Maurice Olender, Cennetin Dilleri Tanrısal Bir Çift: Ariler ve Samiler, (Çev. Nevzat Yılmaz), Dost, Ankara 1998, künyeli eserin "Cenneti Arşivleri" bölümünden yapılan alıntıları içermektedir. Kitaptan yapılan tüm alıntılara https://yasinetin.blogspot.com/2019/06/cennetin-dilleri-kitabindan-alintilar.html linkinden ulaşılabilir.
Cennetin Dilleri |
1. CENNETİN ARŞİVLERİ(s.13-36):
·
Her ne kadar aziz
Augustinus (354-430) resmi görüş olarak İbraniceyi, kökenlerin insan dili
olarak övüyorsa da Antikçağ, İbrani davasına karşı olanları da biliyordu.
Böylece, Cyrli Theodoret (393-466?) İbraniceye karşı kazanan Süryani dilini
ileri sürüyor ve Nyssalı Gregorius (330-394) İbranicenin en eski dil olmadığı
konusunda güvence veriyordu. Tanrı’nın insanlığın atalarına alfabeyi öğrettiği
düşünülen bir “öğretmen” olmadığını belirtiyordu.[1]
·
İbranicenin eski ayrıcalığını sarsmaktan da
fazlasını yapan Sanskritçe bu dönemde modadır. Fransa’nın, İngiltere’nin ve
Almanya’nın salonlarında ve akademilerinde Veda dili konusunda yapılan
konuşmalar, Hint-Avrupa varsayımının ortaya çıkışını yasallaştırarak dillerin
karşılaştırmalı olarak incelenmesinin yerleşmesini çabuklaştırmaya katkıda
bulunur.[2]
·
“Ne kadar
eski olursa olsun Sanskritçenin Yunancadan daha mükemmel, Latinceden daha
zengin ve her ikisinden de daha ince, hayranlık uyandıran bir yapısı vardır:
Gene de, bu iki dil arasında, fiil kökleri ve dilbilgisi kalıplarında,
rastlantıdan beklenmeyecek ölçüde çok benzerlik olduğu kabul edilir. Gerçekte,
bu öylesine bir benzerliktir ki bir filolog, bu üç dili de, artık varolmayan
ortak bir kaynaktan çıktıklarına inanmadan inceleyemez. Bunun kadar başarılı
olmasa da, çok farklı bir dille karışmış olmalarına rağmen Got dili ve
Keltçenin de Sanskritçeyle aynı kaynaktan geldiğini varsaydıracak benzer bir
neden daha var; eğer burası, İran’ın Antikçağıyla ilgili sorunları tartışma
yeri olsaydı, bu aileye Farsçayı da ekleyebilirdik.”[3]
(W. Jones, "On the Hindus. The Third
Discourse”, Asiatic Researches, I
(1788), 1799 s. 422-423.)
·
“Sanskritçe
diye adlandırılan Hindistan’ın eski dilinin bulunması sayesinde[...] ve bu dili
Avrupa’nın başlıca ırklarının dillerine bağlayan ve Schlegel’in, Humboldt’un,
Bopp’un ve daha başkalarının dehası tarafından açıklanan yakın akrabalığın
bulunuşu sayesinde, dünyanın ilkel tarihini inceleme tarzında tam bir devrim
yapıldı.”[4]
(F. M. Müller, Nouvelles Lecons sur la science du langıuıge (1863), Fr.
çev. G. Harris ve G. Perrot, Paris, 1868, 2. cilt, s. 136-137.)
·
“Hindistan’ın
mitolojik yanılsamasının bilinçsiz oyuncakla olan Avrupalı bilginler, Veda’yı,
yalnızca tarihin değil, hatta insan düşüncesinin en eski geçmişine götürmeye
alışmışlardı. Brahman ortodoksluğu, Veda’lar yoluyla ilk tanrısal vahye
varılacağını ileri sürüyordu: Avrupa bilimsel ortodoksluğu onlar yoluyla
Hint-Avrupa ırkında dinsel düşüncenin ilk vahyine vardığına inandı. Bu yolla
Veda’lar, ırkın dinsel kökenlerinin bir çeşit kutsal kitabı, Ari İncil’i
olmuştu.”[5] J.
Darmesteter (1849-1894)
·
“Böylesine
geniş bir aileyi göstermek söz konusu olduğunda kıtamızın bütün halkların
temsilcileri olarak neden Germenlerin kabul edileceğini anlamadığımdan
‘Hint-Germen’ deyimini onaylayamam [...] Şu anda, daha genel olarak anlaşılmak
için, Fransa’da ve İngiltere’de bir suredir kullanımı yoluyla onaylanan
‘Hint-Avrupa’ adım kullanacağım.”[6]
(F. Bopp, Grammaire comparee des langues indo-europeennes (1833-1849), M. Breal
tarafından Almancadan cevrilmiştiı; Paris, 1866, 1. cilt, s. 21.)
·
Böylece tarihsel dönemin İbranilerine maledilmek
istenen özellikleri Sami toplulukların tamamına atfeden uzmanların sayısı çok
fazladır.[7]
·
Yapıtı zamanın Alman tarih okuluna egemen olan
L. von Ranke (1795-1884) “her çağın, tanrısıyla dolaysız bir ilişki içinde var
olduğunu” söylediğinde, tarihin dinsel açıklamasıyla pozitif bir girişimin
ittifakını güçlü bir biçimde gösterir.[8]
·
Bilimin ve Hıristiyanlığın yeni bir arada yaşama
biçimleri bulmayı denediği bu dönemde Kilise tarafından kabul edilen ilk laik
bilimin kuşkusuz filoloji olduğunu hatırlatmak yersiz olmaz.[9]
·
“Filolojinin
doğuşunun, Batı bilincinde biyolojinin ve siyasal ekonominin doğuşuna nazaran
çok daha sessiz olduğu”[10]
gerçekse de, bununla birlikte, bu bilim dalı Batı’nın tarihsel hedeflerini aynı
süreklilikle belirlemiştir. Ama bu, filolojinin tarihe açık bir bilim olmuş
olduğunu hiçbir şekilde göstermez.[11]
·
İslam araştırmalarının başlatıcısı olan
Goldziher, Samilerarası karşılaştırmalı çalışma alanları açar. Orada Eski Ahit
öteki metinlerle aynı düzeydedir -en azından onun dileği böyledir. Aynı zamanda,
Goldziher Avrupa’nın bilginlerini tarihin kapılarını kapattığı bir cennetten
İbranileri kurtarmaya çağırır; karşılaştırmalı mitolojinin çerçevesinde, öteki
halkların efsaneleri arasında ve tarihteki toplumların büyük çokluğu içinde yer
alma hakkının İncil anlatılarına da tanınmasını ister.[12]
·
Uzun sure ilahiyat alanları içinde sıkışıp
kalmış olan kökenler-dilin, dinin, toplumun, uygarlığın kökenleri- laikleşerek,
XIX. yüzyılda insan bilimleri geliştiğinde sayısız kavgaya neden oldu.[13]
Bir Takım Uğraşlar |
[1] Maurice Olender, Cennetin
Dilleri Tanrısal Bir Çift: Ariler ve Samiler, (Çev. Nevzat Yılmaz), Dost,
Ankara 1998, s. 13-14.
[2] Cennetin Dilleri, s. 20.
[3] Cennetin Dilleri, s.
20-21.
[4] Cennetin Dilleri, s. 22.
[5] Cennetin Dilleri, s.
23-24.
[6] Cennetin Dilleri, s. 28.
[7] Cennetin Dilleri, s. 28.
[8] Cennetin Dilleri, s. 30.
[9] Cennetin Dilleri, s. 31.
[10]
M. Foucault, Les Mots et les
Chases. Une archeobgie des sciences humaines (1966), Paris, 1981, s. 294.
[Türkçesi, Kelimeler ve Şeyler, İmge Kitabevi, 1993]; aktaran, Cennetin Dilleri,
s. 31.
[11] Cennetin Dilleri, s. 31.
[12] Cennetin Dilleri, s. 32.
[13] Cennetin Dilleri, s. 35.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder