EBÜZZİYA TEVFİK’E GÖRE YENİ OSMANLILAR
VE HÜKÜMET KARŞITLIĞI
Yasin ÇETİN*
Gazeteci,
matbaacı,
mütercim ve yeni
edebiyatın
yayılıp
tutunmasında
hizmetleri geçen
yayımcı.[1]
GİRİŞ
Ebüzziya Tevfik’in “Yeni
Osmanlılar Tarihi” tefrikası Tasvir-i Efkâr
gazetesinde yayınlanmıştır. Bu eser, Yeni Osmanlılar Cemiyeti üyelerinden biri
tarafından yazılmasından dolayı önemlidir. Yeni Osmanlılar Cemiyet’inin
kuruluşunda ve yurt dışına kaçanların yanlarında olmasa da, o dönemde olayları
takip etme imkânı olduğu düşünüldüğünde değerlidir. Cemiyete girişinden,
cemiyet üyelerinin yurt dışına kaçtıkları zamana kadar ve yurt dışından
dönüşleri sonrasında olaylar içinde bizzat yer aldığını görürüz; bu anlamda
birincil el kaynak sayılması gerekecektir. Yine de olayları kendi algısına göre
anlatacağı unutulmamalıdır. Bu eserinde birçok kaynağa yer vermiş olması da
dikkat çekicidir. Gazete yazıları, hükümetle ilgili bazı belgeler, mektuplar,
siyasi şiirler gibi dönemle ilgili önemli belgelere yer vermiştir. Bu yayınının
bizi ilgilendiren kısmı siyasal olaylardır. Ama kitap içerisinde toplumsal ve
sosyal tarihi ilgilendirecek konulara da değinilmesi önemlidir. Bunların başında
hapishane koşulları ve külhanbeylik konusu gelmektedir. Aynı zamanda önemli bir
yayımcı olan Ebüzziya Tevfik’in bu kitabı, basın ve yayın tarihi açısından da
ayrıca incelenmesi gereken bir kaynak eserdir. Dönemin önemli yayınları
hakkında bilgi verilmektedir.
Bu çalışmada Yeni Osmanlılar
Cemiyet’inin kuruluş hikâyesini, darbe girişimlerini, Mustafa Fazıl Paşa ile
ilişkilerine, yurt dışına çıkışlarından sonra hükümet karşıtı faaliyetlerini,
hükümet üyelerine karşı bakış açılarını, cemiyet üyeleri arasındaki ilişkileri
ve ayrılıkları, yabancı ülkelere karşı bakış açılarını, yurt dışından dönmeleri
için izin sonrası hükümet karşıtı olarak faaliyetlerine ve bu yüzden sürgüne
gönderilmeleri olaylarına Ebüzziya Tevfik’in gözünden bakarak ortaya koymaya
çalışacağız. Yeni Osmanlılar Tarihi kitabını bu açıdan incelemeye girmeden önce
Ebüzziya Tevfik’in hayatı ve çalışmaları hakkında bilgi verilecektir.
1. EBÜZZİYA
TEVFİK’İN HAYATI VE ESERLERİ
1.1.
Hayatına Kısa Bir Bakış
Benim için her şey,
her kazanç,
her sığınak,
her okul sadece
Tasvir-i Efkar gazetesiydi.[2]
1849 yılında Ebüzziya Mehmet
Tevfik’in Sultanahmet’te yani İstanbul’da dünyaya gözlerini açtığını görüyoruz.
Maliye Sergi Kalemi memurlarından olan babası, Hasan Kamil Efendi’nin vefatı
sırasında Sultanahmet’teki Cevri Kalfa Sıbyan Mektebi’nde okumaktaydı.
Babasının bu erken ölümü sonrasında babasının çalıştığı Maliye Sergi Kalemine
eğitilmek üzere 1857 tarihinde memur yapıldı ve 1868 tarihinde Şura-yı Devlet
ikinci sınıf mülkiye mülazımlığına getirilene kadar burada çalıştı. Bu sırada
Arapça, Farsça ve Edebiyat dersleri alırken, Cem’iyyet-i İlmiye-i Osmaniye’nin
halka açık derslerine giderek eğitimine devam etti. 1864’te Ruzname-i Ceride-i Havadis gazetesinde
çalışmaya başlar.
Asıl konumuzu ilgilendiren kısım
1866 tarihinden sonra gelişen olaylardır. Tevfik’in Tasvir-i Efkâr gazetesi ile tanışması ve daha sonrasında Yeni
Osmanlılar Cemiyetine katılması bu yılda gerçekleşmiştir. Ayrıca, Terakki gazetesinin yazı işleri müdürü
olmuş ve burada gazete ilaveleri olarak ilk yayınlarını yapmıştır. Çeşitli
gazetelerde çalışan Tevfik’in, 1872 tarihinde Şura-yı Devlet’teki görevine son
verilmiştir. Aynı yıl içerisinde Yeni Osmanlılar Cemiyeti üyeleri Tasvir-i Efkâr
Matbaasındaki haklarından vazgeçince, matbaanın tek sahibi Tevfik’i olur. 10
Nisan 1873 tarihinde Ahmet Mithat Efendi ile Rodos’a sürgüne gönderilir. Bu
olay hatıratında anlatıldığı için yeri geldiğinde değinilecektir. Rodos’taki
sürgününde yazılarını göndermek için bir yol buldu ve Şemseddin Sami’ye
yazılarını göndererek Muharrir adlı dergiyi yayınlatmaya başladı. Yeni
Osmanlılar Cemiyet’i ile ilgili hatıratı Rodos sürgünü yılları ile sona
ermektedir. Bu bölümün oluşturulmasındaki amaç hayatında geriye kalan
boşlukları doldurmaktır. Rodos’ta oğlunun isminden dolayı Ebüzziya Tevfik
ismini kullanmaya başlar. Kanun-i Esasi çalışmalarına katılan Ebüzziya Tevfik
aynı zamanda, Cemiyet-i Mütercimin’e dahil edilir. 1878 tarihinin devamında,
Bosna Mektupçusu olarak İstanbul’dan görevlendirildiği görülmektedir. Burada Bosna Vilayet Gazetesi’nin idaresi ve
yayımını üstlenmiştir. 1891 tarihinde Mekteb-i Sanayi Müdürlüğü’ne atanan
Ebüzziya, 1893 tarihinde Şura-yı Devlet’e geçer. 1893-1900 tarihleri arasında
10 defa tutuklanır ve 1900 tarihinde Konya’ya sürgüne gönderilir. 1908
tarihindeki genel affa kadar Konya’da kalan Ebüzziya Tevfik’in İstanbul’a
dönerek İttihat Terakki Partisi’nden mebus seçilir. Burada yayın hayatına
yeniden girdi. Son bir kez tutuklanan Ebüzziya Tevfik, Bâbıâli Baskını sonrası
serbest bırakıldığı gün, evine dönerken Kadıköy vapurunda dünyaya gözlerini
kapattır. 27 Ocak 1913 tarihinde defni gerçekleştirildi.
Hayatı boyunca Arapça, Farsça,
Fransızca, Almanca ve Rumca öğrendiği söylenmektedir. Sade Türkçe konusunda
mücadele etmiş ve makale örnekleri vermiştir. Baskı konusunda ülkeye birçok
yenilik getirdiği ve bu hususta ödüller aldığı görülmektedir. Milletlerarası
Sanat Baskıları ödülleri ve başarılarından dolayı Fransa Devleti tarafından
Kültür Hizmeti Liyakat madalyası verilmiştir.[3]Matbaacılık
ve yayımcılığı yanında aynı zamanda hattat, hakkâk, ressam, seramikçi ve peyzaj
mimarıydı. Ayrıca halıcılık ve ince marangozluk gibi değişik alanlarda da usta
bir sanatkârdı.[4]
Ölümünden sonra çocukları Ebüzziya Tevfik’in yayın işlerini üzerlerine
almışlardır.[5]
1.2.Ebüzziya
Tevfik’in Eserleri
Ebüzziya Tevfik’in eserlerini
yıllıkları ve takvimler, telif eserler, piyesler, biyografiler, çeviri eserler,
derlemerler olarak ayırarak verdik. Eserlerden sonra çıkardığı gazeteleri
verdik ve bölümü sonlandırdık.[6]
1.2.1. Yıllıkları
ve Takvimleri
Salname-i
Hadika (İstanbul
1290) Türkiye'de çıkarılan ilk almanaktır.
Bosna
Vilayeti Salnamesi
(Saraybosna 1295).
Salname-i
Ebüzziya
(İstanbul 1296).
Salname-i
Kameri (İstanbul
1297).
Rebi-i
Ma'rifet- Salname-i Ebüzziya
(İstanbul 1297).
Takvim-i
Rebi'-Zamime-i Rebi-i Ma'rifet
(İstanbul 1302).
Takvim-i
Ebüzziya
(İstanbul 1303).
İmsakiyye-i
Nevin (İstanbul
1309).
Takvim-i
Nisa (İstanbul
1317). Türkiye'de kadınlar için çıkarılan ilk takvimdir.
1.2.2. Telif Eserleri
Millet-i
İsrailiyye
(İstanbul 1305).
Makame-i
Tevkitiyye
(İstanbul 1311-Hatırat).
Ne
Edat-ı Nefyi Hakkında Tetebbuat (istanbul
1324).
Yeni
Osmanlılar Tarihi
(1909-1910).
Lugat-ı
Ebüzziya (İstanbul
1306).
1.2.3. Piyesleri
Ecel-i
Kaza (İstanbul
1288).
Habibe
yahut Semahat-ı Aşk
(İstanbul 1291).
1.2.4. Biyografileri
Gütenberg
ve İhüra-ı Fenn-i
Tabb (İstanbul 1299).
İbn
Sina (İstanbul
1299).
Galile (İstanbul 1299).
Napolyon (İstanbul 1299).
Diyojen (İstanbul 1299).
Benjamen
Franklin
(İstanbul 1299).
Büfon (İstanbul 1299).
Hasan
b. Sabbah
(İstanbul 1300).
Ezop (İstanbul 1300).
Yahya
b. Halid Bermek
(İstanbul 1300).
Harun
er-Reşid
(İstanbul 1300).
Jan
Jak Russo
(İstanbul 1303).
Namık
Kemal (İstanbul
1304).
Nikola
Şamfor (İstanbul
1305).
Sürari-i
Müverrih
(İstanbul 1305).
İmparator
Vilhelm
(İstanbul 1305).
Nef'i (İstanbul 1305).
Kemal (İstanbul 1306).
Kemal
Bey'in Tercüme-i Hali
(İstanbul 1326).
1.2.5. Çeviri Eserleri
Tarik-i Refah, Franklen’in Servet
Hakkındaki Nesayihi (Saraybosna 1295).
Üç Yüzlü Bir Karı (İstanbul
1294-Ahmet Mithat ile beraber).
1.2.6. Derlemeler
Reşid
Paşa Merhumun Bazı Asar-ı Siyasiyyesi
(İstanbul 1289).
Numune-i
Edebiyyat-ı Osmaniyye
(İstanbul 1296).
Cümel-i
Müntehabe-i Kemal
(İstanbul 1299).
Muharrerat-ı
Hususiyye-i Akif Paşa
(İstanbul 1301).
Durub-ı
Emsal-i Osmaniyye
(İstanbul 1302).
Müntehabat-ı
Tasvir-i Efkâr, Siyasiyat- Şinasi, Kemal (İstanbul 1303).
Müntehabat-ı
Tasvir-i Efkâr, Edebiyat-Şinasi
(İstanbul 1303).
Müntehabat-ı
Tasvir-i Efkâr, Edebiyat-Kemal
(İstanbul 1304).
Tazarruat-ı
Sinan Paşa
(İstanbul 1309).
Müntehabat-ı
Tasvir-i Efkâr, Makalat-Kemal
(İstanbul 1311).
Müntehabat-ı
Tasvir-i Efkâr, Makalat-Şinasi
(İstanbul 1311).
1.2.7. Ebuzziya
Tevfik’in Çıkardığı Gazeteler ve Dergiler
İbret (1870).
Hadika (1872: Ebüzziya Tevfik’in
devir alması.)
Sirac (1873).
Le Courrierd'Orient (1909).
Yeni Tasvir-i Efkar (1910).
Cüzdan (Dergi-1873).
Muharrir (Dergi-1875).
Mecmua-ı Ebüzziya (Dergi-1880).
2. EBÜZZİYA
TEVFİK’E GÖRE YENİ OSMANLILAR VE HÜKÜMET KARŞITLIĞI
1865 tarihinin, Haziran ayının,
Pazar günü, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin Büyükdere’de Bent’lerde temelleri
atıldığını öğreniyoruz. Nuri Bey, Ayetullah Bey, Mehmet Bey, Reşat Bey, Refik
Bey (toplantıdan 2 ay sonra vefat eder) ve Namık Kemal’in katıldığı bu
toplantıda meşrutiyet idaresini amaç edinen bir cemiyetin kurulması kararlaştırılmıştır.
1865 tarihinin Kasım ayında Ebüzziya Tevfik bu kişilerle tanışmış ve 1866
tarihinin Temmuz ayında da cemiyete üye olmuş olmalı. Kendisinin cemiyete
katıldığını anlattıktan sonra cemiyetin özelliklerinden bahsetmektedir. Cemiyet
kuruluşunun temelini İtalya’nın “Carbonari” örgütüne göre düzenlediklerini
görüyoruz; cemiyeti kuran ilk altı üyenin her biri altı üyeyi kendi
hiyerarşilerine katıyorlardı. 7 kişilik bir hücre tipi oluşum meydana gelir. Bu
altı kurucu eşit haklara sahip olmakla beraber Nuri Bey’in 1 numarayı almış
olduğunu görüyoruz. Bu hiyerarşik yöntemle cemiyet 245 kişiye kadar ulaştı. Yeni
Osmanlılar Cemiyetinin tek amacı olarak yazar; Osmanlı halkını tek vücut haline
getirmek ve özgürlük içinde birleştirmek olarak verir.
Cemiyetin içerisinde Zaptiye
Müşavir Muavini Mustafa Asım Paşa ile İstanbul Genel Karakollar Kumandanı Ömer Naili Paşa gibi iki önemli isim yer
alıyordu; Ebüzziya Tevfik, bunları cemiyetin iki direği olarak sayıyordu. Peki,
neden iki önemli direğiydi; “Hasılı bu
iki asker, bizler için çok değerli bir destekti. Çünkü, birinin elinde zabıta
kuvveti, ötekinin elinde silahlı kuvvetler bulunmaktaydı. Ancak, şu noktayı da
hemen belirtmek gerekir ki bizim cemiyetimizin maksadı, amaca silah kullanarak
ulaşmak değildi; çok çok-zorunlu bir durum ortaya çıkacak olursa- silahlı
kuvvetlerden yardım istemek ve hükümete karşı onu yanımızda görmekti.”[7]Arkasından
da cemiyetin programında ülkenin iç ve dış güvenliğini sarsacak herhangi bir
tutumda bulunulmayacağına özellikle yer verildiğini bize aktarır.
Kitabın başlangıcında Mustafa
Fazıl Paşa’nın 1865 tarihinin Ekim ayında Abdülaziz tarafından Meclis-i Hazain’e
başkan olarak atandığını görürüz. Bu atanma Yeni Osmanlılar Tarihi açısından
gerçekten önemlidir. Çünkü bu görevdeyken Mustafa Fazıl Paşa, Ebüzziya’nın
deyimi ile sürgüne gönderildi ve Abdülaziz’in muhalifi olarak Yeni Osmanlılar
Cemiyeti’ni desteklemekten hiç geri durmadı. Ebüzziya Tevfik, Yeni Osmanlılar
Cemiyeti’nin ilk faaliyetini Mustafa Fazıl Paşa’nın yurt dışından Fransızca
yazdığı mektubu çevirerek halka gizliden gizliye dağıtması olarak verir.
Cemiyetin mektubu dağıtmasında anladığımız kadarıyla Mustafa Fazıl Paşa’nın
etkisi yoktur. Cemiyet hükümete karşıtlığından dolayı kendiliğinden mektubu
halka yaymıştır. Mektuba uyarı ile tehdit arası sözlerin sıkıştırıldığı
anlaşılmaktadır; “Lakin,Şevketlü efendim,
izin verirseniz, size söyleyeyim ki artık, Müslüman halkınızda da fedakarlık
edecek hal kalmadı. Yer yer yükselen hoşnutsuzluk sesleri ne kadar susturulmak
isteniyorsa da, yine de, her taraftan işitiliyor. O halde, bu durumda onlarında
bu dereceye kadar ümitsizlik ve kötümserliğe düşürmek hem sizin sülalenize, hem
de kendilerine pek zararlı olacaktır.”[8] Mektubun
genelinde ise ülkenin durumu hakkında Mustafa Fazıl Paşa’nın görüşleri yer alır
ve Padişah’a alabileceği batı örneklerini sunar.
Kitabın devamında Muhbir gazetesinin halk için yazdığı
makaleler ve yazılar hakkında bilgi verilir. Bu yazılar elbette hükümeti
eleştiren yazılardan oluştuğu için Muhbir
gazetesi kapatılır ve Ali Suavi tutuklanır. Ebüzziya Tevfik’in deyimiyle Ali
Suavi, Kastamonu’ya sürülürken (-görevlendirme söz konusudur), Namık Kemal de
Erzurum’a göreve gönderilmek istenmiştir. Mustafa Fazıl Paşa ile Yeni Osmanlı
Cemiyeti’nin tam da bu noktada direk iletişime geçtiğini görürüz; Çünkü Ziya
Bey ve Namık Kemal’i, Paris’e davet eden mektup ellerine 13 Nisan 1867
tarihinde geçmiştir. Fransız Elçisi Mösyö Bouret, Fransız Elçiliğinde Namık
Kemal ve Ziya Bey ile buluştu. 17 Mayıs 1867 tarihinin Cuma günü, Fresine
kumpanyasının “Bosfor”-elçilik vapuru- adlı vapur Namık Kemal ve Ziya Paşa’yı
yurtdışına çıkardı.
Cemiyetin, meşrutiyeti amaçladığı
söylenmişti. Meşrutiyet nasıl ülkeye gelecekti? Bir muhtırayla; Muharrem ayının
15’inde Babıali’ye gelecek olan Padişaha meşrutiyeti kabul ettirmek plandaydı.
Yukarıda da bahsedilen silahlı kuvvetlerin, önemli görevlilerin muhtırayı
engellememesi için kullanılacağı söylenmektedir. Gerçi bir yandan da Ebuzziya,
kimseye zarar gelmeyeceğine okuyucuyu ikna etmeye çabalar. Yeni Osmanlı Cemiyet’i
için işler yolunda gitmemiş ve bazı önemli üyelerine tutuklamalar
gerçekleşmişti. Yani gizli cemiyet açığa çıkmıştı. Muhtıra ve meşrutiyeti ilan
etme planı suya düşmüştü. Cemiyetin açığa çıkmasının sebebini daha sonra,
kitapta sürekli ispiyoncu olarak anılan ama ismi verilmeyen kişi yüzünden
olduğunu öğrenecekti. İspiyoncu olarak adlandırılan kişinin babası, eski
sadrazamlardan Mütercim Rüştü Paşa’nın konağına gittiği ve yönlendirme sonrası
olayı Âli Paşa’ya anlattığı görülür.
Agâh ve Suavi Efendi yol
harçlıkları, Reşat, Nuri ve Mehmet beyler için gerekli paralar Sakakini (Mustafa
Fazıl Paşa’nın adamı) tarafından hazırlanmıştı. Deşifre olmamış olan Ebüzziya
Tevfik, Karabet isimli birisi ile buluşur; Nuri ve Reşat beylerin arandığını,
İngiltere veya Fransa elçiliklerine sığınmaları gerektiği haberini getirir. Namık
Kemal ve Ziya Paşa’nın Fransa elçiliği aracılığı ile yurtdışına kaçtığını belirtilmişti.
Şimdi ise ikinci bir ekip yine Fransa elçiliğinde toplanr ve Frenise vapuru ile
Mesina’da (İtalya) Namık Kemal ve Ziya Paşa da gemiye binerek Fransa’ya
geçtiler. Abdülaziz’in damadı olan Kani Paşazade Rıfat Bey, Paris elçiliğine başkâtip
olarak gönderilerek İstanbul’dan uzaklaştırılmıştı. Rıfat Bey, birtakım olaylar
sonrası istifa ederek Yeni Osmanlılara Paris’te katılmıştı.
Fransa basınında Mustafa Fazıl
Paşa onun “Jön Türkler” adlı bir grubun kurucusu, başkanı ve koruyucusu
bulunduğu söylentisi belli başlı konulardan birini teşkil etmekteydi. Fransız
basınında Jön Türkler olarak anılan Yeni Osmanlılar, Türkiye’nin kurtarıcıları
ve ilerleyiş orduları sözleriyle övülüyordu. İstanbul’da elçilik yapmış olan
Marki de Mutrer, yeni İstanbul elçisi olan Mösyö Bouret’e Fransa Hariciye
Nazırı (Dışişleri Bakanı) olarak Yeni Osmanlılara her türlü kolaylığı ve
korumayı göstermesini emreder. Ebüzziya, bu koruma ve yardımın Paris’te de
devam edeceğini ve bunun III. Napolyon Hükümetinin açık bir siyaseti olduğunu
belirtir.
Fransız Dahiliye Nazırı Mösyö de
la Valetta, Ziya, Kemal ve Rıfat Beyleri makamına çağırdı. Nazır, Abdülaziz’in
Avrupa seyahati sırasında Paris’e geleceği için uzaklaştırma kararını bildirir
ve bu kararla alakasının olmadığını özellikle belirtir. Ebüzziya’nın kitabı
içerisinde Rıfat Bey’in mektubundan anlaşıldığına göre Ziya, Namık Kemal, Ali
Suavi ve Agâh Efendi’nin Paris dışına çıkacağı anlaşılmaktadır. Bu isimler
Londra’ya giderken, Reşat, Nuri ve Mehmet Beyler Jersey adasına gider, Rıfat
Bey ise Brüksel’e çekilmeye karar vermiştir.
Kitabın bu kısmında Ebüzziya, Abdülaziz
üzerine bir değerlendirmeye gider. İlk yıllarında halk dostu olarak tanınmış,
aşırı azametli tavırlarının ve yersiz vehimlerinin halkın gözündeki bu görüşü
zedelemiştir. Kendisinin gittikçe titizlendiğini ve her meseleyi büyüttüğünü ve
bunun çevresindekileri çekincelere yönelttiğini söyler. Halkın gözünde ilk
başlarda ülkeyi kurtaracak güç gibi göründüğünü ama sonrasında Âli Paşa’nın
padişahı idare ettiğini iddia eder; “Ara
sıra Tophane ve Bahriye nazırlarınca arzu ettiği bazı ufak değişikliklere rıza
gösteriyordu. İşte ÂlîPaşa, böyle önemi olmayan toleranslar vererek Padişahın
gönlünü hoş tutuyor ama asıl büyük meselelerde tamamıyla kendi bildiğini
okuyordu.”[9]
Halkın uyku halini, miskinliklerini ve padişaha her koşulda itaat
etmelerini eleştirir. Devlet adamlarının kendi kişisel çıkarlarını koruma
hastalığından ağır bir şekilde bahseder.
Reşit Paşa’nın kamuoyu üzerindeki
düşüncelerini öven bölüm ardından, Âli Paşa hakkında “Bu zat için «memlekete yararlıydı, yararlı işler görmüştü...» demek,
bizzat memlekete karşı suç işlemişçesine bir ihanettir”[10]
der ve siyasetinin ‘kaplumbağa yürüyüşü’ olarak döneminde adlandırıldığını
belirtir. Genel olarak kitapta üzerine olumsuz bir anlatı buluruz. Kitabın
ileri bölümlerinde onun niyetinin iyi olduğunu ama tutuğu yolun eskimiş olduğu
ve değersizleştiğini açıklar. Mustafa Reşit Paşa, Paris’e elçi olarak giderken
genç Âlî’yi yanına almış ve Saint Barbe Lisesi’ne yerleştirmiştir. Âlî Paşa’nın
siyaset anlayışının bu okuldan kaynaklandığını ve bu okulun eskiye bağlı,
tutucu papazlar tarafından açılıp yöneltildiği değerlendirmesini yapar. Kitabın
başka bir kısmında ise güveni bulunan ve onurlu memurlardan hoşlanmaya bir Âlî
Paşa tasviri çizer. Reşit Paşa, halka siyasi terbiye kazandırma ve kamuoyu
düşüncelerinden dolayı olumlu bir anlatı içinde verilmiştir. Fuat Paşa ise hür
düşünceye yatkın bir kişi olarak tanımlansa da ülkeye hizmet fırsatı ellerine
geçtiği halde onu değerlendiremeyen karakter olarak verilir. Fuat Paşa’nın
sadrazamlığında Tuna Valiliğine getirilen Mithat Paşa’yı ele alır. Burada Fuat
Paşa, özgürlük ve meşrutiyet taraftarı olarak tasvir edilmektedir. Âli Paşa
kıskanç ve yeni yetişenleri çekemeyen bir vezir olarak tasvir edilirken, Fuat
Paşa, zeki ve kabiliyetli gençleri ödüllendirmek ve yükseltmek isteyen bir
profilde anlatılır.
Abdülaziz’in Avrupa seyahati
konusuna yazar geri döner; İngiltere’de Mustafa Fazıl Paşa, Abdülaziz’le
konuşma fırsatı bulur ve hatta padişahı etkiler. Padişah, Londra’dan ayrılacağı
gün Mustafa Fazıl Paşa’yı İstanbul’a davet eder; “İstanbul’a dönmene izin veriyorum; hatta istersen hemen benimle
birlikte gelebilirsin. Daha doğrusu bunu arzu ediyorum.”[11]Fakat,
Mustafa Fazıl Paşa, Paris’teki işlerini halletmek için iki aylık bir izin ister.
Mustafa Fazıl Paşa, Fransa’da Yeni Osmanlılar Cemiyeti üyelerini toplar ve
izlenecek yol karara bağlanır. Bu toplantıda farklı düşünceler ortaya
atılmıştı; Ali Suavi, Muhbir
gazetesini Londra’da çıkartmak isterken, Namık Kemal ve Ziya Bey ise Hürriyet isimli bir gazete yayınlamak
istiyordu. Ali Suavi’nin Londra’da Muhbir’i
yayınlamasına karar verilirken, Namık Kemal ve Ziya Beylerin ileri bir tarihte Hürriyet isimli gazeteyi yayınlamaları
karara bağlandı. Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin yurtdışı yayın faaliyetleri
masrafları için Mustafa Fazıl Paşa bir sandık kurdurarak 250 bin frank yatırdı.
Bu yayınların gerçek amacını Muhbir’e getirdiği bir eleştiride yazar ortaya
koymaktadır; “Aslında, Yeni Osmanlılar-böyle
kitap yayınlamak işlerinden fazla - en başta meşrutiyet idaresini kurdurmak için
hükümeti korkutmaya lüzum görmüş, yayın işlerini de bunun için ele almıştı.
Nitekim, Muhbir'den sonra yayın hayatına atılan Hürriyet gazetesi sadece bu
amacı takip etmiş ve hiç olmazsa meşrutiyet idaresinin bir başlangıcı
sayılabilecek olan Şûray-ı Devlet’in (Danıştay) kurulmasına sebep olmuştu.”[12]
Kitabın bu bölümünden sonra Ali
Suavi’nin genel olarak eleştirildiğini ve kitabın başlangıcında tasvir edilen
Ali Suavi’den başka bir suretle bahsedildiğini görüyoruz. Bu anlatımda Ali
Suavi’nin Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin amaçlarında uzaklaşmasının doğrudan
alakası vardır. Mustafa Fazıl Paşa’nın cemiyet için oluşturduğu sandığın
yönetimi Ziya Bey’deydi ve para konusunda Mustafa Fazıl Paşa’ya yalan ihbarlar
gönderiliyordu. Bu ihbarları Mustafa Fazıl Paşa dikkate almadı. Mektupların
çoğunu okumadan geri Ziya ve Namık Kemal Beylere gönderdi. Ali Suavi, Yeni
Osmanlılar Cemiyeti’nden farklı bir yayın yapması ve ihbar ile ilgisi olması
nedeniyle Muhbir gazetesinin parası kesilmişti. Ama Ali Suavi’ye maaş ödenmeye
devam edildi. Ali Suavi’nin yayınlarından örnekler veren yazar, metinlerin
gerçek dışı olduğu ve İngiliz seviciliği yaptığı üzerinedir; “Bu zat bana evinin üst katında, sayısız
kitaplar ve yazılı kâğıtlarla kapısına kadar dolu bir oda gösterdi; sonra
gözleri yaşlarla dolmuş olarak bana dedi ki:
—
«Bütün şu kâğıtları ve kitapları görüyorsun ya; işte otuz beş yıldan beri salt
Osmanlıların iyiliği ve hak ettikleri yükselmeyi elde etmeleri uğruna yazmış
olduğum kitapların ve mektupların örnekleri ve müsveddeleri île meydana
gelmiştir.»
O
sırada yanımda bulunan tanınmış İngiliz bilginlerinden biri kulağıma eğilerek
dedi kî:
—
«Kendisi şimdiye kadar, Osmanlılar uğruna, sadece öz kesesinden kırk bin lira
sarf etmiştir.»”
Örnek verdiği metinler genel olarak bu yöndedir ve uydurma olduklarını
kanıtlamak için yazar deliller sunma gereği duymuştur. Ali Suavi üzerine
söylenen İngiliz seviciliğinin daha iyi anlaşılması için bir parça daha
verelim: “Başka bir zat tarafından davet
olunduğumdan, ona da gitmiştim. Bu da İngilizlerin soylu ve zengin ailelerinden
biriydi. Bu zat da İslâmların ahlâklarına ve dîn yönündeki tutumlarına öylesine
âşık ve öylesine onların iyiliğini isteyen (!) biridir ki, nasihatlarını sadece
Osmanlı hanedanına hasretmekle yetinmedi. Araplarda, Hindistan’da, Türklerde,
Çin’de mevcut ne kadar Müslüman varsa hepsini tek bir bütün halinde
görmekteydi. Bu arzusunu gerçekleştirmek imkânlarını arayarak kâh İstanbul’a,
kâh Arabistan’a, kâh Hind’e, kâh Çin’e durmaksızın seyahatlar düzenlemekte ve
kutsal bildiği amacı uğruna bütün malım mülkünü harcamaktadır. Bunun böyle
olduğu bütün hayırsevenler tarafından da bilinmektedir”. Ebüzziya, bu karakterlerin
Ali Suavi’nin uydurmasından başka bir şey olmadığını ortaya koymaya çalışmıştır
ki metni okuyan çoğu insan buna bugün ikna olur. Acaba, Muhbir’in çıktığı zamanda halk üzerinde etkisi neydi?
Mustafa Fazıl Paşa’nın, padişah
çağırdığı için şükran borcu olarak Yeni Osmanlılar Cemiyetini dağıtacağını bir
söylenti olarak kitapta görürüz. Bu söylentinin içinde Paşa, sırf İstanbul’a
dönebilmek için cemiyeti desteklediği de vardır. Bir prensin kendi çıkarı
olmadan bir inkılap hareketine yardım etmeyeceği değerlendirmesini Ebüzziya’nın
kendisinin de yaptığını görürüz. Bu söylentilere rağmen Yeni Osmanlılar
Cemiyeti’nin kapatılması gibi bir durum gerçekleşmedi. Ziya Bey’e Mustafa Fazıl
Paşa, bir mektup yazarak Muhbir
gazetesinin yolun amaca yararlı olmadığından, Hürriyet’i çıkarmalarını temenni etti. Bunun üzerine Namık Kemal ve
Ziya Bey’de Ali Suavi’ye bir mektup yazarak cemiyetin adını kullanmamasını
isterler. Hürriyet gazetesinin
çıkacağı bu zamanlarda Ziya Bey, veraset konusunda ikinci bir mektup
hazırlamıştı. Ebüzziya, bu mektubu direk İstanbul hükümetine savaş ilanı olarak
değerlendirir ve Yeni Osmanlıların kesin olarak eyleme geçişi olarak tanımlanır.
Mektubun içinde Fuat Paşa’yı tahtı ele geçirme düşüncesi ile suçlar. Veraset
babadan oğula şeklinde değişirse ve Abdülaziz ani bir şekilde ölürse, tahta
çocuk yaşta olan Yusuf İzzettin Efendi geçirilir; Fuat Paşa’ya göre kendisinden
başka kim vasi olabilir ki, vasi olunca da bir şekilde çocuk padişahı ortadan
kaldırarak Osmanlı tahtını ele geçirecektir. Böylelikle babasının intikamını
Osmanoğulları’ndan almış olacaktı. Ziya Bey, belki halk uydurması olabileceği
yönünde bilgi verse de, yazar Ziya Bey’i burada eleştirerek onun uydurmasından
başka bir şey olmadığına dipnot düşmüştür. Farklı kesimlere saldırı içeren bu
mektup, hükümet görevlilerine ve değişik devlet görevlilerine gönderildiği gibi
halkın okuması için de faaliyetler gerçekleştirildi. Halkın veraset sistemi
değişikliği düşüncesinden dolayı Âli ve Fuat Paşalara lanet okunduğunu görürüz.
Yazar bu mektupların olumlu bir propaganda olduğunu ve halkın Yeni Osmanlıları
daha iyi tanıdığı değerlendirmesini de yapmaktadır. Bu mektubun nasıl
dağıtıldığı konusuna gelince, Mustafa Fazıl Paşa’nın mektubu gibi yurtdışında
basılıp, yabancı postalar aracılığıyla dağıtılmıştır.[13]
Türk edebiyatında önemli bir
hiciv olarak değerlendirilen Ziya Paşa’nın Zafername’sini
yazar, Âli Paşa’nın meslek hayatındaki en büyük tedirginliğini bu manzume
yüzünden duyduğu değerlendirmesini yapar. ÂlîPaşa’ya karşı yazılan bu
Zafername’de “Padişâhın adı vardır
yalınız dillerde Zâtıdır taht-ı hükümette hakîki fa’al”[14]
gibi beyitleri okuruz. Manzumeyi de Âli Paşa ile ilişkisi olan birisinin
ağzından yazmıştır ve bu isimlere de hakaret içerir: “Fazıl-ı pîre ateh gelse de söyler medhin/Soy köpek, kalmasa da dişleri
durmaz battal/Dalkavuldukta, müdârâda zamanım geçti/Olmadım şimdiye dek
mazhar-ı feyz ü âmâl”[15] Yine
aynı zamanlarda İstanbul’da Âli Paşa ve İsmail Paşa’yı hedef alan iki dörtlük
sokaklarda dolaşıyordu; “İki gaddar-ı
biîmâna düştü Mısr ü İstanbul;/Ki havf etmezler Allâh’tan, utanmazlar
ahaliden./Biri mesned-nişinîdir, biri hem-nâmı Fir’avn’ın,/Hudâ İslâmî tahlîs
eylesin vali ve Âlî’den”[16]
İkinci dörtlük ise direk Âlî Paşa’yı hedef almaktaydı; “Âlî bu devleti sana muhtaç gösterip/İkbâl ve devletinde bakaadan ümmîdi
kes;/Bilmem nedir lüzumu vücûd-ı habisinin./Dünyayı boynuzun mu tutar hey öküz,
teres”[17]
19 Haziran 1868 tarihinde Hürriyet gazetesi ilk sayısını Londra’da
çıkarıyor. Yazara göre gazetenin amacı, siyaset ve özgürlük fikirlerinin halka
yayılmasıydı. Gazetenin ilk sayısının ilk makalesinde hükümettekiler
eleştirilmekteydi; İstibdatçı olmaları, topluma hizmet etmemeleri, hakları
ayaklar altına alan, kendi mevkileri ve makamları için her şeyi yapmak gibi
suçlamalar yöneltiyorlardı. Bu makalede Yeni Osmanlılar’ın bir araya
gelmesindeki amaç olarak, “tek kelime
ile, ezeli olan meşru adaleti” ülkeye “meşrutiyet
aracılığıyla” gerçekleştirmek olarak verilir[18]
ve makale içinde meşrutiyete özellikle vurgu yapılır.
Kitabın altıncı bölümüne
gelindiğinde Ali Suavi’nin bir iftirası anlatılmaktadır; Reşat Bey’in karısına
gönderilmek üzere sahte bir mektup hazırlatmıştır. Mektupta bir Fransız kadını
Reşat Bey’in metres olarak aldığı yazılmışsa da, yalanın kısa sürede ortaya
çıktığını görürüz. Burada Ali Suavi’nin Yeni Osmanlılar’a düşman kesildiği anlatılır.
Avrupa’daki Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nde olanların Ziya Bey, Agâh Efendi, Namık
Kemal, Mehmet, Reşat ve Nuri Beylerden ibaret olduğu söylenir ve Ali Suavi’nin
başından beri bu kişilerden duygu, eylem konusunda farklı olduğu belirtilir. Yeni
Osmanlılar Cemiyeti’nden olan Mehmet Bey, İstanbul’a girmenin bir yolunu
bulmuştur. Okuldan İtalyan bir arkadaşı aracılığıyla, siyasi faaliyetlerini
bitirmiş olarak değerlendirilen Carbonari Cemiyeti üyeleriyle tanışır; İşçi
kılığında İtalyan gemisi ile İstanbul’a girmiştir. Mehmet Bey, Nasuh Efendi’nin
evini ziyaret etmesindeki amaç, onu yeniden özgürlük ve vatan savaşına sokmak
olduğunu görürüz. Yaşı ilerlemiş olan Nasuh Efendi’den vaaz, nasihatle,
derslerle ve telkinlerle halk arasında meşrutiyet fikrini yaymasını istiyordu.
Nasuh Efendi’nin bu faaliyetlerinin halk arasında etkili olacağını
düşünmekteydi. Mehmet Bey’in İstanbul’daki ikinci girişimi, İstanbul dışına
gitmek zorunda kaldıkları, kitapta ispiyoncu olarak tanımlanan kişi ile
görüşmekti. İspiyoncuyu burada öldürmekle tehdit eder ama ona kendisini
savunmak için bir şans verir; İhbarcı olmadığını kanıtlaması için yeni bir
buluşma yeri söyleyerek ayrılır. İstanbul’da olduğunun anlaşıldığı bilgisi Mehmet
Bey’e geldi. Bunun üzerine Mehmet Bey, Fransız elçiliği aracılığıyla, Marsilya
Vapuruna binerek İstanbul’dan çıktı. İstanbul’da olduğunu hükümete bildirenin
ise kitapta ispiyoncu olarak adlandırılan kişi olduğuna emindir.
Ali Suavi’den sonra Kâni Paşazade
Rifat Bey’in cemiyetten olaylı bir şekilde ayrıldığını görürüz. Rifat Bey, Ziya
Paşa ve Namık Kemal’e, Mustafa Fazıl Paşa’nın ağzıyla sahte bir mektup
yollamıştır. Mektubun gerçekliğine ilk başta inansalar da, Reşat Bey’in gelerek,
Mustafa Fazıl Paşa’nın böyle bir mektubu kaleme almayacağını, üslubu olamayacağını
anlatmasıyla olay çözülür. Kâni Paşazade Rifat Bey, cemiyetten ayrılmakla
kalmaz ona karşı faaliyetlerde bulunur ve yayınladığı bir broşürde “kendi meşru hükümetleri aleyhinde hatta Rus
ve Yunan gazetelerinin bile yazamadıkları uydurmaları, başkalarının imzalarını
kullanarak, türlü yollarla dünyaya”[19]
yollamakla suçlar. Ali Suavi’yi ise dine iftira atmakla suçlarken Ziya Bey’i
kendini beğenmiş, kendi reklamını yapan, işe yaramaz biri olarak mektubunda
tarif eder. Kalemle devlete ve padişaha isyan eden birisi olduğu suçlamasını
getirir. Ali Suavi de işe yaramaz biri olarak tasvir edilir, buna rağmen;
kibrinden ve azametinden geçilmeyen biridir. Bunların davalarının alçakça
olduğunu ve bunu reddetmemenin mümkün olmadığını belirterek 1869 (12 Ramazan
1286) tarihli yazısını bitirir. Ebüzziya Tevfik, broşürün bitimi ile yazıyı
eleştirmeye başlamaktadır. Ali Suavi’yi körü körüne kınamasını, Rifat Bey’in
kınanması için yeterli sebep olarak görür. Rifat Bey’i cemiyete katılan biri
olarak ve kutsal amaca ihanet ile suçlar. Reşat Bey’in 17 Ocak 1870 tarihli mektubunu
verir ve bu mektupta cemiyete girmiş olan Rifat Bey, casus olarak suçlanır. Bu
mektubun yayınlanması sıralarında Hürriyet’te
bir bildiri yayınlanır; bu bildiride vatanın içinde bulunduğu tehlikeden
çıkarılması, tehlikeye sebep olanların fesatlarını ortaya koyarak çıkar yola
ulaşmak için, kutsal amaç içerisinde tek vücut halde birleştikleri yer
almaktadır. Rifat Bey’e broşürü yazdıranın Âli Paşa’nın olduğu, yazılanların
süprüntüden ibaret olduğunu ve bunları yazanlarla muhatap olmayacaklarını
söyledikleri gibi Âlî Paşa’nın da bunların seviyesinde yer aldığı yazılır.
Yeni Osmanlılar Cemiyet’inin
hükümeti tek desteklediği konu belki de Mısır meselesiydi. Mısır Hidivine sille
indirirken, Osmanlı Devleti’nin haklarını savunuyorlardı. Osmanlı halkını konu
hakkında bilgilendirmek için, Hürriyet’te
önemli bir bölüm ayrıldığını yazar söylemektedir. Eyalet valiliğinin yabancı
devletlerle böyle resmi ilişkilere girdiği görülmüş şey değildi. Bâbıâli’nin
vermiş olduğu protesto notası, bu çerçevede desteklenmiştir. Hürriyet gazetesi bu sırada, Mısır
meselesinde Osmanlı Devleti’nin haklarını sonuna kadar savunmayı kendisi için
en başta gelen görevlerden bellediğini görmekteyiz. Mısır Hıdivi İsmail Paşa,
Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ni Mustafa Fazıl Paşa’nın kişisel çıkarlarını
destekleyen bir yığın olarak görüyordu. Bu yüzden daha tatminkâr bir para ile
onları satın alma fikrine kapılmıştı. Hıdiv İsmail Paşa’nın adamı Felâtun Paşa,
Yeni Osmanlıların en güçlü isimlerinden olan Namık Kemal Bey’le görüşmek
istiyordu. Görüşmeyi bin bir yol deneyerek başarsa da sonucuna ulaşamadı.
Teklif; 40 bin altınlık bir çek karşılığı Mısır meselesinde, İsmail Paşa’nın Hürriyet’te desteklenmesiydi. Namık
Kemal, büyük bir öfke ile bu teklifi ret etti ve Hürriyet gazetesinde satılık olmadıklarını da yazmıştır. Yeni
Osmanlıların Mısır meselesinde, Hükümetin yanında bulunmasını Âli Paşa’nın
tedirginlikle karşıladığını değerlendirmesi yapılır. Mısır Hıdivliği konusunda
umutlanan Mustafa Fazıl Paşa, Yeni Osmanlılara Hürriyet Gazetesi’nin bir süre
yayınına ara vermesini istediği mektubu adamı Sakakini’i gönderir. Mektubu alan
Sakakini, Yeni Osmanlıların ileri gelen isimleri Ziya, Namık Kemal ve Agâh
Efendi’ye mektubu sundu. Üçünün arasında geçen tartışmalar sonrası Namık Kemal,
Hürriyet’ten imzasını çekeceğini
açıkladı. “İşe Şeytan Karışıyor”[20]
bölümünün başlığından da anlaşılacağı gibi, bu olay cemiyet içerisinde
bölünmelere sebep oldu. Namık Kemal’in imzasının çekme kararı ve bu olay Ziya
Paşa’yı çileden çıkaracaktı. Ziya Paşa, Mustafa Fazıl Paşa’nın haklarını
savunmak ve veraset hakkını yeniden sağlamak için burada olmadıkları tepkisini
verdikten sonra, Fazıl Paşa’nın bundan sonra parasına lüzum olmadığı haberini
göndermiştir. Namık Kemal ise Mustafa Fazıl Paşa’nın isteğine uymuş olsa da
yayın hayatından uzak kaldığı için üzgündür. Mustafa Fazıl Paşa’nın bu
kararında Âli Paşa’nın etkisi olduğu düşüncesi onu daha bir üzüntüye sokuyordu.
Namık Kemal, son yazılarını yayınladıktan sonra, 6 Eylül 1869 günü Hürriyet gazetesindeki yazı görevine son
verdi. Mısır Hidivi İsmail Paşa’nın adamı Felâtun Bey, Ziya Bey’le görüşmek
için planlar yapmaya başlamıştı. Ziya Bey’le görüşmekle kalmamış, Ziya Bey’in
bankasına 750 bin Frank yatırma başarısına ulaşmıştı. 13 Eylül 1869 tarihinden
itibaren Hürriyet gazetesinin yeni
bir dönemi başlamıştır. Hürriyet
artık İsviçre’de, Cenevre’de yayınlanmaya başlamış ve Âli Paşa’yı kötülemek
için çalıştığı değerlendirmesi yapılır. Ebüzziya’nın Mısır Meselesi konusunda
politikasını övdüğü Âli Paşa, İsmail Paşa’nın karşısına dikilmiş olduğu için ve
Ziya Bey’in ÂlîPaşa düşmanlığı sonucu yayınlar Âli Paşa aleyhine yapılıyordu.
Ziya Bey’in Âli Paşa konusunda kişisel kinleri olduğu değerlendirmesi
sonrasında Hidiv İsmail Paşa’yı haklı gösteren bir mektupla karşılaşırız. Âli Paşa’nın
Mustafa Fazıl Paşa aracılığıyla Hürriyet’i saf dışı etme planının sadece, Namık
Kemal’i saf dışı bıraktığını ve daha zehirli bir isim olan Ziya Paşa’nın eline
geçtiği değerlendirmesi ilginçtir. Ziya Paşa’nın Âli Paşa’nın siyasi
görüşlerinden önce kişisel düşmanı olduğu düşüncesini görürüz. Artık, Hürriyet, Hidiv İsmail Paşa’nın parası
ile besleniyordu ve Âli Paşa, yanında yeni düşmanı Mustafa Fazıl Paşa’ydı. Ziya
Paşa, bu olaylar sonrasında Zafername’nin
Rüya bölümünü kaleme almış, Âli Paşa ile Mustafa Fazıl Paşa’yı hedef tahtasına
koymuştur. Âli Paşa, bu ayrılığa inanmıyor, Namık Kemal’in de kendisine karşı
takma adla saldırıda bulunduğunu düşünüyordu. Eğer, ayrıldıysa Hürriyet’te yazılan bir yazı ile bunu
herkese göstermesini istiyordu ve Mustafa Fazıl Paşa’nın hatırını kıramayarak
böyle bir yazıyı Hürriyet’e yolladı.
Ziya Bey ise 7 Ocak 1870 tarihli bu yazıyı yayımlamazdı. Çünkü Yeni Osmanlılar
Cemiyet’inin iflası anlamına gelirdi. Fakat, Mustafa Fazıl Paşa aracılığıyla Âli
Paşa Namık Kemal’e baskı yapıyordu. Ziya Bey, basmayınca Namık Kemal böyle bir
yazıyı kendisi yayınlamak zorunda kaldı. Âli Paşa bu yazıyla cemiyetin
dağılacağını düşünüyordu ama yazar, cemiyetin sadece ikiye ayrıldığı
değerlendirmesini yapmaktadır.
Kitabın “İnkılâb”[21]
bölümünün dipnotunda Hüseyin Vasfi Paşa’nın Abdülaziz’in saltanat kayığının
üzerine römorkör sürerek batırmak istediğini görürüz. Bu adamın Cenevre’de
çıkardığı İnkılâp gazetesi konu edilmiş ve ihtilalci bir gazete olarak
değerlendirilmiştir. Açıkça halkı ihtilale davet eden bu gazetenin hedef
tahtasındaki doğrudan Sultan Abdülaziz’dir. Abdülaziz’e getirilen bu
kötülemeleri Ziya Bey’in savunmak zorunda kaldığı söylenir; asıl kusurlu
padişahın değil de, devlet adamlarıdır. Âli Paşa’nın ve Bâbıâli’nin entrikaları
ve yalanları sonucu padişahın elini işten çekerek devlet ve milletle ilgili
meseleleri bırakmak zorunda kalmıştır. Padişaha karşı ihtilalden önce yapılacak
şeylerin olduğu ve hükümet üyeleri denilen fesatçıların değiştirilmesi,
işbaşından uzaklaştırılması yazarın fikri olarak verilir. Ancak, iş
başındakiler değiştirildikten sonra ıslahata karşı tavır alırsa, deli olduğunu
kabul etmeli ve tahttan uzaklaştırılmalıdır. İnkılâb gazetesinin fikrini
değiştirmediği görülür; halife ve padişahı tahttan indirerek yeni bir halife ve
padişah ile meşrutiyeti kısa yoldan getirsek daha iyi değil mi, sorusunu
yazılarında sorarlar.
İnkılâb gazetesinin içeriğinden
bahsettikten sonra yazarın, tekrardan Ziya Bey’in Zafername’sinin Rüya bölümünden bahsettiğini görürüz. Burada yine
Meşrutiyet vurgusu yapılır. Bunun ardından Âli Paşa’nın Avrupa basınına
yolladığı ustaca hazırlanmış olarak değerlendirilen, Mısır Hidivi konusundaki
siyasi yazısına yer verilir. Âlî Paşa yazısında; 1840 tarihinde İngiltere,
Avusturya, Prusya ve Rusya Devletlerinin ortaklaşa rızaları ile verilmiş
fermanın hükümlerini uygulamaya davet etmişti. Ziya Paşa ise Veraset Mektupları
ile Mısır’a verilen imtiyazları kınamış olsa da, Hidiv İsmail Paşa’dan para
almaya başladıktan sonra “Osmanlı
Devletine Mısır Eyaleti mi lazım, yoksa Âli Paşa mı?”[22] başlıklı
makalelerle Âli Paşa’yı eleştirme yoluna gidiyordu. Ziya Bey, Hürriyet’te Mısır Hidivi konusunda yalan
haberler yazarak, Âli Paşa’yı ve hükümeti halkın gözünden düşürmek istiyordu.
Yazarın değerlendirmesine göre bu yalan haberler Hürriyet’i halk gözünden düşürmüştür.
Ali Suavi, Paris’te on maddelik
bir mahkeme sureti düzenlemiş, bunda halka yüce divan kurdurarak Âli Paşa’ya
ölüm cezası verilmesi için teşvik etmiştir. Ziya Paşa’nın bu yazıyı doğrudan Hürriyet’te yayınlaması üzerine, Âli Paşa,
Londra mahkemelerine dava açtırdı. Yazar bu davranışta Âli Paşa’yı haklı
görmektedir. Ziya Paşa, kefalet parasını yatırarak Cenevre’ye geçti. Hürriyet’te yayınladığı bir makalede, Âli
Paşa’yı İngiltere devlet adamlarına para yedirmekle suçlar, bu devlet
adamlarının kanunları çiğneyerek Hürriyet gazetesini kapattığını yazsa da,
Ebüzziya dipnot vererek bu bilginin yalan olduğunu belirtir. Ziya Paşa’nın ağır
bir ceza alacağını anlayınca Londra’yı terk ettiğini anlatır. Ziya Paşa,
gazeteyi kapatmış ve kitapta son olarak Zafername’nin
Hüsnü Paşa ağzından olan kısmını tamamlamış, İstanbul’da gizli gizli
dağıttırmıştı; Ebüzziya, bu Zafername’nin
Âlî Paşa’yı kahrettiği değerlendirmesini yapar.
Paris’te bulunan Namık Kemal,
Alman-Fransız savaşının çıkmasıyla beraber, Nuri Bey’le Brüksel’e göç etmiş,
Reşat Bey, Fransa’ya konuk olarak giderken, Mehmet Bey de Cenevre’de İnkılâb gazetesini yayınlıyordu. Namık
Kemal, Brüksel’den babası aracılığıyla, Mustafa Fazıl Paşa’ya durumu bildirmek
üzere haber yollamıştır. Hüsnü Paşa, Âli Paşa’dan özür dileyen mektubu
yollayarak, ülkeye dönebileceğini anlatan mektubu Namık Kemal’e göndermişse de
Namık Kemal sert bir cevap vermiştir. Hürriyet
mücadelesinden dolayı kimseden özür dilemeyeceğini belirtiği gibi, Mustafa
Fazıl Paşa’ya da ağır sözler sıralamıştı. Âli Paşa’nın mühürdarı ile Viyana
elçisinden mektuplar Namık Kemal’e geldi; İstanbul’a dönmek de hür olduğu,
yaptıkları için kınanmayacağı ve Âli Paşa’nın dönmesini arzu ettiği
mektuplardı. Namık Kemal, İstanbul’a dönünce Âli Paşa görüşmeye çağırmıştı ve
görüşmelerinde Âli Paşa’nın büyük bir iltifatla karşıladığı görülür. Bu ilk
buluşma sonrasında başka buluşmalarda gerçekleşecekti. Âlî Paşa samimi olarak Namık
Kemal ile uzlaşmak istiyordu. Görüşmelerde Alman-Fransız muhabbeti üzerine uzun
konuşmalar olunca, ÂlîPaşa, bu konuda Namık Kemal’den bir rapor hazırlamasını
ister. Namık Kemal’in hazırladığı bu raporun içinde Hürriyet ile ilgili
fikirlerin de serpiştirildiği görülür. Fakat, Âli Paşa, Namık Kemal’i bir dost
olarak gördüğü için bu raporu iltifatla karşılamıştır. Âli Paşa’nın dostları
ile yaptığı buluşmalara katılan Namık Kemal, hürriyet konusunu açmaktan hiç
çekinmemiştir. Âli Paşa’nın da muhabbete katılmaktan geri durmamıştır.
Ziya Bey, İsviçre’de, Agâh Efendi
Belçika’da, Ali Suavi İngiltere’deydi ve bu yüzden yazar Yeni Osmanlılar mevcut
bile olsa, darmadağın olduğu değerlendirmesini yapar. Bu değerlendirmeden sonra
Âli Paşa’nın hastalanması, devlet işlerinin felce uğraması, Âli Paşa’nın tek
adam olmasının sonuçları konu edinir. Âli Paşa’nın yurtsever birisi olduğuna
şüphesi olmadığını belirten yazar, onun tek adam olma çabasını özellikle
eleştirmiş ve Âli Paşa’nın siyasetine inanan biri olmadığını belirmiştir. Âli Paşa’nın
6 Eylül 1871 tarihindeki ölümüyle, sadrazamlığa Mahmud Nedim Paşa gelmiştir.
Mahmud Nedim Paşa’yı gelir gelmez Padişaha yalanmakla suçlamıştır; “Efendimiz, memleketin ve bütün halkın sahibi
sizsiniz. İstediğinizi buyurur, istediğinizi yaparsınız. Biz devlet adamları,
sizin birer kulunuz kölenizden başka şey değiliz. Siz ne söylerseniz onu yerine
getiririz. Kaldı ki sizin ağzınızdan çıkacak her söz bir kanun ve bir
kerâmettir. Şimdiye kadar Âlî Paşa bu hakkı sizden gaspetmişti. Artık elbette
dilediğinizi yapmakta serbestsiniz...”[23]
Bu tavırlarıyla Tanzimat Fermanı’nı zedelediğini belirtmektedir. Rus elçisi
İgnatiyef’in sadrazamın akıl hocası kesildiğini, sadrazamın Nedimof olarak
adlandırıldığını ve Rus elçisinin oyuncağı konumunda olduğunu yazar.
1867’de tutuklanan siyasi
suçlulara bir genel af çıkınca, Ziya Bey, Mehmet Bey, Nuri Bey ve Reşat Bey de
anayurda döndüler. Namık Kemal ve arkadaşları İbret adlı bir gazete çıkarmaya başladılar. İşlenen konuların
arasında yine Mısır Hidivliği vardır ve sadrazam İsmail Paşa ile ilişkide
olmakla suçlanır. İsmail Paşa, bir daha Namık Kemal’i ve İbret’i satın almaya
kalkar ama Namık Kemal onurlu bir şekilde ret eder. Fakat, İsmail Paşa, onlara
teklif ettiği parayla İbret gazetesini bir süreliğine kapattırmayı başarır. Mahmut
Nedim Paşa’nın Mithat Paşa ile çekişmesi ve devlete diğer verdiği zararlardan
dolayı sadrazamlıktan alınarak, yerine Mithat Paşa’nın getirildiği
görülmektedir. Mithat Paşa’nın sadrazam olması, kitapta gayet olumlu
anlatılmaktadır. Kısa bir süre sonra ise Mithat Paşa sadrazamlıktan alınarak,
yerine Mütercim Rüştü Paşa getirilmiştir (Sultan Abdülaziz’in bu sadrazam
değiştirme durumu eleştirilir).
Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre”tiyatrosu
yayınlanmış ve halk büyük bir ilgiyle izledikten sonra sloganlar atmıştı; “Yaşasın vatan, yaşasın millet, yaşasın
Namık Kemal.. Allah bizlerin muradını versin, biz muradımızı isteriz!..”[24]
Bu hükümette karşı bir durum algılanmış ve çeşitli hükümeti eleştirilen yazılar
kaleme alınmıştır. Ebüzziya, Mustafa Fazıl Paşa’nın evine düzenli
ziyaretlerinden birini yaptığı sırada, Mustafa Fazıl Paşa sert bir çıkış
yapmıştır; “Bu yaptığınız rezaletler,
yazdığınız şeyler nedir? «Padişahın Viyana sergisine gidip gitmeyeceği meçhul
imiş,» diye yazmışsınız. Bu ne demektir? Burası cumhuriyet midir, yoksa siz
kendinizi enikonu şaşırdınız mı? Siz burayı ne sanıyorsunuz? Kendinize
ihtilâlci süsü mü vermek istiyorsunuz? Siz bunu serbestlik sanıyorsanız, şunu
biliniz ki buna serbestlik demezler. En açık bir deyimiyle sadece edepsizlik
derler. Kiminiz «ahali-i metbua» yazar, kiminiz padişah hazretlerinin lâkabını
kaldırarak sadece «padişah» deyip çıkarsınız. Şunu biliniz ki bu
taşkınlıklarınız artık çok ileri gitmiştir ve bunlara hükümet artık göz
yummayacaktır.”[25]
Bu olay sonrası Ebüzziya ile Mustafa Fazıl Paşa’nın ilişkisi tamamen
kesilmiştir. Bu olayın ardından İbret
gazetesinin padişah buyruğu ile kapatıldığını ve Mustafa Fazıl Paşa’nın sürgüne
gönderilme tehlikesi atlattığını öğrenecektir. Gazetenin kapatılması ardından
tutuklanma ve sürgün haberini de alacaklardır. Ahmet Mithat (Yeni Osmanlılarla
alakası yoktur, başka sebep ile sürgüne gönderilmiştir) ile Ebüzziya Tevfik
Rodos’a, Namık Kemal Kıbrıs Adasında Magosa’ya, Nuri Efendi Akka’ya sürgün
edilmişlerdi. Sürgün yerlerine götürülürken konuşulacak konulardan biri,
şehzade Murat Efendi meselesiydi. Abdülaziz’e çevresinden Şehzade Murat
Efendi’nin yerine tahta çıkarılacağı devamlı doldurulduğu değerlendirilmesini
yapar. Ebüzziya, şehzade ile görüşecek bir şeyi olmadığını ve bu konuda Namık
Kemal’i uyardığını ısrarla söylemektedir. Namık Kemal’in Murat Efendi ile bu
ilişkisinin sürgünün en büyük sebebi olduğu da sürekli vurgulanır. Burada asla
Namık Kemal’i kötülememekte, sadece hata yaptığını düşünmektedir. Hatta, bu
konuda eleştiriler yöneltirken aynı zamanda, övgü dolu yanlarından da
bahsetmektedir. Yine de Şehzade Murat taraftarı olmadığı halde ki Namık
Kemal’in öyle olduğunu vurguluyor, sürgüne yollanmayı kabul edememiştir.
Sürgünün asıl sebebinin bu taraftar gibi gözükmelerinin olduğuna kanı
getirmişti. Cemiyetten sadece Namık Kemal’in veliaht taraftarı olduğunu
diğerlerinin olmadığını özellikle belirtmektedir. Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin
sonunun gelmesini ise şu satırlar anlatmaktadır; “Yeni Osmanlılar Tarihi’nin 1873 olayı ile; yani Kıbrıs, Rodos ve
Akkâ’ya sürgün edilenlerle bir münasebeti vardır. Çünkü bu sürgün, salt şehzade
Murat Efendi yüzünden meydana gelmişti. Yeni Osmanlılar’ın amacı,
memleketimizde meşrutiyeti ilân etmek, parlamenter bir yönetimi uygulamaktı. Bu
konudaki bütün çalışmalarda ve yayınlarda hemen daima şehzade Murat Efendi’nin
kişiliği belirleniyordu. Bu demektir ki, 1873 olayı Yeni Osmanlılar Tarihi’nin
son bölümünü teşkil eder. Yeni Osmanlılar'ın ana amaç edindikleri Meşrutiyet
ise, kısa bir süre sonra gerçekleşen saltanat değişikliği ile gerçekleşmiş'
olduğundan, onun adına olan tarih, yani Yeni Osmanlılar'ın çalışma ve
görevlerinin bitimi de o günlere rastlar. Ondan sonra «Yeni Osmanlı» diye ne
bir kişi, ne de bir topluluk göze çarpar.”[26]
Bu bölümden sonra kitabın
hazırlayıcısı (Şemsettin Kutlu) bize olan olaylar hakkında kısa bir bilgi
vermektedir. Şeyhülislam Hayrullah Efendi, Kayserili Ahmet Paşa (Bahriye
Nazırı), ve Mithat Paşa; Sultan Abdülaziz’i tahttan indirmeye karar verdiler.
29/30 Mayıs 1876 gecesi Sultan Abdülaziz tahttan indirilerek Beşinci Murat
Padişah ilan edildi ve siyasi sürgünlere af çıktı. Beşinci Murat’ın akıl
hastası olmasının anlaşılmasıyla İkinci Abdülhamit Padişah olurken, Meşrutiyet
de ilan edildi. Ali Suavi’nin 1878 tarihinde Çırağan Sarayı’nda Abdülhamit’i
tahttan indirme girişimi sırasında ölümü burada dikkat çekicidir.
SONUÇ
Ebüzziya
Mehmet Tevfik’in tefrika halinde hazırladığı kitap; bize Yeni Osmanlılar
Cemiyeti konusunda önemli bir kaynak sağlamaktadır. 1865 yılında kurulan
cemiyetin hükümete karşı faaliyetlerini gözler önüne sermektedir. Hücre tipi
olarak kurulan Yeni Osmanlılar Cemiyeti, meşrutiyeti ilan etmek için
Abdülaziz’e karşı muhtıra girişimine kalkışmışlarsa da, başarısız olmuşlardır.
Tutuklananlar olduğu gibi birçok üye Fransız elçiliği yolu ile yurt dışına
kaçmayı başarmıştır. Mustafa Fazıl Paşa’nın desteği ile hükümet karşıtlığı
faaliyetlerine yurt dışında devam etmişlerdir. Yeni Osmanlılar Cemiyet’inin
genel olarak Fransa’ya hayran olduğunu görürüz ki Ebüzziya Mehmet Tevfik de
bunlardan birisidir. Fransa’nın ve Fransız elçiliğinin Osmanlı hükümetine karşı
faaliyetler yapan Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ne koruma sağladıklarını görürüz.
Ali Suavi ise İngiltere hayranıdır ve İngiltere’yi över. Bu insanlar bu yabancı
ülkelerin, özellikle Fransa’nın özgürlükçü düşüncelere karşı hayranlık duyarak
desteklediklerini düşünmekteydiler. Bu ülkelerin kendi çıkarları için bu
insanları kullanma niyetinde oldukları düşüncesine Ebüzziya Mehmet Tevfik’in eserinde
yer verilmediğini görmekteyiz. Mustafa Fazıl Paşa’nın kendi çıkarları için Yeni
Osmanlılar Cemiyet’ini desteklediği görüşü olsa da, genç cemiyet üyeleri ilk
başta onun hürriyet düşüncesi için mücadele ettiğine inandığı görülür. Ali
Suavi’nin cemiyetten ayrılmasında Mustafa Fazıl Paşa’nın etkisi de vardır. Yeni
Osmanlılar Cemiyet’i ile de zıt bir çizgi çizmesi ayrılışı için sebep
gösterilir. Yeni Osmanlılar Cemiyet’inin yurt dışındaki ayrılıklarının ilki
olarak Ali Suavi’yi görürüz. Kani Paşazade Rifat Paşa’nın cemiyetten ayrılması
kendi kararı gibi gözükmektedir. Mustafa Fazıl Paşa’nın Mısır Hidivliği için
ümitlenmesi ve Hürriyet’in geçici
süreliğine yayına ara vermesini istemesi, Yeni Osmanlılar Cemiyet’ini kendi
çıkarı için kullanmak istediğinin en güzel örneğini oluşturur. Bu istek Namık
Kemal ve Ziya Paşa’nın ayrılıklarına sebep olmuştur. Hürriyet’i çıkarmaya devam eden Ziya Paşa, Mısır Hıdivi İsmail
Paşa’dan yardım almaya başlayınca Âli
Paşa ve Mustafa Fazıl Paşa’ya karşı yayın yapmaya başlamıştır. Ziya Paşa’nın
Mısır Hıdivliği konusunda İsmail Paşa’yı desteklemesine kadar, Yeni Osmanlılar
Cemiyet’i Mustafa Fazıl Paşa’dan dolayı Osmanlı hükümetinin yanında olmuştur.
Yeni
Osmanlılar Cemiyet’inin direk hedefi Sultan Abdülaziz veya padişahlık değildir.
Cemiyet, ülkenin olduğu durumdan devlet adamlarını sorumlu tutmakta ve onları
eleştirmektedir. Devlet adamlarının kendi çıkarları ve makam için
yapmayacakları kötülük yoktur. Onun için yönetim şekli olarak Meşrutiyet
getirilmekle beraber bu kötü devlet adamları değiştirilmeli ve ıslahat yapacak
devlet adamları getirilmelidir. Bundan sonra eğer Padişah, meşrutiyete karşı
tavır alır ve yapılacak ıslahatlara karşı gelirse tahtından indirilerek yeni bir
padişah tahta çıkarılmalıdır.
Hükümet
karşıtlığı sadrazam olan Âli
Paşa üzerinden yürümektedir. Kendini beğenmiş olarak tasvir edilen Ali Paşa’nın
siyasetinin döneme göre çok geri olduğu vurgulanmaktadır. Padişahı devlet
yönetiminde devre dışı bırakmış bir sadrazam profilinde çizilen Âli Paşa,
çevresinde iyi devlet adamı da istemez konumundadır. Ebüzziya’nın Âli Paşa’yı
eleştirdiği en önemli konu tek adam olarak devleti yönetmesidir. Hastalığında
bu yüzden devlet işlerinin kilitlendiği eleştirisi dikkat çekicidir. Âli Paşa’nın ölümü
sonrasında gelen sadrazamlar genel olarak eleştiriye tabi tutulsa da, Mithat
Paşa bunun dışındadır. Hükümet karşıtı yapılan yayınlar ve Namık Kemal’in
Şehzade Murat Efendi’ye taraftarlığı Yeni Osmanlılar Cemiyet’inden kalan son
kişilerinden sürgüne yollanması ile cemiyetin son bulduğu değerlendirmesi
yapılır.
Hükümet
karşıtlığını gözlerinde meşrulaştıran iki ana mesele tespit edilmiştir. Bunlar
Meşrutiyetin ilan edilmesi ve kötü, ıslahat taraftarı olmayan, kendi mevkileri
ve makamları için her kötülüğü yapabilecek devlet adamlarının görevden
alınmalarıdır. Bu devlet adamları padişahı etkileri altına alarak ülke için
yapılacak ıslahat ve meşruti yönetimin önüne geçmektedir. Onun için bu devlet
adamlarına karşı yayın yoluyla savaş açılmış, halk bilinçlendirilmek
istenmiştir. Meşrutiyetin ilanının ise devlet içindeki bütün sorunlara bir çözüm
getireceği düşüncesi hâkimdir. İlk başta gizli bir cemiyet olarak kurulan
cemiyet, Padişah Abdülaziz’e bir muhtıra ile Meşrutiyeti ilan ettirmek istemesi
ve açıkça silahlı güçlerin bu girişimi engellemeye çalışacaklara karşı
kullanılacağı söylemi dikkat çekmektedir. Bu girişim faaliyete geçmeden
başarısız olduğu için, silahlı gücü sadece caydırıcı bir güç olarak mı, yoksa
direk kullanacakları sorusu cevapsız kalmaktadır. Bunun dışında hükümete karşı
faaliyetleri büyük oranda yayın şeklinde olmuştur.
KAYNAKLAR
Akgül, Adnan, “Ebüzziya Tevfik’in
Mekteb-i Sanayi Müdürlüğünden Uzaklaştırılması Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, İ.Ü. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c.
XXX, 2001-2003, s. 7-27.
Bolat, Bengü, “Milli Mücadele
Taraftarlığından Cumhuriyet Karşıtlığına Velid Ebüzziya”, Çağdaş Türkiye Araştırmaları Dergisi, c. XIV, sy. 28, Bahar 2014,
s. 149-174.
Ebüzziya Tevfik, Yeni Osmanlılar Tarihi, (Haz. Şemsettin
Kutlu), Hürriyet Yay., İstanbul 1973.
Ebüzziya, Ziyad, “Ebüzziya Mehmet
Tevfik”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. 10, 1994,
s. 374-378.
Ebüzziya, Ziyad, “Ebüzziya Velid”,
Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. 10, 1994, s. 371-373.
Mutlu, Gamze, Ebüzziya Tevfik’in
‘Ne Edatı’ İsimli Eseri ve Ne Edatı Üzerine Tartışmalar, T. C. Fatih Sultan
Mehmet Vakıf Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı
Anabilim Dalı, Yayınlanmış Yüksek Lisans, İstanbul 2014.
Kut, Turgut, “Matbaa-i Ebüzziya”,
Diyanet İslam Ansiklopodesi, c. 28, 2003, s. 114-115.
* Yüksek Lisans Öğrencisi,
yasin.etin@yahoo.com
[1]Ziyad Ebüzziya, “Ebüzziya Mehmet
Tevfik”, Diyanet İslam Ansiklopedisi,
c. 10, 1994, s. 374.
[2]Ebüzziya Tevfik, Yeni Osmanlılar Tarihi, (Haz. Şemsettin
Kutlu), Hürriyet, İstanbul 1973 s. 57.
[3] Ziyad Ebüzziya, a.g.m., s.
374-376; Adnan Akgül, “Ebüzziya Tevfik’in Mekteb-i Sanayi Müdürlüğünden
Uzaklaştırılması Üzerine Bazı Değerlendirmeler”, İ.Ü. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, c. XXX, 2001-2003, s. 8-15.
[4] Turgut Kut, “Matbaa-i Ebüzziya”,
Diyanet İslam Ansiklopodesi, c. 28, 2003,
s. 114-115.
[5] Bengü Bolat, “Milli Mücadele
Taraftarlığından Cumhuriyet Karşıtlığına VelidEbüzziya”, Çağdaş Türkiye Araştırmaları Dergisi, c. XIV, sy. 28, Bahar 2014,
s. 152; Ziyad Ebüzziya, “Ebüzziya Velid”, Diyanet
İslam Ansiklopedisi, c. 10, 1994, s.
372.
[6] Ziyad Ebüzziya, a.g.m., s.
377-378; Gamze Mutlu, Ebüzziya Tevfik’in
‘Ne Edatı’ İsimli Eseri ve Ne Edatı Üzerine Tartışmalar, T. C. Fatih Sultan
Mehmet Vakıf Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı
Anabilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2014.
[7] Konunun alındığı kitap olduğu
için sadece direk alıntılarda dipnot ile gösterilecektir; Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 81.
[8] Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 28.
[9]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 141.
[10]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 143.
[11]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 147.
[12]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 150.
[13] “1908 Meşrutiyetine kadar Türkiye’de -kapitülâsyonlar gereği olarak özel
yabancı postaneler vardı. Her güçlü devlet Türkiye’de kendine özgü bir posta
kurabiliyor, yurda istediği şeyleri sokup çıkarabiliyordu. Devletin bunları
kontrol yetkisi yoktu.” Ebüzziya, 1973, a.g.e.,
s. 203.
[14]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 206.
[15]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 209; “Şu yaşlı Fazıl, bunasa da seni över, çünkü dişleri çalışmasa
bile soyu yine de
köpektir...
Ömrüm dalkavukluk
ve ikiyüzlülükle geçtiği halde hâlâ bir
türlü gerçek
emellerime ulaşamadım..”
Ebüzziya Tevfik, 1973, a.g.e., s.
214.
[16] “Mısır ve İstanbul, iki imansız ve zalim adamın eline düştü. Bunlar ne
Tanrı’dan korkar, ne de halktan utanırlar. Bunlardan biri Firavun’un tahtında
oturmaktadır, öteki de onun bîr çeşit adaşıdır. Tanrı Müslümanları Mısır Valisi
İsmail Paşa ile Sadrazam Âlî Paşa’dan kurtarsın.” Ebüzziya, a.g.e., s. 215.
[17] “Ey Âlî Paşa, bu devletî mütemadiyen sana muhtaçmış, ortalıkta senden
başka devlet adamı yokmuş gibi göstererek daima mevki ve makamda kalacağından
ümidini kes. Sanki, şu kötü, değersiz varlığının çok mu gereği var sanıyorsun?
Hey teres, dünyayı boynuzlarının mı ayakta tutacağı kanaatindesin?”
Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 216.
[18]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 229.
[19]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 264.
[20]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 318.
[21]Ebüzziya, 1973, a.g.e, s. 334.
[22]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 358.
[23]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 408.
[24]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 489.
[25]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 500.
[26]Ebüzziya, 1973, a.g.e., s. 763.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder