Maurice Olender, Cennetin Dilleri Tanrısal Bir Çift: Ariler ve Samiler, (Çev. Nevzat Yılmaz), Dost, Ankara 1998, künyeli eserin "İki Anlamlı Sözcüklerin Tehlikesinde" bölümünden yapılan alıntıları içermektedir. Kitaptan yapılan tüm alıntılara https://yasinetin.blogspot.com/2019/06/cennetin-dilleri-kitabindan-alintilar.html linkinden ulaşılabilir.
Cennetin Dilleri |
5. İKİ ANLAMLI SÖZCÜKLERİN TEHLİKESİNDE -F. MAX MÜLLER- (s. 104-116)
·
1849’da Volney ödülünü alan Müller, Renan gibi,
pek çok kimsenin övgüsünü kazanan kitapların yazarı oldu. Bir çeyrek yüzyıldan
daha fazla sure boyunca bu iki bilgin, okuyucularını bir tur ihtiyata çağırmadan
önce, Ari ırk ve Sami ırk kavramlarını işlediler. 1870 olaylarından sonradır
ki, her ikisi de birden bire gelişmesine o kadar katkıda bulundukları moda olan
bir bilimin, karşılaştırmalı filolojinin, ırkbilimsel kullanımlarının neden
olabileceği öngörülemeyen sonuçlarını ölçerler. [1]
·
Bununla birlikte, bu iki yazar, bir gün,
bilimin, ırk düşüncesinin daha iyi kurulmasına elverişli olacak biçimde
ilerlemeler kaydedeceğini ümit ediyorlardı.[2]
·
Renan, tektanrıcılığm icadının İbranilerin
hesabına yazılmasını kabul edemezdi. Tektanrıcılık kavramı ne bir çabanın, ne
de dinsel bir düşüncenin sonucu olabileceği için, Renan onu, dilin oluşumuna
egemen olan içgüdünün benzeri bir dinsel içgüdüye bağlar.[3]
·
“Dinin
tarihi, bir anlamda, bir dil yetisi tarihidir.”[4]
F. Max Müller
·
Eos doğan günün tanrıçası olmadan önce şafağın
adıydı. Tanrıların efendisini belirten Zeus, Iupiter ya da Sanskritçe Dyaus
eskiden parlak gökyüzünü işaret eden cins isimlerdiler.[5]
·
“Herhangi
bir sözcük, once eğretilemeli olarak kullanıldıktan sonra, kökensel anlamından
eğretilemeli anlamına geçişini sağlayan derecelerin, acık bir anlamın dışında
kullanıldığı her defasında, mitoloji tehlikesi vardır: Bu dereceler
unutulduğunda ve yerine yapay dereceler konduğunda bir mitolojiye sahip oluruz,
ya da şöyle ifade edebilirsem, bir dil yetisi hastalığına sahip oluruz [...] .”[6]
F. Max Müller
·
Kendi “dil yetisi bilimini” “din bilimiyle”
birleştirerek, araştırmasını sürdürür.[7]
·
Mit, varlığını iki anlamlı bir sözcük
topluluğundan, imgeleri oluşturmakta olan bir dil yetisinden aldığına göre,
Ariler, uzun sure mitolojiye, “gerçekte
bir dil yetisi hastalığı olan, Antikçağın bu felaketine” boyun eğdiler. [8]
·
Araştırmasını yapmak için Max Müller’in
sözcükler yolunu izlediğini gördük. “İnsan dil yetisinin kökenlerine” erişme
arzusu onun için öylesine önemlidir ki, “bütün dinlerin temel ögelerinin”
bulunduğu yer gene orasıdır. Gerçekten, onun için dil yetisinin gelişmesi
“sezgisel tanrı düşüncesinin” görünümlerine sıkı sıkıya bağlanmıştır. Bir
kimsenin kendine özgü dini ile “ana dili” arasında benzer bir ilgi kabul
ettiğinde, Max Müller, dil yetisi ve dinsel inanış arasındaki bu ayrıcalıklı
bağı da aynı şekilde doğrulayabildiğini zanneder. [9]
·
“karşılaştırmalı filoloji” adı altında daha iyi
tanınan bu bilimin yönteminin, botaniğin, jeolojinin ya da anatominin büyük
başarılarla uyguladıkları yöntemle aynı olması gerektiğini hatırlatma
fırsatıdır. Bu disiplinlerde sınıflandırma ve karşılaştırma sayısız ilerlemeyi
mümkün kılarak, kanıtlarını daha once sergilemişlerdir.[10]
·
Devrim halindeki bilimleri örnek alan Max
Müller, botaniğin, jeolojinin, anatominin ve pek çok doğa incelemelerinin
yanında, yeni kesinlikleri olan bir disiplini, karşılaştırmalı filolojiyi bulamamaktan
doğan şaşkınlığını söyler.[11]
F. MAX MÜLLER |
·
“Doğa
bilimleri ve tarihsel bilimler, birinciler Tanrı’nın yapıtlarını, ikinciler ise
insanın yapıtlarını inceler.” [12]
F. Max Müller
·
Klasik ya da doğuya ait dilleri ve edebiyatları
incelediğinde, bu yaşlı filoloji, kuşkusuz tarih sel bilimlerin bir parçası
olur. [13]
·
Karşılaştırmalı filoloji ve mitoloji, zamanların
kökeninden beri doğada yazılı olan bu mukadder düzeni, dinlerin ve
mitolojilerin anlamı içerisinde keşfetmeye katkıda bulunmak zorundadır. [14]
·
Şunu göstermek arzusundadır: Bütün dinlerde,
insanlığın sayısız dillerinde ifadesini bulan, aynı tanrısal gerçektir, aynı
vahiydir. [15]
·
“Kör
doğmuş insana acınır, ona öfkelenilmez [...] dinimizin tek gerçek olduğunu
ispat etmek için, bütün öteki inanç biçimlerinin yanlışlarla dokunmuş olduğunu
savunmak kesinlikle gerekmez.”[16]
(F. M. Muller, Essais sur l’histoire des religions, a.g.y., s. 80.)
·
“Şimdilerde
Hıristiyanlık denen şey insan türünün başlangıcından beri vardı; o denli
eskiydi, ancak İsa ete büründüğünde, hakiki dm haline geldi ve bu Hıristiyanlık
diye anılmaya başladı." [17]
F. Max Müller
[1] Cennetin Dilleri, s. 105.
[2] Cennetin Dilleri, s. 105.
[3] Cennetin Dilleri, s. 105.
[4] Cennetin Dilleri, s. 106.
[5] Cennetin Dilleri, s. 108.
[6] Cennetin Dilleri, s. 108.
[7] Cennetin Dilleri, s. 109.
[8] Cennetin Dilleri, s. 110.
[9] Cennetin Dilleri, s. 111.
[10] Cennetin Dilleri, s. 112.
[11] Cennetin Dilleri, s. 112.
[12] Cennetin Dilleri, s. 113.
[13] Cennetin Dilleri, s. 113.
[14] Cennetin Dilleri, s. 114.
[15] Cennetin Dilleri, s. 114.
[16] Cennetin Dilleri, s. 115.
[17] Cennetin Dilleri, s. 116.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder