı’da okumaya gittiğimde Anatolistik dersini gördüğümde çok şaşırdım. Almanya’da Fransa’da özellikle İtalya’da böyle bir bilim dalı var ama Türkiye hala kendi toprağına ilişkin bir bilim dalına sahip değil… Türkiye böyle bir çalışma olmadığı için insanlar size numuneymişsiniz gibi, tek başına istisnai bir durum olarak bakıyorlar. Hâlbuki bizim Anadolu’daki kültürel süreci inceleyecek ve okuyabilecek elemanlara ihtiyacımız var. Yunanca yazılmış ama dili Türkçe olan Karamanlıca kitabelerini arasanız da bulamazsınız. Çünkü bu konuyu Türkiye’de merak eden araştıran bir tek kişi bile yok.
-Gezileriniz sırasında ne gibi olaylarla karşılaştınız?
Ben tarihsel gezilere genelde yalnız çıkmayı tercih ediyorum. Çok nadir taşıt kullanıyorum genelde yürüyerek gitmeyi tercih ederim. Birkaç kez kaybolduğumda oldu. Bir gün Kalkan’a minibüsle gideyim dedim. Gömbe’den Kalkan’a dağa doğru olan yola çıkan bir minibüsle, yokuştan ineceğimiz sırada frenlerin boşalmasıyla şarampole yuvarlandık. Ölümlü olmayan bu kazada o arabada bulunma nedenimde bir araştırma içindi. Ölümden döndüğüm bu kaza benim için önemlidir. Her şeye rağmen bireysel araştırmalarım devam etti. Bu olaydan sonra merak edilen şeyin değeri, bana onun için her şeyin göze alınacağını bir kez daha gösterdi.
– Eski çağ yazısı çözümleyen araştırmacıları biz sadece mumyalı filmlerde görmüş kişileriz. Tarihi merak etmeme sorunumuz eğitimin bir parçası mı?
Aslında hiçbir dilbilimci o şekilde ezberden bir yazıt okuyamaz. Çünkü Mısır yazısında sesli harfler gösterilmez ve kelimeler çok sık harf gruplarıyla iç içe girmişlerdir. Uzmanlık çalışması gerektirir. Bir kelimeyi okumak haftalar sürebilir. Filmlerde İngilizce okur gibi okuyorlar. Ben de bir merak sonucu bu işe girmiştim. Merak etmediğimiz için eğitimdeki eksiklikleri de görmüyoruz. Böylece eksik olan yerleri tamamlayamıyor sadece gördüğümüze inanıyor onunla yetiniyoruz. Ölüdeniz papirüsleri bulunduktan sonra yayınlanmaları 10 yıl sürdü. Tarih kısa zamanda basitçe okunacak bir bilim değildir. Özellikle eski yazılarda malzeme olarak ahşap kullanılıyordu. Kök boya ile günümüze kadar gelenleri var. Ama genel olarak silinen çok fazla eser var ve malzememiz oldukça kısıtlı olmasına rağmen kamu üniversitelerinin görevi bu tür çalışmaların araştırılmasını sağlamak olmalıdır.
-Bundan sonraki kariyer planınız nasıl ilerleyecek?
Önceki rektörümüz ve diğer yöneticilerle fikir birliğine vardığımız bir konu vardı. Türkiye’de ilk olacak bir Analolistik Bölümü açmaya karar verilmişti. Yeni yönetimin bu konudaki kararları ne yönde olur bilemem. Böyle bir bölüm kurulursa kendimizi batıya anlatırken de daha ciddi bir referansımız olacak. Uzun yıllar İstanbul’da Bizantoloji yoktu. İnan Kıraç yıllar sonra özel olarak kurdu. Yapılan kazılarda açığa çıkan eserleri turizmde de kullanıyoruz. İlk hedefim bu üniversitede neler yapabileceğimi görmem. Bu bölümü eğer bu üniversitede kurma imkânı olmazsa başka projelerim olabilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder