DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

1 Temmuz 2019 Pazartesi

BAZI ALINTILAR: MÜTHİŞ İLE DEHŞET ARASINDA


Maurice Olender, Cennetin Dilleri Tanrısal Bir Çift: Ariler ve Samiler, (Çev. Nevzat Yılmaz), Dost, Ankara 1998, künyeli eserin "Müthiş ile Dehşet Arasında" bölümünden yapılan alıntıları içermektedir. Kitaptan yapılan tüm alıntılara https://yasinetin.blogspot.com/2019/06/cennetin-dilleri-kitabindan-alintilar.html linkinden ulaşılabilir. 
Cennetin Dilleri




4.      MÜTHİŞ İLE DEHŞET ARASINDA (E. RENAN) s. 70-103


·         Orada, eleştirel zihin ile son derece dindar bir zihnin uzlaşmasını arıyordum. Hıristiyan olmayı bırakmadan filozof olabilmek için zaman zaman protestan olmadığıma pişman oluyordum [1] Joseph-Emest Renan

·         “Gerçek filolog, hem dilci, hem tarihçi, hem arkeolog, hem sanatçı, hem filozof olmalıdır. (...) Filolojinin amacı kendisi değildir: Onun, insan zihninin tarihinin ve geçmişin araştırılmasının zorunlu koşulu olarak değeri vardır.” [2]

·         İnsanlığın bilimlerinin yüce yargıcı olarak, yeni selametinin laik aracını var etmeyi hayal etmektedir: Bu da filolojidir. XIX. yüzyılın ikinci yarısında pek çok başka bilginler için olduğu gibi, Renan için de filoloji, bundan böyle, “manevi şeylerin kesin bilimini” temsil eder. [3]

·         Uzun zaman tektanrıcı şeyi inatla elinde tutan, Asya’nın bir köşesinde kaybolmuş, karanlık, küçük bir halktır[İbraniler]. [4]

·         Vaadedilmiş toprakla Yeryüzü Cenneti arasında bir yerde, tarihin ucundaki durumlarıyla pırıldayan İbraniler, gene de, her şeyiyle kaba, silik ve en küçük bir gelişmeden yoksun olduğu görülebilecek bir uygarlık içerisinde kök salarlar. Daha da şaşırtıcı olan: Paylaşılmamış bu hazineden, sırasıyla, Adem’e, Nuh’a, İbrahim’e ve peygamberlere görünen bu ışıktan, İbraniler hiçbir şekilde yararlanmadılar. Yüce sır, kısır bir toprağa gömülmüştü. Zira tektanrıcılığın Samiler tarafından yönetimi, onların onu yayma yeteneğine ve çoktanrıcılıkla mücadele etmek için ondan yararlanma kabiliyetine sahip olmadıklarını gösterir. Bu halkın içinden İsa’nın çıktığı güne kadar.[5]

·         Histoire generale et Systeme compare des langues semitiques’inin (Sami dillerinin kartlaştırmalı sistemi ve genel tarihi, 1855) ilk sözcüklerinden itibaren Renan “Bay Bopp’un Hint-Avrupa dilleri için yaptığını Sami dilleri için” yapmak ister. [6]

·         Kuşkusuz İsa, Yahudilikten çıkar: ama, oradan, Sokrates’in sofistlerin okulundan çıktığı, Luther’in Ortaçağdan çıktığı gibi, çıkar( ...)” [7] Joseph-Emest Renan

·         Renan değişmez bir biçimde Ari dilinin Sami diline üstünlüğü ve başlıca eşitsizliğini belirtir. [8]

·         Öteki ırkların karşısında kendi insanlıklarını gösteren bu “aile havasının” ötesinde, bundan böyle her şey, onları farklı kılacaktır. Böylece büyük Hint-Avrupa ailesinin üyeleri, Hintlilerden, Yunanlılardan, İranlılardan ve Germenlerden oluşan bu son derece bireyselleşmiş halkların çeşitliliğine uyan bir lehçeler yığını oluşturur. Buna karşılık Samilerde aile sadece birkaç ağıza bölünür. Bunlar, kendi aralarında, bir tek Hint-Avrupa grubunun üyelerinden daha fazla ayrılmamışlardır.[9]

·         Renan, Sami dillerinin maddesini yalnız ve imgesiz bir Tanrı’nın belleği olarak tasvir eder. Çıkışsız bir sure içerisinde donmuş bir lehçeler “dilin ortaya çıkışının ilk günlerinden başlayarak” çarpıcı kimliklerini muhafaza ettiler.[10]

·         Önce, bu önemli olay, bir bakıma onun haberi olmadan meydana gelmiş olsa bile, tektanrıcılık ona vahyolduğuna göre, bu halka “yüce bir görev de” yüklendiği görülür. Sonra, Hıristiyanlığı “son din” olarak tanımasına açıkça engel olan bu “çok talihsiz sadakat” aynı halka atfedilir.[11]
Joseph-Ernest Renan


·         Dilin sisteminden dinin sistemine geçişte Renan için bir yakınlıktan çok, gerçek bir rastlantı vardır. Böylece ilk tektanrıcılığı ifade eden diller, hiçbir sızıntıya tahammülü olmayan bir “tüf” taşından yontulmuşlardır. Taşlaşmış olarak, onlar değişmezdirler. Hoşgörüsüz ve zalim belleği “Tanrı Tanrı’dır” formülünü yücelten ebedi bir hatırada özetlenen, görünmez seslilerden oluşan sert bir çekirdek.[12]

·         Bu uzlaşmaz sadakati, Renan, aynı zamanda İbranilere atfeder. O, başka yerde, kutsal metinleri muhafaza etmedeki İsrail yeteneklerini, Brahmanlardaki ve Parsilerdekilerle kıyaslanabilecek bir sadakate yaklaştırır.[13]

·         Tamamen değişik olan Hint-Avrupa dilleri, her zaman tarihin etkisi altındadır ve çoğalmak için doğmuş olduklarından dilbilimin meydana gelmesini sağladılar. Hiçbir zaman bu bilim “yalnızca Sami dillerini incelemeyle” geliştirilemezdi. Çünkü bu diller, onların doğduğunu gören manzara gibi donmuştur: “Çöl tektanrıcıdır; sonsuz aynılığı içinde yüce [ ...]” [14]

·         Samilerin zihnini biçimlendiren, tarihin kanıtlarına duyarsız bu “çelikten dillerin” egemenliği buradadır. “Hareketsizliğe sadık halk”  olma tarzları, zihniyetlerinden fazla değişmeyen dillerinin, fikirlerinin direngenliğini açıkça gösterir. Hiçbir hareket onu dolaşım haline getirmez. Her şeyin tarihin gizilgücüyle, gelişme ve ilerlemenin ilahi yoğunluğuyla ölçüldüğü bu XIX. yüzyılda, tektanrıcılık mucizesinin esasını niteleyen, Sami durgunluktur.[15]

·         Sami, göçebe “insanların hem en az, hem de en çok dindar olanıdır”. [16]

·         Ve Samilerin dili ciddi dilbilgisel ve sözdizimsel eksikliklerden muzdaripse de, kökenlerin müthişliğiyle doludur ve insanlığın bilince ilk uyanışının hatırasını korur.[17]

·         Her halkın düşüncesi kendi dil sistemine karmaşık bir bicimde bağlı olduğundan, Samilerde “çok derin bir bicimde tektanrıcı olan, düşüncenin kendisidir. Daha acık olarak, Renan için dil, bir ırk sorunu, fizik antropolojiden yana olanlar için zorlayıcı olan bir “kalıp” olduğu için, Sami dilleri, “tektanrıcı bir ırkın organları” olur. O halde Renan için, bir dilin kategorileri ile onu formüle eden zihnin kategorileri arasında kaçınılmaz bir bağıntı vardır.[18]

·         A.-A. Coumot (1801-1877), ırk sınıflandırmalarına başvurup bununla birlikte 1861’de “bir yüzyıldan beri girişilen bunca çalışmanın, ırk tanımına ulaşamadığı” saptar. Ve “ırkların, doğa bilgininin gerçek birimleri olabilecek kesin özelliklerinin” mevcut olmadığını ilave eder. [19]

·         Böylece dil, hemen hemen, insan topluluklarının bölünmesinde ırkın yerini aldı, ya da ‘ırk’ sözcüğü anlam değiştirdi. Dil, din, yasalar, gelenekler kandan daha çok ırkı yarattı [20] Joseph-Emest Renan

·         Sofu Müslüman olan Türk, günümüzde, Fransız, ya da daha doğru bir deyimle, Avrupalı olmuş bir İsrailliden çok daha gerçek bir Samidir[21] Joseph-Emest Renan(1859)
Joseph-Ernest Renan


·         Artık Yahudinin, Küffarın, Yunanlının, Barbarın” olmamasını dileyen Aziz Paulus “insanlara dünyevî kökenlerini unutturmak ve yalnızca tanrısal doğalarından gelen kardeşliklerini sürdürtmek” istedi.[22]

·         Ancak burada Renan’ın tarihsel görüşü tam anlamıyla durağandır. Uygarlaşmış halklar -yani Batı’nın “beşiğiyle” özdeşleştirilen Ariler ve Samiler- hiçbir zaman “yaban hali” tanımadılar; yaban halktan “tek bir örnek” de yoktur ki bir gün uygarlığa erişmiş olsun: “Bir Sami ya da Hint-Avrupa dili konuşan yaban bir ırk düşünmek çelişkili bir hayâldir.[23]

·         İnsanlar ne kemirici, ne de etobur hayvan olduklarına göre, “dünyayı dolaşarak insanların kafataslarım yoklamaya ve sonra onlara ‘Sen bizim kanımızdansın; bize aitsin’ diyerek boğazlarına sarılmaya hakkımız yoktur [24]

·         Dillere verilen siyasal önem onlara ırk işaretleri olarak bakılmasından ileri gelir. Hiçbir şey daha yanlış değildir [... ] Diller, onları konuşanların kanı hakkında çok az şey gösteren ve her durumda insan özgürlüğüne zincir vuramayacak olan tarihsel oluşumlardır [...] insanın, şu ya da bu ırkın, şu ya da bu kültürün üyesi olmadan önce akıllı ve ahlaki bir varlık olduğu temel ilkesini terketmeyelim.”[25]

·         Renan’ın, her şeyden once “insan özgürlüğünü", kendi aralarında eşit olduklarını kabul ettiği birimlere, “üstün ırklara” verdiğini görmemizi sağlar.[26]

·         “Onu idare etmek için o ülkeye yerleşen üstün bir ırk tarafından, aşağı bir ırk ülkesinin fethedilmesinde güce gidecek hiçbir şey yoktur.”[27] Joseph-Emest Renan

·         Renan’ın onaylamadığı şey “eşit ırklar arasındaki” fetihlerdir. Fakat, “aşağı olan ya da üstün ırklarca yozlaştırılan ırkların canlandırılmasına” katkıda bulunmayı sağlayan her şey tavsiye edilir. Bu “üstün” insanlığı, Renan, Avrupa’yla özdeşleştirir. “Uygarlığın ortak düşüncesinin” korunduğu yer olan Avrupa, kişiler arasında eşitliğin kendini kabul ettirdiği tek yerdir: “Kuşkusuz bireyler arası eşitliği ve ırkların eşitliğini temel bir olgu hatası olarak reddediyoruz; insanlığın yükselmiş kısımları alçak kısımlarına egemen olmak zorundadır; insan topluluğu, orada eşitliğin değil, fakat huzurun, iyiliğin (orada insan hayvanlara karşı da böyle davranır) egemen olduğu çok katlı bir yapıdır. Ama tarihin onları yarattığı şekliyle Avrupa ulusları, her üyesi dokunulmaz olan büyük bir senatonun üyeleridirler[28]

·         Her halkı doğal denen niteliklerine bağlayarak, her ırkı kendi tarihsel rolüne hasrederek “doğa bir işçi ırkı yarattı, hiçbir onur duygusu olmaksızın, harikulade bir el ustalığına sahip olan Çin ırkı; [...] -bir toprak işçileri ırkı, bu zencilerdir; [...] -bir efendi ve asker ırkı, bu Avrupalı ırktır[29]

·         Irkların eşitsizliği kanıtlandı. İlerlemenin tarihinde az ya da çok onurla anılan her insan ailesinin adlan aşağı yukarı belirlendi.”[30] Joseph-Emest Renan

·         Tanrı demek olan Elohim’in orada çoğul bir terim olması boşunadır, tekil bir fiille bir araya getirilir. Zaten, dillerinin imgelerine çökmeyeli doğanın eklemlenişi Samilerce bilinmemektedir.[31]

·         Dilbilgisinin, sözdiziminin zenginliği sayesinde Ariler, çokluğu içinde doğanın canlılığını kavrarlar.[32]

·         F. Max Müller’in yeni incelemelerini zikreden Renan, tanrıların adında bir doğal olgular çokluğu yakalar. Bu anda, her kok “gizli bir tanrı” içerir. Dil yetisinden Hint-Avrupa dinine geçilince Sami halklarıyla olan farklılık, aynı şekilde, patlar. Gerçekten, Ari kültü “doğanın bir yankısı” olarak özetlenir.[33]
F. Max Müller


·         Zira ilk anların büyük ayrıcalığı olan şey, onların üstüne bir tuzak gibi kapanır. Gerçekte bu, Arileri, mitolojinin kusurlarına, tanrıların karmaşıklığına hazırlayan, daha sonra onları metafiziğe, fiziğe ve bilimsel zekâya yönelten manevi çatının aynı zenginliğidir. Bir zamanlar çok ani bir ilerlemenin nedeni olan Sami tektanrıcılığına gelince, bir anda tersine döner ve “insanlığın yürüyüşünde bir engel” haline gelir.[34]

·         O zaman Renan, paganizmin mitlerinin icadının, panteonlarının çokluğunun, “düşünme özgürlüğünü, inceleme ruhunu da” ne denli içerdiğinin altını çizer. Burada, “Tanrı’nın, insanlığın ve evrenin sınırlarım belirsizlik içinde dalgalanmaya” bırakan hayalgücüyle dopdolu bu toplulukların kalbindeyiz. Çocuk olan bu halklar, tam bir bağımsızlık içinde “evrendeki çokluğu” tasarlarlar. O zaman çoktanrıcılığın dillerini konuşurlar. Olgunluk cağı geldiğinde bu aynı halklar, bilimin sırrını keşfederler.[35]

·         Sami ırkının ani utkusunun sonunda ona zarar vermesinin nedeni, bütün öteki halkların ondan ödünç almak zorunda kaldıkları tek Tanrı kavramının bilgisine “ilk günden başlayarak” eksiksiz olarak erişmiş olmalarıdır. “Zarif bir çocukluktan sonra sadece orta halli bir olgunluğa ulaşan bu az verimli doğalar” gibi, Sami ulusları, “yetkinleşme” kabiliyetleri olmadığından, temel bir eksiklikten acı çekerler. Tanrı orada yalnız ve mükemmelse de, Sami tektanrıcılığı insanlığın çocukluk döneminde donup kalmış olmakla belirlenir. Onu telaffuz eden diller gibi, dinsel ruhun bu tekdeğerliliği de hareketsizliğe maruz kalmıştır.[36]

·         Eğer Renan “Sami ırkının insan türüne çok büyük bir hizmette bulunduğunu” kabul ediyorsa, bu hizmet, “tamamen olumsuz bir hizmet”, Hint-Avrupalıların dünyaya taşıdıklarının kesinlikle aşağısında bir hizmet olarak kalır: Onlar “her uygarlığın subsratum”unu getirmişlerdir.[37]

·         Bir “Sami paganizmi” altında, zorunlu olarak bir “ilkel tektanrıcılığın” profili görünür. Bunu kanıtlamak için her Sami tanrı adında saklı olan, cinse ait El terimini görmek yeterlidir. Eğer Renan bazı Samilerde tektanrıcılık eğilimi olduğunu kabul ediyorsa, bu hiçbir zaman Arilerin evrenini ve tanrılarını hareketlendiren doğal güçlerin sonucu değildir. Daha çok belirişler, tek bir tema üzerine basit tanrısal çeşitlemeler söz konusudur. [38]

·         Renan, Samilerin ilk zamanlarının tektanrıcılığıyla ilgili ifadelerini hafifletir (6. cilt, s. 48 vd.). Ama burada gene inançsız bir odun söz konusudur. Eski Sami çoktanrıcılığını kabul etmeyi reddeden dogmatik korluğu çok anlamlıdır, çünkü Renan, eski Sami dünyasının çoktanrıcılığı ile ilgili yazıtsal tanıklıkların çok bol olduğu Corpus inscriptionum semiticarum’un yayın yönetmenidir. Bu konuda J. Darmesteter şunları yazar: “Irk kavramının ve dil kavramının belirlenmesinin kuşkulu ve tehlikeli olmasının üstünde durmadan, Sami epigrafisindeki ilerlemeler, 1845’den beri tektanrıcılığın, Samilerde sadece bir istisna olduğunu ortaya çıkarmıştır [...]. M. Renan tarafından oluşturulan Corpus bile, antik Kartaca’dan, Fenike’den, İslam oncesi Arabistan’dan, eski bir Sami çoktanrıcılığına dair sayısız kutsal kalıntı getirmiştir. [...]. Bu kuramlar [...] M. Renan’ın, bütün yapıtına, sonuna kadar egemendir [ ...] [39]

·         Bu tektanrıcı uygarlığın göçebe yüreği, onu barındıran çadırdır. Ve görünmeyen Tanrı’sı için hareketli bir taht keşfetmek bile gerekir. Sami toplumuna gelince, bu, her şeyden once, orada “hiçbir siyasal ve adli kurumun” görülmediği bir kabiledir. [40]

·         Renan, İslamda, tektanrıcı üç dinin en gerici olanını ve hatta Sami ruhunun ifadesini görüyordu. [41]

·         Renan, çoğunlukla, görülmemiş bir sertlik göstermiştir. Bir tek örnek: Fenike’deki görevi sırasında (1860-1861) yazılmış, siyah deri ile kaplı küçük cep defterlerinden birine kaydedilen ve Bibliotheque nationale'de muhafaza edilen ve H. Psichari tarafından anılan bir notta şunlar okunur: “İnsanların en halim selimi olan ben, kötülükten yeterince nefret etmediğim, onun için hoşnutluk duyduğum için kendime kızan ben, İslam için acımasızım. İslama, haysiyetsizce ölüm diliyorum. Onu tokatlamak isterdim. Evet, Doğu’yu Hıristiyanlaştırmak gerekin ancak, Doğu Hıristiyanlarının yararına değil, Batı Hıristiyanlığının yararına” (Renan d'apres lui-meme, Paris, 1937, s. 213-214). [42]

·         “Yahudiliğe hiçbir şey borçlu olmayan, ancak her parçasıyla yüce ruhunun yaratısı olan yüksek bir Tanrı kavramı, İsa’nın düşüncesinin ilkesi oldu[...] Sonuç olarak İsa’da Yahudi hiçbir şey yoktur.” [43] Joseph-Ernest Renan

·         O zaman Renan Yahudilik ve İslamın karşısında “daha az Sami olan” bir Hıristiyanlığı, hatta, ortaya çıkartılan üç dinden “en az tektanrıcı olan” Hıristiyanlığı kabul eder. [44]

·         Hıristiyanlık utkusu, ancak Yahudi kabuğunu tamamen kınnca, kurucu sunun yüce bilincinde Sami düşünüşünün dar engellerinden kurtulmuş bir yaratı olduğu andaki haline yeniden döndüğünde sağlamlaşmıştır [45] Joseph-Ernest Renan

·         Kökeninde tam bir Yahudi urunu olan Hıristiyanlık, böylece zamanla ırktan aldığı hemen hemen her şeyden sıyrılma noktasına geldi, öyle ki, onu eksiksiz bir Ari dini olarak görenlerin tezi pek çok bakımdan gerçektir [46] Joseph-Ernest Renan

·         Yahudiliğin devamı Hıristiyanlık değil, fakat İslamdır.” [47] Joseph-Ernest Renan

·         İbranilerin yapıtı “olumsuz bir hizmet”le özetlenmesine karşın, İslam “insan türü için faydalı olmaktan çok zararlı” oldu. [48]
Joseph-Ernest Renan


·         “Modern bilimin araştırmaları sayesinde arı ve katışıksız Hıristiyanlığın, ulu Budizmin bir dalından başka bir şey olmadığının ispatına ulaşılabildi…”[49] (R. Wagner ve F. Liszt, Correspondance (1841-1882), Paris, 1943, s. 327)

·         H. S. Chamberlain (1855-1927), Wagner’i ve Bayreuthlu arkadaşlarını heyecanlandıran, Ari bir İsa’yı popüler kılan, Hıristiyanlığın Arileşmesine pek çok sayfa ayıracaktır. [50]

·         L. E. Burnouf (La Sciences des religions [1870], Paris, 1876): “Bütünü içerisinde Hıristiyanlığın Ari bir doktrin olduğunu ve din olarak Yahudilikle halledecek hiçbir şeyi olmadığını" (s. 120) göstermek için sayısız sayfa ayırır. Ya da, “dinimizin başlangıç kaynağını aramamız gereken yer İncil değil Veda ilahileridir” (s. 217). Fakat bir yüzyıl önce, Voltaire, 21 Aralık 1775’de, Prusya kralı II. Friedrich’e şöyle yazar: “Bana öyle geliyor ki, bizim aziz Hıristiyan dinimiz eski Brahma dini üzerine kurulmuştur” (bkz. Voltaire's Correspondence, T Besterman’m hazırladığı baskı, Cenevre, 1964, 92. cilt, mektup 18677, s. 182; bkz. yukarıda, s. 22, n. 47). H. Pinard de La Boullaye’de, L’Etude comparee des religions. Essai critique, Paris, 1922, 1. cilt, s. 465-466, Hıristiyanlığın Buda kökenlerine ait varsayımların tarihi hakkında bazı kaynakça bilgileri verir. [51]

·         Yahudi dininden kurtarılan bu İsa’ya, Renan, çakıltaşlı, verimsiz ve dogmatik ülke Yahuda çölünün karşısına verimli ve gülümser bir Celile’yi yerleştirerek, yeşermiş bir ülke bağışlar. Orada, “bu Yeryüzü Cenneti”ndedir ki İsa karşılanmış ve anlaşılmıştır. Gene oradadır ki, insanlığı gelişmeye doğru götürmek üzere başvurulmuş bir düşüncenin ilk anları kok salmıştır. O zamandan beri on sekiz yüzyıl geçti ve İsa’nın dinine evrensel ve ebedi bir nitelik atfetmek gerekir, çünkü pek çok bakımdan “son din" söz konusudur. [52]

·         Böylece İncil kendisinin olmayan meyveler getirdi; Yahudilik, üstünde Ari ırkının çiçeğini açtığı yaban fidandan başka bir şey olmadı [53] Joseph-Ernest Renan

·         "Bütün doğu halkları arasında yalnız İsrail dünyanın tamamı için yazmak ayrıcalığına sahip oldu. Kuşkusuz Veda’ların şiiri hayranlık uyandıran bir şiir, bununla birlikte ait olduğumuz ırkın ilk şarkılarından oluşan bu derleme, dinsel duygularımızın anlatımında hiçbir zaman bizimkinden çok değişik bir ırkın yapıtları olan Mezmurlar’ın yerini tutmayacak [54] Joseph-Ernest Renan

·         Renan’ın, Samiler için tektanrıcı İsrail ne ise, çoktanrıcı Yunanistan da Hint-Avrupalılar için odur.[55]

·         Sokrates Atina’ya karşı çıkarak, Kudüs’te İsa’nın rolüyle karşılaştırılabilecek bir rol oynar.[56]

·         Veda’ların buluştuğu bir başka benzeştirme daha: Sanskritçe İbraniceye tekabül eder. Çünkü bu lehçelerden her biri “anahtarı” elinde tutar, kendi dil ve düşünüş ailesini belirleyen “sırların mutemedi”dir.[57]

·         Sanskritçe ve İbraniceden oluşan bu dil çiftinde, Ari, “bir metafizik sistem içinde” ün salar, Sami “şehvetli ve tatlı bir şiirle” ölümsüzlüğe ulaşır. Böylesine duygulu ses tekrarının Samilerde egemen olduğu yerde, Sanskritçe başından beri yalnızca “kavramsal bir anlamı” varmış gibi görünen bazı sözcüklere sahiptir. Bu çiftin böylesine eşit olmayan iki üyesinin birleşmesinden Hıristiyanlık ortaya çıkar. Arilerin soyut aklının sonunda Samilerin dinsel coşkunluğuna egemen olduğu bir bağlaşma. [58]

·         …doğaüstüne, boş inançlara, dogmalara karşı ve daha başka bir takım “hoşa gitmeyen cüruflara” karşı kesin cümleler fırlatsa da, hatta Yahudiliğin ve bir çeşit Hıristiyanlığın düşüşünü bildirirse de Renan, uygar halklar için “Hıristiyanlığın” eş anlamlısı olan “dinin” yok oluşunu temenni etmez. Dahası “kilise toplumuyla” sivil toplum arasında adamakıllı bir ayrımın gerektiğini kabul ediyorsa da, dinin “ruhun beslenmesi” ve onu üreten “normal insanın” uyumlu dengesi için gerekli bir kurum olduğuna tamamen inanmıştır. Zira unutmamak gerekir, “bir sonsuzluk bizi aşmakta ve yakamızı bırakmamaktadır [59]

·         XIX. yüzyıl, sık sık söylendiği gibi İsa’nın dininin sonunu göremeyecektir.” [60] Joseph-Ernest Renan

·         Hıristiyan dogması vahyi kabul eder, böylece de mucizeyi, oysa bilim bunu hiç bir zaman kanıtlayamamıştır. Böylelikle Hıristiyanlıkla bilim arasında “savaşım kaçınılmazdır. [61]

·         Hıristiyanlık fiilen uygar halkların dinidir; her ulus onu, düşünsel kültürünün derecesine göre çeşitli anlamlarda kabul eder [62] Joseph-Ernest Renan

·         Sokrates felsefeyi, Aristoteles bilimsel düşünüşü yarattıysa, “saf tapınmayı” tasarlama biçimini bile kesin olarak tesbit ederek “mutlak dini” kuran, İsa’dır. [63]

·         Bu anlamda, biz Hıristiyanız, hatta bizden önce var olan Hıristiyan geleneğinin hemen hemen bütün noktaları üzerinde ayrılsak bile [64] Joseph-Ernest Renan

·         Fakat Renan kendi Hıristiyanlık anlayışında ısrar eder: Kilise’nin yüksek bilginlerinin aksine, İsa hiçbir dogma kurmamıştır. Girişimi insanlara “yeni bir düşünüşü” öğretir. Öğretisi bile “o kadar az dogmatiktir” ki, “ne onu yazmayı, ne de yazdırmayı” düşünür. Böyle anlaşılan Hıristiyanlığın bilimsel düşünceye karşı çıkmak için hiçbir nedeni yoktur. Onun tamamlayıcı bir parçasıdır. [65]

·         Maurice Vernes (1845-1932), [Renan’ın]“olası bir İsa’yı […] olası bir Hıristiyanlığı yeniden kurduğunu” hatırlatarak ona saygısını sunar. [66]

·         Hıristiyanlıkta iyi olan her şeyi oraya koyduk ve işte bunun için Hıristiyanlık böylesine güçlü bir biçimde bizi yürekten bağlar, işte bunun için onu yok etmemek gerekir. Hıristiyanlık bir anlamda bizim yapıtımızdır[...] Hıristiyanlık, bizzat kendimizdir ve onda en çok sevdiğimiz şey, biziz. Yeşil ve soğuk pınarlarımız, meşe ormanlarımız, kayalarımız orada işbirliği içindedir [67] Joseph-Ernest Renan

·         Eğer Renan kendisini Hıristiyanlığa böylesine bağlı hissediyorsa bu, açıkça, bu dinin gelişmesine aynı şekilde katkıda bulunan Kelt ve Germen ataları ile kendisini özdeşleştirdiği için değil midir? [68]

·         Renan, Hıristiyanı, onun, yardımseverliğini, insanlara olan sevgisini belirleyen davranış modellerinin ona, “bencil Davud’dan ya da yokedici Yeşu’dan daha çok, belki de pagan olan atalarımızdan geldiğini” hemen ve ısrarla ekler. [69]
Bir Takım Uğraşlar


[1] Cennetin Dilleri, s. 71.
[2] Cennetin Dilleri, s. 71.
[3] Cennetin Dilleri, s. 72.
[4] Cennetin Dilleri, s. 72.
[5] Cennetin Dilleri, s. 72-73.
[6] Cennetin Dilleri, s. 73.
[7] Cennetin Dilleri, s. 73.
[8] Cennetin Dilleri, s. 74.
[9] Cennetin Dilleri, s. 74.
[10] Cennetin Dilleri, s. 74.
[11] Cennetin Dilleri, s. 75.
[12] Cennetin Dilleri, s. 75.
[13] Cennetin Dilleri, s. 75.
[14] Cennetin Dilleri, s. 75-76.
[15] Cennetin Dilleri, s. 76.
[16] Cennetin Dilleri, s. 76.
[17] Cennetin Dilleri, s. 76.
[18] Cennetin Dilleri, s. 77.
[19] Cennetin Dilleri, s. 77.
[20] Cennetin Dilleri, s. 78.
[21] Cennetin Dilleri, s. 79.
[22] Cennetin Dilleri, s. 79.
[23] Cennetin Dilleri, s. 79-80.
[24] Cennetin Dilleri, s. 80.
[25] Cennetin Dilleri, s. 81.
[26] Cennetin Dilleri, s. 81.
[27] Cennetin Dilleri, s. 81.
[28] Cennetin Dilleri, s. 82.
[29] Cennetin Dilleri, s. 82.
[30] Cennetin Dilleri, s. 83.
[31] Cennetin Dilleri, s. 83.
[32] Cennetin Dilleri, s. 84.
[33] Cennetin Dilleri, s. 84.
[34] Cennetin Dilleri, s. 85.
[35] Cennetin Dilleri, s. 85.
[36] Cennetin Dilleri, s. 85.
[37] Cennetin Dilleri, s. 85-86.
[38] Cennetin Dilleri, s. 87.
[39] Cennetin Dilleri, s. 87-88..
[40] Cennetin Dilleri, s. 88..
[41] Cennetin Dilleri, s. 88..
[42] Cennetin Dilleri, s. 88..
[43] Cennetin Dilleri, s. 90.
[44] Cennetin Dilleri, s. 90.
[45] Cennetin Dilleri, s. 90.
[46] Cennetin Dilleri, s. 90.
[47] Cennetin Dilleri, s. 90.
[48] Cennetin Dilleri, s. 91.
[49] Cennetin Dilleri, s. 91.
[50] Cennetin Dilleri, s. 91.
[51] Cennetin Dilleri, s. 91.
[52] Cennetin Dilleri, s. 92.
[53] Cennetin Dilleri, s. 94.
[54] Cennetin Dilleri, s. 95.
[55] Cennetin Dilleri, s. 95.
[56] Cennetin Dilleri, s. 95.
[57] Cennetin Dilleri, s. 95.
[58] Cennetin Dilleri, s. 95.
[59] Cennetin Dilleri, s. 96.
[60] Cennetin Dilleri, s. 97.
[61] Cennetin Dilleri, s. 97.
[62] Cennetin Dilleri, s. 98.
[63] Cennetin Dilleri, s. 98.
[64] Cennetin Dilleri, s. 98.
[65] Cennetin Dilleri, s. 98.
[66] Cennetin Dilleri, s. 99.
[67] Cennetin Dilleri, s. 100.
[68] Cennetin Dilleri, s. 100.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder