DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

1 Temmuz 2019 Pazartesi

BAZI ALINTILAR: MUKADDİR’İN SESLİLERİ


Maurice Olender, Cennetin Dilleri Tanrısal Bir Çift: Ariler ve Samiler, (Çev. Nevzat Yılmaz), Dost, Ankara 1998, künyeli eserin "Mukaddir'in Seslileri" bölümünden yapılan alıntıları içermektedir. Kitaptan yapılan tüm alıntılara https://yasinetin.blogspot.com/2019/06/cennetin-dilleri-kitabindan-alintilar.html linkinden ulaşılabilir. 
Cennetin Dilleri

2.      MUKADDİR’İN SESLİLERİ -R. SİMON, R. LOWTH, J. G. HERDER (s. 37-54)

·         “[...] İbranicede sesliler harf değildir. Bunun için İbraniler ‘seslilerin harflerin ruhu olduğunu’ ve sesliler olmaksızın harflerin ‘ruhsuz bedenler’ olduğunu söylerler (Zohar’dan alınmış iki imge). Gerçekte, harfler ve sesliler arasındaki bu farklılığın daha açık olarak anlaşılması için, çalmak üzere parmakların dokunduğu flüt örneği verilebilir; sesliler müziğin sesidir; harfler, parmaklarla dokunulan delikler.”[1] (Spinoza, Abrege de grammaire hebraique, J. Askenazi ve J. Askenazi-Gerson tarafından hazırlanan basım, Paris, 1968 s. 35-36.)
·         Simon’un nazarında, “masoret” diye adlandırılan Yahudi bilginlerin metnin seslendirilmesini bir işaretler sistemi sayesinde tespit eden sesli noktalan kaydetmeleri çok daha sonra olmuştur.(fiili olarak Hıristiyan cağın VII. yüzyılına doğru). Oysa bu “Masorah’ın tanrısal hiçbir şeyi yok” ve “Masoretler pek çok yerde yanılabildiler”. Kuşkusuz çok bilgili insanların yapıtı söz konusuysa da, Simon gene de onların “ne peygamber ne de yanılmaz” olduklarım kaydeder.[2]
·         Simon, Arapçada ve Süryanice de olduğu gibi İbranicede de bir metnin noktalamasını değiştirmenin onun anlamını değiştirmekle eşdeğerde olduğunu hatırlatır İncil’in okunuşunun bu türden nokta-seslilere bağlı olduğunu kabul etmek “bir kısmı insanların buluşu olduğu için Kutsal Kitap’ın tamamıyla Tanrı Kelamı olmadığını” kabul etmektir.[3]
·         Burada, Kilise adamı, cağlar boyunca Hıristiyan ilahiyatını canlandıran bu tartışmaların biri içinde hamle yapan bir filoloji uygulamasında açılır. Gerçekte, İncil’in ilahi esini, Metnin Ruh-ul Kudüs’un etkisi altında ya da yardımıyla kaleme alındığı olgusu, en azından iki varsayıma izin verir. İncil dolaysız bir vahiyden hasıl olmuş olsun. O zaman Metin Tanrı tarafından kelimesi kelimesine Musa’ya, sonra da Peygamberlere yazdırılmıştır. Bu yazıcılar bir bakıma Ruh-ul Kudüs’un basit sekreterleri”dirler. Bu “sözlü vahiy” sayesinde her sözcük ilahi yazdırma altında kaydedilmiştir. Ya da İncil’in yazılışı doğrudan bir yardımla hasıl olur. Aynı şekilde “Tanrı’nın Ruhu tarafından yönlendirilen” yazarlar kendilerine özgü olan sözlü ifadeleri kullanırlar. Metnin yazılışına bu türden bir bakış Simon’a, Kutsal Kitaplar’ın gerçek ilhamını, düzeltilmiş olan şu ya da bu pasajın gerçekliliğinden ayırmasını sağlar. Böylece Simon İncil’deki ilahi esinin zorunlu niteliğiyle, İncil metninde bulduğu derleştirmeleri, katmaları, hatta yazım yanlışları olgusunu birleştirir.
Kitap’ın bu kararsız yönüne işaret ederek Simon, hem hakiki hem değiştirilmiş olan vahyedilmiş bir Metnin tarihsel paradoksunu aydınlatmaya çaba gösterir. Yahudi ya da Hıristiyan, herkesin, Kitap’ın “Tanrı’nın saf kelamı” olduğunu kabul ettiğini söyler. Bununla birlikte, eskiden beri “bütün öteki kitapları” muhafaza ettikleri kadar iyi bir şekilde Kutsal Kitaplar’ı koruyanlar da insanlardır. İlk Özgün halleri olmadığından ve bütün kitaplar zamanın ve mekanın sertliğine boyun eğdiğinden, “zamanın uzunluğunun” ve “kopya edenlerin özensizliğinin” neden olduğu değişikliklerin olmaması olanaksızdır.[4]
·         1881 yılında bir yaz günü, Louis Duchesne Loisy’ye, Tischendorf baskısı Kutsal Kitaplar’ı verir. Genç İbranice öğretmeni o zaman, İsa’nın dirilişi hakkındaki çeşitli öyküleri kıyaslamaya koyulur: “Bana öyle göründü ki, ayrılıklar, Kutsal Kitaplar’ın içeriğine bile ulaşıyordu ama, son sonuçlan böyle bir saptamadan çıkarmadım. Tanrısal esin, Kutsal Kitaplar’ın gerçekliğini doğrularsa da, onların verdiği bilgilerin, en önemli noktalarda bile, gerçekliğini doğrulamadığı sonucuna vardım.”[5]
·         “Aziz Paulus Kilise’nin gerçeğin desteği ve direği olduğunu söylediğinde, İncil’in Nüshalarını gözden geçiren Eleştirmenleri ve Dilbilginlerini kastetmez; ama, Dinin gerçeğini yalnızca Kitap’ın tek sahibi olan Kilise’de aramak gerektiğine işaret etmek istedi, çünkü Kilise onun gerçek anlamına sahiptir. Bu nedenle, dünyada İncil’in hiçbir nüshası kalmasa bile, Din sürüp gitmeyi bırakmayacaktır, çünkü Kilise her zaman var olacaktır.”[6] (Simon)
Robert Lowth
·         Gerçekten, onların ruhu hiçbir şekilde insanın doğadan aldığı şeyi yok edecek kadar tanrısal etkinin egemenliği altına girmemiştir. [...] Musa’nın, Davud’un ve İşaya’nın kitapları her yerde çok müthiş, çok semavi bazı şeyler göstermesine ve açıkça Tanrı’nın ruhu tarafından yazdırıldıkları görülmesine rağmen gene de orada her zaman İşaya’yı, Davud’u ve Musa’yı teşhis ederiz[7] (1770) Robert Lowth (1710-1788)
·         Din alanındaki bu uzmanlar İbraniceyi Sinagog’dan kurtarıp zaman ve mekânın ötesine taşıdıkları bu Eski Ahit’in diline, başlangıçtaki gücünü geri verirler. Lowth’un yıldızları keşfeden bir astronom gibi tahayyül ettiği Metin içinde bundan böyle yolculuğa çıkan tefsirci, artık, ne “yüksek Yahudi bilginleri olan bu kör rehberleri” izlemeye ne de sapmalar yapmaya mecburdur. Böylece, eski haham geleneğinden kurtulmuş olan sesliler nihayet İsa’nın Kilisesi’ni terennüm edebilirler. Masorah bilimi artık yanılmaz, “tanrısal otoritenin kayası üzerine” kurulmuş bir bina olarak görülmemektedir. Tamamen tersine, seslilerin eski biliminin “beceriksiz eller tarafından” derlenmiş olduğunu ve “kumlar üzerine inşa edildiğini” gösterir. Tanrısal Metnin yorumsal sapmalarıyla daha iyi mücadele etmek için Lowth, ruhani yoğunluğu bir “müthişlik” filolojisi tarafından sağlanan bir poetikayı okurlarına sunmak ister.[8]
·         [Johann Gottfried Herder(1744-1803)’in 1782’de İbrani Şiirinin Ruhu isimli eserinden bölümler söz konusudur.]  İnceleme, İbrani şiirinin iyilikleri ve faziletlerinden kuşku duyan Alciphron ile hem bu dili olağanüstü evrenselliğine ve hem de İbrani dilbilgisinin ne denli mukadder bir mesajın taşıyıcısı olduğunu ona gösteren Eutyphron arasında gecen bir diyalogla başlar. Bu konuşmalar suresinde Alciphron şaşırır. Böylesine zavallı bir lehçeyle gerçekten ilgilenilebilir mi? Seslileri olmayan bu İbranice, anlamı çözmek için, hatta sadece telaffuzu bulmak için “çoğu zaman anahtarı bile olmayan ölü bir hiyeroglif gibi” ( c .l l , s. 226) değil midir?
“Seslilerin nereye gittiğini” (s. 240) bilmek istemekte ısrar eden muhatabına Eutyphron sonunda kesin kanıtlar getirir. Kuşkusuz, bilinen İbranice seslilerin bir kaç hahamın yeni işleri olduğunu söyler. Ancak, bununla birlikte, İbranice, kökeninden itibaren bazı seslilere sahiptir. Aksi kesinlikle kabul edilemez.
Her şey bu esine bağlı iken, onlara bir ruh veren soluk olmaksızın kim harfleri yazabilir? [ ...] ” (s. 240).
“Soluğun” ruhun hareketlerini tercüme ettiği Doğu dillerinde duygulu simgeler ve deyimler, “fiillerin köklerine” yerleşirler (s. 230). Kökense dillerin tanımı da böyledir: Ne kadar eski olursa, orada, o kadar sözcüklerin köküyle eşitlenen duygular bulunur. İbranice burada örnektir, “soyutlamada fakir, fakat duygulu, tasvirlerdeyse zengindir” (s. 228). Şiirsel üslubunun basitliğinin onun müthiş oluşunun işareti olması gibi, arkaik parlaklığının simgesi olan bir fakirliktir bu.[9]
Johann Gottfried Herder

·         Alciphron konuşmayı daha duyarlı bir konuya çeker. İbrani dilinin içerdiği çoktanrıcılığa, Tekvin’in ilk sözcüklerinden başlayarak İbranilerin şiirini derinden tehdit eden bu çoktanrıcılık izlerine ne anlam vermek gerektiğini tartışır. “Bütün inançsız uluslara özgü” (s. 253) çoktanrıcılıktan sakınmak için değil midir ki, Musa, çoğul Elohim’i, “Elohim yarattı” biçimiyle tekil olarak çekmiştir?[10]
·         Uygarlığın rehberi ve koruyucusu olan tektanrıcılık, onu ifade eden poetikanın “ilk erken gelişmiş itkisi”, Herder için, çoktanrıcı düzensizliğe karşı en güvenli engeldir. [11]
·         Dilin Kökeni Üzerine Risale’sinde Herder[…]dilin bütün halklarda aklın taşıyıcısı olduğunu ispat etmek ister. Bu, “her dilbilgisinin dil üzerine bir felsefe olduğu” (s. 82) konusunda kafa patlatma biçimidir.[12]
·         insan, “bir dil yaratığı”dır. (Herder) [13]
Bir Takım Uğraşlar


[1] Cennetin Dilleri, s. 41.
[2] Cennetin Dilleri, s. 41.
[3] Cennetin Dilleri, s. 42.
[4] Cennetin Dilleri, s. 43-44.
[5] Cennetin Dilleri, s. 44.
[6] Cennetin Dilleri, s. 45.
[7] Cennetin Dilleri, s. 47.
[8] Cennetin Dilleri, s. 48.
[9] Cennetin Dilleri, s. 50.
[10] Cennetin Dilleri, s. 51.
[11] Cennetin Dilleri, s. 52.
[12] Cennetin Dilleri, s. 51.
[13] Cennetin Dilleri, s. 51.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder