Maurice Olender, Cennetin Dilleri Tanrısal Bir Çift: Ariler ve Samiler, (Çev. Nevzat Yılmaz), Dost, Ankara 1998, künyeli eserin "Aryanların Tektanrıcı Eğilimi" bölümünden yapılan alıntıları içermektedir. Kitaptan yapılan tüm alıntılara https://yasinetin.blogspot.com/2019/06/cennetin-dilleri-kitabindan-alintilar.html linkinden ulaşılabilir.
Cennetin Dilleri |
6. ARYALARIN TEKTANRICI EĞİLİMİ -A. PİCTET- (s. 117-130)
· 1859. Darwin’in evrimciliğinin Türlerin Kökeni’nin yayımıyla onaylandığı yıl, aynı zamanda basında şu başlıklı anıtsal bir Essai de paleontologie linguistique’in (Dilbilimsel Paleontoloji Denemesi) yayımlandığına tanık olur: Les Origines indo-europeennes ou les Aryas primitifs (Hint-Avrupa Kökenleri ya da ilkel Aryalar). Yazan Adolphe Pictet (1799-1875) Cenevreli Calvinci buyuk bir ailedendir. [1]
Charles Darwin, Türlerin Kökeni |
· A. Wilhelm von Schlegel (1767-1845) ona Sanskritçe öğretir. [2]
A. Wilhelm von Schlegel |
· Jakob Grimm (1785-1863), [A. Pictet’e] 1885’de, bozuk bir Kelt dilinde yazılmış anlaşılmaz bir büyü kitabını çözümlemek için başvuruda bulunur. [3]
Jacob Drimm ve kardeşi |
· topçu Pictet, bilimlerde üne kavuşmadan once, askerlik mesleğinde yetişen bu bilginlerin arasında yer alır. Hayatı boyunca, balistik konusunda hayal kırıklıklarıyla dolu büyük bir tutkusu olur. Bir “Pictet usulü füze” (1827) yaptıktan ve 1848’de Essai sur les proprietes et la tactique des fusees de guerre’i (Savaş füzeleri taktiği ve onların özellikleri üzerine deneme) yayımladıktan sonra müşteri bulmakta çok zorluk çektiği horozlu bir obüs yapar. Avrupa hükûmetlerini dolaştıktan sonra -III. Napoleon’un Donanma Bakanlığı, 1857’de Pictet’i hayal kırıklığına uğratmadan önce, uzun sure tereddüt eder-, sonunda Avusturya, 1858’de, bu çakmaklı füzenin sırrını satın alır. Bu füze “1868’e kadar arazi ve dağ toplarının mermisi olarak” hizmet vermiştir. [4]
· Pictet’yi bir “dilbilimsel paleontolojiye” iten, gene bu sözcüklerin kaderidir. Görevi: Her zaman daha parlak bir geleceğe susayan Hıristiyan Batı’ya bir Hint-Avrupa belleğini yeniden kazandırmak.[5]
· Pictet’yi bir “dilbilimsel paleontolojiye” iten, gene bu sözcüklerin kaderidir. Görevi: Her zaman daha parlak bir geleceğe susayan Hıristiyan Batı’ya bir Hint-Avrupa belleğini yeniden kazandırmak.[5]
Adolfhe Pictet, Hint-Avrupa Kökenleri ya da ilkel Aryalar |
· “Bütün tarihsel tanıklıklardan önceki ve zamanların gecesinde saklanan bir dünyanın tamamına egemen olmaya adanmış bir ırk, parlak geleceğine başladığı ilkel beşiğinde yavaş yavaş buyuyordu. Hazinelerini saçıp savurmadan teslim eden ulu ve sert bir doğanın sinesinde kan güzelliği ve zeka yeteneğiyle bütün ötekiler arasında ayrıcalıklı olan bu ırk, başından beri fethetmeye yazgılıydı [...]. Burada, hazırlayan düşüncenin ve tamamlayan enerjinin erken bir gelişmesi görülür; sonra, kuşkusuz başlangıçtaki güçlükler bir kez yenilince, ataerkil bir yaşayışın ortasında dertsiz bir mutluluk hali. Böylece neşe içinde, sayıca ve refahça büyüyerek, bu verimli ırk, gelişmenin güçlü aracı olarak kendisine, zenginliğiyle, kudretiyle, ahengiyle ve kalıplarının mükemmelliğiyle hayranlık uyandıran bir dil yaratmaya çalışıyordu; bütün duygularının, tatlı sevgilerinin, doğal hayranlıklarının, aynı zamanda da ustun bir dünyaya doğru atılımlarının kendiliğinden gelip yansıdığı bir dil; en derin düşüncenin olduğu gibi, en yüce şiirin de muhteşem gelişmesinin gelecekteki bütün zenginliklerini tohum olarak taşıyan sezgisel imge ve düşüncelerle dopdolu bir dil.” [6] A. Pictet
· “Zira sözcükler kemikler kadar dayanırlar. Bir dişin örtük bir bicimde bir hayvanın tarihinin bir kısmını kapsaması gibi, soyutlanmış bir sözcük de, oluşumu esnasında ona bağlanan bütün bir düşünce dizisinin yolunu gösterebilir. Onun için dilbilimsel paleontoloji sözü, düşündüğümüz bilime çok uygun düşmektedir” [7] A. Pictet
· İncelemesinin amacı: “Her geleneğe yabancı” bir halkın bir biçimde “filoloji bilimiyle ortaya çıkarılmasını sağlamak”. Renan’ın ve Max Müller’in onayladığı program. Araştırmasının güçlüklerini farkediyorsa da, Pictet, okuyucusuna, “sağlam bir adımla”, Ari dillerden alınan sözcükler sayesinde “dünyanın en güçlü ırkının beşiğine kadar, hatta ait olduğumuz ırka kadar” onu götüreceğine dair güvence vermektedir. [8]
· “Zira sözcükler kemikler kadar dayanırlar. Bir dişin örtük bir bicimde bir hayvanın tarihinin bir kısmını kapsaması gibi, soyutlanmış bir sözcük de, oluşumu esnasında ona bağlanan bütün bir düşünce dizisinin yolunu gösterebilir. Onun için dilbilimsel paleontoloji sözü, düşündüğümüz bilime çok uygun düşmektedir” [7] A. Pictet
· İncelemesinin amacı: “Her geleneğe yabancı” bir halkın bir biçimde “filoloji bilimiyle ortaya çıkarılmasını sağlamak”. Renan’ın ve Max Müller’in onayladığı program. Araştırmasının güçlüklerini farkediyorsa da, Pictet, okuyucusuna, “sağlam bir adımla”, Ari dillerden alınan sözcükler sayesinde “dünyanın en güçlü ırkının beşiğine kadar, hatta ait olduğumuz ırka kadar” onu götüreceğine dair güvence vermektedir. [8]
F. Max Müller |
· Dağılmadan önceki Aryalar “esas olarak bir çoban halkıdır”, “sabit” evleri vardır ve kendilerini göçebeliğe bırakmazlar. Onlara ait bilinen her şey gösteriyor ki, yüksek ölçüde akıllı ve ahlaklı bir ırk oluştururlar. Böylesine yoğun dinsel ve düşünsel yaşamları olan bu insanların bu kadar aşağılardan başlamaları, hiçbir dinleri olmaması ya da karanlık bir çoktanrıcılığın uçurumunda kalmış olmaları düşünülebilir mi? Bu soruya yanıt vermek için Pictet ilk Arileri olabildiğince “tektanrıcı” yapacaktır. Eğer bu yürüyüşün sonunda dinlerinin “şiirsel bir çoktanrıcılıktan ibaret olduğunu” kabul ederse, dilin sözcükleri –kökenlerle dolu bu koruyucu- Arilerde “ilkel bir tektanrıcılığın” kimliğini tanımaya izin vermektedir. [9]
· Tanrısal olana dair Hint-Avrupa sözcüklerini bir bir sayıp döken Pictet, o zaman Aryaların “ilkel tektanrıcılığını" filolojide kurmak ister. Mademki Sanskritçe deyim-dêva ve onun Ari karşılıkları ona istediği çözümü sağlıyor, o zaman anahtarı tektir ve her kapıyı açar. Gerçekten de sözcüğün varlığı, anlamın daha once geldiği düşünülmezse nasıl farzedilir? Eğer deva doğrulanıyorsa, zorunlu kıldığı “üstün varlık” kavramı da aynı şekilde doğrulanmış olur. Böylece, bu sözcüğün ilginç bir tarihi vardır. Sanskritçeden Yunancaya geçer, sonra “İbranilerin 'yehova’sının yerini tutması için Hıristiyanlığa nakledilmek üzere” Latinceye geçer. [10]
· Pictet onu temin eder. Eğer ilk Aryalar, çeşitliliği içerisinde doğaya tapan çoktanrıcılar olmuş olsalardı, dillerinin ondan izler taşıması gerekirdi, ama durum böyle değil. “Şu halde, çoktanrıcılığın olmadığı, bununla birlikte dilin daha once teşekkül etmiş olduğu bir zamanın, zorunlu olarak var olduğunu kabul etmek gerekir.” [11]
· Tanrısal olana dair Hint-Avrupa sözcüklerini bir bir sayıp döken Pictet, o zaman Aryaların “ilkel tektanrıcılığını" filolojide kurmak ister. Mademki Sanskritçe deyim-dêva ve onun Ari karşılıkları ona istediği çözümü sağlıyor, o zaman anahtarı tektir ve her kapıyı açar. Gerçekten de sözcüğün varlığı, anlamın daha once geldiği düşünülmezse nasıl farzedilir? Eğer deva doğrulanıyorsa, zorunlu kıldığı “üstün varlık” kavramı da aynı şekilde doğrulanmış olur. Böylece, bu sözcüğün ilginç bir tarihi vardır. Sanskritçeden Yunancaya geçer, sonra “İbranilerin 'yehova’sının yerini tutması için Hıristiyanlığa nakledilmek üzere” Latinceye geçer. [10]
· Pictet onu temin eder. Eğer ilk Aryalar, çeşitliliği içerisinde doğaya tapan çoktanrıcılar olmuş olsalardı, dillerinin ondan izler taşıması gerekirdi, ama durum böyle değil. “Şu halde, çoktanrıcılığın olmadığı, bununla birlikte dilin daha once teşekkül etmiş olduğu bir zamanın, zorunlu olarak var olduğunu kabul etmek gerekir.” [11]
Peder W. Schmidt eseri |
· Peder W. Schmidt tarafından (Der Ursprung der Gottesidee, Munster, 1912-1955, 12 cilt) etkilenen bir kökensel tektanrıcılık görüşleriyle, peder K. Prumm, Hint-Germenlerde kökensel tektanrıcılık izlerini bulup çıkardığında, Pictet’ninkilere -ki onları hiç anmaz- yakın düşüncelere varacaktır: “Üçüncü binde, en erken zamanda, Hint-Germenler bir halk olurlar[Volkwerdung]. Eğer biz, Hint-Germenlerin pek çoğunda izleri önceleri açık, daha sonra farkedilebilir olan -İÖ. VI1-VI. yüzyıldan itibaren İranlılarda— bir kökensel tektanrıcılık[Umumotheismus] buluyorsak, bu, kesinlikle Zerdüşt peygamberin bir yaratma eylemi olmayan, ama önceden varolan bir kabiliyete dayanan bir yenileşmedir, bu din biçiminin insanlığın geleneklerinde ne denli güçlü bir bicimde kök salmış [verwurzelt sein] olması gerektiği görülür” (K. Prumm, Religionsgeschichtliches Handbuch fur den Raum der altchristlichen Umwelt. Hellenistischromische Geistesstromungen und Kulte mit Beachtung des Eigenlebens der Provinzen [1943], Roma, Papstliches Bibelinstitut tarafından yayımlanmış, 1954, s. 819).[12]
Karl Prumm'un eseri |
· Pictet, okuyucuyu ilkel dünyada tura çıkmaya çağırır. Orada, Brezilya Guaranilerinin üstün varlığından Algonkinlerin büyük ruhuna kadar söz eder ve sonunda yaban tektanrıcılık madalyasını Perululara vererek bitirir. Lima yakınında, bunlar hiçbir putun temsil edemediği, görünmeyen bir Varlık’a bir kült adamışlardır.[13]
· Pictet, Sanskrit metinlerinin göksel tanrısında Aryaların ilkel tektanrıcılığının profilinin yansıdığını görür. Oradan gelip çoktanrıcılık içinde yok oldularsa bu, “doğa olaylarının çeşitliliğini açıklama” arzuları tarafından itilmiş olmalarındandır. Bu doğa olaylarının algılanışı, sözcüklerin arzusuna göre bir tanrılar kalabalığı meydana getirerek sona erer.[14]
· Bu Aryaların hatırasına bazı halklar daha sadık kalmıştır. Pictet burada, İncil’deki Musa’nın yerini tutan tektanrıcı bir Zerdüşt geleneğini yeniden ele alır. Ari ülkede, “hatırası kaybolmayan eski bir tektanrıcılığı” keşfetme tarzı bulunduğuna göre, olay önemsiz değildir.[15]
· “Bundan başka Iran, Ansiklopedistlerce Hıristiyan Kilise’ye yöneltilen polemiklerden yarar sağlamıştı; klasik gelenekle yüceltilen şaşalı ve gizemli Zerdüşt adı Musa’ya bir rakip çıkarmaya izin veriyordu; Iran, ilkel ve müthiş bir yasa koyuculuğun utkusunu İbranilerden almaya çalışıyordu.” [16] Sylvain Levi (1863-1935)
· Pictet, Sanskrit metinlerinin göksel tanrısında Aryaların ilkel tektanrıcılığının profilinin yansıdığını görür. Oradan gelip çoktanrıcılık içinde yok oldularsa bu, “doğa olaylarının çeşitliliğini açıklama” arzuları tarafından itilmiş olmalarındandır. Bu doğa olaylarının algılanışı, sözcüklerin arzusuna göre bir tanrılar kalabalığı meydana getirerek sona erer.[14]
· Bu Aryaların hatırasına bazı halklar daha sadık kalmıştır. Pictet burada, İncil’deki Musa’nın yerini tutan tektanrıcı bir Zerdüşt geleneğini yeniden ele alır. Ari ülkede, “hatırası kaybolmayan eski bir tektanrıcılığı” keşfetme tarzı bulunduğuna göre, olay önemsiz değildir.[15]
· “Bundan başka Iran, Ansiklopedistlerce Hıristiyan Kilise’ye yöneltilen polemiklerden yarar sağlamıştı; klasik gelenekle yüceltilen şaşalı ve gizemli Zerdüşt adı Musa’ya bir rakip çıkarmaya izin veriyordu; Iran, ilkel ve müthiş bir yasa koyuculuğun utkusunu İbranilerden almaya çalışıyordu.” [16] Sylvain Levi (1863-1935)
M. Boyce, Zoroastrians. Their Religious Beliefs and Practices |
· M. Boyce, Zoroastrians. Their Religious Beliefs and Practices, Londra, 1979 adlı kitabında Zerdüştlüğü tektanrıcı vahyin kaynaklarıyla özdeşleştirir; ‘‘Zoroaster and his mission”a ayrılan bir paragrafta şu okunur: “Geleneğe göre vahiy ona indiğinde, Zerdüşt otuz yaşında, bilgeliğinin en olgun çağındaydı.” Ve ilk bölümü kesin bir cümleyle başlar: “Zerdüşt dini vahyedilmiş en eski dindir ve büyük ihtimalle bütün diğer tekil inançlardan daha çok, insanlık üzerinde dolaylı ya da dolaysız etkisi olmuştur"[17]
· “Ari atalarımızda sabanın olmadığını söylemek, hiçbir şekilde bu yolla onları barbarlığa götürmek demek değildir ve Pictet’nin güzel kitabının her sayfasında ırkın ilk evresinde, daha o zamanlar, sanayinin ne denli geliştiğine insan şaşıracaktır.” [18] Ferdinand de Saussure (1857-1913)
· “Ari atalarımızda sabanın olmadığını söylemek, hiçbir şekilde bu yolla onları barbarlığa götürmek demek değildir ve Pictet’nin güzel kitabının her sayfasında ırkın ilk evresinde, daha o zamanlar, sanayinin ne denli geliştiğine insan şaşıracaktır.” [18] Ferdinand de Saussure (1857-1913)
Ferdinand de Saussure |
· Pictet, tasarısına bütün genişliğini verir. Önce, çok yeni keşfedilmiş Aryaların, ırklarıyla, yaşam güçleriyle ve dillerinin parlaklığıyla nasıl ışık saçtıklarını hatırlatır. İbranilerden farklı olarak ruhtan, “yaşamsal soluk” değil, fakat düşünen öge yaratırlar. Hemen hemen yalnızca bu halklardadır ki, siyasetin, bilimin ve sanatların icadını tahrik eden özgürlük ruhunun tohumları bulunur.[19]
· Karmaşık gerçekliği içinde doğayı kendisine göstermesi için, bir an çoktanrıcılık sisi içinde kendini kaybetmeden önce, emin bir adımla, Aryalar tektanrıcı Hıristiyanlıkta yollarına devam ederler.[20]
· Tarihçinin çabası, dünyanın dramı içerisinde her ırka verilen rolü ortaya çıkarmaktır.[21]
· “Kuşkusuz İbraniler, saf tektanrıcılığın bu sadık koruyucuları, mukadder tasarıda muhteşem bir paya sahip oldular, ama insanlığın başında yalnız kalsalardı, dünya ne durumda olurdu, bunu insan kendine sormalıdır. Onlar, bir gün üstün bir ışığın fışkırması gereken hakikat ilkesini dinsel olarak korurlarken, Mukaddir, o zamandan ilerlemenin devamcıları rolünü daha once bir başka insan ırkına saklıyordu, olay budur. “Bu ırk ise Aryaların ırkı idi, dünyanın uygarlaştırıcısı olmak için İbranilerde eksik olan niteliklerle başlangıcından beri donanmış olan ırk [...]. İki ırk arasındaki karşıtlık mümkün olduğu kadar çözümlenir. Koruyan otorite İbranilere, geliştiren özgürlük Aryalara verilir; birilerine bir noktada toplayan ve yalnız bırakan softalık, ötekilere genişleten ve benzerleştirici yetenek; bunlara tek amaca yönelmiş bir enerji, ötekilere her yöne taşınan durmak bilmeyen bir etkinlik; bir yanda sımsıkı tek bir ulusal topluluk, öte yanda çeşitli halk kalabalıklarına bolunmuş ırkın sınırsız yayılımı: İki tarafta da mukadder fikirleri tamamlamak için tam olarak gereken şey”[22] A. Pictet
· İbranilerin edilgen -fakat esas- rolü, mukadder mükemmelleştirilişi Hıristiyanlaşmış Aryalar tarafından gerçekleştirilecek olan bir vahyin uykusunu korumak olacaktı.[23]
· Renan’ın Sami değerlerin karşıtlığını ayrıntılarıyla anlatarak Hint-Avrupa çoktanrıcılığını yücelttiği yerde, Pictet ilk zamanın Aryalarını ortaya çıkaran başlangıçtaki tektanrıcılığın gizli gücünü söylemeyi dener. Başka yönden birbirinden çok farklı olan bu iki yazar, serbest bir belleğin verimliliğinden yalnızca yaratıcı özgürlüğü alıkoyan dizginlenmiş bir çoktanrıcı düşünüşün övgüsünü yaparlar. Hıristiyanlaşmış Aryaların “yumuşak” tektanrıcılığıyla yönlendirilmiş zamanın okunun sindireceği bir çoktanrıcılık.[24]
· Karmaşık gerçekliği içinde doğayı kendisine göstermesi için, bir an çoktanrıcılık sisi içinde kendini kaybetmeden önce, emin bir adımla, Aryalar tektanrıcı Hıristiyanlıkta yollarına devam ederler.[20]
· Tarihçinin çabası, dünyanın dramı içerisinde her ırka verilen rolü ortaya çıkarmaktır.[21]
· “Kuşkusuz İbraniler, saf tektanrıcılığın bu sadık koruyucuları, mukadder tasarıda muhteşem bir paya sahip oldular, ama insanlığın başında yalnız kalsalardı, dünya ne durumda olurdu, bunu insan kendine sormalıdır. Onlar, bir gün üstün bir ışığın fışkırması gereken hakikat ilkesini dinsel olarak korurlarken, Mukaddir, o zamandan ilerlemenin devamcıları rolünü daha once bir başka insan ırkına saklıyordu, olay budur. “Bu ırk ise Aryaların ırkı idi, dünyanın uygarlaştırıcısı olmak için İbranilerde eksik olan niteliklerle başlangıcından beri donanmış olan ırk [...]. İki ırk arasındaki karşıtlık mümkün olduğu kadar çözümlenir. Koruyan otorite İbranilere, geliştiren özgürlük Aryalara verilir; birilerine bir noktada toplayan ve yalnız bırakan softalık, ötekilere genişleten ve benzerleştirici yetenek; bunlara tek amaca yönelmiş bir enerji, ötekilere her yöne taşınan durmak bilmeyen bir etkinlik; bir yanda sımsıkı tek bir ulusal topluluk, öte yanda çeşitli halk kalabalıklarına bolunmuş ırkın sınırsız yayılımı: İki tarafta da mukadder fikirleri tamamlamak için tam olarak gereken şey”[22] A. Pictet
· İbranilerin edilgen -fakat esas- rolü, mukadder mükemmelleştirilişi Hıristiyanlaşmış Aryalar tarafından gerçekleştirilecek olan bir vahyin uykusunu korumak olacaktı.[23]
· Renan’ın Sami değerlerin karşıtlığını ayrıntılarıyla anlatarak Hint-Avrupa çoktanrıcılığını yücelttiği yerde, Pictet ilk zamanın Aryalarını ortaya çıkaran başlangıçtaki tektanrıcılığın gizli gücünü söylemeyi dener. Başka yönden birbirinden çok farklı olan bu iki yazar, serbest bir belleğin verimliliğinden yalnızca yaratıcı özgürlüğü alıkoyan dizginlenmiş bir çoktanrıcı düşünüşün övgüsünü yaparlar. Hıristiyanlaşmış Aryaların “yumuşak” tektanrıcılığıyla yönlendirilmiş zamanın okunun sindireceği bir çoktanrıcılık.[24]
Renan |
· “Ve bin yıllık bir ayrılıktan sonra Avrupalı Aryaların, büyük bir dönüş yaparak, Hindistan’daki tanımadıkları kardeşlerine kavuşmaları, üstün bir uygarlığın öğelerini onlara getirerek onları egemenlikleri altına alışları ve orada ortak bir kökenin eski özelliklerinin görülüşü ilgi çekici değil midir?”[25] A. Pictet
· Mukaddir tarafından belirlendiği için ahlaka uygun bir sömürgeleştirmenin kurucusu olan Aryalar, yalnızca “Tanrı’nın tasarılarının başlıca aracı” olmak gibi gösterişsiz bir ayrıcalığa sahiptirler.[26]
· Mukaddir tarafından belirlendiği için ahlaka uygun bir sömürgeleştirmenin kurucusu olan Aryalar, yalnızca “Tanrı’nın tasarılarının başlıca aracı” olmak gibi gösterişsiz bir ayrıcalığa sahiptirler.[26]
· 1860’lı yıllarda, A. A. Cournot (1801-1877) tarihin nasıl başka türlü tasarlanabileceğini sorar kendisine. İnsan ırkları, göçmen kuşlarda olduğu gibi “bir çeşit mükemmel bir içgüdüyle” yönlendirilse bile, insan zekası, özgürlüğün egemen olduğu yerde bir “ahlaksal düzen” kurmak için “Tanrı düşüncesinin” müdahalesini isteyecektir. Başka bir deyişle, her turlu ahlaktan yoksun hayvanlara doğal istidatlar yetse de, insanlık “mukadder eşgüdüm ya da yönlendirme düşüncesine apaçık bağlı” olan bu ahlaki niteliği gereksinir. İnsan türü için, olayların ahlaki bir tarihi içinde kendini anlaması için tek olanak budur. Tarihe bir akıl ve düzen vererek... İşte, Hıristiyanlıktan ayrılamayan bir uygarlığın niçin anlamını tarihin akışına kabul ettirmek zorunda olduğu.[27]
Bir Takım Uğraşlar |
***
[1] Cennetin Dilleri, s. 117.
[2] Cennetin Dilleri, s. 118.
[3] Cennetin Dilleri, s. 118.
[4] Cennetin Dilleri, s. 119.
[5] Cennetin Dilleri, s. 120.
[6] Cennetin Dilleri, s. 120.
[7] Cennetin Dilleri, s. 121.
[8] Cennetin Dilleri, s. 121.
[9] Cennetin Dilleri, s. 121.
[10] Cennetin Dilleri, s. 122.
[11] Cennetin Dilleri, s. 122.
[12] Cennetin Dilleri, s. 122.
[13] Cennetin Dilleri, s. 122-123.
[14] Cennetin Dilleri, s. 123.
[15] Cennetin Dilleri, s. 123.
[16] Cennetin Dilleri, s. 123.
[17] Cennetin Dilleri, s. 123-124.
[18] Cennetin Dilleri, s. 126.
[19] Cennetin Dilleri, s. 126.
[20] Cennetin Dilleri, s. 126.
[21] Cennetin Dilleri, s. 126.
[22] Cennetin Dilleri, s. 127.
[23] Cennetin Dilleri, s. 127.
[24] Cennetin Dilleri, s. 128.
[25] Cennetin Dilleri, s. 128.
[26] Cennetin Dilleri, s. 128.
[27] Cennetin Dilleri, s. 128-129.
[1] Cennetin Dilleri, s. 117.
[2] Cennetin Dilleri, s. 118.
[3] Cennetin Dilleri, s. 118.
[4] Cennetin Dilleri, s. 119.
[5] Cennetin Dilleri, s. 120.
[6] Cennetin Dilleri, s. 120.
[7] Cennetin Dilleri, s. 121.
[8] Cennetin Dilleri, s. 121.
[9] Cennetin Dilleri, s. 121.
[10] Cennetin Dilleri, s. 122.
[11] Cennetin Dilleri, s. 122.
[12] Cennetin Dilleri, s. 122.
[13] Cennetin Dilleri, s. 122-123.
[14] Cennetin Dilleri, s. 123.
[15] Cennetin Dilleri, s. 123.
[16] Cennetin Dilleri, s. 123.
[17] Cennetin Dilleri, s. 123-124.
[18] Cennetin Dilleri, s. 126.
[19] Cennetin Dilleri, s. 126.
[20] Cennetin Dilleri, s. 126.
[21] Cennetin Dilleri, s. 126.
[22] Cennetin Dilleri, s. 127.
[23] Cennetin Dilleri, s. 127.
[24] Cennetin Dilleri, s. 128.
[25] Cennetin Dilleri, s. 128.
[26] Cennetin Dilleri, s. 128.
[27] Cennetin Dilleri, s. 128-129.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder