Maurice Olender, Cennetin Dilleri Tanrısal Bir Çift: Ariler ve Samiler, (Çev. Nevzat Yılmaz), Dost, Ankara 1998, künyeli eserin ""Seçilmiş Halkların" Raksı" bölümünden yapılan alıntıları içermektedir. Kitaptan yapılan tüm alıntılara https://yasinetin.blogspot.com/2019/06/cennetin-dilleri-kitabindan-alintilar.html linkinden ulaşılabilir.
Cennetin Dilleri |
3. “SEÇİLMİŞ HALKLARIN” RAKSI-J. G. HERDER (s. 55-69)
·
“Çoğu zaman yalnızca manevi olarak kabul edilen
şiirlerinin büyük kısmı siyasaldır”[1]
(J. G. Herder, İbrani Şiirinin Ruhu)
·
Volk, hepsi bir dil birliği sayesinde
bütünleşmiş, hem bir dini, bir ulusu, bir kültürü, hem de toplumsal ve siyasal
bir birimi gerektirir. Zira, eğer dil yetisi insanı tanımlıyorsa, aynı zamanda
onun siyasal toplumsallığının başta gelen aracıdır da. [2]
·
Bu toplumsal örgütlenmenin gerçekleştirilmesi “yasa koyucusunun değil yasanın egemen
olmasını, bağımsız bir ulusun özgürce bu yasayı kabul etmesini ve kendi
isteğiyle ona uymasını [ ...] ” gerektirir. [3]
·
“Yasa Koyucu” denebilecek bu “teokratik rejimin”
ilkesi böyledir. Görünmeyen Tanrı orada aynı zamanda “yasa koyucu, Yasa’nın
koruyucusu, Kral”dır. Herder, bu hükûmetin amacının “Yehova halkının siyasal
refahını” ve mutluluğunu sağlamak olduğunu, belirtir.[4]
·
Musa en ustun yasacı’dır. Bu nedenle Herder iki
bolumu Musevi kurumlarına ve resimli temsillere başvurmadan bir yasa koymayı
başaran insana ayırır. Hiçbir kralsı insan figürünün temsil etmediği yasa. Zira
onu uygulama görevi tamamen “ulus mabedine” emanet edilmiştir. Öylesine ki
hiçbir zaman Musa iktidarı ele almaz ve halkı kişisel bir iradeye boyun
eğdirmeyi düşünmez, işte bunun için, güveni sarsılmış olan Musa’nın öfkesi
“altın dana” öyküsünde şiddetle patlar. Bu put “ulusun bağını koparıyordu”.
Musa’nın yapıtı bitmemiş olarak kalır.
Yakınlarının fesadı, kendi zayıflıkları Kenan toprağındaki kendi kurumlarının
tesis edilmesinin başında olmasını ona yasaklar. Fakat Yasa’yı vermiş olan bu
insanın tamamlayamadığım, “İsrailli bilgeler ve şairler ondan sonra yaptılar” [5]
·
Öyleyse onları aralarında karşılaştırmak istemek
en büyük saçmalıktır. Hangi neden, doğu dillerinin “barbar, boğuk ve gırtlaktan
gelen” sesliliğiyle “Yunancanın berrak tonu” arasında bir karşılaştırmaya yol
açabilir? [6]
Johann Gottfried Herder |
·
“Genel
niteliklerin zayıflığına” duyarlı olan Herder tarihsel bilimlerin tozunu
almak ister. Bir halk, zaman içinde bir an tasvir edildiğinde, “kimin tasvir edildiğini, sözcüklerle böyle
bir tasvire kimin eriştiğini” bilmek sorusunu, önce insanın kendisine
sorması gerektiğini söyler. Kitabi bir kültürden çekinen protestan papaz, din
adamlarına “hoşgörüyü öğrenmek için
yolculuk yapmalarını” tavsiye eder. Zira hiçbir şey halklarla temasın
bıraktığı canlı izlenimlerin yerini tutamaz. Uzaktaki ulusların yaşam biçimini
anlamak için bir yüzyıla, bir dine, bize yabancı olan bir tarihe nüfuz
edebilmek için, önce ona “yakınlık duymak
gerekir” Burada Herder unlu öğüdünü ortaya atar: “Onu duymak için bütün bunların içine dal” Ya değilse, “her ulusun karakterinde bulunan derinliği”
anlatmak mümkün değildir. [7]
·
Zamansal ve bölgesel etmenlere gösterilen bu
aşırı dikkat Herder’i Eski Ahit’i, “doğu yazıları koleksiyonu” ve tanımlanmış
bir kültür tipi olarak görmeye yöneltir. Bu da, Metnin vahyedilmiş oluşunu
engellemeyen hem ulusal, hem folklorik bir kavramdır. Eğer, İbrani İncil’inin
pek çok parçadan, çeşitli cağların yazılarından oluştuğunu kabul etmek
gerekirse, gene de onun bölümleri “büyük
ölçüde dünyanın çocukluğuna aittir”.[8]
·
Her uygarlık, zamanının anlayış biçimiyle
belirlenen bir çağı tanımlayan kendi akışını izler. -Zeitgeist(Çağruhu)- [9]
·
“İncil’i,
birçok yapıttan parçalanarak oluşturulmuş yeni bir yapıt, yavaş yavaş oluşmuş,
çeşitli dönemlerde yeniden elden geçirilmiş bir yapıt gibi kabul etmek,
meseleleri bu tarzda düşünmenin daha henüz egemen olmadığı ve yaşadığım çevrede
daha da az kabul gördüğü ölçüde, kendimi gösterme hevesimi pohpohluyordu.” [10]
J. W. von Goethe (1749-1832)
Johann Wolfgang Von Goethe
|
·
“Hiçbir
insan, hiçbir ülke, halk, ya da bu halkın tarihi, hiçbir Devlet bir diğerinin
eşdeğeri değildir; böylece, aynı şekilde gerçek, güzel ve iyi onlar için benzer
değildir”[11]
J. G. Herder
·
Herder için, ulusal sorun, dinsel olduğu kadar
estetik ve ahlakidir ve bu aynı sayfalarda, çağlar boyunca, çoğu zaman zorla
Hıristiyanlaştırılmış olan bu sayısız topluluklara Hıristiyanlığın katkı kadar
yıkım da getirip getirmediğini kendisine sorar. Bir grubun “ulusal karakterini”
her zaman için tehdit ettiğini bildiğimiz, “yabancı dini ithalinden” doğan
tehlikeler acaba yeterince ölçülmüş müdür? Zira her din, bir halkın ulusal eğitiminin
bir parçasıdır ve temel bir bakış acısı meydana getirir. Bundan dolayı, dinsel
bir kargaşa, bir ulusun “zihin zenginliklerini ve özelliklerini” mahvedebildiği
kadar “saygın önyargıları” da devirebilir. Kilise adamı halkların
Hıristiyanlaştırılmasının meşruiyetinin gerçekliğini tartışacak ölçüde kendi
muhakemesini izler. Ve din değiştirmeyi, olası bir şiddet biçimi olarak mahkum
ettiğinde, bu, önem taşımasını istediği bir soruyu daha iyi sormak içindir:
“Hıristiyanlık ele geçirmeye zorlamak, boyun eğmeye, zalimliğe hak verebilir
mi? Yanıt ona acık ve “anlaşılır” görünmektedir. Bir ulusu, geleneklerini ona
zorla kabul ettirerek Hıristiyanlaştırmak, onu kendi değerlerine, kendi öz
kimliğine ihanet etmeye zorlamak ve böylece manevi ve siyasal kendiliğini tehlikeye
sokmaktır. “Amerikalılar bir Avrupa
kültürüne ihtiyaç duydular mı? İspanyollar bunu onlara hiç götürmediler”. [12]
·
Öyleyse hiçbir halk kendisinin seçilmiş halk
olduğunu söyleyemez. Hatta bunlar “Roma.
Dünyasını işgal eden Almanlar (Deutschen)
bile olsalar” (s. 289), onlar, “Avrupa’da
Tanrı’nın seçilmiş halkı” olarak kabul edilemez ve dünyanın onlara ait
olmasını sağlayacak “doğuştan bir soyluluk” onlara tanınamaz. Öteki halkların
onların boyunduruğu altında olmalarını kabul etmek için hiçbir neden yoktur,
böyle bir şey fatihlere soyluluğu olmayan barbar bir rol verirdi. Tarih bunun
kanıtını yeterince vermiştir: “Barbar
zorla egemen olur; kültürlü galip, öğretir”. Sonuç olarak bir ulus kendini
“seçilmiş halk” olarak ilan edemez. Ne eski Almanlar (s. 289) ne de “sözde Tanrı’nın tek halkı”. [13]
·
Burada Herder, “her ulus kendi durumu içinde, biricikmiş gibi kabul edilmelidir” ve
“her halk yeryüzünde biricikmiş gibi
görülmelidir” diye ısrar eder. [14]
·
“Ne pongo
ne de şebek senin kardeşindir, ama Amerikalı ve Zenci öyledir”[15]
J. G. Herder
·
Öyleyse ne onları ezmek, ne onları öldürmek, ne
de onları soymak gerekir. İnsan ve maymun arasındaki ayrılık, Tanrı’nın her
birini kendi türüne göre tasarladığı canlı türlerini karıştırmamak konusundaki
Hıristiyan endişesine karşılık gelir. Bu, aynı zamanda hayvan ve insan arasında
bir yakınlık düşünmeyi, “maymunlarla kardeş olmayı” da yasaklar. İncil
tekkaynaklığına (insanların kaynağının birliği kuramı) bağlı olan bu tabu, gene
de Herder’in “doğanın, maymunun yanına Siyah adamı koyduğunu” düşünmesine engel
olmaz Siyahların “şehevi zevkler bakımından çok daha zengin oldukları için” (c.
13, s. 235) daha soylu diğer yeteneklerden mahrum kalmış olduklarını
düşünmesine de. Cinselliklerinin bu gelişimi “dudaklarda, göğüslerde ve cinsel organlarda”
kendini gösterir, böylece, Afrikalılar için, pek imrenilmeyecek bir fizik
yapıyı beraberinde getirir. Öyleyse onları böylesine kotu bir pay almalarından
dolayı “küçümsemek” değil, fakat onlara “acımak” gerekir -onları “mahrum
bırakan” doğa, onlara bazı tavizler vermiş olsa bile. Bu sıcak bölgelerin
ikliminin aşın olması nedeniyle Herder, bu özürlülükle çevre arasında bir
bağıntı görür.[16]
·
Siyahlar ve sarılar karşısında duyduğu ahlaki
rahatsızlıktan başka, Herder, aynı zamanda, fiziksel iğrenmesini de ifade eder.
Siyahlarla ilgili olarak: 13. cilt, s. 228-238; Çinlilerle: 14. cilt, s. 8;
Japonlarla: 13. cilt, s. 218. Bununla birlikte, 1797’de bir başka durumda, doğa
bilimleri için, insanlığın doğal tarihinde olduğu gibi, sınıflandırmalarda
“hiçbir hiyerarşi” (keine Rangordnung) olmadığını ifade eder (18.
cilt, s. 248). Çok acık olarak, burada, eğer Beyaz, Siyah’ı “karanlık bir
hayvan olarak” kabul ederse, Siyah’ın da onu bozulmuş bir türün (eine Abart)
bir üyesi olarak telakki etmeye “o
kadar hakkı vardır”, der. [17]
·
Herder için bunlar, kültür ile onun vazgeçilmez
gereci olan dildir ve aynı zamanda her ulusun sınırlarını ve imkanlarını
belirleyen coğrafi ortamın, iklimin zorlamalarıdır. “Kısaca, yeryüzünde ne dört ne beş ırk, ne de uyuşmayan çeşitlilikler vardır”
(c. 13, s. 258). Bundan dolayı bir halkı başkaları arasına yerleştirmek için
Herder, “insanlığın tarihsel ve coğrafi
bir tarihinin” yapılmasını önerir. İnancı insan turunun birliğini
parçalamayı engelliyorsa da bazı ulusları hareketsiz, tarihdışı, ne zamanda ve
ne de mekanda serpilen bütünlükler olarak kabul etmeyi yasaklamaz. Böylece
komşularına kültürü getiren Cin’in meziyetlerini unutmadan Herder, “Yahudiler gibi kendi köselerinde başka
halklarla karışmaktan uzak kalan Çinliler [ ...] ” için nefretini ifade
eder. Yasalarını koyduktan ve erken bir dönemde ahlakı düsturlaştırdıktan sonra
Çin halkı, “eğitimi esnasında durdu ve
çocukluk yaşında dondu kaldı” Çin dili üzerine bir göz atılması “seksen bin birleşik harften oluşan sonsuz
kalabalığın” kuşkusuz bu halkı bir “çocukluk tutsaklığı” içinde yaşatma
amacı güttüğünü anlamayı sağlar. Yaşayan bir fosil olan bu ulus, “aynı şekilde, bu halkı yapay düşünme bicimi
içerisinde” sabit kılmaya katkıda bulunan kendi dili tarafından felce uğratılmıştır:
“Zira, her ülkede dil, orada halkın
fikirlerinin oluştuğu, muhafaza edildiği ve iletildiği bir kap değil midir?”
Böylesine çocukça ve hareketsiz olan, sabahtan akşama kadar “sıcak su içen” bu
Çin, “milyonlarca kilo çay” satarak “Avrupa’ya çürümüşlüğü” getirir. [18]
Johann Gottfried Herder |
·
Halklar arasındaki fiziksel ve düşünsel
ayrılıklar üzerinde yıldızların etkileri de olabilir, bu da ona[Herder’e], bir
gün bilimsel astrolojinin kurulma umudunu ifade etmeğe olanak verir. [19]
·
Herder, farklı görüş açıları benimser. Ve bazı
durumlarda Batı üzerine yoğunlaşmış her turlu tutumu sertlikle eleştirebilirse
de, başka yerde “Avrupa ölçüsünü” kullanmakta tereddüt etmez. [20]
·
“İnsanlık
tarihçisi bir yazarın, gerçekte hiçbir dini olmamalıdır” [21]
J. G. Herder
·
İlke olarak hepsi eleme koşusuna kabul edilen
uluslardan az bir kısmı bitiş noktasına varır. Zira Mukaddir’in öncelikleri
vardır. Gerçekte, zamanlar ve halklar arasında sayıca az olan, özellikle “Hıristiyan ve Yahudi vahyinin harekete
geçtiği ve yayıldığı yerler”de yaşayanları “Tanrı öncelikle seçer”; “Olay
böyledir. Öteki bölgelerde bağımsız insan aklı henüz uykudadır”. Herder
düşüncesini açıklar. Mitoloji, liturji, etik Kuran’da, Zend-Avesta’da,
Brahmanlığın kitaplarında, ya da Konfüçyüs’ün öğretisinde vardır. Fakat burada
hiçbir şey “gerçek anlamda vahye” uygun düşmez. [23]
·
“Bunun
içindir ki bizim vahyimiz [... ] hiçbir başka sözde vahiyle karşılaştırılamaz.” [24]
J. G. Herder
·
Tarafsızlık endişelerini unutan Herder, böylece,
tarih felsefesinin mekanizmalarını ayarlar. Hıristiyanlığa doğru yürüyen
tarihin hareketini ve halkların Hıristiyanlaştırılması koşusunun anlamını
bitiştirerek Kilise geleneğine yakın düsen Herder, bununla birlikte hissedilir
derecede ondan ayrılır. Zira, tarihsel inancı, öteki dünyada kurulmuş bir
selametin tam olarak hizmetinde olmak istemez, fakat gerekliliğini içinde
taşıyan bir tarihin anlamı doğrultusu içinde yer alır. [25]
·
Yahudilik ve zamanının Yahudileri ile “siyasal”
ilişkisi nedir? Herder, bu halkın “eskiden olduğu gibi, halen de, dünyanın en
seçkin halkı olduğunu ve bugün de böyle olmayı sürdürdüğü” (10. cilt, s. 139)
kanısındadır. Hem düşmanca, hem de uzlaştırıcı bir bicimde, Yahudilerin “asalak
bir bitki” gibi olduklarını (14 cilt, s. 283), ancak, “bir gün gelecek ki
Avrupa’da kim Yahudi, kim Hıristiyan diye artık hiç sorulmayacağını” ifade eder
(s. 284). O zaman Yahudi, asimile olacak ve “Avrupa yasalarına göre
yaşayacaktır”. 1802 yılındaki Adrastee’sinin (1803’de, olduğu yılda yayımlanan)
bir kısmı “Yahudilerin din değiştirmelerine” ayrılmıştır. (Bekehrung der
Juden, 24, cilt, s. 61-75). Burada, Avrupa’ya yabancı “bu Asya halkı”nın
(s. 63) kaderini dinsel bağlamda değil ama, “basit bir devlet sorunu
olarak" göz önüne getiriyor. Musa’nın Yasası’na bağlı olan bu ulusun
“Avrupa’ya değil, Filistin’e ait olduğunu” ve kuşkusuz, bir gün, Yahudilerin
Filistin’e geri döneceklerini (s. 66) hatırlatırken, aynı zamanda Herder,
“Yahudi ve Hıristiyan çocukları ahlakın ve bilimin esaslarına göre eğitilirler”se
(s. 73), bunun onları birleştirebileceğini kesin olarak söyler. Hemen ilave
eder, hem “kim, Spinoza’nın Mendelssohn’un(...), felsefe yapıtlarının Yahudiler
tarafından yazıldığını düşünür?’’. Kısacası, “onların Filistin’i, yaşadıkları
ve onurla hareket ettikleri her yerdedir” [26]
·
Herder, uygarlıkların karşılaştırmalı tarihine
yeni yollar açmaya katkıda bulunur. Kültürlerin ne kadar eğreti, geçici
olduğunu bilir. “Büyük heykeller gibi
devrilen ve karşılıklı olarak toprağa gömülen” çağların dayanıksızlığını
söyler. Bununla birlikte, kültürel çoğulculuğun çökmesi için ufukta
Hıristiyanlığın güçlerinin görünmesi yeterlidir. O zaman Herder evrensel
tarihin sahnesinde, başka yerden gelen hiçbir gölgeye artık müsamaha göstermez.
Bütün bu uzak halklar, bilmeden bile olsa, Kitap’ın övgüsünü terennüm etmezler
mi? Bu “sözde vahşilerin sözleri” (c. 5, s. 556) “Vahy’in aynı derecede canlı
yorumları” değil midirler? Hıristiyanlık “insan
dünyasının en önemli tarihini” (s. 567) cisimleştirdiğine göre, Herder
bundan kuşku duymaz. Vahy’in tek taşıyıcısı olan Hıristiyan Batı öteki ulusları
ebedi küçükler rolüne iter. Onlar, oluşum halindeki bir dünyanın hesaplarından
uzakta, tarihsiz bir çocukluk içinde itişip kakışan halklar olarak kalırlar. [27]
Bir Takım Uğraşlar |
[1] Cennetin Dilleri, s. 56.
[2] Cennetin Dilleri, s. 56.
[3] Cennetin Dilleri, s. 56.
[4] Cennetin Dilleri, s.
56-57.
[5] Cennetin Dilleri, s. 57.
[6] Cennetin Dilleri, s. 58.
[7] Cennetin Dilleri, s. 58.
[8] Cennetin Dilleri, s. 59.
[9] Cennetin Dilleri, s. 59.
[10] Cennetin Dilleri, s. 59.
[11] Cennetin Dilleri, s. 60.
[12] Cennetin Dilleri, s.
60-61.
[13] Cennetin Dilleri, s. 61.
[14] Cennetin Dilleri, s. 62.
[15] Cennetin Dilleri, s. 64.
[16] Cennetin Dilleri, s. 64.
[17] Cennetin Dilleri, s. 65.
[18] Cennetin Dilleri, s. 65.
[19] Cennetin Dilleri, s. 65.
[20] Cennetin Dilleri, s. 66.
[21] Cennetin Dilleri, s. 66.
[22] Cennetin Dilleri, s. 66.
[23] Cennetin Dilleri, s. 67.
[24] Cennetin Dilleri, s. 67.
[25] Cennetin Dilleri, s. 68.
[26] Cennetin Dilleri, s. 68.
[27] Cennetin Dilleri, s. 69.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder