DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

8 Temmuz 2019 Pazartesi

ROMA’NIN ANADOLU’DAKİ EGEMENLİK POLİTİKASI: KENTLER VE BAĞIMLI KRALLIKLAR (İ.Ö. 133-İ.Ö. 89)-MURAT TOZAN-

Özet ve Sonuç bölümleri, MURAT TOZAN'IN ROMA’NIN ANADOLU’DAKİ EGEMENLİK POLİTİKASI: KENTLER VE BAĞIMLI KRALLIKLAR (İ.Ö. 133-İ.Ö. 89) isimli doktora tezinden alınmıştır. Amacımız bu değerli doktora çalışmasına dikkat çekmektir!

ÖZET

Roma Cumhuriyeti’nin İtalya’daki bir kent-devletinden Akdeniz imparatorluğuna dönüşme süreci, antik çağdan itibaren birçok araştırmacı için ilgi çekici bir konu olagelmiştir. Bu süreçte Roma’nın Hellenistik dünya ile olan ilişkileri bilhassa önemlidir. Roma’nın aralarında siyasal, sosyal, ekonomik çıkar ilişkileri ya da düşmanlıklar bulunan krallıklar, yerel hanedanlar, kent birlikleri ve kent devletlerinin bulunduğu Hellenistik dünya ile – dolayısıyla Anadolu ile – gerçek anlamda teması İ.Ö. III. yüzyıl sonlarında başlamıştır. Bu dönemden itibaren Hellenistik dünyanın Roma egemenliğine girme süreci de başlamıştır.
188 yılında Roma’nın Anadolu’dan Seleukoslar hakimiyetini tamamen ortadan kaldırarak, buradaki kent ve krallıklar ile ilgili düzenlemelerde bulunması, bölgede Roma egemenliğinin başlamasına neden olmuştur. Anadolu’da doğrudan Roma yönetimi, 133 yılında Pergamon kralı III. Attalos’un, krallığını bir vasiyetname ile Roma’ya bırakması ile başlamıstır. Yeni epigrafik belgelerin yayınlanması ve bunların üzerinde yapılan tartışmalar Anadolu’da doğrudan Roma egemenliğinin başlama süreci ile ilgili bilinenleri yeniden değerlendirme gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Önceleri Roma’nın Attalos’un vasiyetini kabul etmekte kararsız ve tereddütlü olduğu düşünülürken, yeni kanıtlar bunu tam aksini göstermektedirler.
Tezimizde ele alınan dönem, Roma iç politikasında da politik kamplaşmanın giderek derinleştiği bir süreç ile paraleldir. Bu doğrultuda Anadolu’da gerek kentler gerekse bağımlı krallıklar üzerindeki Roma politikalarının, Roma iç politikasındaki gelişmeler ile doğrudan ilintili olduğu görülmektedir. Fakat iç politik çekişmelerin ve kişisel çıkarların Anadolu’da Roma’nın çıkarlarının önüne geçmesi Roma için bir felaketle sonuçlanmıştır. 89 yılında başlayan I. Mithridates Savaşı ile birlikte kentlerde bulunan Romalılar toplu bir şekilde katledilmiş ve Anadolu’daki Roma egemenliği geçici olarak ortadan kalkmıştır.
ROMA’NIN ANADOLU’DAKİ EGEMENLİK POLİTİKASI: KENTLER VE BAĞIMLI KRALLIKLAR (İ.Ö. 133-İ.Ö. 89


ABSTRACT
Transformation of Rome, from a city-state to a Mediterranean empire has been an interesting subject since the ancient period to many scholars. In this transformation process, the relations between Rome and the Hellenistic world are particularly important. Real contact of Rome with the Hellenistic world, – accordingly with Anatolia – consisting of several kingdoms, local dynasties, leagues of cities and city states which have relationships based on political, social and economic interests or enmities had began towards end of the 3rd century B.C. From that time, the period of Roman rule over the Hellenistic world has also started.
Elimination of the Seleucid hegemony over Anatolia and regulations about the cities and local kingdoms in Anatolia by Rome in 188 B.C. gave rise to the beginning of Roman hegemony in the region. Direct Roman rule in Anatolia has been started after 133 B.C when Attalus III, king of Pergamum, had bequeathed his kingdom to Rome. Publication of and the debates on new epigraphical documents revealed need of a reassessment of existing information about the early period of direct Roman rule in Anatolia. Previously it was thought that Rome was hesitant and reluctant about accepting of the testament of Attalus, however the new evidences have shown that actually it was quite opposite.
The period which is the subject of this thesis, is parallel with deepening of political polarization in the domestic politics in Rome. Apparently, Roman policies in Anatolia over cities and client kingdoms are directly connected by the developments in the domestic politics of Rome. However domestic political controversies and personal interests surpassed Rome’s benefits in Anatolia and this has resulted in a disaster for Rome. By the beginning of the First Mithridatic War, in 89 B.C., all of the Roman residents in the cities were massacred and Roman rule in Anatolia has temporarily ceased.
Asia Eyaletinin Kurulus Sürecinde Sınırlar, Yollar ve Miltasları

SONUÇ

I. Makedonya Savası ile birlikte Hellenistik dünya ile gerçek anlamda temas kuran Roma, Hellenistik dünyanın karmaşık güçler dengesi içerisinde Anadolu ile de ilk temasını gerçekleştirmiş oluyordu. I. Makedonya Savaşı'nın sonunda 205 yılında imzalanan Phoinike barışında Roma tarafında Anadolu’daki ilk müttefiki I. Attalos ile mitolojik bağlarının bulunduğu Ilion kenti bulunuyordu.

III. yüzyılın son yıllarında Hellenistik dünyadaki devletlerarası sistemin üç ana unsurundan biri olan Mısır Krallığı’nın iç karışıklıklara sürüklenmesi hassas dengeler üzerine kurulu olan bu yapıyı alt üst etti. Hellenistik devletler sisteminin iki baş aktörü olan Suriye ve Makedonya krallıklarının, bozulan dengeleri kendi lehlerine yeniden oluşturma girişiminden en çok rahatsız olanlar, doğal olarak varlıkları, kurulmuş olan bu dengelerin bozulmamasına bağlı olan Pergamon, Rodos ve bağımsız Yunan kent devletleri gibi bu yapının içinde bulunan ikincil aktörlerdi. Bu ikincil devletlerin, yeni denge unsuru olarak gördükleri Roma’yı Hellenistik devletler sahnesine davet etmelerine Roma’nın olumlu yanıt vermesi, Hellenistik dünyanın kaderini değiştirdi.

201 yılında Batı Akdeniz’deki baş düşmanı Kartaca’yı dize getiren Roma, 197’de  Makedonya kralı V. Philippos’u ve 190’da Suriye kralı III. Antiokhos’u mağlup ederek yaklaşık on yıl gibi kısa bir süre zarfında belki de kendisinin de beklemediği bir biçimde İspanya’dan Suriye’ye kadar tüm Akdeniz’in en güçlü devleti haline geldi. Philippos ve Antiokhos’u Anadolu’dan çıkaran Roma, son sözü her zaman ordusu ile söylese de bu süreçte diplomatik argümanlar da kullanmıyor değildi.

Hellenistik dünyada Büyük İskender’den beri kullanılan “Yunanlıların bağımsızlığı” argümanını miras alan Roma’nın bunu politik bir araç olarak kullandığını görmekteyiz. Ancak Apameia barışı sürecinde “Yunanlıların bağımsızlığı”nın Realpolitik olarak ne anlama geldiği anlaşılmıştı: Yunanlılar, Roma’yı destekledikleri ve onun tarafında oldukları sürece “bağımsız” olacaklardı. Roma yine bu süreçte Anadolu’nun yeni politik yapısını şekillendirirken yaptığı tüm düzenlemeleri tek taraflı olarak ve kendi inisiyatifi ile yapıyordu.

Apameia’nın ardından Anadolu’da yeni bir güçler dengesi oluşturan Roma, gerçeklesen politik gelişmelere göre bu dengeleri istediği gibi de değiştirebiliyordu. Bu süreçte Aristonikos Ayaklanmasına kadar Roma ordusu Anadolu’ya bir daha ayak basmamış olup, Anadolu’daki kent ve krallıklar ile ilişkiler iki taraf arasından gidip gelen elçilik heyetleri aracılığıyla gerçekleştirilmekteydi.

133 yılında Pergamon kralı III. Attalos’un ölümünün ardından krallığını Roma’ya miras bıraktığının anlaşılması, Roma’nın Anadolu’daki egemenlik politikasında yeni bir sürecin başlamasına neden olmuştur. Eldeki yeni epigrafik veriler göstermektedir ki önceleri birçok araştırmacının düşündüğü gibi Roma, vasiyetnameyi kabul edip bölgede doğrudan egemenlik kurma konusunda hiç de kararsız ya da çekimser davranmayarak bölgede egemenlik kurmak üzere derhal harekete geçmiştir. Bu süreçte Roma V. Philippos’a ve III. Antiokhos’a karsı Yunanistan ve Anadolu’da politik ve diplomatik bir argüman olarak kullandığı “Yunanlıların bağımsızlığı” sloganını bu sefer Aristonikos’a karsı kullanması Anadolu’daki Roma politikasındaki sürekliliğin açık bir örneğidir.

Roma’nın Attalos’un vasiyetnamesinin kabul edilmesinin ardından başlayan Aristonikos Ayaklanması sürecinde sadece diplomatik argümanlar kullanmayıp askeri önlemlere de başvurduğu görülmektedir. Önceleri birçok araştırmacı vasiyetnameden iki yıl sonra Anadolu’ya bir ordu gönderilmesini Roma’nın kararsızlığı ya da çekimserliği ile açıklarken Scipio Nasica ve beraberindeki elçilerin vasiyetnamenin kabul edildiği yıl derhal Anadolu’ya gelmesini Nasica’nın siyasal ortam gereği Roma’dan kaçma isteğine bağlıyorlardı. Ancak Metropolis’te bulunan Apollonios yazıtında bu elçilerin askeri yetkilerinin de olduğunun anlaşılması bu görüşü de çürütmüştür. Ayrıca Roma’nın vasiyetnamenin kabulünün ardından başlayan Aristonikos Ayaklanmasına karsı iki yıl boyunca Anadolu’ya ordu gönderememesinin nedeni Tiberius Gracchus’un öldürülmesinin ardından Roma iç politikasında yaşanan kargaşanın yanı sıra Roma lejyonlarının o sırada İspanya’da, Sicilya’da ve Trakya’da savaşıyor olmalarıdır. Bu kanıtlar göstermektedir ki halk tribunusu Tiberius Gracchus’un Senato’yu devre dışı bırakarak Attalos’un vasiyetini halk meclisinden geçirdiği bir yasayla kabul etmesi, Senato’nun yeniden dış ilişkilerdeki hakim konumunu elde edince vasiyetnamenin kabul edilmesi yönündeki politikayı kabul etmediği anlamına gelmemektedir.

131 yılı consulu Crassus’un, emrine verilen askeri birlikler ile Anadolu’ya ayak basmasıyla, ordunun yaklaşık 60 yıl sonra yeniden Roma’nın egemenlik politikasında önemli bir unsur olarak öne çıktığı görülmektedir. Aristonikos’a karsı gerçekleştirilen askeri harekat sırasında, özgürlüğü Senato tarafından ilan edilmiş olan Yunan kent devletlerinin yanı sıra Anadolu’daki krallıkların da derhal Roma’nın yanında yer almaları Apameia’nın ardından bu krallıklar üzerindeki Roma egemenliğinin en net kanıtlarındandır. Askeri harekat sırasında Anadolu’ya gönderilen consulların Tiberius Gracchus taraftarı olmaları daha bu dönemden itibaren Roma iç politikasındaki gelişmelerin Anadolu politikasına etkilerini göstermesi bakımından oldukça önemlidir.

Side yakınlarında ele geçen M’. Aquilius’a ait Roma mil taşı ile Lex Portorii’deki kanıtlar Aristonikos Ayaklanmasının bastırılmasını takip eden süreçte kurulan Asia Eyaleti’nin, Phrygia ve Lykaonia hariç Roma’ya vasiyet olarak kalan tüm Pergamon Krallığı topraklarını kapsadığını net bir şekilde göstermiştir. Zaten eyaletin kurucusu M’. Aquilius’un Phrygia ve Lykaonia’yı Roma yanlısı krallıklara vermesi Senato tarafından kabul edilmeyip bu iki bölge de kısa bir süre sonra doğrudan Roma yönetimi sınırları içerisine alınmıştır. Gerek Lex Portorii Asiae, gerekse Senatus Consultum de Agro Pergameno, Romalıların Attalos’un mirasını kabul ettikten sonra siyasal egemenliklerini kurma sürecinde Asia Eyaleti’ne dahil edilen bölgelerden ekonomik gelir elde etme yolunda bir yapılanmaya gittiklerini gösterirler. Ayrıca siyasal yapılanmayı Senato tarafından görevlendirilen vali ve eşliğindeki legatuslar gerçekleştirirken, ekonomik yapılanmada Roma’da Senato sınıfı dışındaki özel teşebbüsü oluşturan publicanusların rol almaları Roma egemenlik politikasının karakteristik bir unsuru olarak karsımıza çıkmaktadır.

Eldeki kanıtlar göstermektedir ki Asia Eyaleti’nin kuruluş sürecinde doğrudan Roma egemenliği sınırları içerisindeki kentler vergiden muaf idiler. Romalı publicanuslar kentlere ait araziler dışında Roma’ya miras olarak bırakılan bölgedeki vergi ve diğer gelirlerin toplanmasından sorumluydular. Yine aynı şekilde Asia Eyaleti’ne gönderilen valilerin imperiumları açıkça kent sınırlarının dışındaki bölgede geçerli olup kentlerin kendi topraklarında kendi yasaları geçerliydi. Bu anlamda Roma yönetiminin Attalos’un vasiyetinin kabul edilmesini izleyen süreçte bölgedeki Yunan kent devletlerine verdiği bağımsızlık sözünü siyasal ve ekonomik anlamda yerine getirdiği anlaşılmaktadır. Fakat bu kentler de iure olarak özgür olsalar Lex Portorii’de görüldüğü üzere publicanusların kent devletlerinin sınırları içerisinde gümrük istasyonu kurabilmeleri ve Romalı valinin conventus sistemi gereği kendi yasalarına sahip bir kentte yargılama gücünü kullanabilmesi, kentlerin siyasal ve ekonomik özgürlüklerinin de facto olarak kısıtlandığını gösteren önemli delillerdir. Ayrıca ayaklanmanın ardından Aristonikos’u destekleyen bazı kentlerin özgürlüklerinin ellerinden alınarak cezalandırılmaları Yunan kent devletlerinin Roma’yı destekledikleri ve onun tarafında oldukları sürece bağımsız olabileceklerini bir kez daha göstermişti.

123 yılında halk tribunusu seçilen Gaius Gracchus’un Roma iç politikasına yönelik hedefleri Roma’nın Anadolu’daki egemenlik politikasında önemli değişmelere neden olmuştur. Gaius Gracchus, politik amaçları gereği Senato sınıfının karsısında Roma’daki atlı sınıfını güçlendirerek devlet içerisinde Senato aristokrasisine karşı bir güç dengesi oluşturmak amacındaydı. C. Gracchus, bu amaçla atlı sınıfına politik güç kazandırmak için onları eyaletlerdeki Senato sınıfına mensup (pro)magistratları yargılayan mahkemelerin jüri üyeliklerine getirmişti. Gracchus, atlı sınıfına ekonomik güç kazandırmak için Asia Eyaleti kentlerini vergiye tabi kılarak bu vergileri toplama hakkını atlı sınıfı içinde etkili unsur olan publicanuslara verdi. Bu noktada Phrygia ve Lykaonia’nın tekrardan Asia Eyaleti’ne bağlanmasının C. Gracchus’un tribunusluk dönemine tarihlenmesi oldukça akla yatkındır. Asia Eyaleti kentlerinin vergiye tabi kılınıp, Phrygia ve Lykaonia’nın tekrardan Asia Eyaleti’ne bağlanmasıyla hem atlı sınıfına zenginleşme olanağı sağlanıyor, hem de Gracchus’un hazırladığı toprak yasası için gerekli maddi kaynak sağlanmış oluyordu. Asia Eyaleti’nin kurucusu M’. Aquilius tarafından bağımlı krallıklara verilen Phrygia ve Lykaonia’nın Roma’nın inisiyatifiyle Asia Eyaleti’ne bağlanması Roma’nın Attalos’un vasiyeti gereği kendisine kalan eski Pergamon Krallığı toprakları üzerinde tek taraflı olarak tasarruf hakkında sahip olduğunu göstermesi bakımından da oldukça önemlidir.

Gaius Gracchus’un izlemiş olduğu bu politikanın sonuçları Asia Eyaleti kentleri bakımından oldukça olumsuz olmuştur. Böylesine büyük bir eyaletten vergi toplama isi kalabalık sayıda personel gerektirdiğinden Asia Eyaleti’ne çok sayıda Romalı gelmişti. Publicanusları izleyen tüccar ve iş adamları da göz önüne alındığında Gaius Gracchus’un bu düzenlemesinin ardından eyaletin bütün büyük kentlerinde Romalıların yaşadığı görülmektedir. Atlıların valileri denetleyen mahkeme jüriliklerine getirilmeleri, valilerin atlı sınıfına mensup publicanuslar üzerindeki denetleme gücünü kısıtlayarak eyalet kentlerinin publicanuslar tarafından adeta yağmalanmasına neden olmuştur.

Eldeki kanıtlardan anlaşıldığı kadarıyla publicanusların yasadışı faaliyetleri eyalet kentlerinde olduğu kadar, eyalet sınırlarını da aşarak komsu krallık ve bölgeleri etkileyecek hale gelmişti. Roma’nın publicanusların bu faaliyetlerine karsı etkin bir önlem alamamasının nedeni Gaius Gracchus’un yasal düzenlemeleri kadar, II. yüzyılın son çeyreğinde dış tehditlerden dolayı yasadığı sorunlardan da kaynaklanıyordu. Esas olarak bu hayati dış tehditlere yönelen Roma için Anadolu’daki durum o kadar da öncelikli bir konu değildi. Bu durum Anadolu’daki bağımlı krallıklar arasındaki gelişmelere karsı tepkisiz kalmasının da yanıtıdır. Kappadokia Krallığı’nın Aristonikos ayaklanmasında Romalılara yardım ederken hayatını kaybeden kralı V. Ariarathes’in ölümünün ardından yaşadığı iç sorunlar nedeniyle güçten düşmesi üzerine Anadolu’da bağımlı krallıklar arasındaki dengeler değişmişti. Bithynia kralı III. Nikomedes’in ve özellikle de Pontos kralı VI. Mithridates’in bu durumdan yararlanıp egemenlik alanlarını genişletme çabaları sürecinde Roma bölgeye bir elçilik heyeti gönderse de elçilerin talepleri krallar tarafından dikkate alınmamaktaydı.

Roma, II. yüzyılın sonunda dısta yasadığı sorunları hallettikten sonra gözünü yeniden uzun süredir ihmal ettiği Anadolu’ya çevirmistir. Bu dönemde Anadolu’da Roma egemenliği için sorun teşkil eden üç önemli konu; Kilikia kıyılarında gittikçe artan korsanlık, kral Mithridates’in Kappadokia’ya hakim olarak Anadolu’daki krallıklar arasındaki güçler dengesini bozması ve Asia Eyaleti’ndeki publicanusların yasadışı faaliyetleriydi. Roma’nın bu üç konuya da derhal müdahale ettiği görülmektedir. Bu konulardan en acil çözülmesi gereken olanı korsanlık olduğu için 102 yılında Marcus Antonius Kilikia’daki korsanlara karsı sefere çıkmış; 98 yılında Marius, bağımlı krallıkların durumunu denetlemek üzere Anadolu’ya Senato adına bir elçilik seyahati düzenlemiş; yine Marius ile aşağı yukarı aynı tarihlerde Q. Scaevola, publicanusların yasadışı faaliyetlerine karsı önlemler almak üzere Asia Eyaleti’ne gönderilmişti. Uzun bir ilgisizlik döneminin sonunda ardı ardına gerçekleştirilen bu politik hamleler Roma’nın Anadolu’da sarsılmış olan egemenliğini yeniden güçlendirme isteğini göstermektedir.

Antonius’un korsanlara karsı seferinin ardından 100 yılında çıkarılan Lex de Provinciis Praetoriis ile Roma’nın uzun süredir ihmal ettiği Hellenistik dünya üzerindeki gücü yeniden gösteriliyor, Roma egemenliğinin bu dünyanın yararına olduğu açıkça vurgulanıyordu. Bu yasanın tez konumuz açısından bir diğer önemi, Roma’nın bölgedeki müttefik kent ve krallıkların çıkarlarını korumak için Anadolu’da yeni bir eyalet daha oluşturmasıdır. Bu eyalet esas olarak Kilikia’daki korsanlara karsı önlem almak için kurulmuş olsa da eyaletin Kilikia’da bir toprağı bulunmayıp Attalos tarafından Roma’ya miras olarak kalan güney bölgeleri üzerinde kurulmuştu. 90’lı yıllar, Roma politik hayatında halkçı politikacılar ile Senato aristokrasisine bağlı politikacılar arasındaki kutuplaşmanın giderek keskinleşmeye başladığı bir dönemdir. Roma’daki bu durum Anadolu politikasına da şüphesiz yansımaktaydı.

Roma’nın dış politikasına ait konular ile ilgili olduğundan, normalde bir Senatus Consultum olması gereken Lex de Praetoriis Provinciis halk meclisinden çıkarılmıştı. Tıpkı Tiberius Gracchus’un Attalos’un vasiyetnamesinin kabulünde yaptığı gibi 100 yılında Marius ile birlikte Roma iç politikasında güçlerinin doruğuna çıkan halkçı politikacılar yine Senato’yu saf dışı bırakarak Anadolu’yu ilgilendiren önemli bir konuda geniş çaplı düzenlemelerde bulunmuşlardır. Dikkat edilecek olursa bu yasa ile korsanlığa karsı Roma müttefiklerinin bölgedeki çıkarları korunurken Anadolu ile yoğun ticari ilişkileri bulunan atlı sınıfına mensup Romalı tüccarların da çıkarları korunuyordu.

90’lı yılların ortalarına kadar Senato’nun Roma politik hayatındaki gücünü yeniden ele geçirmesi Anadolu’da da etkisini hissettirmiştir. Ünlü hukukçular Scaevola ve Rutilius Rufus’un, publicanusların doğrudan Roma egemenliğine bağlı bölgedeki kentlerde gerçekleştirdikleri yolsuzluklarından dolayı Roma’ya karsı oluşan nefreti önlemek üzere Asia Eyaleti’ne gönderilmeleri açıkçası Senato’nun bu yöndeki talebi ile gerçekleşmişti. Roma’ya bağlı krallıklar arasında güç dengelerini bozarak Roma egemenliğini tehdit eden Pontos kralı Mithridates’e karsı önce bizzat princeps Senatus olan Scaurus’un, sonra da Sulla’nın gönderilmesi Senato’nun krallıklar üzerindeki gücünü gösterme isteğinden kaynaklanıyordu. Özellikle Cilicia valisi olarak Sulla’nın Kappadokia kralı I. Ariobarzanes’i bizzat tahta geçirmesi, Parthlar ile anlaşma yaparak Fırat’ı sınır kabul etmesi ve korsanlara karsı mücadelesi Anadolu’da Roma egemenliğini güçlendirmek adına gerçekleştirilen geniş çaplı bir politikanın uygulanmasıydı.

Senato’nun Anadolu politikasına hakim olduğu süreçte halkçı politikacıların Senato yanlısı politikacılara karsı mücadelesi devam etmekteydi. Anadolu’ya Senato tarafından görevli olarak gönderilen Scaurus, Sulla ve Rutilius Rufus’un, görevlerinden dönüşte atlıların elindeki mahkemede yargılanmaları bu durumun en net kanıtıdır. Özellikle Rutilius Rufus’un eyaletliler arasında Roma’nın bozulan imajını düzeltme adına publicanuslara karsı hukuksal önlemler almasıyla çıkarları bozulan atlılar tarafından masum olmasına rağmen suçlu bulunarak sürgüne gönderilmesi iç politik çekişmelerin ve kişisel çıkarların Roma’nın çıkarlarının önüne geçtiğini göstermektedir.

90’lı yılların sonlarında Roma’nın Müttefikler Savaşı ile meşgul olduğu sırada Pontos kralı VI. Mithridates’in bu fırsattan yararlanıp Roma’ya bağımlı diğer krallar olan Bithynia ve Kappadokia krallarını tahtlarından kovmasıyla Mithridates ile savaş kaçınılmaz olarak görülmeye başlanmıştı. Müttefikler Savası sırasında yeniden yıldızı parlayan Marius’un ve halkçı politikacıların Senato aristokrasisine karsı güç kazandığı bir ortamda kovulan kralları tahtlarına geri geçirmek üzere Anadolu’ya gönderilen elçilerin Marius yanlısı politikacılar olması hiç de şaşırtıcı değildir. Bu elçilerin başkanı M’. Aquilius ve diğer elçilerin Bithynia kralı IV. Nikomedes’i yeniden tahta geçirmesi karşılığında kraldan para talep etmesi ve kralın da bu parayı ödeyebilmek için Romalı bankerlerden borç alması Roma politikasındaki kişisel çıkarların en net kanıtlarındandır. Amaçları Marius’a yeni bir komutanlık sağlamak ya da kişisel çıkarlar olsun ya da olmasın Romalı elçilerin kendilerine vaad edilen paraları ve borçları ödemesi için Nikomedes’e baskı yapıp kralı Mithridates’in krallığına bağlı bölgeleri yağmalamaya zorlamaları I. Mithridates Savasının çıkmasına yol açmıştır.

Tez konumuzun süresi kapsamında Roma’nın Anadolu’daki egemenlik politikasının unsurlarını ele aldığımızda bu unsurlardan en önemlisinin ordu olduğunu görmekteyiz. Roma 189 yılında Magnesia Savaşı'nda Seleukoslar kralı III. Antiokhos’u ordusuyla Anadolu’dan çıkardıktan sonra bölgede siyasal düzenlemeler yapabilecek politik gücü elde etmişti. Attalos’un vasiyetnamesinin Roma tarafından kabul edilmesinin ardından bunu tanımayan Aristonikos’a karsı yine son sözü Roma ordusu söylemiş, Attalos’un vasiyetine dayanan yeni siyasal düzenlemeler yine Aristonikos’a karşı düzenlenen askeri harekatın başarıyla sonuçlanmasının ardından gerçekleştirilebilmiştir.

Ordunun başarılarını takip eden süreçlerde Roma’nın Anadolu egemenliğini devam ettirmede diplomatik unsurlar ön plana çıkmaktadır. Bunlar kurulan dostluk ve ittifak iliskileri, yapılan anlaşmalar ve elçilik faaliyetleriydi. Daha 205 yılındaki Phoinike Barışı'nda Roma, Pergamon Krallığı’nı ve Ilion kentini dost ve müttefik kabul ederek ilerleyen süreçte Anadolu’daki birçok kent ve krallıklar ile dostluk ve ittifak ilişkisi kurmuştu. Bu dostluk ve ittifak bazı durumlarda resmi anlaşma ile de güçlendirilebiliyordu. Ancak kurulan bu dostluk ve ittifak ilişkilerindeki en önemli husus görünürde her iki tarafın eşit olmasıdır. Görünürdeki bu eşitliğe rağmen gerçekte Roma’nın üstünlüğü tartışmasız olup, Roma, bu dost ve müttefiklerinin çıkarlarını korumak adına askeri, politik ve diplomatik hamlelerde bulunabiliyordu. Örneğin Lex de Provinciis Praetoriis’de Roma, aldığı önlemleri bölgedeki dost ve müttefiklerinin çıkarlarını korumak adına gerçekleştirdiğini net bir şekilde vurgulamaktaydı.

Roma’nın Anadolu’daki dost ve müttefiklerinin, aralarındaki sorunların çözümü için bir üst merci olarak Senato’ya başvurmaları ve Roma’nın Senato’da aldığı kararları gerek doğrudan gerekse Anadolu’ya gönderdiği elçiler aracılığıyla uygulayabilme gücü, kurulan ilişkilerdeki Roma üstünlüğünün en açık göstergelerindendir. Roma, Senato’da alınan bir kararla Karia ve Lykia bölgelerinin özgür ilan edebilmiş, yine bir Senato kararı ile Phrygia ve Lykaonia bölgelerinin Asia Eyaleti’ne bağlanmasını sağlayabilmişti. Bithynia Krallığı için mücadele eden IV. Nikomedes ve Sokrates Khrestos Senato’ya başvurunca Senato’nun onayladığı Nikomedes kral olabilmişti. Yine Kappadokia Krallığı Senato tarafından cumhuriyet olarak ilan edilmiş, halkın Senato’ya olan talebi üzerine aralarından bir kral seçmelerine izin verilmiş, seçilen kral I. Ariobarzanes tahtından uzaklaştırılınca bizzat Romalı bir magistrat tarafından tahtına çıkarılmıştı. Tüm bu örnekler göstermektedir ki Roma Anadolu’da askeri güç kullanmaksızın egemen bir güç olarak politik ve diplomatik düzenlemeler gerçekleştirebiliyordu.

Roma, Aristonikos Ayaklanması’nın sona ermesinin ardından I. Mithridates Savaşı'na kadar Anadolu’ya askeri bir müdahalede bulunmamasına rağmen Roma’nın Anadolu’daki egemen bir güç olarak konumu ordusunun başarılarına bağlıydı. II. yüzyıl sonlarında Roma ordusunun İtalya’nın yakın çevresindeki sorunlarda başarısızlıklar yasadığı bir süreçte Paphlagonia’nın statüsünü belirlemek üzere Anadolu’ya gönderilen Roma elçileri krallar tarafından adeta alaya alınabiliyorlardı.
Attalos’un vasiyetnamesinin kabul edilmesinin ardından Roma’nın Anadolu egemenliğindeki en önemli olgu, artık Anadolu’da doğrudan Roma egemenliğine tabi bir toprak parçasının bulunmasıdır. Roma, Anadolu’da Fırat’a kadar olan bölgede kendini bir egemen güç olarak görse de eski Pergamon Krallığı toprakları üzerinde doğrudan egemenliği bulunurken, bu topraklar dışındaki bölgede dolaylı egemenliği bulunuyordu. Doğrudan Roma egemenliğine giren bölgelerdeki yol yapım faaliyetleriyle bu egemenliğin fiziksel altyapısı oluşturulurken, Asia koinonunun kurulmasıyla özgür kent ve toplulukların bir dereceye kadar bütünleşmesi sağlanmış, conventus sistemiyle de Roma yönetiminin idari altyapısı hazırlanmıştı. Doğrudan Roma yönetimi sınırları dahilindeki kent devletleri Roma yönetim anlayışı açısından özgür olmaya devam ettiklerinden hukuksal olarak bir kent devletinin Roma eyalet sınırları içinde ya da dışında olmasının bir farkı yoktu. Ancak gerçekte Roma’nın bir eyalet kurması, eyalet sınırları içindeki kentlerin özgürlüklerini kısıtlayan önemli bir faktördü. Özellikle Gaius Gracchus’un vergi yasasının ardından Yunan kent devletlerinin bağımsızlığı politikasından net bir sapma yasanmış, eyalet sınırları içindeki kentler Roma egemenliğine tabi unsurlar haline gelmişlerdir. Kentlere yerleşen Romalılar ve üst düzey Romalılar ile eyalet kentleri arasındaki patronaj ilişkileri bölgedeki Roma egemenliğinin önemli unsurları olmuşladır.

Roma, Gaius Gracchus’un düzenlemelerinin ardından eyalet kentlerine ait kutsal alanların mülklerini vergiden muaf tutmak gibi doğrudan egemenliği altındaki bölgedeki prestijini güçlendirmeye yönelik hamlelerde bulunmaktaydı. Eyalet dışındaki bölgelerdeki Roma politikası ise Bithynia, Kappadokia ve Pontos krallıkları arasında olusturduğu güçler dengesinin bozulmaması yönündeydi. Bu süreçte Apameia Anlaşması'nın ve Attalos’un mirasının Roma’nın Anadolu’daki egemenlik politikasının hukuksal zeminini oluşturmaya devam etmesi önemli bir husustur. Roma yeni bir eyalet oluşturma kararı alsa bile Cilicia Eyaleti Roma’ya Attalos’un vasiyeti ile kalan topraklar üzerinde kurulmuştu.

I. Mithridates Savaşı'nın başlamasıyla birlikte Roma’nın doğrudan ve dolaylı Anadolu egemenliğinin aniden ortadan kalkması uygulanan politikaların başarısızlığını göstermektedir. Doğrudan Roma egemenliği altındaki bölge kentlerinden ekonomik kazanç elde etmeye yönelik politikada publicanusların denetimsiz kalması, eyalet halkı arasında Roma yönetimine karsı büyük bir nefretin olusmasına yol açmıştı. Pontos Krallığı’nın krallıklar arasında oluşturulan dengeyi bozmasına engel olunamamış, yapılan diplomatik girişimler kral VI. Mithridates’i engellemek bir yana daha çok kışkırtmıştır. Yaklaşık 45 yıldır uygulanan politikalardan dolayı Roma’ya karşı nefret besleyen Asia Eyaleti kentleri, yine bu politikalara karşı harekete geçen Pontos kralı Mithridates’i adeta bir kurtarıcı gibi karşılamışlardı. Asia Eyaleti kentlerinin Mithridates ile işbirliği içinde Anadolu’daki Romalıları toplu bir biçimde katletmeleri, takip edilen Roma politikasının iflası anlamına geliyordu.
Doktora'ya YÖK'ün Ulusal Tez Merkezi'nden ulaşılabilir. Doktaranın kitap halinin içindekiler: Tozan, M., Roma’nın Anadolu’daki Egemenlik Politikası: Kentler ve Bağımlı Krallıklar (İ.Ö.133 – İ.Ö.89)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder