DESCARTES'İN YÖNTEMİ VE TARİHE UYARLANMASI

16. yüzyılın sonunda dünyaya gelen Rene Descartes , 17. yüzyılda ortaya koyduğu düşüncelerle Aydınlanma Dönemi için önemli bir isim olmuştu...

3 Mayıs 2019 Cuma

BÜYÜK SELÇUKLU DÖNEMİ ANADOLU’YA TÜRK AKINLARI VE ÖNEMİ



Tasarım: Mustafa Çetin


BÜYÜK SELÇUKLU DÖNEMİ ANADOLU’YA TÜRK AKINLARI VE ÖNEMİ

Yasin Çetin*

GİRİŞ

Büyük Selçuklu İmparatorluğu döneminde Türklerin Anadolu’ya akınlarını ve yerleşme çabalarını Anadolu’daki yeni hâkim dil olacak Türkçe açısından değerlendirmeye alacağız. Onun için; önce Anadolu’da Türkçeden önce hangi dillerin hâkim olduğunu inceleyeceğiz. Anadolu’da Hitit, Frig, Lidya, Karia, Urartu, Klasik ve Helenistik, Roma dönemlerine bakacağız. İran’ın tarihine ve Selçuklu Devleti’nin kuruluşuna kısaca baktıktan sonra Büyük Selçuklu İmparatorluğu’ndan önce Türkler tarafından Anadolu’ya yapılan akınlara bakacağız. Çağrı Bey’in Anadolu’ya yaptığı keşif akını sonrası Türkmenlerin akınlarına bakacağız. Tuğrul Bey, Alparslan ve Melikşah dönemi Anadolu fetih hareketleri ile Anadolu’yu Türkleştirmelerini inceleyeceğiz.

Bu çalışmayla Selçuklu İmparatorluğu’nun Anadolu’da fetih hareketlerinde ne kadar etkin olduğunu anlarken, Anadolu’nun Türkleşmesinde en önemli görevi üstlendiğini anlamaktayız. Farsça ile Türkçe’nin Anadolu’ya girdiğini ve Anadolu tarihi için geniş bir Türkçe kaynak oluşturduğuna ise sonuç kısmında değinerek çalışmayı sonlandıracağız. Selçuklu İmparatorluğu dönemindeki bu akın ve fetih hareketleri, beylikler dönemi dediğimiz Türk Devletleri’nin, Anadolu Selçuklu Devleti’nin ve Osmanlı Devleti’nin kurulmasında gerçekten çok önemli mihenk taşı görevi görmüştür.

A.    BÜYÜK SELÇUKLULARA KADAR ANADOLU

Anadolu, uygarlık devrine en erken giren yerlerin başlarında gelir. Avcı-Toplayıcı(Paleotik) halklar açısından önemli bir araştırma coğrafyasını oluşturur. Son yıllarda Göbekli Tepe arkeolojik alanı bunun en büyük kanıtlarından birini bize sunmaktadır. Tarım ve yerleşik hayata(Neolitik)[1] geçişte sadece Çatalhöyük arkeolojik alanını bile düşünsek, ne kadar önemli bir araştırma alanı olduğu ortaya çıkacaktır. Doğu ve Batı arasındaki çatışmanın başladığı miti ile ünlü olan Bronz çağı kenti denilen Truva, tüm dünyanın ilgisini üzerinde toplamıyor mu? Şimdi Demir çağı halklarına bir bakalım Geç Hitit Devleti olarak adlandırdığımız kent devletleri, Urartu, Frigya ve Lidya’nın önemleri bile bize Anadolu’nun ne kadar önemli bir araştırma alanı olduğunu gösterecektir. Anadolu, çağlar boyu halkların ilgisini çeken bir coğrafya olmuştur.

Paleotik ve Neolitik dönemde hangi halkların yaşadığı hakkında bilgimiz yok denilebilir. Bu dönemde bile insanları kendine çeken bir cazibesi olduğu anlaşılmaktadır. En erken M.Ö. 3.000 yıllarında yaşayan halklar hakkında bilgimiz var. Bilinen ilk Hint-Avrupa dili olan Luvi halkı, Kafkas dili olduğu düşünülen Huri halkı ve kendine özgü bir dili olan Hatti halkı bu tarihlerde Anadolu’da yaşamaktadır. Üzerinde göç teorileri ve yerli halk içinden sivrilmiş olabilecek bir güç olan Neşa-Tevrat koşullanması ile Hitit halkı ismi ile anılan- halkının Anadolu’nun ilk imparatorluğunu kurduğuna şahit oluruz. Kültürel olarak da Hatti ve Luvi ağırlıklı olmakla beraber Hurri kültürü gibi diğer Anadolu kültürünü kendinde topladığını anlıyoruz. Hitit öncesi bilgilerimiz arkeoloji veriler yanında bir Sami halkı olan Asurların oluşturduğu ticaret ağı sayesindedir. Sümerlerden sonra yazı geleneğini Mezopotamya’da Sami halkları devam ettirmiş ve ticaret yoluyla Anadolu’ya taşımıştır. Kültepe belgeleri zengin bir Asur dilli belge barındırmaktadır. Asur Ticaret Çağı olarak adlandırdığımız bu dönemde kültürel öğelerde Anadolu’ya taşınmıştır. Hititlerin ortaya çıkmaya başlaması ile ise Neşa-Tevrat koşullandırması ile Hititçe- dilinin Anadolu’da kullanıldığını görüyoruz. Neşa dili sayesinde bugün Luvi dili ve Hatti dilleri hakkında da teferruatlı bilgimiz vardır. Neşalıların imparatorluğu ardından Anadolu’nun yerlisi olan Frigler, Luvilerden Likyalılara dönüşen halk, Geç Hitit Devletleri, Urartu’nun Anadolu’da varlık gösterdiğini görürüz.[2] Bunlar dışında Yunan halklarının bu çağlarda Anadolu’ya geldikleri ve yerli halklarla karıştıkları anlaşılmaktadır. Yine Ermeniler’de ilk defa bu tarihlerde Anadolu’da karşımıza çıkmaktadır.[3]

Bu bölümdeki amacımız çağlar boyunca Anadolu’nun ilgi odağı olduğu ve insan hareketi aldığını göstermektir. Batı’dan gelenler için en erken tarih Minos ve Miken hikâyelerinden çıkmaktadır. Truva hikâyesi herkesin bildiği bir hikâyedir. Bu hikâyeleri destekleyecek veriler olsa da en az onlar kadar eleştirel yaklaşan ve ikna edici kaynaklar sunanlar vardır. Frigler gibi halkların Balkanlardan Anadolu’ya göç ettikleri iddia edilir. Frigler ve Ermenilerin Anadolu’ya göç etmesi konusunda kaynaklar yetersizdir. Lidya ve Karya halkları üzerine ileri sürülen göç olgusu var ise de dillerinden Anadolu’nun yerli halkı olduğu anlaşılmaktadır. Balkanlarda Anadolu’ya göç ancak İskender sonrasında görülse de kültür ve inançsal akış olduğu söylenebilir. Balkan kökenli olan en bariz öğeler Orpheus ve Bakkhos olduğu görülür. Avrupa’dan Anadolu’ya ise sadece Galatlar(M.Ö. 279) göç etmiştir. Ön Asya’dan Anadolu’ya göç eden bazı Sami grupları günümüze Süryaniler olarak gelmiştir. Kilikya halkının M.Ö. 5. Yüzyılda Aramice kullanmaya başladığı anlaşılmaktadır. Samilerden sonra başka bir hareket Perslerin Anadolu’yu işgali sırasında gerçekleşmiştir. Pers elit sınıfların Anadolu’ya geldiği bilinmekteyse de bir Pers nüfusu Anadolu’da oluşmamıştır. Helenistik Dönemde Anadolu’ya özellikle Sardis ve başka sahil kentlerine göç etmiş Yahudi nüfus hareketi olmuştur. Araplar ise ancak Ortaçağ’da Anadolu’ya girmişlerdir. Birinci Binyılda Anadolu’da Yunanlıların Pamphilya, Aiol ve İon boyları görülür. Roma Döneminde Anadolu’ya Latin nüfusu gelmişse de Anadolu’da Latinleşme etkisi yaratmamıştır. Kafkas halkları ise Anadolu’ya göç etmiş diğer halk gruplarıdır ve bunların en önemlisi olarak Urartular karşımıza çıkar. Kafkaslar üzerinden Kimmer ve İskitlerinde girdiğini görüyoruz. Bu halklar hakkında elimizde yazılı bir örnek bulunmamaktadır.[4]

İskender’in ölümü ile komutanlar(Diadokhoi) dönemi başlar ki Anadolu’da iki tanesi ağır basarlar; Antigones ve Selevkos. Bu tarihlerden Türkçe’nin hâkimiyetine kadar farklı halklara ev sahipliği yapan bir Anadolu tasvir edebilirsek de, Helen dilinin hâkimiyetini Anadolu’da görebiliriz. Bu durumu Roma bile değiştirmemiş ve imparatorluğun dili Latince’den Yunanca’ya çevrilmiştir. Buda tarihsel olarak Bizans-Doğu Roma- dediğimiz döneme denk gelmektedir. Romalılar, Pontus ve Part Krallıklarıyla mücadele etmişken, Bizans Döneminde mücadele Sasanilerle gerçekleşmiştir. Arapların Sasani İmparatorluğuna son vermesi ile Bizans ile mücadeleyi Araplar vermiştir.

B.     İRAN VE BÜYÜK SELÇUKLU İMPARATORLUĞU’NA KISA BİR BAKIŞ

İran tarihi ilk dönemleri açısından Mezopotamya tarihi içerisinde ele alınmışsa da İran halklarının kökenleri büyük oranda Orta Asya’ya dayanmıştır. Orta Asya, İran ve Mezopotamya arasındaki bu kültürel etkileşim yeterince ele alınmamıştır ve Türk Tarihi açısından da bu konu önem arz etmektedir. İran’ın yazılı ilk halkının veya devletinin Elam’lar olduğunu görüyoruz ki Mezopotamya ile uzun bir etkileşimli tarihi vardır. Elam’lar Ahamenişler döneminde de etkin olmuşlar ve Persçe, Akadça yanında İmparatorlukta öne çıkan dil olarak Elam dilini görürüz. Ahameniş İmparatorluğu’nu Alexander/İskender sona erdirmiş ve İran’da Makedonya hâkimiyeti Part’lara kadar devam etmiştir. Sasaniler sonrası ise İran’ın hâkimiyeti uzun süre İrani olmayan halkların elinde bulunmuşlar ve kültürel etkileşime sebep olmuşlardır. Arapların İran’daki hâkimiyeti İran dillerinin Arap harfleri ile yazılması gibi önemli bir kültürel değişimi beraberinde getirdi. Özellikle Abbasi’ler döneminde Sasani geleneğinin hayat bulduğu anlaşılmaktadır. İrani geleneğin yaşaması açısında Samaniler üzerinde araştırmacıların ayrıca durduğu anlaşılmaktadır. Firdevsi’nin Gazneli Mahmud’a sunduğu “Şehname”nin yazma girişiminin ilk Samanilerde başlamış olması gerçekten ilgi çekici bir konudur. Selçuklular ise 1040 yılında Gaznelileri yenerek Horasan’ı ele geçirdiler. Selçukluların gelişi, Türklerin aileleri ve sürüleriyle beraber İran üzerinden bütün Ortadoğu’ya göçünün göstergesiydi. Türklerin, Araplar ve İranlılardan sonra Ortadoğu’daki en büyük linguistik/etnik grubu oluşturduğu değerlendirmesi yapılır. Selçuklu siyasi kültürü sadece İran siyasi kültürünü güçlendirmekle kalmayıp ona yeni unsurlar kattı. Türklerin İran tarihinde oynadığı baskın rol günümüzde bile devam ettiği değerlendirmesi yapılır. Tuğrul ve Çağrı Bey, Gaznelilere karşı kazandığı askeri başarısını Büveyhilere karşı devam ettirdiler. 1055 yılında Bağdat’a girerek hilafeti hegemonyadan kurtardı. Tuğrul Bey’in erkek çocuğu olmadığı için Çağrı Bey’in oğlu Alp Arslan tahta geçti ve onun yerine 1072 tarihinde ise tahta Melikşah’ın geçtiğini görürüz.  Nizamülmülk vezirliği sırasında Selçuklu’nun ordu, siyaset ve eğitim konusundaki etkisi dikkat çekicidir. 1141 yılında Sencer, Semerkand’da çarpıştığı Karahıtay’lara yenildi.[5] Bu olayların Selçuklu Tarihi açısından başlıca önemli olaylar olduğu değerlendirilmesi yapılabilir.

10. Yüzyılda Oğuz Yabgular Devleti’nden sübaşılık görevi yapan Selçuk Bey, anlaşmazlıklar sonucu Cend’e göç ettiği görülür.[6] Cend’deki ilk işinin Müslüman olmak olarak değerlendirmesi dikkat çekicidir. Mehmet Altay Köymen, Müslüman olmalarında ahalinin çoğunluğunun dinsel inanış ve geleneklerinin etkisi olduğuna işaret eder; eğer onların dinine ve adetlerine uymazlar ise küçük bir kavim olarak kalacaklardır. Selçuk’un tüm maiyeti ile Müslüman olduğunu görürüz. Müslüman olması ile beraber aynı zamanda mücahit olmuş ve Mehmet Altay Köymen’in söylemi ile ‘Gaziler reisi’ olmuştur. Gazada ki başarısı ona ün katacak ve Samanoğulları, Karahanlılar Devleti’ne karşı ondan faydalanmak için teklif getirirler. Samanoğulları gibi bir devletin ondan yardım olarak faydalanmak istemesi Selçuk Bey’in siyasal ve askeri gücünü bize gösterir niteliktedir.[7] Selçuk Bey’in oğlu Mikail’in ölümü sonrası ailenin fiili reisliğini Arslan(İsrail) Bey’in aldığı görülür. Mikail’in ölümü sonrası onun oğulları Tuğrul ve Çağrı Bey’in terbiye ve eğitilmesini Selçuk Bey üzerine almıştır. Cend’e artık sığamamalarından dolayı Samanlı Devleti’nin Buhara yakınlarındaki Nur kasabasında sürelerini otlatmak için müsaade verdi ve bunun karşılığında sınırda istilalara karşı duracaklardı. Nur kasabası otlaklarından Arslan Bey’in mahiyeti faydalanırken, Selçuk Bey ekibi ayrıydı ve Selçuk Bey, Tuğrul ve Çağrı Bey büyüyünce onları ailenin başına geçirmek istemiştir. İşte bu ayrılığın sebebinin Arslan Bey’in babasına küslüğü ile ayrı yaşaması olarak Köymen değerlendirmektedir.[8] Nur kasabasındaki otlağa yerleşme konusunu Cüzcani’ni şöyle aktarmaktadır; “Selçuk’un oğlunu tebaasıyla birlikte Maveraünnehir ve Türkistan’dan Horasan’a doğru getirsin. Selçuk’un tebaası ve oğlu Buhara’nın Nur bölgesinde oturan bir tayfa olup hepsi Sâmânoğulları’na tabiydiler.”[9]

Arslan Bey’in bir tuzak sonrası öldürülmesi ile Tuğrul ve Çağru Bey’lerin mahiyetinin sona erdiğini görürüz. Ama bundan önce Arslan Bey, mahiyetindeyken geçen iki olaya bakmalıyız ki bu olaylar Arslan Bey’den habersiz olması açısından önemlidir. Samanoğulları’nın yıkılışı sonrası, Maveraünnehr’e inmiş olan Tuğrul ve Çağrı Bey’in ve buranın hâkimi olan Nasr’a karşı Batı Karahanlı hükümdarına sığınma kararı almışlardır. Aslında Karahanlılar’ın da onları istememesi sonucu kaynaklarına dönmek zorunda kalmışlar ve zor zamanlardan geçmişlerdir. Bu zor dönemde Çağrı Bey’in Batı seferini görürüz ki çalışmamızın ileri safhasında bu konuyu derinlemesine ele alacağız. Burada dikkati çeken Gazneli topraklarından geçen Çağrı Bey’in hem sefere giderken hem de dönüşte yakalanmamasıdır. Bu sefer Çağrı Bey’in itibarını arttırdığı gibi Tuğrul Bey’de ricat durumundan çıkmıştır ve siyaset hayatına geri dönmüştür. Arslan Bey’in hiç hoşuna gitmeyecek ve memnuniyetsizliğini yaratacak bir ortam ortaya çıkmıştır. Arslan Bey’in isteği ile ki bu istek diğer büyük devletlerin ordularının dikkatini çektiği üzerine dağıtılması olsa da aslında Arslan Bey, aynı zamanda kendisine karşı bir tehlike olarak da yorumlamaktadır ve Tuğrul ile Çağrı Beylerde toplanan kuvvetleri dağıtarak Arslan Bey’in maiyetinde kaldılar.[10] 

Arslan Bey’in mahiyetinin sonra ermesi ile Tuğrul ve Çağrı Beyler bağımsız hareket haline geçebildiler ve devletin kuruluşunda Serahs’daki çarpışmaların önemli olduğu anlaşılmaktadır. Gazneliler Devletine karşı yapılan çarpışmalar sonucunda Horasan’da Gazneli hâkimiyeti sona erdiği gibi Horasan’da Selçuklu’ların hâkimiyeti başlamıştır. Bu çarpışmaların Horasan’da varlık mücadelesi olduğu değerlendirmesi yanlış olmayacaktır. Korkulan olmamış ve 1038’de kesin zafere ulaşılmıştır. Tuğrul Bey artık bir sultan ve Çağrı Bey’de bir melik olmuştur. Halife ve Bizans Devleti’nin elçiler göndermesi Selçuklu Devleti’nin diğer büyük devletler tarafından da tanındığını göstermesi açısından önemlidir.[11] Gazneli Devleti, Selçukluları ezmek için yeniden harekete geçtiler. Selçuklular ne kadar savaşa hazırlanmışlarsa da Gazneli güçlerinden endişe de etmekteydiler. Geri çekilme düşüncesi baş gösterdiyse de Çağrı Bey’in müdahalesi ve önerisi ile 15 Mayıs 1039 tarihinde savaş başladı. Uzun süren mücadeler ve birbirleri oyalama siyaseti devam ederken, Selçuklu’lara Türkmenler içerisinden katılanlar oluyordu. Geri çekilme düşüncesi ve Çağrı Bey’in savaş düşünceleri vardı. Çağrı Bey’in görüşüne uyularak Gazneli Ordusu çöle çekildi, burada susuz ve bitkin bırakılan orduya karşı harekete geçildi. Dandanakan Muharebesi 3 gün sürdü ve tarih 23 Mayıs 1040 gösterdiğinde Gazneli Ordusu kalmamıştı. Selçuklular artık devletlerini kurduklarından emindiler ve Tuğrul Bey’e taht kurulduğu gibi Sultan olarak herkesçe selamlandı.[12] Tuğrul ve Çağrı Bey’in kurduğu bu imparatorluğu halefleri Alparslan ve Melikşah’da yükseltmeye devam etti. Bu dönemleri Anadolu’ya yapılan sefer esnasında değineceğiz. Osman Turan’ın söylemi ile “Çin hudutlarından Akdeniz kıyılarına, Kafkas dağlarından Hint denizine kadar uzayan[13] Selçuklu İmparatorluğunun sınırları oluşmuştu. Melikşah döneminden sonra devlet iç ve dış buhranlar yaşamış ve Sancar Han Döneminde yeniden gücüne kavuşmaya başarsa da 1141 yılındaki Karahıtay’lara karşı yenilgi devletinde sonunu getirmiştir.    

C.    BÜYÜK SELÇUKLULAR’DAN ÖNCE ANADOLU’YA TÜRK AKINLARINA KISA BİR BAKIŞ

Anadolu’ya bilinen ilk Türk akını 4. Yüzyılda yerleşmeye dönük olmayan seferler olarak Avrupa Hunları tarafından gerçekleştirilmiştir. 508 yılında Sabar/Sibirler Orta Anadolu’ya kadar ganimet seferi gerçekleştirmişler ve geri Anadolu’dan çıkmışlardır. Arap, İran ve Doğu Roma’da Türklerin asker olarak yer aldıkları görülmektedir. 530 yılında Bulgar Türklerinin Bizans tarafından Anadolu’ya geçirilerek Trabzon civarı ile Çoruh ve Yukarı Fırat bölgelerine iskân edildiklerini görüyoruz. İranlılar ile savaşması için II. Justinyen ve Heraklius, Avar Türklerini Anadolu’da İran sınırına yerleştirdiğini gördüğümüz gibi 755 senesinde Bulgar Türkleri de Araplarla savaşması için Anadolu’da sınırlara yerleştirdiğini görüyoruz. 7. Yüzyılda ise Hazar Türklerinin Anadolu’ya sefer yaptıkları anlaşılmaktadır. Peçenek ve Kumanların Anadolu’ya yerleşerek Hristiyanlaştıkları anlaşılmaktadır.[14] 

İlk Müslüman Türk akınları da Araplar tarafından Türkistan ve Horasan’dan 8. Yüzyılda getirilerek Bizans sınırlarına yerleştirmesi ile olmuştur ve Müslüman olan Türkler gaza etmişlerdir. Ali Sevim bu yerleştirilen Türklerin sayısının Harun Reşid(786-809), Memun(813-833) ve Mutasım(833-842) devirlerinde çok yüksek olduğunu belirtmektedir. Hatta Mütevekkil döneminde Türk kumandaların askeri bölgelerin yönetimine geldiğini görüyoruz. Bu dönemlerde Anadolu’nun en uçlarına kadar hareketlerde bulundukları ve kalelerin tahribatında önemli rol aldıkları anlaşılmaktadır. Makedonya sülalesi Bizans’ın başına geçtiğinde artık savunulmaya geçilmesi ile bir geri çekiliş 10. Yüzyılda söz konusudur. 300 yıl bu seferlerde yer alarak Bizans’ın savunmasını zayıflattıkları için Selçuklu seferlerinin önünü açmada önemli rolleri olduğu değerlendirilmesi yapılmaktadır.[15]  

D.    BÜYÜK SELÇUKLULAR DÖNEMİNDE TÜRKLERİN ANADOLU’YA AKINLARI

1.      ÇAĞRI BEY’İN ANADOLU SEFERİ

Çağrı Bey’in Selçuklu İmparatorluğu Tarihindeki rolü gerçekten büyüktür. Askeri başarı konusunda mükemmel olduğu kadar ileri görüşlülüğü ile de fark yaratır. Maveraünnehr’de huzursuzluk içinde bulunan ahalinin yeni arayışlara girdiğini görürüz ki bunlardan biriside Çağrı Bey’in Anadolu’ya giriştiği seferdir. Tuğrul Bey ve Çağrı Bey ne kadar Arslan Bey’in mahiyetinde bulunsa da ondan habersiz kararlarda aldıkları görülür ki bunlardan biriside Batı yönüne yani Anadolu’ya doğru Çağrı Bey’in giriştiği seferdir. Çağrı Bey’in bu seferini yapmasındaki en önemli nedenlerden birisi yeni bir vatan arayışı olsa da buradan itibar ve bir takım maddi çıkarlarında hedeflendiği anlaşılmaktadır ki sefer sonrası gerçekten bunun gerçekleştiğini anlamaktayız.

Bu sefer Tuğrul ve Çağrı Bey toplantısı sonrası Çağrı Bey’in ‘Rum Gazasına’ gitmesi kararlaştırılırken Tuğrul Bey’de çöllere çekilecekti. Bu şekilde Tuğrul Bey’in geçici bir süre güvenlikte kalacağını ummaktaydılar. Çağrı Bey, 3000 kişilik bir kuvveti yanına alarak Horasan üzerinden Ermeniye(Armania) gitmekti. Horasan’ın Gaznelilerin hâkimiyetinde olduğuna yukarıda işaret etmiştik ve Çağrı Bey, Gazneli otoritesini ezerek Horasan’dan yakalanmadan geçmeyi başarmıştır. Azerbaycan yolu ile Rum tarafına geçmeyi başaran Çağrı Bey’e burada önceden gaza amacıyla gelen Türkmenlerde bir takımının katıldığını görürüz.[16] Çağrı Bey burada kendine katılan Türkmenleri teşkilatlandırmış ve düzenli hale getirmiştir. Harekâtın ilk hedefinde Vaspurakan Ermeni Krallığı’nın olduğunu görüyoruz. Bu harekâtta bol ganimetle son bulurken gaza ruhuna aykırı olarak değerlendirilen Şeddad oğulları Devleti topraklarına girmişlerdir. Gürcü Krallığı ise sıradaki hedef olmuştur ve savaş olmadan oğuz istilası gerçekleşmiştir. Oğuzlar son olarak Ani Ermeni Krallığı’nı hedefini koymuşsa da harp meydanından çekilmek zorunda kalmışlardır. Çağrı Bey’in Maveraünnehir’e dönmesinde bu olayın etkisi olmuş olabilir. 4-5 yıllık bu harekâttan yeterince ganimet toplayarak dönmeye karar vermiştir.

Urfalı Mateos bu akınları konu alan bir kaynak olarak 1018-1019 tarihlerinde gerçekleşen akınlar karşısında “Bu zamanda, Türk tesmiye edilen barbarlar millet toplanıp Ermenistan’ın Vaspurukan eyaletine geldi ve Hristiyanları merhametsizce kılıçtan geçirdi[17] değerlendirmesini yapmıştır. Devamında Senekerim’in haber alması ve oğlu David’i muharebeye gönderdiği görülür. Yaylı ve uzun saçlı olarak değerlendirilen Türkler’in oklara alışık olmayan Ermeni’lere karşı üstün geldiğine vurgu yapar ve David’in onur yapıp geri çekilmemesinin hezimete neden olduğunu vurgulamaktadır. Bir ikinci muharebe sonrası zorla çekilmesini sağladılar.[18]   

Ermeni ve Gürcü Krallıklarının güçleri azaltılmış ve Bizans Devleti’nin bu toprakları ele geçirmesi kolaylaştırmış ki bu ilerideki Türk akınlarının başarılı olmasında da bir etken olacaktır. Müslümanların ve özellikle Şeddad oğulları Devleti’nin sınırlarını genişletmesini sağlaması açısından da önemlidir. Oğuzlar açısından ise sahayı ve siyasi durumu öğrenme yanında buralara yerleşebileceklerini anlamaları açısından önemli bir sefer olmuştur. Bunun yanında gaza itibar getirirken bolca ganimette elde etmişlerdir. Çağrı Bey’in dönüşte yine Horasan’dan geçmesi gerekiyordu ve geliş yolunda geçmiş oldukları Horasan’da bir teyakkuz hali doğurmuştu. Bu yüzden Çağrı Bey, toplu bir halde gitmek yerine parçalar halinde ve tüccar kılığında Horasan’ı geçmiştir. Bu akınların itibari ile Türkmenlerden Tuğrul ve Çağrı Beylere katılımlar olmuştur. Amcaları Arslan Bey ise bu gelişmelerden tedirgin olmuş ve büyük devletlerin bu gelişen orduya müdahale edecekleri haberini göndermiştir. Bunun üzerine Tuğrul ve Çağrı Bey toplanan Türkmen kuvvetlerini dağıtma ihtiyacı duyarak amcalarını dinlemişlerdir.[19]

Burada altını çizmemiz gereken bir durum söz konusudur. Bu durum bu Türk akınları gerçekleştiği tarihlerde Anadolu’daki Ermeni ve Gürcü krallıklarının ve Bizans Devleti arasındaki ilişkidir. Ermeni ve Gürcü prenslikleri arasında çatışmalar olduğu gibi vasal oldukları Bizans Devleti ile de anlaşmazlıkları söz konusuydu. II. Basil(Basileios) yönetim bakımından doğrudan doğruya Ermeni ve Gürcü prensliklerini yönetim olarak Bizans’a bağladı. Van Bölgesinde bulunan 40 bin Ermeni’nin Orta Anadolu’ya göç ettirerek özellikle Sivas ve Kayseri’ye yerleştirdi(tehcir etti). Ermeni ve Gürcü prensleri ancak birer Bizans komutanı olarak ancak bölgede varlıklarını gösteriyorlardı. Çağrı Bey’de işte akınlarını bunlar üzerine gerçekleştirmişti. Ermeni Bizans komutanı Senekerim yendi ve Gürcü Bizans komutanı Liparit savaşmaya cesaret bile edememişti. 1021 yılında Tuğrul Bey’in yanına gittiğinde Çağrı Bey’in değerlendirmesi ilerideki Anadolu akınlarına işaret etmesi açısından da önemlidir. Aşağıda vereceğimiz Abu’l Farac’ın anlatımında bu değerlendirmeyi de göreceğiz.[20]

Abu’l Farac ise Çağrı Bey’in Anadolu seferinden şu şekilde bahsetmektedir; “Ç a ğ r ı Bey Türkmenlerden büyük bir ordu vücuda getirerek Arminya ve Horasan şehirlerini yağma etti, sonra kardeşi Tuğrul Bey’e giderek ‘burada iki büyük vali var. Bunlar Harezmşah Harun ve Sebük-Tekinin torunu ve M a h m u d 'un oğlu Sultan M e s' u d. Biz yalnız bunların hakkından gelemiyoruz. Fakat keşfetmiş olduğum Horasan ve Arminya ya gidebiliriz. Çünkü buralarda bize karşı gelebilecek bir kimse yoktur’, dedi.”[21]

2.      İLK TÜRKMEN ANADOLU AKINLARI

Aslan Yabgu’nun etkisiz hale gelmesinden sonra ona bağlı olan Türkmen’ler Horasan’a yerleştirilmişse de Gazneli valisine karşı girişimleri sonrası Gazneli Mahmud bunları 1028 yılında bozguna uğratmıştır. Bunların bir kısmının Azerbaycan tarafına çekilerek hükümdar Vehsudan’ın hizmetine girdikleri görülür. Vehusdan’ın Anadolu akınlarını katılırlar. 1036 yılında bir grup Türkmen’inde Azerbaycan’a geldikleri ve buradakilerle birleştikleri anlaşılmaktadır. Azerbaycan’da oluşan grup Erran bölgesinin hükümdarı Fadlun ve oğlu Ebulesvar ile birleştikten sonra 1037 yılında Doğu Anadolu’daki bazı Ermeni zümrelere akınlar yaptıkları gibi 1038 yılında Bizans kumandanı II. Bagrat’ın Müslümanların elinde bulunan Tiflis kuşatması sırasında savaşa girerek geri çekilmesini sağladılar. Ebulheyca Hezbani yönetiminde Urmiye’de bulunan Türkmenler, Van Gölü havzasına akınlar yaparak Bizans genarali Haçik’i kumandasındaki kuvvetleri yenilgiye uğrattıkları gibi Haçik burada hayatını da kaybetmiştir. 1042/43 yıllarında ise başka bir Türkmen Zümresi Elcezire ve Musul tarafından yönelerek Beçni kalesini kuşatmışlarsa da Anı Bizans valisi Gagik’in olaya karışması ile kaleyi ele geçiremediler ise de Ermenilerin oturdukları yerlerden pek çok ganimet ve tutsak ele geçirdiler.[22] Diyârbekir Mervani Emir’i Nasruddevle’nin şikâyeti üzerine Tuğrul Bey’in verdiği cevap bize Selçuklu ile Türkmenler arasında güçlü olmasa da bir ilişki olduğunu göstermektedir;  Kullarımın senin memleketine geldiğini haber aldım. Sen bir Sugur (uç, hudut) emirisin. Onlara mal verip kâfirlere (Bizanslılar) karşı kendilerinden faydalanmalısın. Zira onların maksatları Ermeni beldeleridir[23]

Türkmenlerin Doğu Anadolu’dan Orta Anadolu’ya ilerlerken Kuzeyden itibaren Güneye doğru akınlarında kolaylık sağlayan yollar şu şekilde verilmektedir. 1.) Aras nehri boyunca başlayıp Karasu ve Kızılırmak vadisinden devam edip Orta Anadolu’ya çıkan yollar. 2.) Aras, Murat suyu, Yukarı Fırat vadilerinden doğu Anadolu’ya ve Orta Anadolu’nun güneylerine yani Konya yörelerine kadar batıya giden yollar. 3.) Kura Irmağından, Çoruh, Kelkit ve Yukarı Kızılırmak vadileri boyunca (Karadeniz kıyıları ile paralel bir bütünleşme içinde), Kastamonu, Çankırı çevresine ve daha batı kesimlerine kadar olan bölge. 4.) Çoruh kaynağından itibaren Karadeniz sahilindeki bölgeler. 5.) Hoy-Bargiri (Muradiye)-Ahlat yolu ile Van bölgesine. Çoğu seferlerinde, Murat suyunun akış istikametini takip ederek Orta Anadolu’ya doğru uzanmışlardı. Diğer taraftan Bitlis-Erzen-Meyyafarikin ve Âmid yolunu takip ederek El-Cezire kıtasına inmişlerdi. Beşinci yol vasıtası ile Urfa-Maraş-Ayıntab ve Antakya havalisine, Delük ve Menbiç’te hareket üsleri oluşturarak şimali Suriye ve Antakya bölgelerine girmişlerdir. Bazen de Güney Anadolu geçitlerinden geçerek Orta Anadolu’ya gelmişlerdi.[24] Türkmen akınlarında Azerbaycan’da önemli bir rol oynamıştır. Anadolu’ya yapılan akınlarda lojistik destek sağlayan üs konumu özelliği taşıyordu. Akınlarda sıkıntı çıktığında Azerbaycan’a çekilebiliyorlardı. Azerbaycan sonra Anadolu’da Ahlât ve Halep’in önemli üs görevi gördüklerini anlıyoruz.[25] 

3.      SULTAN TUĞRUL BEY DÖNEMİNDE ANADOLU AKINLAR

Osman Turan’ın işaret ettiği gibi Türkistan’dan gelen bu insanların, Selçuklu tarafından bir yere yönlendirilmesi gerekiyordu ki bu yer Çağrı Bey’in keşif seferinden ve Türkmenlerin bilgilerinden en uygun yönün Anadolu olduğu anlaşılmıştır. Bu döneme kadar gelen Türkmen gruplarının amacı gaza idi ama artık yurt tutmak maksadıyla kitleler halinde geliyorlardı. Dandanakan zaferinin arkasından Merv’de yapılan Kurultay’da fetihleri yürütme görevini Tuğrul Bey üzerine almıştı ve Nişabur’dan Rey’e başkentliği 1043 yılında taşımıştı. Anadolu’nun fethi hareketini üzerine alan Tuğrul Bey; İbrahim Yınal’ı Hemedan ve İsfahan yöresine, Resul Tekin ve Kutalmış’ı Hazar Denizi bölgesine, Hasan ve Yakuti’yi Azerbeycan’ın fethi için görevlendirmişti. Yukarıda Tuğrul Bey’e yarı bağlı olarak ve ele geçirdikleri yerlerde Tuğrul Bey’in ismini hutbelerde okutan bir grubun Anadolu’daki faaliyetlerine işaret etmiştik. Diyarbekir emiri Nasr ud-Devle’nin Tuğrul Bey’e şikayet ettiği Türkmen grup bunlardır. Urfalı Mateos bu grubu şu şekilde vermektedir; “Tuğrul Bey’un divanından çıkan Boği, Bugi ve Anazuğli adlı üç adam, muazzam bir ordu ile beraber Arap memleketlerine doğru ilerlediler. Onlar, beraberinde büyük sayıda esirler sürükleyerek, Musul hudutları içinde Arian nehrinin kenarında karargâh kurdular” devamında Musul emiri Khureş/Kureyş ile mücadelerine yer verir ve muharebelerin sonunda yenilerek Bağin’e çıktıklarını anlatır.[26] Bu Oğuz akınlarına karşı Bizans İmparatoru Konstantin(1042-55)’in harekete geçerek, 1045 yılında Şaddâdîler’in toprağı olan Dubayl(Divin) şehrine doğru ilerlemiştir. Tuğrul Bey bu girişime karşı amcasının oğlu Şihab ud Devle Kutalmış kumandasında bir ordu gönderdi ve Bizans-Selçuklu arasındaki ilk karşılaşma gerçekleşti. Arslan Bey’e zamanında bağlı olan Türkmen gruplarını yanına alarak Bizans ordusunu yenilgiye uğrattı. Kutalmış sefer sonrası Tuğrul Bey’e “Bu bölgelerin zengin ve romalıların da kadın gibi korkak insanlar olduğunu ve bu sebeple kolaylıkla fethedilebileceğini” haberini bildirdi. Bu sıralarda Tuğrul Bey’in akrabalarından Hasan Bey’de 20.000 kişi ile Pasin ve Erzurum ovalarını istila edip Vaspuragan bölgesine girdi Bizans’ın takibine uğrayan Hasan Bey hayatını kaybederken, Kutalmış’ta Gence(Cinze) muhasarası ile duraklamıştı.[27] Hasan Bey’in hayatını kaybetmesi üzerine Tuğrul Bey, Dicle boylarında akan İbrahim Yınal’ı Bizans’a karşı Anadolu seferine memur etmiştir. 1047’de bazı Türkmen gruplarını Anadolu’ya sevk ettikten sonra kendisi de büyük bir ordu ile harekete geçti. 1048 yılında Garin ovalarına döküldükleri ve Batı’da Gümüşhane-Trabzon havalisi, Kuzey’de İspir, Güney’de Muş-Sisak/Sisacan taraflarına kadar yayıldıkları görülür. İbrahim Yınal, Erzen’den ilerlerken, Gürcü Prensi Liparit kumandasında Bizans ordusu yaklaşmaktaydı. Hasankale tarafına iki orduda yaklaşmaktaydı. 18 Eylül 1048 yılında karşılaşan iki ordu kıyasıya mücadele etmişlerse de Bizans ordusu geri çekilmek zorunda kalmıştır ve Liparit ve önemli kumandanlar esir oldular. Bizans’a karşı ilk büyük zafer olması açısından ayrıca da önemli bir olaydır. Bu olay sonrasında Türkmenlerin Anadolu’da baya ilerledikleri anlaşılmaktadır.[28] Bu zaferden sonra barış görüşmelerinin olduğu görülüyor. Liparit, fidye alınmadan serbest bırakılmıştır. İstanbul’a gönderilen heyet gitmesi sonrası imzalanan anlaşmada Emeviler zamanında İstanbul’a inşa olunan cami ve minaresi tamir edilecek, Şi’i-Fatimi halifesi adına okunan hutbe kesilerek Abbasi halifesi ve Tuğrul Bey namına çevrilecekti. Mihraba ok ve yay işaretinin yapılması isteği de ilgi çekici bir unsurdur. Gerçekten Mısır halifesi ile irtibatın kesildiği anlaşılmaktadır.[29] 

Türkmen nüfusunun çok olması, Anadolu’da yurt kurma isteği ve Bizans’ın taarruzları ile Anadolu seferi zorunlu hale gelmişti. Türkistan’dan gelen yurtsuz Oğuzlar, 1050-1054 yıllarında, Irak, Ahvâz ve Hulvân taraflarında toplanmışlardı. Buradaki halkın Bağdat’a ilerlemesi ile halife Tuğrul Bey’e şikâyette bulundu ve Tuğrul Bey, Oğuzlara taşkınlığı yasaklaması ile Ermeniye’ye doğru harekete geçtiler. Tuğrul Bey, İbrahim Yınal’ın isyanı ile uğraşması(Hamadan merkezli kendi hâkimiyetini oluşturmak istiyordu) ve Bizans’tan haraç istenmesi ile Bizans İmparatoru Konstantin Doğu’ya M. Akulytes emrinde bir ordu gönderdi ve Gürcü kralı Bagrat’ı ile de ittifak yaptı. Kutalmış’ın Gence’den geri çekilmek zorunda kaldığını görürken Bizans ordusunun da Peçeneklere karşı Anadolu’dan Balkanlara aktarıldığını görüyoruz. Gürcüler ise durumdan istifade Müslümanların elindeki Tiflis’i ele geçirmişlerdir. 1053 yılında Kutalmış’ın Kars’a saldırması ile harekâtın başladığı anlaşılmaktadır. Bu sırada Tuğrul Bey hastalıktan kurtularak Anadolu seferine çıkmaya hazırlanmıştır. Tuğrul Bey’i 1054 yılında Tebriz’de görürüz. Buradaki küçük komşu hükümetlerini haraç ve askeri yardım karşılığında kendisine bağladı. Anadolu sınırlarını aşıp Bargiri(Muradiye) ve Erciş’i kısa kuşatmalarla aldıktan sonra Malazgirt Kalesi önünde ordugâhını kurdu. Malazgirt Kale, Bizans kumandanı Vasil tarafından savunuluyordu. Burada ordusunu üçe ayırdığını görüyoruz; Kuzey’de Karadeniz(Parhaz) Dağlarına, Kafkas eteklerine, Batı’da Canik(Canet) ormanına, Güney’de Tercan, Sim(Sasun) Dağına ve Oltu(Daik) bölgesine kadar yayıldılar. Bu kuvvetler askeri çatışmalara girerken Tuğrul Bey’de Erzurum(Garin)’e kadar ilerlemişse de Malazgirt muhasarasına geri döndü. Kaledekiler muhasaraya iyi hazırlanmışlardı. Buldukları yanıcı bir madde ile Selçuklu’nun büyük mancınığına zarar verilmişti. Kışta gelmek üzereydi ve bunlar üzerine baharda tekrar sefere devam etmek üzerine Tuğrul Bey geri dönmeye karar vermişse de başka meseleler yüzünden Tuğrul Bey bir daha Anadolu seferine çıkamamıştır.[30]

Selçuklu vasalı Erran valisi Ebulesvar, 1055/56 yılında Türkmenlerin desteğiyle Anadolu’da akınlara devam etti ve Anı yöresini fetih etti. Bizans generali Nikephoros, Dübeyl ve Gence’ye kadar ilerleyerek Ebulesvar’ı yenilgiye uğrattı ve Bizans vasalı olması şartıyla bir antlaşma imzaladılar. Tuğrul Bey bizzat katılamasa da Selçuklu prens, emir ve Türkmen Beyleri Anadolu’da harekâtlarına devam ediyorlardı. Çağrı Bey’in oğlu Yakuti, Anadolu’ya akınlara başladı. Yakuti’nin emirlerinden Sabuk 1057 yılında, Doğu Anadolu’ya sürekli ve başarılı akınlar yaptı. Bizans generali Nikephoros ile yaptığı tüm akınlarından başarı ile çıkması dikkat çekicidir. Yakuti’nin sevk ettiği Selçuklu birlikleri, 1058 yılında, Kars yöresine akınlarda bulundular. Kars ve Anı kuşattılarsa da fetih edemediler. Pasin ovasına inen birlikler Ügümi’yi fethettiler. Başka bir Selçuklu birliği ise Malazgirt ve Muş tarafına akınlarda bulunuyordu. 1058 yılında Yakuti’nin Azerbaycan ve Erran’dan sevk ettiği Selçuklu Birliği, Erzurum yörelerine daha sonra Erzincan ve Kemah’a kadar ilerleyip ele geçirdi. Harput yörelerine akınlar yapıldı. Şebinkarahisar(Şarki Karahisar) ele geçirildi. Türk emiri Dinar, Malatya’yı fetih etti. 1058 yılında bir Azerbaycan’a dönüş yaşandı ve yolda Bizans yerleşimleri(kent-kale) tahribata uğratıldı. Tuğrul Bey’in emriyle, 1059 yılında akınlar yeniden başladı. Yakuti Selçuklu emirleriyle Van gölünün kuzeyinden Anadolu topraklarına girdi. Horasan Saları’nın Urfa kuşattı ama başarılı olamadı. Sabuk’un emrinde olan askerler Sivas üzerine yürüdüler. 1059 yılında direnişsiz bir şekilde şehir ele geçirdiler. Bu sırada Bizans İmparatoru X. Konstantin Dukas, general Pankaras’ı görevlendirdi. Azerbaycan’a dönen Selçuklu birliklerine saldırılar düzenlediyse de yenilgilere uğradı ve 1061 yılında darmadağın edildi. 1062 yılında Azerbaycan’a gelen Tuğrul Bey burada Anadolu akınları denetledi ve Irak’a geçti. Prens Yakuti yeniden Anadolu’ya sefer yapması için görevlendirildi. Yakuti, Selçuklu emirleri ile beraber Anadolu’ya akın yaparak Bagin, Tulhum ve Ergani’yi istila etti. Bizans imparatoru akınları durdurması için general Herve ile Urfa valisi Tavdanos’u görevlendirdi ise de ganimetlerle Azerbaycan’a dönüş gerçekleşmişti.[31]

4.      SULTAN ALPARSLAN DÖNEMİNDE ANADOLU AKINLAR

Tarih 1063 yılının Eylül ayını gösterdiği Tuğrul Bey hayata gözlerini kapattı. Çağrı Bey’in oğlu olan Alparslan bu sırada Horasan’ı yönetmekle görevliydi ve vezir Kündüri kendi kardeşi olan Süleyman’ı tahta çıkarmak istemişse de Alparslan onları etkisiz hale getirerek Sultan olmuştur. 1064 yılında ise yine taht iddiasında bulunan Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış’ıda etkisiz hale getirmeyi başardı. Taht konusunda her şeyi yola koyunca, devlet planlarına uygun olarak Anadolu Seferi için 1064 yılı içerisinde Rey’den hareket ederek Azerbaycan’a geldi. Buradan Türkmen kuvvetleriyle beraber Urmiye gölü yakınındaki Merend kentine geldi. Tuğtekin, Anadolu’ya sürekli akınlar yapmakta olduğu için akınlar ve Anadolu’daki yollar hakkında Sultan Alparslan’a bilgi verdi. Nahçivan’a gelerek Aras ırmağını teknelerden köprülerle ordusunu geçirdi. Orduyu ikiye ayırdı ve kendi yönettiği kolla Lori kentinde Ermeni Prensi Davidoğlu Giorgu’un Selçuklu vasalı olmasını sağladı. Buradan Gürcistan topraklarına girerek Gürcistan’ın kuzey uçlarına kadar ilerledi. Panskert kenti, Akşehir(Kartlı-Kars arasında) yöreyi, Alaverdi kentini ele geçirdikleri gibi Selçuklu ordusu Gürcü prensi IV. Bagrat(Pakrat)’ı yakalamayı son anda başaramadılar ve prens kaçmayı başardı. Bu başarı IV. Bagrat’ın itaat etmesini ve vasal olmasını getirdi. Bagrat’ın itaat etmesi ile Alparslan Aras Golüne yeniden indi. Melikşah, beraberinde Yakuti ve Nizamülmülk’ün olduğu kendine bağlı kuvvetlerle Bizans’ın savunduğu Anberd(Buirakan) şiddetli bir kuşatma ile ele geçirdi. Ardından Sürmeli ve Hagios Georgio kalelerini de ele geçirdi. Uzun bir kuşatmadan sonra Meryem-nişin’i ele geçirmeyi de başardı. 21 yaşında bulunan Melikşah burada göle düşerek ölüm tehlikesi atlatmıştı. Bu başarısından dolayı Alparslan oğlunu takdir etti ve kuvvetleri birleştirerek Anı kalesi üzerine yürüdü. Anı kalesi Bizans generalleri Bagrat ve Grigor tarafından savunulmakta idi. Kuşatma hazırlıkları içinde olan Selçuklu ordusuna kale içinde bir saldırı gerçekleştiyse de başarı elde edemediler. Alparslan fetih edilemez olarak Anı kalesini fetih etmeyi başardı. Kaleye emirler atadığı gibi tamir edilmesi için emirler verdi. 1064 yılının 16 Ağustos’u Anı kalesini ele geçirmeyi başarmıştır. Bu fetih sonrası Alparslan’a halifelik tarafından Ebu’l feth(Fetihlerin babası) unvanı verildi. Alparslan, İmparatorluktaki iç meseleleri ve doğu bölgesinde de fetihler yapmak için Anadolu akınlarına devam edilmesi için gereken emirleri verdikten sonra Anadolu’dan ayrıldı.[32]

Horasan Salari, Ergani tarafındaki kuşatmalarında başarısız oldu. 1065/1066 yılında Urfa yöresinde bazı yerleri ele geçirdikten sonra Antakya dükünü yendi ve Urfa’yı kuşattıysa da başarısız oldu. Yine 1065/1066 senelerinde Urfa yöresindeki akınlarında Kısas ve Celeb’i kuşattı ve Diphisar’ı ele geçirdi. Karşı harekata geçen bir Bizans kuvvetini yenilgiye uğratmayı başardı. Yine aynı yıl içinde Urfa civarına üçüncü akınını gerçekleştirdi. Diyarbekir’in önünde karargâh kurdu. Buranın emiri hile ile Horasan Salari’yi beraberindekilerle yakalayarak öldürdü ve cesetlerini bir kuyuya attı. Karahanlı Devleti’in yöneticileri ile akrabalığı bulunan Hanoğlu Harun, Selçuklu hizmetinde olarak 1000 atlıyla beraber Diyarbekir yörelerinde akınlarda bulundu. Selçuklu vasalı olan Halep emirleriyle Bizans’a karşı akınlara girişti. Artah ve İmm kalelerini fetih ettikten başka Kuzey-Suriye’ye seferler yapan Roman Diogenes’e karşı 1064-1068 arasında başarılı savaşlarda bulundu. 1066 yılında Alparslan’ın emriyle Gümüştekin, Afşin, Ahmetşah, Selçuklu emirleri ve Türkmen Beyleri ile Elcezire bölgesine gelerek Ergani ve Nazip yörelerindeki bir takım kaleleri ele geçirdi. Nusaybin kuşatması başarısız oldu. Adıyaman yöresinde akınlarda bulundu. Bizans kumandanı Aruandos’ın Selçuklu kuvvetlerinin önünü kesmeye çalışması başarısız oldu ve muharebede yenilerek esir düştü. Ahlat askeri üs haline gelmişti ve Gümüştekin buraya çekildi. Afşin burada Gümüştekin ile kavga ederek onu öldürdü ve Alparslan’dan korktuğu için kuvvetleriyle Anadolu’da akınlara girişti. Amanos’da kendisine karargâh kurdu. Kuvvetlerinin bir kısmı Dülük’ü ele geçirirlerken diğer kısmı 1067 tarihinin Ağustos ayında Antakya yöresinde yağmalar yaptı. Malatya tarafına giden Afşin burada Bizans birliğini yenilgiye uğrattı. Buradan ilerleyerek Kayseri’yi geçici olarak ele geçirdi. Karaman’a akınlar yaptıktan sonra 1067 tarihinin sonuna doğru onu Halep tarafında görürüz. 1068 yılında Halep’ten ayrılarak Antakya üzerine akınlar yapmıştır. Bu başarılı akınlar sonunda Alparslan ona bir mektup yollayarak affedildiğini bildirdi ve Afşin, Alparslan’ın huzuruna çıkmak üzere harekete geçti.[33]

1065 yılında gayri Müslim olan Türklerin Selçuklu vasalı Şeddadoğulları ve Şirvanşahların topraklarını işgal etmelerinden dolayı Sultan Alparslan 1067/1068 yılında Horasan’dan hareket ederek Gürcistan’a girdi. Şeddadoğulları emiri Fadlun ve Şirvanşahlar hükümdarı Feriburz sultana itaatlerini yenilerdiler. Alparslan harekete geçerek Gürcilerin üzerine yürüdü, Gürcü prensi Bagrat kaçarken Şeki hâkimi Aklıastan(Agasartan)da teslim alındı. Ardından Tiflis ve Rustov ele geçirildiği gibi birçok kale ele geçirilmesi ile Gürcü Prensi Bagrat yeniden Selçuklu vasallığını kabul etmek zorunda kaldı. Selçuklu akıncıları Trabzon’a kadar akınlarda bulunmaktaydı. Gürcüler, 1068 yılının Temmuz ayında, Tiflis’i geri ele geçirdikleri gibi Emir Fadlun’u tutsak almayı başardılar. Sultan Alparslan’ın Sevtekin komutasında gönderdiği birlik 1069 yılında Gürcüleri yenilgiye uğrattı ve Fadlun’u tutsaklıktan kurtardılar. Bu sırada Karahanlı hükümdarının ölümü ile Doğu’da çıkan sorunlardan dolayı Alparslan amacını tam olarak tamamlamadan geri dönmek zorunda kaldı. Kutalmışoğlu Mansur ve Süleyman, Yakuti, Erbasgan, emir Sunduk’u Anadolu’da harekâtlar için görevlendirdi.[34]  

Romanos Diogenes, çeşitli halklardan oluşan bir ordu oluşturarak yılında Mart 1068 Suriye’ye yöneldi. Sivas’ta akınlar olduğunu öğrenince yolunu oraya çevirerek Selçuklu kuvvetlerini geri çekilmek zorunda bıraktı. Maraş üzerinden Kuzey Suriye’ye giderek Halep civarını tahribata uğrattı. Selçuklu’nun elinde olan Menbic’i ele geçirdi. Hanoğlu Hasan ve Selçuklu emirleri tarafından Halep yöresindeki askerler yenilgiye uğratıldı. Halep üzerine gelen İmparator gelerek çarpışmalar sonrası Hanoğlu Hasan’ın ele geçirdiği Artah ve İmm’i geri ele geçirdi. Afşin’in Amuriye kentini yerle bir etmesi sonrası imparator Afşin’in yolunu kesmek istediyse de Afşin hızlı bir şekilde geri döndüğü için muvaffak olamadı. Kış mevsiminin gelmesiyle de İstanbul’a döndü. 1069 yılında Afşin, Sunduk, Ahmetşah, Türkman, Demleçoğlu Mehmet, Duduoğlu, Serhankoğlu ve Arslantaş komutasındaki kuvvetler Anadolu’ya akınlara başladı. Bizans imparatoru akınları engellemek için kuvvet yolladıysa da bu kuvvetletler yenilgiye uğradı. Manuel Komnenos komutasında Sivas’a kuvvet gönderilirken Philaretos Brachamios kumandasında da Malatya’ya Bizans İmparatoru iki ordu sevk etti. İmparator kendi de harekete geçerek Kayseri tarafına geldi. İmparator Ahlat’ı ele geçirerek Selçuklu kuvvetlerini Anadolu’dan çıkarmak istiyordu. Selçuklular bu sırada Malatya’da bulunan Bizans kuvvetlerini yenilgiye uğratırken İmparator Harput tarafına ilerlemekteydi. Selçuklu kuvvetleri Konya ve Karaman’a kadar ilerlemeyi başarmışlardı. Konya’nın ele geçirildiğini haber alan Bizans İmparatoru Sivas ve Kayseri’ye geçerek Selçuklu kuvvetlerinin önü kesmeyi ummaktaydı. Buna rağmen Selçuklular doğru bir taktikle Halep’e ulaşmayı başardılar. Bizans İmparatoru Romanos Diogenes bu vaziyette İstanbul’a döndü. 1070 yılında Manuel Komnenos’u Doğu-Anadolu orduları komutanlığına atayarak Anadolu’ya gönderdi. Sultan Alparslan’la arası açılan Erbasgan’ı takip görevini Afşin’e verdi ve Kızılırmak’a doğru ilerleyen Erbasgan Manuel Komnenos’la Sivas’ta karşılaşarak onu bozguna uğrattı ve onu tutsak almayı başardı. Manuel’in ikna etmesiyle İstanbul’a sığınmak için ilerledi ve Bizans İmparatoru tarafından parlak bir törenle karşılandı. Hatta Ergasan’a valilik verdiler. Afşin, Erbasgan’ı izlerken Kayseri ve Sivas yöresini istila edip Afyon-Uşak-Denizli bölgesini yakıp yıkarak Kadıköy’e kadar geldi. Bizans İmparatoruna bir elçi göndererek Erbasgan’ın teslim etmesini istedi. Teklifi kabul edilmeyince Afşin Bizans kent ve kalelerini yerle bir ederek Ahlat’a dönerek Alparslan’a konu hakkında bilgi verdi.[35]

Fatimi halifeliğinde vazir bulunan Nasıruddevl e Hasan, Şii halifeliği yerine sunni bir devlet kurulması için Sultan Alparslan’a bir elçi göndererek Mısır’a gelmesini istedi. 1070 yılının ortalarında Mısır’ı Selçuklu topraklarına katmak üzere Azerbaycan üzerinden Doğu Anadolu bölgesine girdi. Malazgirt ve Erciş’e ilerleyerek buraları fetih etti. Diyarbekir’e bazı kaleleri fetih ederek ilerledi. Tulhum ve Siverek’i fetih ederek Urfa’ya ilerledi. Vasil’in elinde bulunan Urfa’yı Mart 1071’de sıkıştırmaya başladı. 50 gün kuşatma sürünce Mısır’ın fethi için kuşatmayı kaldırdı. Buradan ilerleyerek Halep’te karargâh kurdu. Halep’teki vasalın katına gelmeden tabiliğini bildirmesi ve birkaç kez çağrıldığı halde huzuruna çıkmamasına sinirlenerek Nisan 1071’de Halep’i kuşatma altına aldı. 2 ay süren kuşatma sonucunda burclar delinmesine rağmen Alparslan burayı kılıçla almak istemedi. Çünkü Bizans’a karşı önemli bir uc savunma merkezi görevini görmekteydi. Halep vasalı bulunan emir Mahmud’un huzuruna annesi ile çıkması ile beraber emirlik yeniden şahsına verildi. Mısır’a gitmek için Dımaşk’a gelmişti ki Bizans elçisi gelerek Menbic, Ahlat ve Malazgird’in Bizans İmparatoru verilmesini istedi. Bizans İmparator’un Erzurum’a doğru ilerlediği haberini almasıyla ordusunun bir kısmını burada bırakarak Bizans İmparatorunu karşılamak için Doğu Anadolu yönüne hareket etti. Yoldan döndüğü zaman Afşin’den beklediği haber geldi; “İşte Rum ülkelerini istilâ edip büyük bir ganimet ile döndüm. Rumlar bizimle savaşacak kudrette değildir.” Gelen cevapla Afşin, Sultan Alparslan’ı ümitlendiriyordu. Bizans kuvvetleri Malazgird’i alırken Sultan Alparslan’da Ahlat’a ilerlemişti.[36]

Bizans İmparatoru Romanos Diogenes, öncüllerinden farklı bir politika uygulayarak düşmanlarını Bizans sınırı içinde bekleyeceğine, sınırlarının dışında harekete geçmeye karar verdi. 1071 yılında Sivas’a doğru ilerledi. Danıştığı kişilerden iki görüş vardı; direk saldırmak ve diğer görüş Bizans sınırında Türkleri beklemek veya Erzurum’da daha uygun koşullarda savaşmak. İmparator, Manbij’de Türkleri yenilgiye uğratmasından dolayı birazda saldırgan bir politika benimseyerek Malazgirt ve Ahlat’ı almak için harekete geçti. İmparator, Malazgirt’e vardığında, Suriye ve Ermenistan önemli bir kuvvet getiren Basilakes de ona katıldı. Malazgirt’te Sultan Alparslan’ın harekete geçtiğini haber alan İmparator Romanos Diogenes ordusunu ikiye bölmeye karar verdi. Ordunun bir kısmı Malazgird tarafında kalırken diğer kısmı bir komutanı emrinde Ahlat’a ilerleyecekti. Ahlat’a ilerleyen ordu üzerine saldırı olduysa da İmparator’a küçük bir kuvvet tarafından saldırı olduğu konusunda güvence verildi. Oysa İmparator Romanos Diogenes’in Sultan Alparslan’ın çok yakında olduğundan haberi yoktu. Ancak Selçuklu ve halifelik makamından elçi geldiğinde Sultan Alparslan’ın yakınında olduğunu anlamış olmalıdır. Elçiler, Selçuklu tarafından İslam akaidine uygun olarak barış isteği götürüldüyse de İmparator bunu kabul etmedi.

Romanos Diogenes’in gerçekten de ordusu Sultan Alparslan’ın ordusundan sayıca üstündü. Askeri teçhizat olarak da Bizans, Selçuklu ordusundan daha donanımlı olduğu açıktır. Bizans ordusunun dizilişi; sağ kanatta Alyattes, sol kanatta Nikeforos Bryenios komutasındaydı. İmparator ise merkezdeydi. Geride ise Andronikos Dukas yer alıyordu. Türkler geleneksel taktikleri olan geri çekilmeyi yaparken Bizans ordusu da geri çekilen birlikleri takip ettiler. Muharebenin ilk safhasında hilal formuna giren Türk ordusu Bizans ordusunu karşıladı. İkinci safhada ise Selçuklu ordusu sahte bir ricat ile geri çekildiler; Bizans ordusunun ileri atlaması ile Selçuklu ordusunun genişleyen hilalinin arasında kaldılar. Son safhada ise gizlenmiş Selçuklu süvarileri küçük gruplar halinde saldırarak Bizans ordusunu parçalara ayırmayı başardılar. Parçalı halde bulunan Bizans ordusu Selçuklu’nun ok saldırısı da büyük hasar alınca Romanos Diogenes, karanlık çökmeden geri çekilme emri verdi. Bizans ordusundaki bu geri çekilmeyi bazı birlikler imparatorun öldüğü gibi yorumlayınca bir panik havası oluştu. Bu sırada geri çekilen Bizans ordusuna, Selçuklu birlikleri taciz saldırıları yapıyordu ki bu saldırılar karşısında Romanos Diogenes, Bizans ordusuna saldırı emri vermek zorunda kaldı. Andronikos Dukos’un birliği haricinde Bizans ordusu emre itaat etti ve saldırıya geçtiler. Andronikos Dukos’un çekilmesi Selçuklu ordusuna arkadan saldırma imkânını da doğuruyordu. Bizans ordusunda paralı asker olarak bulunan Türk gruplarının da tarf değiştirmesi savaşın sonucu etkilemiştir. Sonuç olarak savaşı Selçuklu ordusu kazandı ve Romanos Diogenes esir alınarak, Selçuklu Sultanı Alparslan’ın huzuruna çıkarıldı.[37]

Yukarıda Bizans’ın durumunu gördüğümüze göre şimdi akına Selçuklu tarafından bakabiliriz. Ahlat’a ilerleyen Sultan Alparslan emir Afşin’le buluştu. Sultan Alparslan 4000 hassa ordusu, 40.000 Türkmen akıncılarının emrinde akıncı kuvveti, Selçuklu İmparatorluğuna tabi olan vasallardan 10.000 kişilik bir kuvvet katılmıştı. Bizans’ın ise 200.000 kişilik çeşitli milletlerden oluşmuş(Balkan vilayetlerinden, Bithinya, Kapadokya, Kilikya ve Trabzon bölgelerinden ve Ermeni halkından başka Slav, Bulgar, Alman-Got-, Frank, Gürcü, Hazar, Peçenek, Uz ve Kıpçak-Kuman-) bir ordusu vardı. Yani 200.000 karşı Selçuklu’nun 50.000 civarı bir ordusu bulunmaktaydı. Sultan Alparslan’ın beraberinde Gevharayin, Afşin, Savtekin, Sunduk, Aytekin, Tarankoğlu(Serenkoğlu), Ahmetşah, Demleçoğlu Mehmet, Duduoğlu gibi Anadolu’ya sürekli akınlar yapan tecrübeli Selçuklu emirleri vardı. Ahlat’tan ilerleyen sultan Alparslan, Rahve ovasına giderek ordusunun su ihtiyacını karşılamayı amaç edindi ve karargahını buraya kurdu. Bizans İmparatorluğu’nun durumunu öğrenmek için hem halife adına hem de kendi adına bulunan bir elçi heyetini Romanos Diogenes’e gönderdi. İmparator’un cevabı; “   Ben, bu üstün ve kudretli duruma, pek çok para ve çaba sarfederek eriştim. Barış, ancak ve ancak Selçuklu başkenti Rey'de yapılacaktır. Ben, İslam ülkelerine, kendi ülkem gibi hâkim olmadan asla geri dönmeyeceğim" şeklinde oldu. Bunun üzerine Sultan Alparslan, savaş hazırlıklarının bitmesi için emir verdi. Halife’nin Alparslan’ın savaşı için Cuma namazında tüm İslam ülkesinde hutbe okutarak, dua ettirmesi ve Sultan’ın imamının Alparslan’a dua etmesi Sultan için moral kaynağı olmuş olması gerekir. Aslında Sultan Alparslan’dan ziyade gerçek morali orduya vermiş olmalıdır. Alparslan pusular kurarak ordusunu pusulara yerleştirdi. Yukarıda anlatılan Hilal şeklinde çembere alma planı için hazırlıklar yapıldı. Esas çarpışmalar başlamadan Uz ve Peçenek kuvvetlerinin bir kısmının Bizans ordusundan, Selçuklu tarafına geçtiği anlaşılmaktadır. Alparslan bir ak giysi giyerek savaşta ölürsem kefenim bu elbise olsun, dedi. Cuma sabahı ordugâhındaki komutanları toplayarak şu duayı yaptı: “ Ey Tanrım! sana müvekkil oldum ve hu cihatta sana yaklaştım; şu an senin huzurunda secdeye kapanıyor ve yalvarıyorum. Bu sözlerim, benim gerçek duygularımı yansıtmıyorsa beni, beraberimdeki yardımcılarımı kalır et!. Eğer içtenliğimi kabul edersen hu cihatta düşmanlara karşı hana yardımcı ol ve beni muzaffer bir sultan kıl!”. Duadan sonrada komutanlara şu şekilde seslendi: “Ben. Tanrı'ya kendini veren muhtesipler gibi sabırlıyım ve hayatını tehlikelere atan kimse orduya yaptıkları gibi, gazilerin başında savaşacağım. Eğer Tanrı, kendisinden beklediğim üzere, beni başarıya ulaştırırsa bu güzel bir sonuç olacaktır; eğer durum bunun tersi olursa oğlum Melikşah'ı yerime geçirip ona itaat etmenizi sizlere vasiyet ediyorum”. 26 Ağustos 1071’de Cuma namazını kıldıktan kumandan ve askerlerine şu şekilde hitap etti: “Ey askerlerim ve kumandanlarım! Daha ne zamana kadar biz azınlıkta, düşman çoğunlukta olarak böyle bekleyeceğiz? Ben, Müslümanların camilerde bizler için dua etmekte oldukları bu saatlerde düşmanın üzerine atılmak istiyorum. Galip gelirsek arzu ettiğiniz sonuç gerçekleşecektir, aksi takdirde şehit olarak cennete gideriz. Beni izlemek isteyenler gelsinler, istemeyenler ise serbestçe geri dönebilirler. Bugün burada, ne emreden bir sultan, ne de emir alan bir asker vardır. Bugün ben de sizlerden biri olarak sizinle birlikte savaşacağım. Biz, Müslümanların eskiden beri yapageldikleri bir gaza yapıyoruz”. Asker ve kumandanlarsa bir ağızdan şu cevabı verdiler: “Ey sultan, biz, senin kulların olarak sen ne yaparsan biz de aynı şeyi yapar ve sana yardımcı oluruz, istediğin biçimde hareket et”. Savaş için hazırlıklar tamamlandı ve Bizans ordusu geleneksel taktik üzerek Hilalin içine çekildi. Hilalin içine çekildikten sonra Sultan Alparslan taarruz emrini verdi. Tamış adlı beyin başlarında bulunduğu Uz ve Peçenek ordusu Bizans ordusundan Selçuklu tarafına geçti. Burada Bizans ordusu geri çekilmeye çabalamışsa da Atlı askerlerin tacizlerinden kurtulamadılar. Bizans ordusundan birçok birlik, Ermeni, paralı Norman askerleri ve Andronikos Dukos savaşmamışlar ve savaş alanından uzak durmuşlardı. Sonuç olarak Selçuklu Sultanı Alparslan muharebeyi kazandı ve Romanos Diogenes’i tutsak almayı başardı.[38]

Romanos Diogenes, Sultan Alparslan’ın huzuruna getirildiğinde yenik imparatoru kucaklamış ve ona şu şekilde hitap etmiştir: “İmparator! müteessir olmayınız; insanların maceraları böyledir. Size esir değil büyük bir hükümdar muamelesi yapacağım” diyerek onu teselli etmiştir. Yenik İmparatora özel bir çadır hazırlandı ve şerefli bir misafir gibi ağırlandı. Sultan –Alparaslan: “Sana, barış konusunda, halifenin elçisini gönderdiğim halde, sen bunu niçin reddettin ?. Sana, düşmanlarımın (Erbasgan ve ailesi) bize teslimi için emir Afşin ile haber gönderdiğim halde, bundan niçin kaçındın ?. Daha önce, anlaştığımız halde, bunu bozup, benimle savaşmak suretiyle, bana neden zulmettin ?. Savaştan vazgeçip memleketine dönmen hususunda, sana, daha dün haber gönderip teklifte bulunmama, 'Buraya gelebilmek ve amacıma ulaşmak için pek çok para sarfettim ve dolayısıyla çok asker topladım. İslam ülkelerini, kendi ülkeme katmadan nasıl geri dönebilirim ve ülkeme karşı girişilen bu istilaların sonuçlarını nasıl mazur görebilirim' diye cevap verdin ?”.

-Diogenes: “Ey Sultan! Senin memleketlerini almak için çok para harcadım; türlü ırklardan asker topladım; zafer mümkün olmadı; kendim ve memleketim esir oldu. Kader böyle imiş; şimdi isnatlarını bırak ve isteğini yap.” Yenik İmparator’a Sultan bunun üzerine şunu sormuştur:

-“Ben bu duruma düşseydim sen ne yapardın?”

-Diogenes: “Düşmana yapılması gerekeni yapardım.”

-Alparslan: “Şimdi sana ne yapacağımı sanıyorsun?”

-Diogenes: “Beni öldürebilirsin; bu kasap işidir. Zaferini göstermek üzere beni şehirlerinde dolaştırır ve satarsın; bu da sarraf işidir. Üçüncü ihtimâli söylemek ise, bir hayal veya delilik olur.” Alparslan’ın o ihtimali öğrenmek istemesiyle Diogenes şu cevabı verir:

-“Beni tahtıma iade edersin; sana dost kalır, yıllık vergi öder ve senin naibin olurum. Çağırdığın zaman askerlerim ile gelir, hizmet ederim. Beni öldürmekten sana fayda yoktur. Aksine yerime başkasını imparator yaparlar; oda sana düşman olur.”

-Alparslan: “Ben Allah’a, muzaffer olursam, sana iyi muamele yapacağımı ahdetmiştim. Allah iyilik düşünenlerin arzularını yapar. Bu sebeple benden göreceğiniz muamele bu üçüncü şıktan başkası olmayacaktır.”

Bu konuşmadan sonra aralarında bir anlaşma imzaladılar. Bu anlaşmaya göre; imparator için 100.000 dinar fidye parası, Bizans’ın yıllık 360.000 dinar vergi ödemesi, Antakya, Menbic, Ahlat ve Malazgirt beldelerinin Selçuklu’ya terki, İslam esirlerinin iadesi, Bizans’ın talep halinde asker göndermesi ve kızını oğluna vermesi yer aldığı anlaşılmaktadır. Bu anlaşma aslında Bizans’ın Selçuklu’nun vasalı olması anlamına geliyordu ama Bizans içindeki gelişmeler Romenos Diogenes’i saf dışı bıraktı. Bu zafer Anadolu’nun Türkleşmesi ve Müslümanlaşmasında gerçekten önemli ve büyük bir adımdı. 1176 yılındaki II. Kılıçarslan’ın zaferi ile Anadolu’daki hâkimiyet tam anlamıyla sağlanırken, Bizans’ın bu topraklara tekrar sahip olabileceği fikrîde ortadan kalkıyordu.[39] Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’da Türk akınları kolaylaşmış ve artık Türk akınlar yerleşmek için yapılır hale gelmiş ki Anadolu’da birçok yeni Türk oluşumu oluşmuştur. Saltuklar(1072-1202); Fırat civarında Erzurum merkezli, Mengücükler(1080-1228); Fırat’ta Erzincan-Şebinkarahisar şehirleri arasında, Danişmedliler(1080-1178); Sivas başkent olmak üzere Orta Anadolu’da, Demleçoğulları(1084-1393); Bitlis ve Erzen’de, Sökmenliler(Ahlatşahlar/1110-1207); Van gölü havzasında, Yınaloğulları(1098-1183); Diyarbakır’da, Çubukoğulları(1085-1113); Harput’ta, Artuklular(1102-1409); Hasankeyf, Mardin ve Harput merkez olmak üzere Güneydoğu Anadolu’da Türk devletleri kurulmuştur. Bu devletler Anadolu’nun Türkleşmesinde önemli rol oynamışlardır. İsfahan’a dönen Sultan Alparslan, Bizans ile yapılan anlaşmanın düşmesi ile Selçuklu prens, emir ve Türkmen beylerine fetih hareketlerinin devam etmesi için emir verdi. Türkistan, Maveraünnehr ve Horasan’dan Anadolu’ya göçler devam etti. Artık yapılan göçler yağma ve istila için değil, yerleşmek ve yurt edinmek amacıyla yapılmıştır.[40]





5.      MELİKŞAH DÖNEMİ ANADOLU AKINLARI

1072 yılında Türkistan seferinde gözlerini hayata kapatan Alparslan’ın ölümü hakkında farklı rivayetler vardır ve Batini bir saldırı sonucu suikast edildiği genel olarak kabul edilebilir. Alparslan’ın oğlu Melikşah(1072-1092) babasının mirasını alarak Selçuklu’nun en kudretli dönemini yaşatmıştır. Melikşah ülkenin Doğu sınırındaki sorunları çözdükten ve Kafkasya’da her şeyi yoluna koyduktan sonra 1078 yılında kardeşi Tutuş’u Suriye’ye yollarken, Porsuk’uda Anadolu’ya göndererek Kutalmış oğulları ve Atsız tarafından kurulan Türkmen Kınık Devletlerini itaate almak istemiştir. Tutuş, Atsız’ı öldürerek Suriye’de Suriye Selçukluları idaresini başlatırken, Porsuk ise ülkeyi Selçuklulara bağlamaya çalıştı ise de Süleyman Şah, Türkiye Selçuklu Devleti’nin istiklalini korumayı başardı ve Tutuş’a karşı giriştiği bir seferde hayatını kaybetti.[41]

1079 yılında Diyarbekir emiri Nizâmeddin’in ölümü ile oğlu Emîr Mansur yerine geçmişti. Diyarbekir’e Hristiyan bir vezir getirilmesi ve Hristiyanların üst mevkilere getirilmesi şehirde huzursuzluğa sebep olmuştu. Mısır’la münasebeti bulunan Musul emiri Müslim ile irtibatta olduğu düşüncesi ve bu olaylar üzerine Melikşah, Diyarbekir’in fethine karar verdi. Mervaniler ve Abbasilerin halifeliğini yapmış olan Fahr üd-devle’yi Diyarbekir emirliğine atayarak Diyarbekir’e gönderdi. Müslim’le irtibatı olabileceği göz önüne alınarak önemli Türk beylerini, Artuk ve Çubuk’u Bağdad’a gönderirken Gevher Âyin ile Arap emiri Seyf üd-devle’yi de bu sefere memur etti. Selçuk ordusu Diyarbekir şehirlerini kuşatmağa giderken Musul ve Diyarbekir emirleri de müdafaaya hazırlanıyordu. Müslim tehlikenin farkına vararak sultana sadık kalacağını bildirdi ve Fahr üd-devle kabule yanaştı ise de Artuk Bey buna kızarak, bir gece ordugâha baskın yaparak; yağma ve askerler tutsak edilirken, Amid’e kaçan Müslim kuşatıldı. Müslim, büyük bir para karşılığı uzaklaşmasına izin isteyince, Fahr üd-devle’nin yapmak istediğini farklı bir şekilde yaparak Melikşah’a sorumluluğun Fahr üd-devle’de olduğunu anlatmak için ilerledi. Bu sırada Melikşah duruma hâkim olarak Kasım üd-devle Ak-sungur’u sefere gönderdi ve Artuk Bey’inde ona iltihak etmesini emretti. Müslim’in tekrar Mısırlılardan yardım istemesi Melikşah’ı kızdırdı ve harekete geçti. Selçuklu kuvvetleri Musul’u ele geçirdi sıra şehre geldi. Fakat Horasan’da isyan çıkması ile geri dönmek zorunda kaldı. Musul emiri Müslim ise Melikşah’ın huzuruna gelerek yer öpmesi ve af dilemesiyle Halep dâhil eski memleketlerini aldı. Melikşah, Tutuş’a mektup yazarak ona dokunmamasını bildirdi. Fahr üd-devle ise Âmid ve Meyyâfârikîn’i kuşattılar ise de Mervani emirinin sultan gitmesi ile Diyarbekir’in diğer şehirini teslimi ile Âmid ve Meyyâfârikîn’i ailede bırakacaktı. Fakat muhasaraya dayanabileceği düşüncesi ile bunu yapmadılarsa da içeride Hirsitiyanlara ve Ebu Salim’e saldırmaları sonucu 1085 yılında Âmid Selçuklulara teslim oldu ve Diyarbekir’de Fahr- üd-devle idaresi başladı. Halep emirini kenti bizzat Melikşah’a teslim edeceğini söylemesi 1086’da Porsuk, Bozan ve Ak-sungur ile Musul’a oradan Halep’e ilerledi. Yolda Bozan’ı Urfa’nın fethine memur etti ve 1087 yılında Bozan tarafından Urfa fetih edildi. Halep’e vardıktan sonra Antakya’ya ilerleyerek Süleyman’ın vezirinde bulunan kenti teslim aldı. Halep’i Ak-sungur’a, Antakya’yı Yağı-sıyan’a, Urfa’yı Bozan’a ve Musul havalisini Çökermiş’e ikta etti. Urfa’nın fethi ardından Gence’ye gönderilen Bozan, işgalden kenti kurtardıktan sonra İznik’te Süleyman namına hüküm süren Ebu’l Kasım’a ve Bizans’a karşı gönderdi.[42]

SONUÇ

Anadolu’da Hurri dili, Luvi dili ve Hatti Dili sonrası Neşa dili, Neşa Devleti ile uzun bir süre hâkimiyetini sürdürmüştür. Çivi yazısı ile yazılan bu dil yerini alfabe dillerine ve yeni halklara bırakmıştır. Lidya dili, Karya dili, Frig Dili, Yunan(İon, Aiol ve Pamphilya) dili alfabe yazıları yanında Urartu dili, çivi yazısı olması ile dikkat çeker. Latince ve Pers dili(Eski Persçe) Anadolu’da ancak idari ve elitlerin kullandığı bir dil olarak kullanılmıştır. Alexander(İskender)’in meşhur Doğu seferi ile Anadolu’da Helen dilinin hâkimiyet dönemi başlamıştır. Helen dilinin hâkimiyeti de ancak Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi ile son bulmuştur. Burada işaret etmemiz gereken konu Türkler sayesinde Farsçanın Anadolu’da bilim, edebiyat ve idare dili olarak kullanılmasıdır. Türkçe’nin Anadolu’da hâkim dil haline gelmesinin mihenk taşı, Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun Anadolu’ya karşı düzenli ve planlı bir şekilde akınlar yapmış olmasıdır. Anadolu’nun İslamlaşmasında ise daha görünür bir etki yaratmıştır.

Çağrı Bey’in Anadolu akını ne kadar bir keşif seferi olsa da İmparatorluğun planlarını Anadolu üzerine yapmaya başlamasını getirmiştir. Tuğrul Bey’in Sultanlığında Anadolu akınları planlı bir şekilde yapılmaya başlanmış ve bunun için görevlendirmeler yapılmıştır. Çağrı Bey’in oğlu olan Alparslan ise Anadolu’nun akınlarına yoğunlaşmış ve Malazgirt zaferi ile Anadolu’nun Türkleşmesinde gerçekten önemli bir rol oynamıştır. Alparslan’ın Melikşah döneminde akınlar yapıldığı gibi Anadolu’da Türk Beyliklerinin kurulduğunu görürüz. Bu beylikler Anadolu’da Türklerin yerleşmesini sağlamıştır ve Arslan Yabgu soyundan gelenler tarafından Anadolu’da yeni bir Selçuklu Devleti kurulmuştur. Büyük Selçukluların buhran yıllarında Anadolu’nun savunmasını sağladıkları gibi Anadolu’da Türklerin uzun sürecek olan hâkimiyetini de sağlamışlardır. Anadolu Selçuklu Devleti’nin tarihe karışması ile onların merkezinde kurulan Karamanoğullarının Türkçe’nin kullanımı için ferman çıkarması Türkçe’nin Anadolu’da hâkim olması açısından önemli bir gelişmedir. Özellikle Büyük Selçuklu İmparatorluğu sayesinde Anadolu fetih edilmiş ve Anadolu Selçuklu Devleti ile Türk varlığı pekiştirilmiştir. Karamanoğulları Beyliği ve Osmanlı Devleti ile Türkçe kullanımı önem kazanmıştır. Bunun için Anadolu’da zengin bir Türkçe eserler oluşmuştur. Millet sistemi ile İbranice, Rumca, Ermenice Türkçe ile yaşamaya devam etmiş hatta Modernleşme dönemi gazeteleri Türkçe-Rumca, Türkçe-Ermenice yayınlandığı görülmüştür. Bazı takvimlerde İbranice, Rumca, Ermenice ve Türkçe’nin beraber kullanıldığı görülmüştür. Kültür etkileşimi sonucu Arami harfli Türkçe, İbrani harfli Türkçe, Ermeni harfli Türkçe, Yunan/Grek harfli Türkçe-Karamanlıca gibi Türkçe’nin Gayri-Müslimler arasında kullanıldığı ve zengin bir kaynak eser külliyatı oluşturduğu görülmektedir. Bugün dil devrimi ile Latin harfleri ile kullandığımız Türkçe’nin Orta Asya’dan gelerek Anadolu’da kullanmamızın Büyük Selçuklular İmparatorluğu dönemindeki akın ve fetih hareketleri sayesinde olduğu ve ardıllarıyla pekiştirildiği yorumu yanlış olmayacaktır.    

 

KAYNAKÇA

Birinci El Kaynaklar

Gregory Abu’l Farac, Abu’l Farac Tarihi, c. I, (Çev. Ömer Rıza Doğrul), TTK, Ankara 1999.

Minhac Sirac Cüzcani, Tabakat-ı Nasıri On İkinci Tabaka: Selçuklular, (Çev. Akbar A. Aghdam), Tarih Okulu, sy. 8, Eylül-Aralık 2011, s. 111-140.

Reşidü’d-din Fazlullah, Cami’üt Tevarih: Selçuklu Tarihi, (Çev. Erkan Göksus, Hüseyin Güneş), Selenge, İstanbul 2010.

Urfalı Mateos-Papaz Grigor, Urfalı Mateos Vekayi-Namesi ve Papaz Grigor’un Zeyli, (Çev. Hrant D. Andreasyan), TTK, Ankara-2000.



Araştırma Kitapları ve Makaleler

Alica, Mustafa, “Kitap Tanıtımı: Cihan Piyadeoğlu, Selçuklular’ın Kuruluş Hikayesi, Çağrı Bey”, Tarih İncelemeleri Dergisi, c. 26, sy. 1, 2014, s. 289-291.

Ayan, Ergin, “Tüğrul Bey Dönemi Selçuklu Bizans Ekseninde Ermeniler”, Yeni Türkiye Dergisi, sy. 60, 2014, s. 1-17.

Bryce, Trevor, “Tunç ve Demir Çağlarında Anadolu’da Göçler”, Aktüel Arkeoloji, sy. 54, Kasım-Aralık 2016, 60-75.

Dönmez, Şevket, “Demir Çağında Anadolu’ya Yapılan Göçler”, Aktüel Arkeoloji, sy. 54, Kasım-Aralık 2016, s. 76-85.

Eyice, Semavi, “Anadolu’da Karamanlıca Kitabeler I” TTK Belleten, c.XXXIX, sy.153, Ankara 1975, s. 25-48

Garthwaıte, Gene R., İran Tarihi: Pers İmparatorluğu’ndan Günümüze, (Çev. Fethi Aytuna) İstanbul-2016.

Hacaloğlu, Recep Albayrak, Türkmen ve Asur Kiliselerinde Okunan Türkçe İlahi Metinleri, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1995.

Hillenbrand, Carole, Malazgirt Müharebesi, (Çev. Mehmet Moralı), Alfa, İstanbul 2015.

İpek Ali, “Sultan Alp Arslan’ın Ani Ermenilerine Karşı Tutumu”, Tarihte Türkler ve Ermeniler, c. II, TTK, Ankara 2014, s. 137-145.

Kaya, Abdullah, “Başlangıcından 1071’e kadar Türklerin Anadolu’ya Akınları Hakkında Bir Değerlendirme”, Ekev Akademi Dergisi, y. 18, sy. 59, Bahar 2014, s. 210-232.

Köymen, Mehmet Altay, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, c. I, TTK, Ankara 2000.

Metin Tülay, “Selçuklular Zamanında Anadolu’da Türk İskanına Dair Bir İncelem: Malatya Örneği”, Çankırı Karatekin Üniversitesi SBE Dergisi, y. 4, sy. 2, s. 137-156.

Ocak, Ahmet, Selçukluların Dini Siyaseti, Tatav Yayınları, İstanbul 2002.

Özdoğan, Mehmet, “İlk Çiftçiler Neden Göç Etti”, Aktüel Arkeoloji, sy. 54, Kasım-Aralık 2016, s. 46-59.

Sağır, Güner, “Bizans İmparatorluğu Döneminde Anadolu Ermeni Yerleşimleri”, Tarihte Türkler ve Ermeniler, c. I, TTK, Ankara 2014, s. 187-205.

Sevim, Ali, Anadolu’nun Fethi: Selçuklular Dönemi-Başlangıcından 1086’ya Kadar-, TTK, Ankara 1982.

Sevim, Ali, Ünlü Selçuklu Komutanları: Afşin, Atsız, Artuk ve Aksungur, TTK, Ankara 1990

Tekoğlu, Recai, “Anadolu’da Göçmenlik”, Aktüel Arkeoloji, sy. 54, Kasım-Aralık 2016, s. 86-101.

Recai Tekoğlu, “Eski Anadolu Kültürlerinin Temel Özelliği”, TDBD, sy. 118, Haziran-Temmuz 2010, s. 96-97.

Toksoy, Ahmet, “1018-1071 Yılları Arasında Selçuklu Bizans İlişkileri ve Ermeniler”, Yeni Türkiye Dergisi, sy. 60, 2014, s. 1-15.

Turan, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Turan Neşriyat Yurdu, İstanbul 1969.



* Yüksek Lisans Öğrencisi. Not: Bu bir ödevdir.
[1] Neolitik dönemde Anadolu göçleri için: Mehmet Özdoğan, “İlk Çiftçiler Neden Göç Etti”, Aktüel Arkeoloji, sy. 54, Kasım-Aralık 2016, s. 46-59.
[2] Anadolu’nu bu dönemdeki durumu hakkında: Trevor Bryce, “Tunç ve Demir Çağlarında Anadolu’da Göçler”, Aktüel Arkeoloji, sy. 54, Kasım-Aralık 2016, 60-75.
[3] Şevket Dönmez, “Demir Çağında Anadolu’ya Yapılan Göçler”, Aktüel Arkeoloji, sy. 54, Kasım-Aralık 2016, s. 76-85.
[4] Recai Tekoğlu, “Anadolu’da Göçmenlik”, Aktüel Arkeoloji, sy. 54, Kasım-Aralık 2016, s. 86-101.
[5] Gene R. Garthwaıte, İran Tarihi: Pers İmparatorluğu’ndan Günümüze, (Çev. Fethi Aytuna) İstanbul-2016, s. 5-6; 110-126.
[6] Mustafa Alica, “Kitap Tanıtımı: Cihan Piyadeoğlu, Selçuklular’ın Kuruluş Hikayesi, Çağrı Bey”, Tarih İncelemeleri Dergisi, c. 26, sy. 1, 2014, s. 289.
[7] Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, c. I, TTK, Ankara 2000, s. 21; 24; 27.
[8] Köymen, a.g.e., s. 32-35.
[9] Minhac Sirac Cüzcani, Tabakat-ı Nasıri On İkinci Tabaka: Selçuklular, (Çev. Akbar A. Aghdam), Tarih Okulu, sy. 8, Eylül-Aralık 2011, s. 112.
[10] Köymen, a.g.e., s. 96; 102-104; 113-115.
[11] Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Turan Neşriyat Yurdu, İstanbul 1969, s. 60-62.
[12] Turan, a.g.e., s. 64-66.
[13] Turan, a.g.e., s. 176.
[14] Abdullah Kaya, “Başlangıcından 1071’e kadar Türklerin Anadolu’ya Akınları Hakkında Bir Değerlendirme”, Ekev Akademi Dergisi, y. 18, sy. 59, Bahar 2014, s. 213-215.
[15] Ali Sevim, Anadolu’nun Fethi: Selçuklular Dönemi-Başlangıcından 1086’ya Kadar-, TTK, Ankara 1982, s. 15-17.
[16] Köymen, a.g.e., s. 104-107; Sevim, a.g.e., s. 20; Ahmet Ocak, Selçukluların Dini Siyaseti, Tatav Yayınları, İstanbul 2002, s. 252.
[17] Urfalı Mateos-Papaz Grigor, Urfalı Mateos Vekayi-Namesi ve Papaz Grigor’un Zeyli, (Çev. Hrant D. Andreasyan), TTK, Ankara-2000, s. 48
[18] Urfalı Mateos, a.g.e., s. 48-49.
[19] Köymen, a.g.e., s. 110-115; Kaya, a.g.m., s. 220-221.
[20] Sevim, a.g.e., s. 19-21; Ocak, a.g.e., 252-253; Kaya, a.g.m., s. 218; Turan, a.g.e., s. 80; Ergin Ayan, “Tüğrul Bey Dönemi Selçuklu Bizans Ekseninde Ermeniler”, Yeni Türkiye Dergisi, sy. 60, 2014, s. 4.
[21] Gregory Abu’l Farac, Abu’l Farac Tarihi c. I, (Çev. Ömer Rıza Doğrul), TTK, Ankara 1999, s. 293.
[22] Sevim, a.g.e., s. 23-24; Mateos, a.g.e., s. 74; Turan, a.g.e, s. 79; Ahmet Toksoy, “1018-1071 Yılları Arasında Selçuklu Bizans İlişkileri ve Ermeniler”, Yeni Türkiye Dergisi, sy. 60, 2014, s. 4.
[23] Kaya, a.g.m, 221.
[24] Kaya, a.g.m., s. 219.
[25] Kaya, a.g.m., s. 222.
[26] Turan, a.g.e., s. 79-80; Mateos, a.g.e., s. 82-83; Sevim, a.g.e., s. 29; Abu’l Farac, a.g.e., s. 300-301.
[27] Turan, a.g.e., s. 80-81; Sevim, a.g.e., s. 30.
[28] Turan, a.g.e., s. 81-83; Sevim, a.g.e., s. 31; Toksoy, a.g.m., s. 5; Mateos, a.g.e, s. 89-90.
[29] Turan, a.g.e., s. 83-85; Sevim, a.g.e., s. 32-33; Mateos, a.g.e., s. 90.
[30] Turan, a.g.e., s. 89-91; Sevim, a.g.e., s. 33-34; Ayan, a.g.m., s. 8; Mateos, a.g.e., s. 100-103.
[31] Sevim, a.g.e., s. 35-38; Turan, a.g.e., s. 107-110; Tülay Metin, “Selçuklular Zamanında Anadolu’da Türk İskanına Dair Bir İnceleme: Malatya Örneği”, Çankırı Karatekin Üniversitesi SBE Dergisi, y. 4, sy. 2, s. 142; Mateos, a.g.e., s. 107-108; 110-111; 113-117; Abu’l Farac, a.g.e., s. 312.
[32] Sevim, a.g.e., s. 39-42; Turan, a.g.e., s. 110-112; Güner Sağır, “Bizans İmparatorluğu Döneminde Anadolu Ermeni Yerleşimleri”, Tarihte Türkler ve Ermeniler, c. I, TTK, Ankara 2014,s. 200; Ali İpek, “Sultan Alp Arslan’ın Ani Ermenilerine Karşı Tutumu”, , Tarihte Türkler ve Ermeniler, c. II, TTK, Ankara 2014, s. 139-140; Mateos, a.g.e., s. 118-121; Abu’l Farac, a.g.e., s. 316-317.
[33] Sevim, a.g.e., s. 42-45; Turan, a.g.e., s. 117-118; Mateos, a.g.e, s. 125-127; 134-136; Abu’l Farac, a.g.e, s. 318.
[34] Sevim, a.g.e., s. 46-47.
[35] Sevim, a.g.e., s. 47-51; Turan, a.g.e., s. 123-124; 128;132; Ali Sevim, Ünlü Selçuklu Komutanları: Afşin, Atsız, Artuk ve Aksungur, TTK, Ankara 1990., s.25-26; Mateos, a.g.e., s. 137; Abul Farac, a.g.e., s. 320.
[36] Sevim, a.g.e., s. 51-54; Turan, a.g.e., s. 122; 125-128; Toksoy, a.g.m., s. 12-13; Mateos, a.g.e., s. 138-140.
[37] Carole Hillenbrand, Malazgirt Müharebesi, (Çev. Mehmet Moralı), Alfa, İstanbul 2015, s. 21-23; 25-29; 32.
[38] Sevim, a.g.e., s. 59-69; Turan, a.g.e., s. 133-140; Mateos, a.g.e, s. 140-143; Abu’l Farac, a.g.e., s. 321-323.
[39] Turan, a.g.e., s. 140-143; Sevim, a.g.e., s. 69-72; Mateos, a.g.e., s. 144; Abu’l Farac, a.g.e., s. 323-324; Reşidü’d-din Fazlullah, Cami’üt Tevarih: Selçuklu Tarihi, (Çev. Erkan Göksu, Hüseyin Güneş), Selenge, İstanbul 2010, s. 118-119.
[40] Sevim, a.g.e., s. 75-76.
[41] Turan, a.g.e., s. 147; 152; 156; Abu’l Farac, a.g.e., s. 325.
[42] Turan, a.g.e., s. 157-161; Sevim, Ünlü, s. 59-60; Mateos, a.g.e., s. 171-173.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder