DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

3 Mayıs 2019 Cuma

EBÜZZİYA TEVFİK’E GÖRE YENİ OSMANLILAR VE HÜKÜMET KARŞITLIĞI


EBÜZZİYA TEVFİK’E GÖRE YENİ OSMANLILAR VE HÜKÜMET KARŞITLIĞI

Yasin ÇETİN*

Gazeteci, matbaacı,

mütercim ve yeni edebiyatın

yayılıp tutunmasında

hizmetleri geçen yayımcı.[1]







GİRİŞ

Ebüzziya Tevfik’in “Yeni Osmanlılar Tarihi” tefrikası Tasvir-i Efkâr gazetesinde yayınlanmıştır. Bu eser, Yeni Osmanlılar Cemiyeti üyelerinden biri tarafından yazılmasından dolayı önemlidir. Yeni Osmanlılar Cemiyet’inin kuruluşunda ve yurt dışına kaçanların yanlarında olmasa da, o dönemde olayları takip etme imkânı olduğu düşünüldüğünde değerlidir. Cemiyete girişinden, cemiyet üyelerinin yurt dışına kaçtıkları zamana kadar ve yurt dışından dönüşleri sonrasında olaylar içinde bizzat yer aldığını görürüz; bu anlamda birincil el kaynak sayılması gerekecektir. Yine de olayları kendi algısına göre anlatacağı unutulmamalıdır. Bu eserinde birçok kaynağa yer vermiş olması da dikkat çekicidir. Gazete yazıları, hükümetle ilgili bazı belgeler, mektuplar, siyasi şiirler gibi dönemle ilgili önemli belgelere yer vermiştir. Bu yayınının bizi ilgilendiren kısmı siyasal olaylardır. Ama kitap içerisinde toplumsal ve sosyal tarihi ilgilendirecek konulara da değinilmesi önemlidir. Bunların başında hapishane koşulları ve külhanbeylik konusu gelmektedir. Aynı zamanda önemli bir yayımcı olan Ebüzziya Tevfik’in bu kitabı, basın ve yayın tarihi açısından da ayrıca incelenmesi gereken bir kaynak eserdir. Dönemin önemli yayınları hakkında bilgi verilmektedir.

Bu çalışmada Yeni Osmanlılar Cemiyet’inin kuruluş hikâyesini, darbe girişimlerini, Mustafa Fazıl Paşa ile ilişkilerine, yurt dışına çıkışlarından sonra hükümet karşıtı faaliyetlerini, hükümet üyelerine karşı bakış açılarını, cemiyet üyeleri arasındaki ilişkileri ve ayrılıkları, yabancı ülkelere karşı bakış açılarını, yurt dışından dönmeleri için izin sonrası hükümet karşıtı olarak faaliyetlerine ve bu yüzden sürgüne gönderilmeleri olaylarına Ebüzziya Tevfik’in gözünden bakarak ortaya koymaya çalışacağız. Yeni Osmanlılar Tarihi kitabını bu açıdan incelemeye girmeden önce Ebüzziya Tevfik’in hayatı ve çalışmaları hakkında bilgi verilecektir.

 

1.      EBÜZZİYA TEVFİK’İN HAYATI VE ESERLERİ

1.1. Hayatına Kısa Bir Bakış

Benim için her şey,

her kazanç,

her sığınak,

her okul sadece

Tasvir-i Efkar gazetesiydi.[2]

1849 yılında Ebüzziya Mehmet Tevfik’in Sultanahmet’te yani İstanbul’da dünyaya gözlerini açtığını görüyoruz. Maliye Sergi Kalemi memurlarından olan babası, Hasan Kamil Efendi’nin vefatı sırasında Sultanahmet’teki Cevri Kalfa Sıbyan Mektebi’nde okumaktaydı. Babasının bu erken ölümü sonrasında babasının çalıştığı Maliye Sergi Kalemine eğitilmek üzere 1857 tarihinde memur yapıldı ve 1868 tarihinde Şura-yı Devlet ikinci sınıf mülkiye mülazımlığına getirilene kadar burada çalıştı. Bu sırada Arapça, Farsça ve Edebiyat dersleri alırken, Cem’iyyet-i İlmiye-i Osmaniye’nin halka açık derslerine giderek eğitimine devam etti. 1864’te Ruzname-i Ceride-i Havadis gazetesinde çalışmaya başlar.

Asıl konumuzu ilgilendiren kısım 1866 tarihinden sonra gelişen olaylardır. Tevfik’in Tasvir-i Efkâr gazetesi ile tanışması ve daha sonrasında Yeni Osmanlılar Cemiyetine katılması bu yılda gerçekleşmiştir. Ayrıca, Terakki gazetesinin yazı işleri müdürü olmuş ve burada gazete ilaveleri olarak ilk yayınlarını yapmıştır. Çeşitli gazetelerde çalışan Tevfik’in, 1872 tarihinde Şura-yı Devlet’teki görevine son verilmiştir. Aynı yıl içerisinde Yeni Osmanlılar Cemiyeti üyeleri Tasvir-i Efkâr Matbaasındaki haklarından vazgeçince, matbaanın tek sahibi Tevfik’i olur. 10 Nisan 1873 tarihinde Ahmet Mithat Efendi ile Rodos’a sürgüne gönderilir. Bu olay hatıratında anlatıldığı için yeri geldiğinde değinilecektir. Rodos’taki sürgününde yazılarını göndermek için bir yol buldu ve Şemseddin Sami’ye yazılarını göndererek Muharrir adlı dergiyi yayınlatmaya başladı. Yeni Osmanlılar Cemiyet’i ile ilgili hatıratı Rodos sürgünü yılları ile sona ermektedir. Bu bölümün oluşturulmasındaki amaç hayatında geriye kalan boşlukları doldurmaktır. Rodos’ta oğlunun isminden dolayı Ebüzziya Tevfik ismini kullanmaya başlar. Kanun-i Esasi çalışmalarına katılan Ebüzziya Tevfik aynı zamanda, Cemiyet-i Mütercimin’e dahil edilir. 1878 tarihinin devamında, Bosna Mektupçusu olarak İstanbul’dan görevlendirildiği görülmektedir. Burada Bosna Vilayet Gazetesi’nin idaresi ve yayımını üstlenmiştir. 1891 tarihinde Mekteb-i Sanayi Müdürlüğü’ne atanan Ebüzziya, 1893 tarihinde Şura-yı Devlet’e geçer. 1893-1900 tarihleri arasında 10 defa tutuklanır ve 1900 tarihinde Konya’ya sürgüne gönderilir. 1908 tarihindeki genel affa kadar Konya’da kalan Ebüzziya Tevfik’in İstanbul’a dönerek İttihat Terakki Partisi’nden mebus seçilir. Burada yayın hayatına yeniden girdi. Son bir kez tutuklanan Ebüzziya Tevfik, Bâbıâli Baskını sonrası serbest bırakıldığı gün, evine dönerken Kadıköy vapurunda dünyaya gözlerini kapattır. 27 Ocak 1913 tarihinde defni gerçekleştirildi.

Hayatı boyunca Arapça, Farsça, Fransızca, Almanca ve Rumca öğrendiği söylenmektedir. Sade Türkçe konusunda mücadele etmiş ve makale örnekleri vermiştir. Baskı konusunda ülkeye birçok yenilik getirdiği ve bu hususta ödüller aldığı görülmektedir. Milletlerarası Sanat Baskıları ödülleri ve başarılarından dolayı Fransa Devleti tarafından Kültür Hizmeti Liyakat madalyası verilmiştir.[3]Matbaacılık ve yayımcılığı yanında aynı zamanda hattat, hakkâk, ressam, seramikçi ve peyzaj mimarıydı. Ayrıca halıcılık ve ince marangozluk gibi değişik alanlarda da usta bir sanatkârdı.[4] Ölümünden sonra çocukları Ebüzziya Tevfik’in yayın işlerini üzerlerine almışlardır.[5]

1.2.Ebüzziya Tevfik’in Eserleri

Ebüzziya Tevfik’in eserlerini yıllıkları ve takvimler, telif eserler, piyesler, biyografiler, çeviri eserler, derlemerler olarak ayırarak verdik. Eserlerden sonra çıkardığı gazeteleri verdik ve bölümü sonlandırdık.[6]

1.2.1.      Yıllıkları ve Takvimleri

Salname-i Hadika (İstanbul 1290) Türkiye'de çıkarılan ilk almanaktır.

Bosna Vilayeti Salnamesi (Saraybosna 1295).

Salname-i Ebüzziya (İstanbul 1296).

Salname-i Kameri (İstanbul 1297).

Rebi-i Ma'rifet- Salname-i Ebüzziya (İstanbul 1297).

Takvim-i Rebi'-Zamime-i Rebi-i Ma'rifet (İstanbul 1302).

Takvim-i Ebüzziya (İstanbul 1303).

İmsakiyye-i Nevin (İstanbul 1309).

Takvim-i Nisa (İstanbul 1317). Türkiye'de kadınlar için çıkarılan ilk takvimdir.

1.2.2.       Telif Eserleri

Millet-i İsrailiyye (İstanbul 1305).

Makame-i Tevkitiyye (İstanbul 1311-Hatırat).

Ne Edat-ı Nefyi Hakkında Tetebbuat (istanbul 1324).

Yeni Osmanlılar Tarihi (1909-1910).

Lugat-ı Ebüzziya (İstanbul 1306).

1.2.3.       Piyesleri

Ecel-i Kaza (İstanbul 1288).

Habibe yahut Semahat-ı Aşk (İstanbul 1291).

1.2.4.       Biyografileri

Gütenberg ve İhüra-ı Fenn-i Tabb (İstanbul 1299).

İbn Sina (İstanbul 1299).

Galile (İstanbul 1299).

Napolyon (İstanbul 1299).

Diyojen (İstanbul 1299).

Benjamen Franklin (İstanbul 1299).

Büfon (İstanbul 1299).

Hasan b. Sabbah (İstanbul 1300).

Ezop (İstanbul 1300).

Yahya b. Halid Bermek (İstanbul 1300).

Harun er-Reşid (İstanbul 1300).

Jan Jak Russo (İstanbul 1303).

Namık Kemal (İstanbul 1304).

Nikola Şamfor (İstanbul 1305).

Sürari-i Müverrih (İstanbul 1305).

İmparator Vilhelm (İstanbul 1305).

Nef'i (İstanbul 1305).

Kemal (İstanbul 1306).

Kemal Bey'in Tercüme-i Hali (İstanbul 1326).

1.2.5.       Çeviri Eserleri

Tarik-i Refah, Franklen’in Servet Hakkındaki Nesayihi (Saraybosna 1295).

Üç Yüzlü Bir Karı (İstanbul 1294-Ahmet Mithat ile beraber).

1.2.6.       Derlemeler

Reşid Paşa Merhumun Bazı Asar-ı Siyasiyyesi (İstanbul 1289).

Numune-i Edebiyyat-ı Osmaniyye (İstanbul 1296).

Cümel-i Müntehabe-i Kemal (İstanbul 1299).

Muharrerat-ı Hususiyye-i Akif Paşa (İstanbul 1301).

Durub-ı Emsal-i Osmaniyye (İstanbul 1302).

Müntehabat-ı Tasvir-i Efkâr, Siyasiyat- Şinasi, Kemal (İstanbul 1303).

Müntehabat-ı Tasvir-i Efkâr, Edebiyat-Şinasi (İstanbul 1303).

Müntehabat-ı Tasvir-i Efkâr, Edebiyat-Kemal (İstanbul 1304).

Tazarruat-ı Sinan Paşa (İstanbul 1309).

Müntehabat-ı Tasvir-i Efkâr, Makalat-Kemal (İstanbul 1311).

Müntehabat-ı Tasvir-i Efkâr, Makalat-Şinasi (İstanbul 1311).

1.2.7.      Ebuzziya Tevfik’in Çıkardığı Gazeteler ve Dergiler

İbret (1870).

Hadika (1872: Ebüzziya Tevfik’in devir alması.)

Sirac (1873).

Le Courrierd'Orient (1909).

Yeni Tasvir-i Efkar (1910).

Cüzdan (Dergi-1873).

Muharrir (Dergi-1875).

Mecmua-ı Ebüzziya (Dergi-1880).



2.      EBÜZZİYA TEVFİK’E GÖRE YENİ OSMANLILAR VE HÜKÜMET KARŞITLIĞI

1865 tarihinin, Haziran ayının, Pazar günü, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin Büyükdere’de Bent’lerde temelleri atıldığını öğreniyoruz. Nuri Bey, Ayetullah Bey, Mehmet Bey, Reşat Bey, Refik Bey (toplantıdan 2 ay sonra vefat eder) ve Namık Kemal’in katıldığı bu toplantıda meşrutiyet idaresini amaç edinen bir cemiyetin kurulması kararlaştırılmıştır. 1865 tarihinin Kasım ayında Ebüzziya Tevfik bu kişilerle tanışmış ve 1866 tarihinin Temmuz ayında da cemiyete üye olmuş olmalı. Kendisinin cemiyete katıldığını anlattıktan sonra cemiyetin özelliklerinden bahsetmektedir. Cemiyet kuruluşunun temelini İtalya’nın “Carbonari” örgütüne göre düzenlediklerini görüyoruz; cemiyeti kuran ilk altı üyenin her biri altı üyeyi kendi hiyerarşilerine katıyorlardı. 7 kişilik bir hücre tipi oluşum meydana gelir. Bu altı kurucu eşit haklara sahip olmakla beraber Nuri Bey’in 1 numarayı almış olduğunu görüyoruz. Bu hiyerarşik yöntemle cemiyet 245 kişiye kadar ulaştı. Yeni Osmanlılar Cemiyetinin tek amacı olarak yazar; Osmanlı halkını tek vücut haline getirmek ve özgürlük içinde birleştirmek olarak verir.

Cemiyetin içerisinde Zaptiye Müşavir Muavini Mustafa Asım Paşa ile İstanbul Genel Karakollar Kumandanı Ömer Naili Paşa gibi iki önemli isim yer alıyordu; Ebüzziya Tevfik, bunları cemiyetin iki direği olarak sayıyordu. Peki, neden iki önemli direğiydi; “Hasılı bu iki asker, bizler için çok değerli bir destekti. Çünkü, birinin elinde zabıta kuvveti, ötekinin elinde silahlı kuvvetler bulunmaktaydı. Ancak, şu noktayı da hemen belirtmek gerekir ki bizim cemiyetimizin maksadı, amaca silah kullanarak ulaşmak değildi; çok çok-zorunlu bir durum ortaya çıkacak olursa- silahlı kuvvetlerden yardım istemek ve hükümete karşı onu yanımızda görmekti.”[7]Arkasından da cemiyetin programında ülkenin iç ve dış güvenliğini sarsacak herhangi bir tutumda bulunulmayacağına özellikle yer verildiğini bize aktarır.

Kitabın başlangıcında Mustafa Fazıl Paşa’nın 1865 tarihinin Ekim ayında Abdülaziz tarafından Meclis-i Hazain’e başkan olarak atandığını görürüz. Bu atanma Yeni Osmanlılar Tarihi açısından gerçekten önemlidir. Çünkü bu görevdeyken Mustafa Fazıl Paşa, Ebüzziya’nın deyimi ile sürgüne gönderildi ve Abdülaziz’in muhalifi olarak Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ni desteklemekten hiç geri durmadı. Ebüzziya Tevfik, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin ilk faaliyetini Mustafa Fazıl Paşa’nın yurt dışından Fransızca yazdığı mektubu çevirerek halka gizliden gizliye dağıtması olarak verir. Cemiyetin mektubu dağıtmasında anladığımız kadarıyla Mustafa Fazıl Paşa’nın etkisi yoktur. Cemiyet hükümete karşıtlığından dolayı kendiliğinden mektubu halka yaymıştır. Mektuba uyarı ile tehdit arası sözlerin sıkıştırıldığı anlaşılmaktadır; “Lakin,Şevketlü efendim, izin verirseniz, size söyleyeyim ki artık, Müslüman halkınızda da fedakarlık edecek hal kalmadı. Yer yer yükselen hoşnutsuzluk sesleri ne kadar susturulmak isteniyorsa da, yine de, her taraftan işitiliyor. O halde, bu durumda onlarında bu dereceye kadar ümitsizlik ve kötümserliğe düşürmek hem sizin sülalenize, hem de kendilerine pek zararlı olacaktır.[8] Mektubun genelinde ise ülkenin durumu hakkında Mustafa Fazıl Paşa’nın görüşleri yer alır ve Padişah’a alabileceği batı örneklerini sunar.

Kitabın devamında Muhbir gazetesinin halk için yazdığı makaleler ve yazılar hakkında bilgi verilir. Bu yazılar elbette hükümeti eleştiren yazılardan oluştuğu için Muhbir gazetesi kapatılır ve Ali Suavi tutuklanır. Ebüzziya Tevfik’in deyimiyle Ali Suavi, Kastamonu’ya sürülürken (-görevlendirme söz konusudur), Namık Kemal de Erzurum’a göreve gönderilmek istenmiştir. Mustafa Fazıl Paşa ile Yeni Osmanlı Cemiyeti’nin tam da bu noktada direk iletişime geçtiğini görürüz; Çünkü Ziya Bey ve Namık Kemal’i, Paris’e davet eden mektup ellerine 13 Nisan 1867 tarihinde geçmiştir. Fransız Elçisi Mösyö Bouret, Fransız Elçiliğinde Namık Kemal ve Ziya Bey ile buluştu. 17 Mayıs 1867 tarihinin Cuma günü, Fresine kumpanyasının “Bosfor”-elçilik vapuru- adlı vapur Namık Kemal ve Ziya Paşa’yı yurtdışına çıkardı.

Cemiyetin, meşrutiyeti amaçladığı söylenmişti. Meşrutiyet nasıl ülkeye gelecekti? Bir muhtırayla; Muharrem ayının 15’inde Babıali’ye gelecek olan Padişaha meşrutiyeti kabul ettirmek plandaydı. Yukarıda da bahsedilen silahlı kuvvetlerin, önemli görevlilerin muhtırayı engellememesi için kullanılacağı söylenmektedir. Gerçi bir yandan da Ebuzziya, kimseye zarar gelmeyeceğine okuyucuyu ikna etmeye çabalar. Yeni Osmanlı Cemiyet’i için işler yolunda gitmemiş ve bazı önemli üyelerine tutuklamalar gerçekleşmişti. Yani gizli cemiyet açığa çıkmıştı. Muhtıra ve meşrutiyeti ilan etme planı suya düşmüştü. Cemiyetin açığa çıkmasının sebebini daha sonra, kitapta sürekli ispiyoncu olarak anılan ama ismi verilmeyen kişi yüzünden olduğunu öğrenecekti. İspiyoncu olarak adlandırılan kişinin babası, eski sadrazamlardan Mütercim Rüştü Paşa’nın konağına gittiği ve yönlendirme sonrası olayı Âli Paşa’ya anlattığı görülür.

Agâh ve Suavi Efendi yol harçlıkları, Reşat, Nuri ve Mehmet beyler için gerekli paralar Sakakini (Mustafa Fazıl Paşa’nın adamı) tarafından hazırlanmıştı. Deşifre olmamış olan Ebüzziya Tevfik, Karabet isimli birisi ile buluşur; Nuri ve Reşat beylerin arandığını, İngiltere veya Fransa elçiliklerine sığınmaları gerektiği haberini getirir. Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın Fransa elçiliği aracılığı ile yurtdışına kaçtığını belirtilmişti. Şimdi ise ikinci bir ekip yine Fransa elçiliğinde toplanr ve Frenise vapuru ile Mesina’da (İtalya) Namık Kemal ve Ziya Paşa da gemiye binerek Fransa’ya geçtiler. Abdülaziz’in damadı olan Kani Paşazade Rıfat Bey, Paris elçiliğine başkâtip olarak gönderilerek İstanbul’dan uzaklaştırılmıştı. Rıfat Bey, birtakım olaylar sonrası istifa ederek Yeni Osmanlılara Paris’te katılmıştı.

Fransa basınında Mustafa Fazıl Paşa onun “Jön Türkler” adlı bir grubun kurucusu, başkanı ve koruyucusu bulunduğu söylentisi belli başlı konulardan birini teşkil etmekteydi. Fransız basınında Jön Türkler olarak anılan Yeni Osmanlılar, Türkiye’nin kurtarıcıları ve ilerleyiş orduları sözleriyle övülüyordu. İstanbul’da elçilik yapmış olan Marki de Mutrer, yeni İstanbul elçisi olan Mösyö Bouret’e Fransa Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) olarak Yeni Osmanlılara her türlü kolaylığı ve korumayı göstermesini emreder. Ebüzziya, bu koruma ve yardımın Paris’te de devam edeceğini ve bunun III. Napolyon Hükümetinin açık bir siyaseti olduğunu belirtir.

Fransız Dahiliye Nazırı Mösyö de la Valetta, Ziya, Kemal ve Rıfat Beyleri makamına çağırdı. Nazır, Abdülaziz’in Avrupa seyahati sırasında Paris’e geleceği için uzaklaştırma kararını bildirir ve bu kararla alakasının olmadığını özellikle belirtir. Ebüzziya’nın kitabı içerisinde Rıfat Bey’in mektubundan anlaşıldığına göre Ziya, Namık Kemal, Ali Suavi ve Agâh Efendi’nin Paris dışına çıkacağı anlaşılmaktadır. Bu isimler Londra’ya giderken, Reşat, Nuri ve Mehmet Beyler Jersey adasına gider, Rıfat Bey ise Brüksel’e çekilmeye karar vermiştir.

Kitabın bu kısmında Ebüzziya, Abdülaziz üzerine bir değerlendirmeye gider. İlk yıllarında halk dostu olarak tanınmış, aşırı azametli tavırlarının ve yersiz vehimlerinin halkın gözündeki bu görüşü zedelemiştir. Kendisinin gittikçe titizlendiğini ve her meseleyi büyüttüğünü ve bunun çevresindekileri çekincelere yönelttiğini söyler. Halkın gözünde ilk başlarda ülkeyi kurtaracak güç gibi göründüğünü ama sonrasında Âli Paşa’nın padişahı idare ettiğini iddia eder; “Ara sıra Tophane ve Bahriye nazırlarınca arzu ettiği bazı ufak değişikliklere rıza gösteriyordu. İşte ÂlîPaşa, böyle önemi olmayan toleranslar vererek Padişahın gönlünü hoş tutuyor ama asıl büyük meselelerde tamamıyla kendi bildiğini okuyordu.”[9] Halkın uyku halini, miskinliklerini ve padişaha her koşulda itaat etmelerini eleştirir. Devlet adamlarının kendi kişisel çıkarlarını koruma hastalığından ağır bir şekilde bahseder.

Reşit Paşa’nın kamuoyu üzerindeki düşüncelerini öven bölüm ardından, Âli Paşa hakkında “Bu zat için «memlekete yararlıydı, yararlı işler görmüştü...» demek, bizzat memlekete karşı suç işlemişçesine bir ihanettir[10] der ve siyasetinin ‘kaplumbağa yürüyüşü’ olarak döneminde adlandırıldığını belirtir. Genel olarak kitapta üzerine olumsuz bir anlatı buluruz. Kitabın ileri bölümlerinde onun niyetinin iyi olduğunu ama tutuğu yolun eskimiş olduğu ve değersizleştiğini açıklar. Mustafa Reşit Paşa, Paris’e elçi olarak giderken genç Âlî’yi yanına almış ve Saint Barbe Lisesi’ne yerleştirmiştir. Âlî Paşa’nın siyaset anlayışının bu okuldan kaynaklandığını ve bu okulun eskiye bağlı, tutucu papazlar tarafından açılıp yöneltildiği değerlendirmesini yapar. Kitabın başka bir kısmında ise güveni bulunan ve onurlu memurlardan hoşlanmaya bir Âlî Paşa tasviri çizer.  Reşit Paşa,  halka siyasi terbiye kazandırma ve kamuoyu düşüncelerinden dolayı olumlu bir anlatı içinde verilmiştir. Fuat Paşa ise hür düşünceye yatkın bir kişi olarak tanımlansa da ülkeye hizmet fırsatı ellerine geçtiği halde onu değerlendiremeyen karakter olarak verilir. Fuat Paşa’nın sadrazamlığında Tuna Valiliğine getirilen Mithat Paşa’yı ele alır. Burada Fuat Paşa, özgürlük ve meşrutiyet taraftarı olarak tasvir edilmektedir. Âli Paşa kıskanç ve yeni yetişenleri çekemeyen bir vezir olarak tasvir edilirken, Fuat Paşa, zeki ve kabiliyetli gençleri ödüllendirmek ve yükseltmek isteyen bir profilde anlatılır. 

Abdülaziz’in Avrupa seyahati konusuna yazar geri döner; İngiltere’de Mustafa Fazıl Paşa, Abdülaziz’le konuşma fırsatı bulur ve hatta padişahı etkiler. Padişah, Londra’dan ayrılacağı gün Mustafa Fazıl Paşa’yı İstanbul’a davet eder; “İstanbul’a dönmene izin veriyorum; hatta istersen hemen benimle birlikte gelebilirsin. Daha doğrusu bunu arzu ediyorum.”[11]Fakat, Mustafa Fazıl Paşa, Paris’teki işlerini halletmek için iki aylık bir izin ister. Mustafa Fazıl Paşa, Fransa’da Yeni Osmanlılar Cemiyeti üyelerini toplar ve izlenecek yol karara bağlanır. Bu toplantıda farklı düşünceler ortaya atılmıştı; Ali Suavi, Muhbir gazetesini Londra’da çıkartmak isterken, Namık Kemal ve Ziya Bey ise Hürriyet isimli bir gazete yayınlamak istiyordu. Ali Suavi’nin Londra’da Muhbir’i yayınlamasına karar verilirken, Namık Kemal ve Ziya Beylerin ileri bir tarihte Hürriyet isimli gazeteyi yayınlamaları karara bağlandı. Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin yurtdışı yayın faaliyetleri masrafları için Mustafa Fazıl Paşa bir sandık kurdurarak 250 bin frank yatırdı. Bu yayınların gerçek amacını Muhbir’e getirdiği bir eleştiride yazar ortaya koymaktadır; “Aslında, Yeni Osmanlılar-böyle kitap yayınlamak işlerinden fazla - en başta meşrutiyet idaresini kurdurmak için hükümeti korkutmaya lüzum görmüş, yayın işlerini de bunun için ele almıştı. Nitekim, Muhbir'den sonra yayın hayatına atılan Hürriyet gazetesi sadece bu amacı takip etmiş ve hiç olmazsa meşrutiyet idaresinin bir başlangıcı sayılabilecek olan Şûray-ı Devlet’in (Danıştay) kurulmasına sebep olmuştu.”[12]

Kitabın bu bölümünden sonra Ali Suavi’nin genel olarak eleştirildiğini ve kitabın başlangıcında tasvir edilen Ali Suavi’den başka bir suretle bahsedildiğini görüyoruz. Bu anlatımda Ali Suavi’nin Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin amaçlarında uzaklaşmasının doğrudan alakası vardır. Mustafa Fazıl Paşa’nın cemiyet için oluşturduğu sandığın yönetimi Ziya Bey’deydi ve para konusunda Mustafa Fazıl Paşa’ya yalan ihbarlar gönderiliyordu. Bu ihbarları Mustafa Fazıl Paşa dikkate almadı. Mektupların çoğunu okumadan geri Ziya ve Namık Kemal Beylere gönderdi. Ali Suavi, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nden farklı bir yayın yapması ve ihbar ile ilgisi olması nedeniyle Muhbir gazetesinin parası kesilmişti. Ama Ali Suavi’ye maaş ödenmeye devam edildi. Ali Suavi’nin yayınlarından örnekler veren yazar, metinlerin gerçek dışı olduğu ve İngiliz seviciliği yaptığı üzerinedir; “Bu zat bana evinin üst katında, sayısız kitaplar ve yazılı kâğıtlarla kapısına kadar dolu bir oda gösterdi; sonra gözleri yaşlarla dolmuş olarak bana dedi ki:

— «Bütün şu kâğıtları ve kitapları görüyorsun ya; işte otuz beş yıldan beri salt Osmanlıların iyiliği ve hak ettikleri yükselmeyi elde etmeleri uğruna yazmış olduğum kitapların ve mektupların örnekleri ve müsveddeleri île meydana gelmiştir.»

O sırada yanımda bulunan tanınmış İngiliz bilginlerinden biri kulağıma eğilerek dedi kî:

— «Kendisi şimdiye kadar, Osmanlılar uğruna, sadece öz kesesinden kırk bin lira sarf etmiştir.»” Örnek verdiği metinler genel olarak bu yöndedir ve uydurma olduklarını kanıtlamak için yazar deliller sunma gereği duymuştur. Ali Suavi üzerine söylenen İngiliz seviciliğinin daha iyi anlaşılması için bir parça daha verelim: “Başka bir zat tarafından davet olunduğumdan, ona da gitmiştim. Bu da İngilizlerin soylu ve zengin ailelerinden biriydi. Bu zat da İslâmların ahlâklarına ve dîn yönündeki tutumlarına öylesine âşık ve öylesine onların iyiliğini isteyen (!) biridir ki, nasihatlarını sadece Osmanlı hanedanına hasretmekle yetinmedi. Araplarda, Hindistan’da, Türklerde, Çin’de mevcut ne kadar Müslüman varsa hepsini tek bir bütün halinde görmekteydi. Bu arzusunu gerçekleştirmek imkânlarını arayarak kâh İstanbul’a, kâh Arabistan’a, kâh Hind’e, kâh Çin’e durmaksızın seyahatlar düzenlemekte ve kutsal bildiği amacı uğruna bütün malım mülkünü harcamaktadır. Bunun böyle olduğu bütün hayırsevenler tarafından da bilinmektedir”. Ebüzziya, bu karakterlerin Ali Suavi’nin uydurmasından başka bir şey olmadığını ortaya koymaya çalışmıştır ki metni okuyan çoğu insan buna bugün ikna olur. Acaba, Muhbir’in çıktığı zamanda halk üzerinde etkisi neydi?

Mustafa Fazıl Paşa’nın, padişah çağırdığı için şükran borcu olarak Yeni Osmanlılar Cemiyetini dağıtacağını bir söylenti olarak kitapta görürüz. Bu söylentinin içinde Paşa, sırf İstanbul’a dönebilmek için cemiyeti desteklediği de vardır. Bir prensin kendi çıkarı olmadan bir inkılap hareketine yardım etmeyeceği değerlendirmesini Ebüzziya’nın kendisinin de yaptığını görürüz. Bu söylentilere rağmen Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin kapatılması gibi bir durum gerçekleşmedi. Ziya Bey’e Mustafa Fazıl Paşa, bir mektup yazarak Muhbir gazetesinin yolun amaca yararlı olmadığından, Hürriyet’i çıkarmalarını temenni etti. Bunun üzerine Namık Kemal ve Ziya Bey’de Ali Suavi’ye bir mektup yazarak cemiyetin adını kullanmamasını isterler. Hürriyet gazetesinin çıkacağı bu zamanlarda Ziya Bey, veraset konusunda ikinci bir mektup hazırlamıştı. Ebüzziya, bu mektubu direk İstanbul hükümetine savaş ilanı olarak değerlendirir ve Yeni Osmanlıların kesin olarak eyleme geçişi olarak tanımlanır. Mektubun içinde Fuat Paşa’yı tahtı ele geçirme düşüncesi ile suçlar. Veraset babadan oğula şeklinde değişirse ve Abdülaziz ani bir şekilde ölürse, tahta çocuk yaşta olan Yusuf İzzettin Efendi geçirilir; Fuat Paşa’ya göre kendisinden başka kim vasi olabilir ki, vasi olunca da bir şekilde çocuk padişahı ortadan kaldırarak Osmanlı tahtını ele geçirecektir. Böylelikle babasının intikamını Osmanoğulları’ndan almış olacaktı. Ziya Bey, belki halk uydurması olabileceği yönünde bilgi verse de, yazar Ziya Bey’i burada eleştirerek onun uydurmasından başka bir şey olmadığına dipnot düşmüştür. Farklı kesimlere saldırı içeren bu mektup, hükümet görevlilerine ve değişik devlet görevlilerine gönderildiği gibi halkın okuması için de faaliyetler gerçekleştirildi. Halkın veraset sistemi değişikliği düşüncesinden dolayı Âli ve Fuat Paşalara lanet okunduğunu görürüz. Yazar bu mektupların olumlu bir propaganda olduğunu ve halkın Yeni Osmanlıları daha iyi tanıdığı değerlendirmesini de yapmaktadır. Bu mektubun nasıl dağıtıldığı konusuna gelince, Mustafa Fazıl Paşa’nın mektubu gibi yurtdışında basılıp, yabancı postalar aracılığıyla dağıtılmıştır.[13]

Türk edebiyatında önemli bir hiciv olarak değerlendirilen Ziya Paşa’nın Zafername’sini yazar, Âli Paşa’nın meslek hayatındaki en büyük tedirginliğini bu manzume yüzünden duyduğu değerlendirmesini yapar. ÂlîPaşa’ya karşı yazılan bu Zafername’de “Padişâhın adı vardır yalınız dillerde Zâtıdır taht-ı hükümette hakîki fa’al[14] gibi beyitleri okuruz. Manzumeyi de Âli Paşa ile ilişkisi olan birisinin ağzından yazmıştır ve bu isimlere de hakaret içerir: “Fazıl-ı pîre ateh gelse de söyler medhin/Soy köpek, kalmasa da dişleri durmaz battal/Dalkavuldukta, müdârâda zamanım geçti/Olmadım şimdiye dek mazhar-ı feyz ü âmâl[15] Yine aynı zamanlarda İstanbul’da Âli Paşa ve İsmail Paşa’yı hedef alan iki dörtlük sokaklarda dolaşıyordu; “İki gaddar-ı biîmâna düştü Mısr ü İstanbul;/Ki havf etmezler Allâh’tan, utanmazlar ahaliden./Biri mesned-nişinîdir, biri hem-nâmı Fir’avn’ın,/Hudâ İslâmî tahlîs eylesin vali ve Âlî’den”[16] İkinci dörtlük ise direk Âlî Paşa’yı hedef almaktaydı; “Âlî bu devleti sana muhtaç gösterip/İkbâl ve devletinde bakaadan ümmîdi kes;/Bilmem nedir lüzumu vücûd-ı habisinin./Dünyayı boynuzun mu tutar hey öküz, teres”[17]

19 Haziran 1868 tarihinde Hürriyet gazetesi ilk sayısını Londra’da çıkarıyor. Yazara göre gazetenin amacı, siyaset ve özgürlük fikirlerinin halka yayılmasıydı. Gazetenin ilk sayısının ilk makalesinde hükümettekiler eleştirilmekteydi; İstibdatçı olmaları, topluma hizmet etmemeleri, hakları ayaklar altına alan, kendi mevkileri ve makamları için her şeyi yapmak gibi suçlamalar yöneltiyorlardı. Bu makalede Yeni Osmanlılar’ın bir araya gelmesindeki amaç olarak, “tek kelime ile, ezeli olan meşru adaleti” ülkeye “meşrutiyet aracılığıyla” gerçekleştirmek olarak verilir[18] ve makale içinde meşrutiyete özellikle vurgu yapılır.

Kitabın altıncı bölümüne gelindiğinde Ali Suavi’nin bir iftirası anlatılmaktadır; Reşat Bey’in karısına gönderilmek üzere sahte bir mektup hazırlatmıştır. Mektupta bir Fransız kadını Reşat Bey’in metres olarak aldığı yazılmışsa da, yalanın kısa sürede ortaya çıktığını görürüz. Burada Ali Suavi’nin Yeni Osmanlılar’a düşman kesildiği anlatılır. Avrupa’daki Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nde olanların Ziya Bey, Agâh Efendi, Namık Kemal, Mehmet, Reşat ve Nuri Beylerden ibaret olduğu söylenir ve Ali Suavi’nin başından beri bu kişilerden duygu, eylem konusunda farklı olduğu belirtilir. Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nden olan Mehmet Bey, İstanbul’a girmenin bir yolunu bulmuştur. Okuldan İtalyan bir arkadaşı aracılığıyla, siyasi faaliyetlerini bitirmiş olarak değerlendirilen Carbonari Cemiyeti üyeleriyle tanışır; İşçi kılığında İtalyan gemisi ile İstanbul’a girmiştir. Mehmet Bey, Nasuh Efendi’nin evini ziyaret etmesindeki amaç, onu yeniden özgürlük ve vatan savaşına sokmak olduğunu görürüz. Yaşı ilerlemiş olan Nasuh Efendi’den vaaz, nasihatle, derslerle ve telkinlerle halk arasında meşrutiyet fikrini yaymasını istiyordu. Nasuh Efendi’nin bu faaliyetlerinin halk arasında etkili olacağını düşünmekteydi. Mehmet Bey’in İstanbul’daki ikinci girişimi, İstanbul dışına gitmek zorunda kaldıkları, kitapta ispiyoncu olarak tanımlanan kişi ile görüşmekti. İspiyoncuyu burada öldürmekle tehdit eder ama ona kendisini savunmak için bir şans verir; İhbarcı olmadığını kanıtlaması için yeni bir buluşma yeri söyleyerek ayrılır. İstanbul’da olduğunun anlaşıldığı bilgisi Mehmet Bey’e geldi. Bunun üzerine Mehmet Bey, Fransız elçiliği aracılığıyla, Marsilya Vapuruna binerek İstanbul’dan çıktı. İstanbul’da olduğunu hükümete bildirenin ise kitapta ispiyoncu olarak adlandırılan kişi olduğuna emindir.

Ali Suavi’den sonra Kâni Paşazade Rifat Bey’in cemiyetten olaylı bir şekilde ayrıldığını görürüz. Rifat Bey, Ziya Paşa ve Namık Kemal’e, Mustafa Fazıl Paşa’nın ağzıyla sahte bir mektup yollamıştır. Mektubun gerçekliğine ilk başta inansalar da, Reşat Bey’in gelerek, Mustafa Fazıl Paşa’nın böyle bir mektubu kaleme almayacağını, üslubu olamayacağını anlatmasıyla olay çözülür. Kâni Paşazade Rifat Bey, cemiyetten ayrılmakla kalmaz ona karşı faaliyetlerde bulunur ve yayınladığı bir broşürde “kendi meşru hükümetleri aleyhinde hatta Rus ve Yunan gazetelerinin bile yazamadıkları uydurmaları, başkalarının imzalarını kullanarak, türlü yollarla dünyaya[19] yollamakla suçlar. Ali Suavi’yi ise dine iftira atmakla suçlarken Ziya Bey’i kendini beğenmiş, kendi reklamını yapan, işe yaramaz biri olarak mektubunda tarif eder. Kalemle devlete ve padişaha isyan eden birisi olduğu suçlamasını getirir. Ali Suavi de işe yaramaz biri olarak tasvir edilir, buna rağmen; kibrinden ve azametinden geçilmeyen biridir. Bunların davalarının alçakça olduğunu ve bunu reddetmemenin mümkün olmadığını belirterek 1869 (12 Ramazan 1286) tarihli yazısını bitirir. Ebüzziya Tevfik, broşürün bitimi ile yazıyı eleştirmeye başlamaktadır. Ali Suavi’yi körü körüne kınamasını, Rifat Bey’in kınanması için yeterli sebep olarak görür. Rifat Bey’i cemiyete katılan biri olarak ve kutsal amaca ihanet ile suçlar. Reşat Bey’in 17 Ocak 1870 tarihli mektubunu verir ve bu mektupta cemiyete girmiş olan Rifat Bey, casus olarak suçlanır. Bu mektubun yayınlanması sıralarında Hürriyet’te bir bildiri yayınlanır; bu bildiride vatanın içinde bulunduğu tehlikeden çıkarılması, tehlikeye sebep olanların fesatlarını ortaya koyarak çıkar yola ulaşmak için, kutsal amaç içerisinde tek vücut halde birleştikleri yer almaktadır. Rifat Bey’e broşürü yazdıranın Âli Paşa’nın olduğu, yazılanların süprüntüden ibaret olduğunu ve bunları yazanlarla muhatap olmayacaklarını söyledikleri gibi Âlî Paşa’nın da bunların seviyesinde yer aldığı yazılır.

Yeni Osmanlılar Cemiyet’inin hükümeti tek desteklediği konu belki de Mısır meselesiydi. Mısır Hidivine sille indirirken, Osmanlı Devleti’nin haklarını savunuyorlardı. Osmanlı halkını konu hakkında bilgilendirmek için, Hürriyet’te önemli bir bölüm ayrıldığını yazar söylemektedir. Eyalet valiliğinin yabancı devletlerle böyle resmi ilişkilere girdiği görülmüş şey değildi. Bâbıâli’nin vermiş olduğu protesto notası, bu çerçevede desteklenmiştir. Hürriyet gazetesi bu sırada, Mısır meselesinde Osmanlı Devleti’nin haklarını sonuna kadar savunmayı kendisi için en başta gelen görevlerden bellediğini görmekteyiz. Mısır Hıdivi İsmail Paşa, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ni Mustafa Fazıl Paşa’nın kişisel çıkarlarını destekleyen bir yığın olarak görüyordu. Bu yüzden daha tatminkâr bir para ile onları satın alma fikrine kapılmıştı. Hıdiv İsmail Paşa’nın adamı Felâtun Paşa, Yeni Osmanlıların en güçlü isimlerinden olan Namık Kemal Bey’le görüşmek istiyordu. Görüşmeyi bin bir yol deneyerek başarsa da sonucuna ulaşamadı. Teklif; 40 bin altınlık bir çek karşılığı Mısır meselesinde, İsmail Paşa’nın Hürriyet’te desteklenmesiydi. Namık Kemal, büyük bir öfke ile bu teklifi ret etti ve Hürriyet gazetesinde satılık olmadıklarını da yazmıştır. Yeni Osmanlıların Mısır meselesinde, Hükümetin yanında bulunmasını Âli Paşa’nın tedirginlikle karşıladığını değerlendirmesi yapılır. Mısır Hıdivliği konusunda umutlanan Mustafa Fazıl Paşa, Yeni Osmanlılara Hürriyet Gazetesi’nin bir süre yayınına ara vermesini istediği mektubu adamı Sakakini’i gönderir. Mektubu alan Sakakini, Yeni Osmanlıların ileri gelen isimleri Ziya, Namık Kemal ve Agâh Efendi’ye mektubu sundu. Üçünün arasında geçen tartışmalar sonrası Namık Kemal, Hürriyet’ten imzasını çekeceğini açıkladı. “İşe Şeytan Karışıyor[20] bölümünün başlığından da anlaşılacağı gibi, bu olay cemiyet içerisinde bölünmelere sebep oldu. Namık Kemal’in imzasının çekme kararı ve bu olay Ziya Paşa’yı çileden çıkaracaktı. Ziya Paşa, Mustafa Fazıl Paşa’nın haklarını savunmak ve veraset hakkını yeniden sağlamak için burada olmadıkları tepkisini verdikten sonra, Fazıl Paşa’nın bundan sonra parasına lüzum olmadığı haberini göndermiştir. Namık Kemal ise Mustafa Fazıl Paşa’nın isteğine uymuş olsa da yayın hayatından uzak kaldığı için üzgündür. Mustafa Fazıl Paşa’nın bu kararında Âli Paşa’nın etkisi olduğu düşüncesi onu daha bir üzüntüye sokuyordu. Namık Kemal, son yazılarını yayınladıktan sonra, 6 Eylül 1869 günü Hürriyet gazetesindeki yazı görevine son verdi. Mısır Hidivi İsmail Paşa’nın adamı Felâtun Bey, Ziya Bey’le görüşmek için planlar yapmaya başlamıştı. Ziya Bey’le görüşmekle kalmamış, Ziya Bey’in bankasına 750 bin Frank yatırma başarısına ulaşmıştı. 13 Eylül 1869 tarihinden itibaren Hürriyet gazetesinin yeni bir dönemi başlamıştır. Hürriyet artık İsviçre’de, Cenevre’de yayınlanmaya başlamış ve Âli Paşa’yı kötülemek için çalıştığı değerlendirmesi yapılır. Ebüzziya’nın Mısır Meselesi konusunda politikasını övdüğü Âli Paşa, İsmail Paşa’nın karşısına dikilmiş olduğu için ve Ziya Bey’in ÂlîPaşa düşmanlığı sonucu yayınlar Âli Paşa aleyhine yapılıyordu. Ziya Bey’in Âli Paşa konusunda kişisel kinleri olduğu değerlendirmesi sonrasında Hidiv İsmail Paşa’yı haklı gösteren bir mektupla karşılaşırız. Âli Paşa’nın Mustafa Fazıl Paşa aracılığıyla Hürriyet’i saf dışı etme planının sadece, Namık Kemal’i saf dışı bıraktığını ve daha zehirli bir isim olan Ziya Paşa’nın eline geçtiği değerlendirmesi ilginçtir. Ziya Paşa’nın Âli Paşa’nın siyasi görüşlerinden önce kişisel düşmanı olduğu düşüncesini görürüz. Artık, Hürriyet, Hidiv İsmail Paşa’nın parası ile besleniyordu ve Âli Paşa, yanında yeni düşmanı Mustafa Fazıl Paşa’ydı. Ziya Paşa, bu olaylar sonrasında Zafername’nin Rüya bölümünü kaleme almış, Âli Paşa ile Mustafa Fazıl Paşa’yı hedef tahtasına koymuştur. Âli Paşa, bu ayrılığa inanmıyor, Namık Kemal’in de kendisine karşı takma adla saldırıda bulunduğunu düşünüyordu. Eğer, ayrıldıysa Hürriyet’te yazılan bir yazı ile bunu herkese göstermesini istiyordu ve Mustafa Fazıl Paşa’nın hatırını kıramayarak böyle bir yazıyı Hürriyet’e yolladı. Ziya Bey ise 7 Ocak 1870 tarihli bu yazıyı yayımlamazdı. Çünkü Yeni Osmanlılar Cemiyet’inin iflası anlamına gelirdi. Fakat, Mustafa Fazıl Paşa aracılığıyla Âli Paşa Namık Kemal’e baskı yapıyordu. Ziya Bey, basmayınca Namık Kemal böyle bir yazıyı kendisi yayınlamak zorunda kaldı. Âli Paşa bu yazıyla cemiyetin dağılacağını düşünüyordu ama yazar, cemiyetin sadece ikiye ayrıldığı değerlendirmesini yapmaktadır.

Kitabın “İnkılâb”[21] bölümünün dipnotunda Hüseyin Vasfi Paşa’nın Abdülaziz’in saltanat kayığının üzerine römorkör sürerek batırmak istediğini görürüz. Bu adamın Cenevre’de çıkardığı İnkılâp gazetesi konu edilmiş ve ihtilalci bir gazete olarak değerlendirilmiştir. Açıkça halkı ihtilale davet eden bu gazetenin hedef tahtasındaki doğrudan Sultan Abdülaziz’dir. Abdülaziz’e getirilen bu kötülemeleri Ziya Bey’in savunmak zorunda kaldığı söylenir; asıl kusurlu padişahın değil de, devlet adamlarıdır. Âli Paşa’nın ve Bâbıâli’nin entrikaları ve yalanları sonucu padişahın elini işten çekerek devlet ve milletle ilgili meseleleri bırakmak zorunda kalmıştır. Padişaha karşı ihtilalden önce yapılacak şeylerin olduğu ve hükümet üyeleri denilen fesatçıların değiştirilmesi, işbaşından uzaklaştırılması yazarın fikri olarak verilir. Ancak, iş başındakiler değiştirildikten sonra ıslahata karşı tavır alırsa, deli olduğunu kabul etmeli ve tahttan uzaklaştırılmalıdır. İnkılâb gazetesinin fikrini değiştirmediği görülür; halife ve padişahı tahttan indirerek yeni bir halife ve padişah ile meşrutiyeti kısa yoldan getirsek daha iyi değil mi, sorusunu yazılarında sorarlar.

İnkılâb gazetesinin içeriğinden bahsettikten sonra yazarın, tekrardan Ziya Bey’in Zafername’sinin Rüya bölümünden bahsettiğini görürüz. Burada yine Meşrutiyet vurgusu yapılır. Bunun ardından Âli Paşa’nın Avrupa basınına yolladığı ustaca hazırlanmış olarak değerlendirilen, Mısır Hidivi konusundaki siyasi yazısına yer verilir. Âlî Paşa yazısında; 1840 tarihinde İngiltere, Avusturya, Prusya ve Rusya Devletlerinin ortaklaşa rızaları ile verilmiş fermanın hükümlerini uygulamaya davet etmişti. Ziya Paşa ise Veraset Mektupları ile Mısır’a verilen imtiyazları kınamış olsa da, Hidiv İsmail Paşa’dan para almaya başladıktan sonra “Osmanlı Devletine Mısır Eyaleti mi lazım, yoksa Âli Paşa mı?”[22] başlıklı makalelerle Âli Paşa’yı eleştirme yoluna gidiyordu. Ziya Bey, Hürriyet’te Mısır Hidivi konusunda yalan haberler yazarak, Âli Paşa’yı ve hükümeti halkın gözünden düşürmek istiyordu. Yazarın değerlendirmesine göre bu yalan haberler Hürriyet’i halk gözünden düşürmüştür.

Ali Suavi, Paris’te on maddelik bir mahkeme sureti düzenlemiş, bunda halka yüce divan kurdurarak Âli Paşa’ya ölüm cezası verilmesi için teşvik etmiştir. Ziya Paşa’nın bu yazıyı doğrudan Hürriyet’te yayınlaması üzerine, Âli Paşa, Londra mahkemelerine dava açtırdı. Yazar bu davranışta Âli Paşa’yı haklı görmektedir. Ziya Paşa, kefalet parasını yatırarak Cenevre’ye geçti. Hürriyet’te yayınladığı bir makalede, Âli Paşa’yı İngiltere devlet adamlarına para yedirmekle suçlar, bu devlet adamlarının kanunları çiğneyerek Hürriyet gazetesini kapattığını yazsa da, Ebüzziya dipnot vererek bu bilginin yalan olduğunu belirtir. Ziya Paşa’nın ağır bir ceza alacağını anlayınca Londra’yı terk ettiğini anlatır. Ziya Paşa, gazeteyi kapatmış ve kitapta son olarak Zafername’nin Hüsnü Paşa ağzından olan kısmını tamamlamış, İstanbul’da gizli gizli dağıttırmıştı; Ebüzziya, bu Zafername’nin Âlî Paşa’yı kahrettiği değerlendirmesini yapar.

Paris’te bulunan Namık Kemal, Alman-Fransız savaşının çıkmasıyla beraber, Nuri Bey’le Brüksel’e göç etmiş, Reşat Bey, Fransa’ya konuk olarak giderken, Mehmet Bey de Cenevre’de İnkılâb gazetesini yayınlıyordu. Namık Kemal, Brüksel’den babası aracılığıyla, Mustafa Fazıl Paşa’ya durumu bildirmek üzere haber yollamıştır. Hüsnü Paşa, Âli Paşa’dan özür dileyen mektubu yollayarak, ülkeye dönebileceğini anlatan mektubu Namık Kemal’e göndermişse de Namık Kemal sert bir cevap vermiştir. Hürriyet mücadelesinden dolayı kimseden özür dilemeyeceğini belirtiği gibi, Mustafa Fazıl Paşa’ya da ağır sözler sıralamıştı. Âli Paşa’nın mühürdarı ile Viyana elçisinden mektuplar Namık Kemal’e geldi; İstanbul’a dönmek de hür olduğu, yaptıkları için kınanmayacağı ve Âli Paşa’nın dönmesini arzu ettiği mektuplardı. Namık Kemal, İstanbul’a dönünce Âli Paşa görüşmeye çağırmıştı ve görüşmelerinde Âli Paşa’nın büyük bir iltifatla karşıladığı görülür. Bu ilk buluşma sonrasında başka buluşmalarda gerçekleşecekti. Âlî Paşa samimi olarak Namık Kemal ile uzlaşmak istiyordu. Görüşmelerde Alman-Fransız muhabbeti üzerine uzun konuşmalar olunca, ÂlîPaşa, bu konuda Namık Kemal’den bir rapor hazırlamasını ister. Namık Kemal’in hazırladığı bu raporun içinde Hürriyet ile ilgili fikirlerin de serpiştirildiği görülür. Fakat, Âli Paşa, Namık Kemal’i bir dost olarak gördüğü için bu raporu iltifatla karşılamıştır. Âli Paşa’nın dostları ile yaptığı buluşmalara katılan Namık Kemal, hürriyet konusunu açmaktan hiç çekinmemiştir. Âli Paşa’nın da muhabbete katılmaktan geri durmamıştır.

Ziya Bey, İsviçre’de, Agâh Efendi Belçika’da, Ali Suavi İngiltere’deydi ve bu yüzden yazar Yeni Osmanlılar mevcut bile olsa, darmadağın olduğu değerlendirmesini yapar. Bu değerlendirmeden sonra Âli Paşa’nın hastalanması, devlet işlerinin felce uğraması, Âli Paşa’nın tek adam olmasının sonuçları konu edinir. Âli Paşa’nın yurtsever birisi olduğuna şüphesi olmadığını belirten yazar, onun tek adam olma çabasını özellikle eleştirmiş ve Âli Paşa’nın siyasetine inanan biri olmadığını belirmiştir. Âli Paşa’nın 6 Eylül 1871 tarihindeki ölümüyle, sadrazamlığa Mahmud Nedim Paşa gelmiştir. Mahmud Nedim Paşa’yı gelir gelmez Padişaha yalanmakla suçlamıştır; “Efendimiz, memleketin ve bütün halkın sahibi sizsiniz. İstediğinizi buyurur, istediğinizi yaparsınız. Biz devlet adamları, sizin birer kulunuz kölenizden başka şey değiliz. Siz ne söylerseniz onu yerine getiririz. Kaldı ki sizin ağzınızdan çıkacak her söz bir kanun ve bir kerâmettir. Şimdiye kadar Âlî Paşa bu hakkı sizden gaspetmişti. Artık elbette dilediğinizi yapmakta serbestsiniz...[23] Bu tavırlarıyla Tanzimat Fermanı’nı zedelediğini belirtmektedir. Rus elçisi İgnatiyef’in sadrazamın akıl hocası kesildiğini, sadrazamın Nedimof olarak adlandırıldığını ve Rus elçisinin oyuncağı konumunda olduğunu yazar.

1867’de tutuklanan siyasi suçlulara bir genel af çıkınca, Ziya Bey, Mehmet Bey, Nuri Bey ve Reşat Bey de anayurda döndüler. Namık Kemal ve arkadaşları İbret adlı bir gazete çıkarmaya başladılar. İşlenen konuların arasında yine Mısır Hidivliği vardır ve sadrazam İsmail Paşa ile ilişkide olmakla suçlanır. İsmail Paşa, bir daha Namık Kemal’i ve İbret’i satın almaya kalkar ama Namık Kemal onurlu bir şekilde ret eder. Fakat, İsmail Paşa, onlara teklif ettiği parayla İbret gazetesini bir süreliğine kapattırmayı başarır. Mahmut Nedim Paşa’nın Mithat Paşa ile çekişmesi ve devlete diğer verdiği zararlardan dolayı sadrazamlıktan alınarak, yerine Mithat Paşa’nın getirildiği görülmektedir. Mithat Paşa’nın sadrazam olması, kitapta gayet olumlu anlatılmaktadır. Kısa bir süre sonra ise Mithat Paşa sadrazamlıktan alınarak, yerine Mütercim Rüştü Paşa getirilmiştir (Sultan Abdülaziz’in bu sadrazam değiştirme durumu eleştirilir).

Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre”tiyatrosu yayınlanmış ve halk büyük bir ilgiyle izledikten sonra sloganlar atmıştı; “Yaşasın vatan, yaşasın millet, yaşasın Namık Kemal.. Allah bizlerin muradını versin, biz muradımızı isteriz!..”[24] Bu hükümette karşı bir durum algılanmış ve çeşitli hükümeti eleştirilen yazılar kaleme alınmıştır. Ebüzziya, Mustafa Fazıl Paşa’nın evine düzenli ziyaretlerinden birini yaptığı sırada, Mustafa Fazıl Paşa sert bir çıkış yapmıştır; “Bu yaptığınız rezaletler, yazdığınız şeyler nedir? «Padişahın Viyana sergisine gidip gitmeyeceği meçhul imiş,» diye yazmışsınız. Bu ne demektir? Burası cumhuriyet midir, yoksa siz kendinizi enikonu şaşırdınız mı? Siz burayı ne sanıyorsunuz? Kendinize ihtilâlci süsü mü vermek istiyorsunuz? Siz bunu serbestlik sanıyorsanız, şunu biliniz ki buna serbestlik demezler. En açık bir deyimiyle sadece edepsizlik derler. Kiminiz «ahali-i metbua» yazar, kiminiz padişah hazretlerinin lâkabını kaldırarak sadece «padişah» deyip çıkarsınız. Şunu biliniz ki bu taşkınlıklarınız artık çok ileri gitmiştir ve bunlara hükümet artık göz yummayacaktır.[25] Bu olay sonrası Ebüzziya ile Mustafa Fazıl Paşa’nın ilişkisi tamamen kesilmiştir. Bu olayın ardından İbret gazetesinin padişah buyruğu ile kapatıldığını ve Mustafa Fazıl Paşa’nın sürgüne gönderilme tehlikesi atlattığını öğrenecektir. Gazetenin kapatılması ardından tutuklanma ve sürgün haberini de alacaklardır. Ahmet Mithat (Yeni Osmanlılarla alakası yoktur, başka sebep ile sürgüne gönderilmiştir) ile Ebüzziya Tevfik Rodos’a, Namık Kemal Kıbrıs Adasında Magosa’ya, Nuri Efendi Akka’ya sürgün edilmişlerdi. Sürgün yerlerine götürülürken konuşulacak konulardan biri, şehzade Murat Efendi meselesiydi. Abdülaziz’e çevresinden Şehzade Murat Efendi’nin yerine tahta çıkarılacağı devamlı doldurulduğu değerlendirilmesini yapar. Ebüzziya, şehzade ile görüşecek bir şeyi olmadığını ve bu konuda Namık Kemal’i uyardığını ısrarla söylemektedir. Namık Kemal’in Murat Efendi ile bu ilişkisinin sürgünün en büyük sebebi olduğu da sürekli vurgulanır. Burada asla Namık Kemal’i kötülememekte, sadece hata yaptığını düşünmektedir. Hatta, bu konuda eleştiriler yöneltirken aynı zamanda, övgü dolu yanlarından da bahsetmektedir. Yine de Şehzade Murat taraftarı olmadığı halde ki Namık Kemal’in öyle olduğunu vurguluyor, sürgüne yollanmayı kabul edememiştir. Sürgünün asıl sebebinin bu taraftar gibi gözükmelerinin olduğuna kanı getirmişti. Cemiyetten sadece Namık Kemal’in veliaht taraftarı olduğunu diğerlerinin olmadığını özellikle belirtmektedir. Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin sonunun gelmesini ise şu satırlar anlatmaktadır; “Yeni Osmanlılar Tarihi’nin 1873 olayı ile; yani Kıbrıs, Rodos ve Akkâ’ya sürgün edilenlerle bir münasebeti vardır. Çünkü bu sürgün, salt şehzade Murat Efendi yüzünden meydana gelmişti. Yeni Osmanlılar’ın amacı, memleketimizde meşrutiyeti ilân etmek, parlamenter bir yönetimi uygulamaktı. Bu konudaki bütün çalışmalarda ve yayınlarda hemen daima şehzade Murat Efendi’nin kişiliği belirleniyordu. Bu demektir ki, 1873 olayı Yeni Osmanlılar Tarihi’nin son bölümünü teşkil eder. Yeni Osmanlılar'ın ana amaç edindikleri Meşrutiyet ise, kısa bir süre sonra gerçekleşen saltanat değişikliği ile gerçekleşmiş' olduğundan, onun adına olan tarih, yani Yeni Osmanlılar'ın çalışma ve görevlerinin bitimi de o günlere rastlar. Ondan sonra «Yeni Osmanlı» diye ne bir kişi, ne de bir topluluk göze çarpar.”[26]

Bu bölümden sonra kitabın hazırlayıcısı (Şemsettin Kutlu) bize olan olaylar hakkında kısa bir bilgi vermektedir. Şeyhülislam Hayrullah Efendi, Kayserili Ahmet Paşa (Bahriye Nazırı), ve Mithat Paşa; Sultan Abdülaziz’i tahttan indirmeye karar verdiler. 29/30 Mayıs 1876 gecesi Sultan Abdülaziz tahttan indirilerek Beşinci Murat Padişah ilan edildi ve siyasi sürgünlere af çıktı. Beşinci Murat’ın akıl hastası olmasının anlaşılmasıyla İkinci Abdülhamit Padişah olurken, Meşrutiyet de ilan edildi. Ali Suavi’nin 1878 tarihinde Çırağan Sarayı’nda Abdülhamit’i tahttan indirme girişimi sırasında ölümü burada dikkat çekicidir.



SONUÇ

Ebüzziya Mehmet Tevfik’in tefrika halinde hazırladığı kitap; bize Yeni Osmanlılar Cemiyeti konusunda önemli bir kaynak sağlamaktadır. 1865 yılında kurulan cemiyetin hükümete karşı faaliyetlerini gözler önüne sermektedir. Hücre tipi olarak kurulan Yeni Osmanlılar Cemiyeti, meşrutiyeti ilan etmek için Abdülaziz’e karşı muhtıra girişimine kalkışmışlarsa da, başarısız olmuşlardır. Tutuklananlar olduğu gibi birçok üye Fransız elçiliği yolu ile yurt dışına kaçmayı başarmıştır. Mustafa Fazıl Paşa’nın desteği ile hükümet karşıtlığı faaliyetlerine yurt dışında devam etmişlerdir. Yeni Osmanlılar Cemiyet’inin genel olarak Fransa’ya hayran olduğunu görürüz ki Ebüzziya Mehmet Tevfik de bunlardan birisidir. Fransa’nın ve Fransız elçiliğinin Osmanlı hükümetine karşı faaliyetler yapan Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ne koruma sağladıklarını görürüz. Ali Suavi ise İngiltere hayranıdır ve İngiltere’yi över. Bu insanlar bu yabancı ülkelerin, özellikle Fransa’nın özgürlükçü düşüncelere karşı hayranlık duyarak desteklediklerini düşünmekteydiler. Bu ülkelerin kendi çıkarları için bu insanları kullanma niyetinde oldukları düşüncesine Ebüzziya Mehmet Tevfik’in eserinde yer verilmediğini görmekteyiz. Mustafa Fazıl Paşa’nın kendi çıkarları için Yeni Osmanlılar Cemiyet’ini desteklediği görüşü olsa da, genç cemiyet üyeleri ilk başta onun hürriyet düşüncesi için mücadele ettiğine inandığı görülür. Ali Suavi’nin cemiyetten ayrılmasında Mustafa Fazıl Paşa’nın etkisi de vardır. Yeni Osmanlılar Cemiyet’i ile de zıt bir çizgi çizmesi ayrılışı için sebep gösterilir. Yeni Osmanlılar Cemiyet’inin yurt dışındaki ayrılıklarının ilki olarak Ali Suavi’yi görürüz. Kani Paşazade Rifat Paşa’nın cemiyetten ayrılması kendi kararı gibi gözükmektedir. Mustafa Fazıl Paşa’nın Mısır Hidivliği için ümitlenmesi ve Hürriyet’in geçici süreliğine yayına ara vermesini istemesi, Yeni Osmanlılar Cemiyet’ini kendi çıkarı için kullanmak istediğinin en güzel örneğini oluşturur. Bu istek Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın ayrılıklarına sebep olmuştur. Hürriyet’i çıkarmaya devam eden Ziya Paşa, Mısır Hıdivi İsmail Paşa’dan yardım almaya başlayınca Âli Paşa ve Mustafa Fazıl Paşa’ya karşı yayın yapmaya başlamıştır. Ziya Paşa’nın Mısır Hıdivliği konusunda İsmail Paşa’yı desteklemesine kadar, Yeni Osmanlılar Cemiyet’i Mustafa Fazıl Paşa’dan dolayı Osmanlı hükümetinin yanında olmuştur.

Yeni Osmanlılar Cemiyet’inin direk hedefi Sultan Abdülaziz veya padişahlık değildir. Cemiyet, ülkenin olduğu durumdan devlet adamlarını sorumlu tutmakta ve onları eleştirmektedir. Devlet adamlarının kendi çıkarları ve makam için yapmayacakları kötülük yoktur. Onun için yönetim şekli olarak Meşrutiyet getirilmekle beraber bu kötü devlet adamları değiştirilmeli ve ıslahat yapacak devlet adamları getirilmelidir. Bundan sonra eğer Padişah, meşrutiyete karşı tavır alır ve yapılacak ıslahatlara karşı gelirse tahtından indirilerek yeni bir padişah tahta çıkarılmalıdır.

Hükümet karşıtlığı sadrazam olan Âli Paşa üzerinden yürümektedir. Kendini beğenmiş olarak tasvir edilen Ali Paşa’nın siyasetinin döneme göre çok geri olduğu vurgulanmaktadır. Padişahı devlet yönetiminde devre dışı bırakmış bir sadrazam profilinde çizilen Âli Paşa, çevresinde iyi devlet adamı da istemez konumundadır. Ebüzziya’nın Âli Paşa’yı eleştirdiği en önemli konu tek adam olarak devleti yönetmesidir. Hastalığında bu yüzden devlet işlerinin kilitlendiği eleştirisi dikkat çekicidir. Âli Paşa’nın ölümü sonrasında gelen sadrazamlar genel olarak eleştiriye tabi tutulsa da, Mithat Paşa bunun dışındadır. Hükümet karşıtı yapılan yayınlar ve Namık Kemal’in Şehzade Murat Efendi’ye taraftarlığı Yeni Osmanlılar Cemiyet’inden kalan son kişilerinden sürgüne yollanması ile cemiyetin son bulduğu değerlendirmesi yapılır.

Hükümet karşıtlığını gözlerinde meşrulaştıran iki ana mesele tespit edilmiştir. Bunlar Meşrutiyetin ilan edilmesi ve kötü, ıslahat taraftarı olmayan, kendi mevkileri ve makamları için her kötülüğü yapabilecek devlet adamlarının görevden alınmalarıdır. Bu devlet adamları padişahı etkileri altına alarak ülke için yapılacak ıslahat ve meşruti yönetimin önüne geçmektedir. Onun için bu devlet adamlarına karşı yayın yoluyla savaş açılmış, halk bilinçlendirilmek istenmiştir. Meşrutiyetin ilanının ise devlet içindeki bütün sorunlara bir çözüm getireceği düşüncesi hâkimdir. İlk başta gizli bir cemiyet olarak kurulan cemiyet, Padişah Abdülaziz’e bir muhtıra ile Meşrutiyeti ilan ettirmek istemesi ve açıkça silahlı güçlerin bu girişimi engellemeye çalışacaklara karşı kullanılacağı söylemi dikkat çekmektedir. Bu girişim faaliyete geçmeden başarısız olduğu için, silahlı gücü sadece caydırıcı bir güç olarak mı, yoksa direk kullanacakları sorusu cevapsız kalmaktadır. Bunun dışında hükümete karşı faaliyetleri büyük oranda yayın şeklinde olmuştur.

 

KAYNAKLAR

Akgül, Adnan, “Ebüzziya Tevfik’in Mekteb-i Sanayi Müdürlüğünden Uzaklaştırılması Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, İ.Ü. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. XXX, 2001-2003, s. 7-27.

Bolat, Bengü, “Milli Mücadele Taraftarlığından Cumhuriyet Karşıtlığına Velid Ebüzziya”, Çağdaş Türkiye Araştırmaları Dergisi, c. XIV, sy. 28, Bahar 2014, s. 149-174.

Ebüzziya Tevfik, Yeni Osmanlılar Tarihi, (Haz. Şemsettin Kutlu), Hürriyet Yay., İstanbul 1973.

Ebüzziya, Ziyad, “Ebüzziya Mehmet Tevfik”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. 10, 1994, s. 374-378.

Ebüzziya, Ziyad, “Ebüzziya Velid”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. 10, 1994, s. 371-373.

Mutlu, Gamze, Ebüzziya Tevfik’in ‘Ne Edatı’ İsimli Eseri ve Ne Edatı Üzerine Tartışmalar, T. C. Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Yayınlanmış Yüksek Lisans, İstanbul 2014.

Kut, Turgut, “Matbaa-i Ebüzziya”, Diyanet İslam Ansiklopodesi, c. 28, 2003, s. 114-115.



* Yüksek Lisans Öğrencisi, yasin.etin@yahoo.com
[1]Ziyad Ebüzziya, “Ebüzziya Mehmet Tevfik”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. 10, 1994, s. 374.
[2]Ebüzziya Tevfik, Yeni Osmanlılar Tarihi, (Haz. Şemsettin Kutlu), Hürriyet, İstanbul 1973 s. 57.
[3] Ziyad Ebüzziya, a.g.m., s. 374-376; Adnan Akgül, “Ebüzziya Tevfik’in Mekteb-i Sanayi Müdürlüğünden Uzaklaştırılması Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, İ.Ü. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. XXX, 2001-2003, s. 8-15.
[4] Turgut Kut, “Matbaa-i Ebüzziya”, Diyanet İslam Ansiklopodesi, c. 28, 2003, s. 114-115.
[5] Bengü Bolat, “Milli Mücadele Taraftarlığından Cumhuriyet Karşıtlığına VelidEbüzziya”, Çağdaş Türkiye Araştırmaları Dergisi, c. XIV, sy. 28, Bahar 2014, s. 152; Ziyad Ebüzziya, “Ebüzziya Velid”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. 10, 1994, s. 372.
[6] Ziyad Ebüzziya, a.g.m., s. 377-378; Gamze Mutlu, Ebüzziya Tevfik’in ‘Ne Edatı’ İsimli Eseri ve Ne Edatı Üzerine Tartışmalar, T. C. Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2014.
[7] Konunun alındığı kitap olduğu için sadece direk alıntılarda dipnot ile gösterilecektir; Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 81.
[8] Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 28.
[9]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 141.
[10]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 143.
[11]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 147.
[12]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 150.
[13]1908 Meşrutiyetine kadar Türkiye’de -kapitülâsyonlar gereği olarak özel yabancı postaneler vardı. Her güçlü devlet Türkiye’de kendine özgü bir posta kurabiliyor, yurda istediği şeyleri sokup çıkarabiliyordu. Devletin bunları kontrol yetkisi yoktu.” Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 203.
[14]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 206.
[15]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 209; “Şu yaşlı Fazıl, bunasa da seni över, çünkü dişleri çalışmasa
bile soyu yine de köpektir...
Ömrüm dalkavukluk ve ikiyüzlülükle geçtiği halde hâlâ bir
türlü gerçek emellerime ulaşamadım..” Ebüzziya Tevfik, 1973, a.g.e., s. 214.
[16]Mısır ve İstanbul, iki imansız ve zalim adamın eline düştü. Bunlar ne Tanrı’dan korkar, ne de halktan utanırlar. Bunlardan biri Firavun’un tahtında oturmaktadır, öteki de onun bîr çeşit adaşıdır. Tanrı Müslümanları Mısır Valisi İsmail Paşa ile Sadrazam Âlî Paşa’dan kurtarsın.” Ebüzziya, a.g.e., s. 215.
[17]Ey Âlî Paşa, bu devletî mütemadiyen sana muhtaçmış, ortalıkta senden başka devlet adamı yokmuş gibi göstererek daima mevki ve makamda kalacağından ümidini kes. Sanki, şu kötü, değersiz varlığının çok mu gereği var sanıyorsun? Hey teres, dünyayı boynuzlarının mı ayakta tutacağı kanaatindesin?” Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 216.
[18]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 229.
[19]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 264.
[20]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 318.
[21]Ebüzziya, 1973, a.g.e, s. 334.
[22]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 358.
[23]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 408.
[24]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 489.
[25]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 500.
[26]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 763.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder