Maurice Olender, Cennetin Dilleri Tanrısal Bir Çift: Ariler ve Samiler, (Çev. Nevzat Yılmaz), Dost, Ankara 1998, künyeli eserin "Mukaddir'in Seslileri" bölümünden yapılan alıntıları içermektedir. Kitaptan yapılan tüm alıntılara https://yasinetin.blogspot.com/2019/06/cennetin-dilleri-kitabindan-alintilar.html linkinden ulaşılabilir.
Cennetin Dilleri |
2. MUKADDİR’İN SESLİLERİ -R. SİMON, R. LOWTH, J. G. HERDER (s. 37-54)
·
“[...]
İbranicede sesliler harf değildir. Bunun için İbraniler ‘seslilerin harflerin
ruhu olduğunu’ ve sesliler olmaksızın harflerin ‘ruhsuz bedenler’ olduğunu
söylerler (Zohar’dan alınmış iki imge). Gerçekte, harfler ve sesliler
arasındaki bu farklılığın daha açık olarak anlaşılması için, çalmak üzere
parmakların dokunduğu flüt örneği verilebilir; sesliler müziğin sesidir;
harfler, parmaklarla dokunulan delikler.”[1]
(Spinoza, Abrege de grammaire hebraique, J. Askenazi ve J.
Askenazi-Gerson tarafından hazırlanan basım, Paris, 1968 s. 35-36.)
·
Simon’un nazarında, “masoret” diye adlandırılan
Yahudi bilginlerin metnin seslendirilmesini bir işaretler sistemi sayesinde
tespit eden sesli noktalan kaydetmeleri çok daha sonra olmuştur.(fiili olarak
Hıristiyan cağın VII. yüzyılına doğru). Oysa bu “Masorah’ın tanrısal hiçbir şeyi yok” ve “Masoretler pek çok yerde yanılabildiler”. Kuşkusuz çok bilgili
insanların yapıtı söz konusuysa da, Simon gene de onların “ne peygamber ne de yanılmaz” olduklarım kaydeder.[2]
·
Simon, Arapçada ve Süryanice de olduğu gibi
İbranicede de bir metnin noktalamasını değiştirmenin onun anlamını
değiştirmekle eşdeğerde olduğunu hatırlatır İncil’in okunuşunun bu türden
nokta-seslilere bağlı olduğunu kabul etmek “bir
kısmı insanların buluşu olduğu için Kutsal Kitap’ın tamamıyla Tanrı Kelamı
olmadığını” kabul etmektir.[3]
·
Burada, Kilise adamı, cağlar boyunca Hıristiyan
ilahiyatını canlandıran bu tartışmaların biri içinde hamle yapan bir filoloji
uygulamasında açılır. Gerçekte, İncil’in ilahi esini, Metnin Ruh-ul Kudüs’un
etkisi altında ya da yardımıyla kaleme alındığı olgusu, en azından iki varsayıma
izin verir. İncil dolaysız bir vahiyden hasıl olmuş olsun. O zaman Metin Tanrı
tarafından kelimesi kelimesine Musa’ya, sonra da Peygamberlere yazdırılmıştır.
Bu yazıcılar bir bakıma Ruh-ul Kudüs’un basit sekreterleri”dirler. Bu “sözlü
vahiy” sayesinde her sözcük ilahi yazdırma altında kaydedilmiştir. Ya da
İncil’in yazılışı doğrudan bir yardımla hasıl olur. Aynı şekilde “Tanrı’nın
Ruhu tarafından yönlendirilen” yazarlar kendilerine özgü olan sözlü ifadeleri
kullanırlar. Metnin yazılışına bu türden bir bakış Simon’a, Kutsal Kitaplar’ın
gerçek ilhamını, düzeltilmiş olan şu ya da bu pasajın gerçekliliğinden
ayırmasını sağlar. Böylece Simon İncil’deki ilahi esinin zorunlu niteliğiyle,
İncil metninde bulduğu derleştirmeleri, katmaları, hatta yazım yanlışları olgusunu
birleştirir.
Kitap’ın bu kararsız yönüne işaret ederek
Simon, hem hakiki hem değiştirilmiş olan vahyedilmiş bir Metnin
tarihsel paradoksunu aydınlatmaya çaba gösterir. Yahudi ya da Hıristiyan,
herkesin, Kitap’ın “Tanrı’nın saf kelamı” olduğunu kabul ettiğini söyler.
Bununla birlikte, eskiden beri “bütün öteki kitapları” muhafaza ettikleri kadar
iyi bir şekilde Kutsal Kitaplar’ı koruyanlar da insanlardır. İlk Özgün halleri
olmadığından ve bütün kitaplar zamanın ve mekanın sertliğine boyun eğdiğinden,
“zamanın uzunluğunun” ve “kopya edenlerin özensizliğinin” neden olduğu
değişikliklerin olmaması olanaksızdır.[4]
·
1881 yılında bir yaz günü, Louis Duchesne
Loisy’ye, Tischendorf baskısı Kutsal Kitaplar’ı verir. Genç İbranice öğretmeni
o zaman, İsa’nın dirilişi hakkındaki çeşitli öyküleri kıyaslamaya koyulur: “Bana öyle göründü ki, ayrılıklar, Kutsal
Kitaplar’ın içeriğine bile ulaşıyordu ama, son sonuçlan böyle bir saptamadan
çıkarmadım. Tanrısal esin, Kutsal Kitaplar’ın gerçekliğini doğrularsa da,
onların verdiği bilgilerin, en önemli noktalarda bile, gerçekliğini
doğrulamadığı sonucuna vardım.”[5]
·
“Aziz
Paulus Kilise’nin gerçeğin desteği ve direği olduğunu söylediğinde, İncil’in Nüshalarını
gözden geçiren Eleştirmenleri ve Dilbilginlerini kastetmez; ama, Dinin gerçeğini
yalnızca Kitap’ın tek sahibi olan Kilise’de aramak gerektiğine işaret etmek
istedi, çünkü Kilise onun gerçek anlamına sahiptir. Bu nedenle, dünyada
İncil’in hiçbir nüshası kalmasa bile, Din sürüp gitmeyi bırakmayacaktır, çünkü
Kilise her zaman var olacaktır.”[6]
(Simon)
Robert Lowth |
·
“Gerçekten,
onların ruhu hiçbir şekilde insanın doğadan aldığı şeyi yok edecek kadar
tanrısal etkinin egemenliği altına girmemiştir. [...] Musa’nın, Davud’un ve
İşaya’nın kitapları her yerde çok müthiş, çok semavi bazı şeyler göstermesine
ve açıkça Tanrı’nın ruhu tarafından yazdırıldıkları görülmesine rağmen gene de
orada her zaman İşaya’yı, Davud’u ve Musa’yı teşhis ederiz”[7]
(1770) Robert Lowth (1710-1788)
·
Din alanındaki bu uzmanlar İbraniceyi
Sinagog’dan kurtarıp zaman ve mekânın ötesine taşıdıkları bu Eski Ahit’in
diline, başlangıçtaki gücünü geri verirler. Lowth’un yıldızları keşfeden bir
astronom gibi tahayyül ettiği Metin içinde bundan böyle yolculuğa çıkan
tefsirci, artık, ne “yüksek Yahudi
bilginleri olan bu kör rehberleri” izlemeye ne de sapmalar yapmaya
mecburdur. Böylece, eski haham geleneğinden kurtulmuş olan sesliler nihayet
İsa’nın Kilisesi’ni terennüm edebilirler. Masorah bilimi artık yanılmaz,
“tanrısal otoritenin kayası üzerine” kurulmuş bir bina olarak görülmemektedir.
Tamamen tersine, seslilerin eski biliminin “beceriksiz eller tarafından”
derlenmiş olduğunu ve “kumlar üzerine inşa edildiğini” gösterir. Tanrısal
Metnin yorumsal sapmalarıyla daha iyi mücadele etmek için Lowth, ruhani
yoğunluğu bir “müthişlik” filolojisi tarafından sağlanan bir poetikayı
okurlarına sunmak ister.[8]
·
[Johann Gottfried Herder(1744-1803)’in 1782’de İbrani
Şiirinin Ruhu isimli eserinden bölümler söz konusudur.] İnceleme,
İbrani şiirinin iyilikleri ve faziletlerinden kuşku duyan Alciphron ile hem bu
dili olağanüstü evrenselliğine ve hem de İbrani dilbilgisinin ne denli mukadder
bir mesajın taşıyıcısı olduğunu ona gösteren Eutyphron arasında gecen bir diyalogla
başlar. Bu konuşmalar suresinde Alciphron şaşırır. Böylesine zavallı bir
lehçeyle gerçekten ilgilenilebilir mi? Seslileri olmayan bu İbranice, anlamı
çözmek için, hatta sadece telaffuzu bulmak için “çoğu zaman anahtarı bile olmayan ölü bir hiyeroglif gibi” ( c .l l
, s. 226) değil midir?
“Seslilerin nereye gittiğini” (s. 240)
bilmek istemekte ısrar eden muhatabına Eutyphron sonunda kesin kanıtlar
getirir. Kuşkusuz, bilinen İbranice seslilerin bir kaç hahamın yeni işleri
olduğunu söyler. Ancak, bununla birlikte, İbranice, kökeninden itibaren bazı
seslilere sahiptir. Aksi kesinlikle kabul edilemez.
“Her
şey bu esine bağlı iken, onlara bir ruh veren soluk olmaksızın kim harfleri
yazabilir? [ ...] ” (s. 240).
“Soluğun” ruhun hareketlerini tercüme
ettiği Doğu dillerinde duygulu simgeler ve deyimler, “fiillerin köklerine”
yerleşirler (s. 230). Kökense dillerin tanımı da böyledir: Ne kadar eski
olursa, orada, o kadar sözcüklerin köküyle eşitlenen duygular bulunur. İbranice
burada örnektir, “soyutlamada fakir,
fakat duygulu, tasvirlerdeyse zengindir” (s. 228). Şiirsel üslubunun basitliğinin
onun müthiş oluşunun işareti olması gibi, arkaik parlaklığının simgesi olan bir
fakirliktir bu.[9]
Johann Gottfried Herder |
·
Alciphron konuşmayı daha duyarlı bir konuya
çeker. İbrani dilinin içerdiği çoktanrıcılığa, Tekvin’in ilk sözcüklerinden
başlayarak İbranilerin şiirini derinden tehdit eden bu çoktanrıcılık izlerine
ne anlam vermek gerektiğini tartışır. “Bütün
inançsız uluslara özgü” (s. 253) çoktanrıcılıktan sakınmak için değil midir
ki, Musa, çoğul Elohim’i, “Elohim
yarattı” biçimiyle tekil olarak çekmiştir?[10]
·
Uygarlığın rehberi ve koruyucusu olan
tektanrıcılık, onu ifade eden poetikanın “ilk erken gelişmiş itkisi”, Herder
için, çoktanrıcı düzensizliğe karşı en güvenli engeldir. [11]
·
Dilin Kökeni Üzerine Risale’sinde Herder[…]dilin
bütün halklarda aklın taşıyıcısı olduğunu ispat etmek ister. Bu, “her dilbilgisinin dil üzerine bir
felsefe olduğu” (s. 82) konusunda kafa patlatma
biçimidir.[12]
·
insan,
“bir dil yaratığı”dır. (Herder) [13]
Bir Takım Uğraşlar |
[1] Cennetin Dilleri, s. 41.
[2] Cennetin Dilleri, s. 41.
[3] Cennetin Dilleri, s. 42.
[4] Cennetin Dilleri, s.
43-44.
[5] Cennetin Dilleri, s. 44.
[6] Cennetin Dilleri, s. 45.
[7] Cennetin Dilleri, s. 47.
[8] Cennetin Dilleri, s. 48.
[9] Cennetin Dilleri, s. 50.
[10] Cennetin Dilleri, s. 51.
[11] Cennetin Dilleri, s. 52.
[12] Cennetin Dilleri, s. 51.
[13] Cennetin Dilleri, s. 51.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder