Maurice Olender, Cennetin Dilleri Tanrısal Bir Çift: Ariler ve Samiler, (Çev. Nevzat Yılmaz), Dost, Ankara 1998, künyeli eserin "Müthiş ile Dehşet Arasında" bölümünden yapılan alıntıları içermektedir. Kitaptan yapılan tüm alıntılara https://yasinetin.blogspot.com/2019/06/cennetin-dilleri-kitabindan-alintilar.html linkinden ulaşılabilir.
4. MÜTHİŞ İLE DEHŞET ARASINDA (E. RENAN) s. 70-103
·
“Orada,
eleştirel zihin ile son derece dindar bir zihnin uzlaşmasını arıyordum.
Hıristiyan olmayı bırakmadan filozof olabilmek için zaman zaman protestan
olmadığıma pişman oluyordum” [1]
Joseph-Emest Renan
·
“Gerçek
filolog, hem dilci, hem tarihçi, hem arkeolog, hem sanatçı, hem filozof
olmalıdır. (...) Filolojinin amacı kendisi değildir: Onun, insan zihninin
tarihinin ve geçmişin araştırılmasının zorunlu koşulu olarak değeri vardır.” [2]
·
İnsanlığın bilimlerinin yüce yargıcı olarak,
yeni selametinin laik aracını var etmeyi hayal etmektedir: Bu da filolojidir.
XIX. yüzyılın ikinci yarısında pek çok başka bilginler için olduğu gibi, Renan
için de filoloji, bundan böyle, “manevi
şeylerin kesin bilimini” temsil eder. [3]
·
Uzun zaman tektanrıcı şeyi inatla elinde tutan,
Asya’nın bir köşesinde kaybolmuş, karanlık, küçük bir halktır[İbraniler]. [4]
·
Vaadedilmiş toprakla Yeryüzü Cenneti arasında
bir yerde, tarihin ucundaki durumlarıyla pırıldayan İbraniler, gene de, her
şeyiyle kaba, silik ve en küçük bir gelişmeden yoksun olduğu görülebilecek bir
uygarlık içerisinde kök salarlar. Daha da şaşırtıcı olan: Paylaşılmamış bu
hazineden, sırasıyla, Adem’e, Nuh’a, İbrahim’e ve peygamberlere görünen bu
ışıktan, İbraniler hiçbir şekilde yararlanmadılar. Yüce sır, kısır bir toprağa
gömülmüştü. Zira tektanrıcılığın Samiler tarafından yönetimi, onların onu yayma
yeteneğine ve çoktanrıcılıkla mücadele etmek için ondan yararlanma kabiliyetine
sahip olmadıklarını gösterir. Bu halkın içinden İsa’nın çıktığı güne kadar.[5]
·
Histoire generale et Systeme compare des langues
semitiques’inin (Sami dillerinin kartlaştırmalı sistemi ve genel tarihi, 1855) ilk sözcüklerinden itibaren Renan “Bay Bopp’un Hint-Avrupa dilleri için
yaptığını Sami dilleri için” yapmak ister. [6]
·
“Kuşkusuz
İsa, Yahudilikten çıkar: ama, oradan, Sokrates’in sofistlerin okulundan
çıktığı, Luther’in Ortaçağdan çıktığı gibi, çıkar( ...)” [7]
Joseph-Emest Renan
·
Renan değişmez bir biçimde Ari dilinin Sami
diline üstünlüğü ve başlıca eşitsizliğini belirtir. [8]
·
Öteki ırkların karşısında kendi insanlıklarını
gösteren bu “aile havasının” ötesinde, bundan böyle her şey, onları farklı
kılacaktır. Böylece büyük Hint-Avrupa ailesinin üyeleri, Hintlilerden,
Yunanlılardan, İranlılardan ve Germenlerden oluşan bu son derece bireyselleşmiş
halkların çeşitliliğine uyan bir lehçeler yığını oluşturur. Buna karşılık
Samilerde aile sadece birkaç ağıza bölünür. Bunlar, kendi aralarında, bir tek
Hint-Avrupa grubunun üyelerinden daha fazla ayrılmamışlardır.[9]
·
Renan, Sami dillerinin maddesini yalnız ve imgesiz
bir Tanrı’nın belleği olarak tasvir eder. Çıkışsız bir sure içerisinde donmuş
bir lehçeler “dilin ortaya çıkışının ilk günlerinden başlayarak” çarpıcı
kimliklerini muhafaza ettiler.[10]
·
Önce, bu önemli olay, bir bakıma onun haberi
olmadan meydana gelmiş olsa bile, tektanrıcılık ona vahyolduğuna göre, bu halka
“yüce bir görev de” yüklendiği görülür. Sonra, Hıristiyanlığı “son din” olarak
tanımasına açıkça engel olan bu “çok talihsiz sadakat” aynı halka atfedilir.[11]
Joseph-Ernest Renan |
·
Dilin sisteminden dinin sistemine geçişte Renan
için bir yakınlıktan çok, gerçek bir rastlantı vardır. Böylece ilk
tektanrıcılığı ifade eden diller, hiçbir sızıntıya tahammülü olmayan bir “tüf”
taşından yontulmuşlardır. Taşlaşmış olarak, onlar değişmezdirler. Hoşgörüsüz ve
zalim belleği “Tanrı Tanrı’dır” formülünü yücelten ebedi bir hatırada
özetlenen, görünmez seslilerden oluşan sert bir çekirdek.[12]
·
Bu uzlaşmaz sadakati, Renan, aynı zamanda
İbranilere atfeder. O, başka yerde, kutsal metinleri muhafaza etmedeki İsrail
yeteneklerini, Brahmanlardaki ve Parsilerdekilerle kıyaslanabilecek bir
sadakate yaklaştırır.[13]
·
Tamamen değişik olan Hint-Avrupa dilleri, her
zaman tarihin etkisi altındadır ve çoğalmak için doğmuş olduklarından
dilbilimin meydana gelmesini sağladılar. Hiçbir zaman bu bilim “yalnızca Sami dillerini incelemeyle”
geliştirilemezdi. Çünkü bu diller, onların doğduğunu gören manzara gibi
donmuştur: “Çöl tektanrıcıdır; sonsuz
aynılığı içinde yüce [ ...]” [14]
·
Samilerin zihnini biçimlendiren, tarihin
kanıtlarına duyarsız bu “çelikten dillerin” egemenliği buradadır.
“Hareketsizliğe sadık halk” olma
tarzları, zihniyetlerinden fazla değişmeyen dillerinin, fikirlerinin
direngenliğini açıkça gösterir. Hiçbir hareket onu dolaşım haline getirmez. Her şeyin tarihin gizilgücüyle, gelişme ve
ilerlemenin ilahi yoğunluğuyla ölçüldüğü bu XIX. yüzyılda, tektanrıcılık
mucizesinin esasını niteleyen, Sami durgunluktur.[15]
·
Sami, göçebe “insanların hem en az, hem de en çok dindar olanıdır”. [16]
·
Ve Samilerin dili ciddi dilbilgisel ve
sözdizimsel eksikliklerden muzdaripse de, kökenlerin müthişliğiyle doludur ve
insanlığın bilince ilk uyanışının hatırasını korur.[17]
·
Her halkın düşüncesi kendi dil sistemine
karmaşık bir bicimde bağlı olduğundan, Samilerde “çok derin bir bicimde tektanrıcı olan, düşüncenin kendisidir.” Daha acık olarak, Renan için dil, bir ırk
sorunu, fizik antropolojiden yana olanlar için zorlayıcı olan bir “kalıp”
olduğu için, Sami dilleri, “tektanrıcı
bir ırkın organları” olur. O halde Renan için, bir dilin kategorileri ile
onu formüle eden zihnin kategorileri arasında kaçınılmaz bir bağıntı vardır.[18]
·
A.-A. Coumot (1801-1877), ırk
sınıflandırmalarına başvurup bununla birlikte 1861’de “bir yüzyıldan beri
girişilen bunca çalışmanın, ırk tanımına ulaşamadığı” saptar. Ve “ırkların,
doğa bilgininin gerçek birimleri olabilecek kesin özelliklerinin” mevcut
olmadığını ilave eder. [19]
·
“Böylece
dil, hemen hemen, insan topluluklarının bölünmesinde ırkın yerini aldı, ya da
‘ırk’ sözcüğü anlam değiştirdi. Dil, din, yasalar, gelenekler kandan daha çok
ırkı yarattı” [20]
Joseph-Emest Renan
·
“Sofu
Müslüman olan Türk, günümüzde, Fransız, ya da daha doğru bir deyimle, Avrupalı
olmuş bir İsrailliden çok daha gerçek bir Samidir”[21]
Joseph-Emest Renan(1859)
Joseph-Ernest Renan |
·
“Artık
Yahudinin, Küffarın, Yunanlının, Barbarın” olmamasını dileyen Aziz Paulus “insanlara dünyevî kökenlerini unutturmak ve
yalnızca tanrısal doğalarından gelen kardeşliklerini sürdürtmek” istedi.[22]
·
Ancak burada Renan’ın tarihsel görüşü tam
anlamıyla durağandır. Uygarlaşmış halklar -yani Batı’nın “beşiğiyle”
özdeşleştirilen Ariler ve Samiler- hiçbir zaman “yaban hali” tanımadılar; yaban
halktan “tek bir örnek” de yoktur ki bir gün uygarlığa erişmiş olsun: “Bir Sami ya da Hint-Avrupa dili konuşan
yaban bir ırk düşünmek çelişkili bir hayâldir.”[23]
·
İnsanlar ne kemirici, ne de etobur hayvan olduklarına
göre, “dünyayı dolaşarak insanların
kafataslarım yoklamaya ve sonra onlara ‘Sen bizim kanımızdansın; bize aitsin’
diyerek boğazlarına sarılmaya hakkımız yoktur” [24]
·
“Dillere
verilen siyasal önem onlara ırk işaretleri olarak bakılmasından ileri gelir. Hiçbir
şey daha yanlış değildir [... ] Diller, onları konuşanların kanı hakkında çok
az şey gösteren ve her durumda insan özgürlüğüne zincir vuramayacak olan
tarihsel oluşumlardır [...] insanın, şu ya da bu ırkın, şu ya da bu kültürün
üyesi olmadan önce akıllı ve ahlaki bir varlık olduğu temel ilkesini
terketmeyelim.”[25]
·
Renan’ın, her şeyden once “insan
özgürlüğünü", kendi aralarında eşit olduklarını kabul ettiği birimlere,
“üstün ırklara” verdiğini görmemizi sağlar.[26]
·
“Onu idare
etmek için o ülkeye yerleşen üstün bir ırk tarafından, aşağı bir ırk ülkesinin
fethedilmesinde güce gidecek hiçbir şey yoktur.”[27]
Joseph-Emest Renan
·
Renan’ın onaylamadığı şey “eşit ırklar
arasındaki” fetihlerdir. Fakat, “aşağı olan ya da üstün ırklarca yozlaştırılan
ırkların canlandırılmasına” katkıda bulunmayı sağlayan her şey tavsiye edilir.
Bu “üstün” insanlığı, Renan, Avrupa’yla özdeşleştirir. “Uygarlığın ortak
düşüncesinin” korunduğu yer olan Avrupa, kişiler arasında eşitliğin kendini
kabul ettirdiği tek yerdir: “Kuşkusuz
bireyler arası eşitliği ve ırkların eşitliğini temel bir olgu hatası olarak
reddediyoruz; insanlığın yükselmiş kısımları alçak kısımlarına egemen olmak
zorundadır; insan topluluğu, orada eşitliğin değil, fakat huzurun, iyiliğin
(orada insan hayvanlara karşı da böyle davranır) egemen olduğu çok katlı bir
yapıdır. Ama tarihin onları yarattığı şekliyle Avrupa ulusları, her üyesi
dokunulmaz olan büyük bir senatonun üyeleridirler”[28]
·
Her halkı doğal denen niteliklerine bağlayarak,
her ırkı kendi tarihsel rolüne hasrederek “doğa
bir işçi ırkı yarattı, hiçbir onur duygusu olmaksızın, harikulade bir el
ustalığına sahip olan Çin ırkı; [...] -bir toprak işçileri ırkı, bu
zencilerdir; [...] -bir efendi ve asker ırkı, bu Avrupalı ırktır”[29]
·
“Irkların
eşitsizliği kanıtlandı. İlerlemenin tarihinde az ya da çok onurla anılan her
insan ailesinin adlan aşağı yukarı belirlendi.”[30]
Joseph-Emest Renan
·
Tanrı demek olan Elohim’in orada çoğul
bir terim olması boşunadır, tekil bir fiille bir araya getirilir. Zaten,
dillerinin imgelerine çökmeyeli doğanın eklemlenişi Samilerce bilinmemektedir.[31]
·
Dilbilgisinin, sözdiziminin zenginliği sayesinde
Ariler, çokluğu içinde doğanın canlılığını kavrarlar.[32]
·
F. Max Müller’in yeni incelemelerini zikreden
Renan, tanrıların adında bir doğal olgular çokluğu yakalar. Bu anda, her kok
“gizli bir tanrı” içerir. Dil yetisinden Hint-Avrupa dinine geçilince Sami
halklarıyla olan farklılık, aynı şekilde, patlar. Gerçekten, Ari kültü “doğanın
bir yankısı” olarak özetlenir.[33]
F. Max Müller |
·
Zira ilk anların büyük ayrıcalığı olan şey,
onların üstüne bir tuzak gibi kapanır. Gerçekte bu, Arileri, mitolojinin
kusurlarına, tanrıların karmaşıklığına hazırlayan, daha sonra onları
metafiziğe, fiziğe ve bilimsel zekâya yönelten manevi çatının aynı
zenginliğidir. Bir zamanlar çok ani bir ilerlemenin nedeni olan Sami
tektanrıcılığına gelince, bir anda tersine döner ve “insanlığın yürüyüşünde bir
engel” haline gelir.[34]
·
O zaman Renan, paganizmin mitlerinin icadının,
panteonlarının çokluğunun, “düşünme
özgürlüğünü, inceleme ruhunu da” ne denli içerdiğinin altını çizer. Burada,
“Tanrı’nın, insanlığın ve evrenin
sınırlarım belirsizlik içinde dalgalanmaya” bırakan hayalgücüyle dopdolu bu
toplulukların kalbindeyiz. Çocuk olan bu halklar, tam bir bağımsızlık içinde “evrendeki çokluğu” tasarlarlar. O zaman çoktanrıcılığın
dillerini konuşurlar. Olgunluk cağı geldiğinde bu aynı halklar, bilimin sırrını
keşfederler.[35]
·
Sami ırkının ani utkusunun sonunda ona zarar
vermesinin nedeni, bütün öteki halkların ondan ödünç almak zorunda kaldıkları
tek Tanrı kavramının bilgisine “ilk günden başlayarak” eksiksiz olarak erişmiş
olmalarıdır. “Zarif bir çocukluktan sonra
sadece orta halli bir olgunluğa ulaşan bu az verimli doğalar” gibi, Sami
ulusları, “yetkinleşme” kabiliyetleri olmadığından, temel bir eksiklikten acı
çekerler. Tanrı orada yalnız ve mükemmelse de, Sami tektanrıcılığı insanlığın
çocukluk döneminde donup kalmış olmakla belirlenir. Onu telaffuz eden diller
gibi, dinsel ruhun bu tekdeğerliliği de hareketsizliğe maruz kalmıştır.[36]
·
Eğer Renan “Sami
ırkının insan türüne çok büyük bir hizmette bulunduğunu” kabul ediyorsa, bu
hizmet, “tamamen olumsuz bir hizmet”,
Hint-Avrupalıların dünyaya taşıdıklarının kesinlikle aşağısında bir hizmet
olarak kalır: Onlar “her uygarlığın
subsratum”unu getirmişlerdir.[37]
·
Bir “Sami paganizmi” altında, zorunlu olarak bir
“ilkel tektanrıcılığın” profili görünür. Bunu kanıtlamak için her Sami tanrı
adında saklı olan, cinse ait El terimini görmek yeterlidir. Eğer Renan
bazı Samilerde tektanrıcılık eğilimi olduğunu kabul ediyorsa, bu hiçbir zaman
Arilerin evrenini ve tanrılarını hareketlendiren doğal güçlerin sonucu
değildir. Daha çok belirişler, tek bir tema üzerine basit tanrısal çeşitlemeler
söz konusudur. [38]
·
Renan, Samilerin ilk zamanlarının
tektanrıcılığıyla ilgili ifadelerini hafifletir (6. cilt, s. 48 vd.). Ama
burada gene inançsız bir odun söz konusudur. Eski Sami çoktanrıcılığını kabul
etmeyi reddeden dogmatik korluğu çok anlamlıdır, çünkü Renan, eski Sami
dünyasının çoktanrıcılığı ile ilgili yazıtsal tanıklıkların çok bol olduğu Corpus
inscriptionum semiticarum’un yayın yönetmenidir. Bu konuda J. Darmesteter
şunları yazar: “Irk kavramının ve dil
kavramının belirlenmesinin kuşkulu ve tehlikeli olmasının üstünde durmadan,
Sami epigrafisindeki ilerlemeler, 1845’den beri tektanrıcılığın, Samilerde sadece
bir istisna olduğunu ortaya çıkarmıştır [...]. M. Renan tarafından oluşturulan Corpus bile, antik Kartaca’dan,
Fenike’den, İslam oncesi Arabistan’dan, eski bir Sami çoktanrıcılığına dair
sayısız kutsal kalıntı getirmiştir. [...]. Bu kuramlar [...] M. Renan’ın, bütün
yapıtına, sonuna kadar egemendir [ ...]” [39]
·
Bu tektanrıcı uygarlığın göçebe yüreği, onu
barındıran çadırdır. Ve görünmeyen Tanrı’sı için hareketli bir taht keşfetmek
bile gerekir. Sami toplumuna gelince, bu, her şeyden once, orada “hiçbir siyasal
ve adli kurumun” görülmediği bir kabiledir. [40]
·
Renan, İslamda, tektanrıcı üç dinin en gerici
olanını ve hatta Sami ruhunun ifadesini görüyordu. [41]
·
Renan, çoğunlukla, görülmemiş bir sertlik
göstermiştir. Bir tek örnek: Fenike’deki görevi sırasında (1860-1861) yazılmış,
siyah deri ile kaplı küçük cep defterlerinden birine kaydedilen ve Bibliotheque
nationale'de muhafaza edilen ve H. Psichari tarafından anılan bir notta şunlar
okunur: “İnsanların en halim selimi olan
ben, kötülükten yeterince nefret etmediğim, onun için hoşnutluk duyduğum için
kendime kızan ben, İslam için acımasızım. İslama, haysiyetsizce ölüm diliyorum.
Onu tokatlamak isterdim. Evet, Doğu’yu Hıristiyanlaştırmak gerekin ancak, Doğu
Hıristiyanlarının yararına değil, Batı Hıristiyanlığının yararına” (Renan
d'apres lui-meme, Paris, 1937, s. 213-214). [42]
·
“Yahudiliğe
hiçbir şey borçlu olmayan, ancak her parçasıyla yüce ruhunun yaratısı olan
yüksek bir Tanrı kavramı, İsa’nın düşüncesinin ilkesi oldu[...] Sonuç olarak
İsa’da Yahudi hiçbir şey yoktur.” [43]
Joseph-Ernest Renan
·
O zaman Renan Yahudilik ve İslamın karşısında
“daha az Sami olan” bir Hıristiyanlığı, hatta, ortaya çıkartılan üç dinden “en az tektanrıcı olan” Hıristiyanlığı
kabul eder. [44]
·
“Hıristiyanlık
utkusu, ancak Yahudi kabuğunu tamamen kınnca, kurucu sunun yüce bilincinde Sami
düşünüşünün dar engellerinden kurtulmuş bir yaratı olduğu andaki haline yeniden
döndüğünde sağlamlaşmıştır” [45]
Joseph-Ernest Renan
·
“Kökeninde
tam bir Yahudi urunu olan Hıristiyanlık, böylece zamanla ırktan aldığı hemen hemen
her şeyden sıyrılma noktasına geldi, öyle ki, onu eksiksiz bir Ari dini olarak
görenlerin tezi pek çok bakımdan gerçektir” [46]
Joseph-Ernest Renan
·
“Yahudiliğin
devamı Hıristiyanlık değil, fakat İslamdır.” [47]
Joseph-Ernest Renan
·
İbranilerin yapıtı “olumsuz bir hizmet”le
özetlenmesine karşın, İslam “insan türü
için faydalı olmaktan çok zararlı” oldu. [48]
Joseph-Ernest Renan |
·
“Modern bilimin araştırmaları sayesinde arı ve
katışıksız Hıristiyanlığın, ulu Budizmin bir dalından başka bir şey olmadığının
ispatına ulaşılabildi…”[49]
(R. Wagner ve F. Liszt, Correspondance
(1841-1882), Paris, 1943, s. 327)
·
H. S. Chamberlain (1855-1927), Wagner’i ve
Bayreuthlu arkadaşlarını heyecanlandıran, Ari bir İsa’yı popüler kılan,
Hıristiyanlığın Arileşmesine pek çok sayfa ayıracaktır. [50]
·
L. E. Burnouf (La Sciences des religions [1870],
Paris, 1876): “Bütünü içerisinde Hıristiyanlığın Ari bir doktrin olduğunu ve
din olarak Yahudilikle halledecek hiçbir şeyi olmadığını" (s. 120)
göstermek için sayısız sayfa ayırır. Ya da, “dinimizin başlangıç kaynağını aramamız
gereken yer İncil değil Veda ilahileridir” (s. 217). Fakat bir yüzyıl önce,
Voltaire, 21 Aralık 1775’de, Prusya kralı II. Friedrich’e şöyle yazar: “Bana
öyle geliyor ki, bizim aziz Hıristiyan dinimiz eski Brahma dini üzerine
kurulmuştur” (bkz. Voltaire's Correspondence, T Besterman’m hazırladığı
baskı, Cenevre, 1964, 92. cilt, mektup 18677, s. 182; bkz. yukarıda, s.
22, n. 47). H. Pinard de La Boullaye’de, L’Etude comparee des religions.
Essai critique, Paris, 1922, 1. cilt, s. 465-466, Hıristiyanlığın Buda kökenlerine
ait varsayımların tarihi hakkında bazı kaynakça bilgileri verir. [51]
·
Yahudi dininden kurtarılan bu İsa’ya, Renan,
çakıltaşlı, verimsiz ve dogmatik ülke Yahuda çölünün karşısına verimli ve
gülümser bir Celile’yi yerleştirerek, yeşermiş bir ülke bağışlar. Orada, “bu
Yeryüzü Cenneti”ndedir ki İsa karşılanmış ve anlaşılmıştır. Gene oradadır ki,
insanlığı gelişmeye doğru götürmek üzere başvurulmuş bir düşüncenin ilk anları
kok salmıştır. O zamandan beri on sekiz yüzyıl geçti ve İsa’nın dinine evrensel
ve ebedi bir nitelik atfetmek gerekir, çünkü pek çok bakımdan “son din"
söz konusudur. [52]
·
“Böylece
İncil kendisinin olmayan meyveler getirdi; Yahudilik, üstünde Ari ırkının
çiçeğini açtığı yaban fidandan başka bir şey olmadı” [53]
Joseph-Ernest Renan
·
"Bütün
doğu halkları arasında yalnız İsrail dünyanın tamamı için yazmak ayrıcalığına
sahip oldu. Kuşkusuz Veda’ların şiiri hayranlık uyandıran bir şiir, bununla
birlikte ait olduğumuz ırkın ilk şarkılarından oluşan bu derleme, dinsel
duygularımızın anlatımında hiçbir zaman bizimkinden çok değişik bir ırkın
yapıtları olan Mezmurlar’ın yerini tutmayacak” [54]
Joseph-Ernest Renan
·
Renan’ın, Samiler için tektanrıcı İsrail ne ise,
çoktanrıcı Yunanistan da Hint-Avrupalılar için odur.[55]
·
Sokrates Atina’ya karşı çıkarak, Kudüs’te
İsa’nın rolüyle karşılaştırılabilecek bir rol oynar.[56]
·
Veda’ların buluştuğu bir başka benzeştirme daha:
Sanskritçe İbraniceye tekabül eder. Çünkü bu lehçelerden her biri “anahtarı”
elinde tutar, kendi dil ve düşünüş ailesini belirleyen “sırların mutemedi”dir.[57]
·
Sanskritçe ve İbraniceden oluşan bu dil
çiftinde, Ari, “bir metafizik sistem içinde” ün salar, Sami “şehvetli ve tatlı
bir şiirle” ölümsüzlüğe ulaşır. Böylesine duygulu ses tekrarının Samilerde
egemen olduğu yerde, Sanskritçe başından beri yalnızca “kavramsal bir anlamı”
varmış gibi görünen bazı sözcüklere sahiptir. Bu çiftin böylesine eşit olmayan
iki üyesinin birleşmesinden Hıristiyanlık ortaya çıkar. Arilerin soyut aklının
sonunda Samilerin dinsel coşkunluğuna egemen olduğu bir bağlaşma. [58]
·
…doğaüstüne, boş inançlara, dogmalara karşı ve
daha başka bir takım “hoşa gitmeyen cüruflara” karşı kesin cümleler fırlatsa
da, hatta Yahudiliğin ve bir çeşit Hıristiyanlığın düşüşünü bildirirse de
Renan, uygar halklar için “Hıristiyanlığın” eş anlamlısı olan “dinin” yok
oluşunu temenni etmez. Dahası “kilise toplumuyla” sivil toplum arasında
adamakıllı bir ayrımın gerektiğini kabul ediyorsa da, dinin “ruhun beslenmesi”
ve onu üreten “normal insanın” uyumlu dengesi için gerekli bir kurum olduğuna
tamamen inanmıştır. Zira unutmamak gerekir, “bir sonsuzluk bizi aşmakta ve yakamızı bırakmamaktadır” [59]
·
“XIX.
yüzyıl, sık sık söylendiği gibi İsa’nın dininin sonunu göremeyecektir.” [60]
Joseph-Ernest Renan
·
Hıristiyan dogması vahyi kabul eder, böylece de
mucizeyi, oysa bilim bunu hiç bir zaman kanıtlayamamıştır. Böylelikle
Hıristiyanlıkla bilim arasında “savaşım
kaçınılmazdır.” [61]
·
“Hıristiyanlık
fiilen uygar halkların dinidir; her ulus onu, düşünsel kültürünün derecesine
göre çeşitli anlamlarda kabul eder” [62]
Joseph-Ernest Renan
·
Sokrates felsefeyi, Aristoteles bilimsel
düşünüşü yarattıysa, “saf tapınmayı” tasarlama biçimini bile kesin olarak
tesbit ederek “mutlak dini” kuran, İsa’dır. [63]
·
“Bu
anlamda, biz Hıristiyanız, hatta bizden önce var olan Hıristiyan geleneğinin
hemen hemen bütün noktaları üzerinde ayrılsak bile” [64]
Joseph-Ernest Renan
·
Fakat Renan kendi Hıristiyanlık anlayışında
ısrar eder: Kilise’nin yüksek bilginlerinin aksine, İsa hiçbir dogma
kurmamıştır. Girişimi insanlara “yeni bir düşünüşü” öğretir. Öğretisi bile “o kadar
az dogmatiktir” ki, “ne onu yazmayı, ne de yazdırmayı” düşünür. Böyle anlaşılan
Hıristiyanlığın bilimsel düşünceye karşı çıkmak için hiçbir nedeni yoktur. Onun
tamamlayıcı bir parçasıdır. [65]
·
Maurice Vernes (1845-1932), [Renan’ın]“olası bir İsa’yı […] olası bir Hıristiyanlığı yeniden kurduğunu” hatırlatarak ona
saygısını sunar. [66]
·
“Hıristiyanlıkta
iyi olan her şeyi oraya koyduk ve işte bunun için Hıristiyanlık böylesine güçlü
bir biçimde bizi yürekten bağlar, işte bunun için onu yok etmemek gerekir. Hıristiyanlık
bir anlamda bizim yapıtımızdır[...] Hıristiyanlık, bizzat kendimizdir ve onda
en çok sevdiğimiz şey, biziz. Yeşil ve soğuk pınarlarımız, meşe ormanlarımız,
kayalarımız orada işbirliği içindedir” [67]
Joseph-Ernest Renan
·
Eğer Renan kendisini Hıristiyanlığa böylesine
bağlı hissediyorsa bu, açıkça, bu dinin gelişmesine aynı şekilde katkıda
bulunan Kelt ve Germen ataları ile kendisini özdeşleştirdiği için değil midir? [68]
·
Renan, Hıristiyanı, onun, yardımseverliğini,
insanlara olan sevgisini belirleyen davranış modellerinin ona, “bencil Davud’dan ya da yokedici Yeşu’dan
daha çok, belki de pagan olan atalarımızdan geldiğini” hemen ve ısrarla
ekler. [69]
Bir Takım Uğraşlar |
[1] Cennetin Dilleri, s. 71.
[2] Cennetin Dilleri, s. 71.
[3] Cennetin Dilleri, s. 72.
[4] Cennetin Dilleri, s. 72.
[5] Cennetin Dilleri, s.
72-73.
[6] Cennetin Dilleri, s. 73.
[7] Cennetin Dilleri, s. 73.
[8] Cennetin Dilleri, s. 74.
[9] Cennetin Dilleri, s. 74.
[10] Cennetin Dilleri, s. 74.
[11] Cennetin Dilleri, s. 75.
[12] Cennetin Dilleri, s. 75.
[13] Cennetin Dilleri, s. 75.
[14] Cennetin Dilleri, s.
75-76.
[15] Cennetin Dilleri, s. 76.
[16] Cennetin Dilleri, s. 76.
[17] Cennetin Dilleri, s. 76.
[18] Cennetin Dilleri, s. 77.
[19] Cennetin Dilleri, s. 77.
[20] Cennetin Dilleri, s. 78.
[21] Cennetin Dilleri, s. 79.
[22] Cennetin Dilleri, s. 79.
[23] Cennetin Dilleri, s.
79-80.
[24] Cennetin Dilleri, s. 80.
[25] Cennetin Dilleri, s. 81.
[26] Cennetin Dilleri, s. 81.
[27] Cennetin Dilleri, s. 81.
[28] Cennetin Dilleri, s. 82.
[29] Cennetin Dilleri, s. 82.
[30] Cennetin Dilleri, s. 83.
[31] Cennetin Dilleri, s. 83.
[32] Cennetin Dilleri, s. 84.
[33] Cennetin Dilleri, s. 84.
[34] Cennetin Dilleri, s. 85.
[35] Cennetin Dilleri, s. 85.
[36] Cennetin Dilleri, s. 85.
[37] Cennetin Dilleri, s.
85-86.
[38] Cennetin Dilleri, s. 87.
[39] Cennetin Dilleri, s.
87-88..
[40] Cennetin Dilleri, s. 88..
[41] Cennetin Dilleri, s. 88..
[42] Cennetin Dilleri, s. 88..
[43] Cennetin Dilleri, s. 90.
[44] Cennetin Dilleri, s. 90.
[45] Cennetin Dilleri, s. 90.
[46] Cennetin Dilleri, s. 90.
[47] Cennetin Dilleri, s. 90.
[48] Cennetin Dilleri, s. 91.
[49] Cennetin Dilleri, s. 91.
[50] Cennetin Dilleri, s. 91.
[51] Cennetin Dilleri, s. 91.
[52] Cennetin Dilleri, s. 92.
[53] Cennetin Dilleri, s. 94.
[54] Cennetin Dilleri, s. 95.
[55] Cennetin Dilleri, s. 95.
[56] Cennetin Dilleri, s. 95.
[57] Cennetin Dilleri, s. 95.
[58] Cennetin Dilleri, s. 95.
[59] Cennetin Dilleri, s. 96.
[60] Cennetin Dilleri, s. 97.
[61] Cennetin Dilleri, s. 97.
[62] Cennetin Dilleri, s. 98.
[63] Cennetin Dilleri, s. 98.
[64] Cennetin Dilleri, s. 98.
[65] Cennetin Dilleri, s. 98.
[66] Cennetin Dilleri, s. 99.
[67] Cennetin Dilleri, s. 100.
[68] Cennetin Dilleri, s. 100.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder