Tasarım: Mustafa Çetin |
BÜYÜK SELÇUKLU DÖNEMİ ANADOLU’YA
TÜRK AKINLARI VE ÖNEMİ
Yasin Çetin*
GİRİŞ
Büyük
Selçuklu İmparatorluğu döneminde Türklerin Anadolu’ya akınlarını ve yerleşme
çabalarını Anadolu’daki yeni hâkim dil olacak Türkçe açısından değerlendirmeye
alacağız. Onun için; önce Anadolu’da Türkçeden önce hangi dillerin hâkim
olduğunu inceleyeceğiz. Anadolu’da Hitit, Frig, Lidya, Karia, Urartu, Klasik ve
Helenistik, Roma dönemlerine bakacağız. İran’ın tarihine ve Selçuklu
Devleti’nin kuruluşuna kısaca baktıktan sonra Büyük Selçuklu İmparatorluğu’ndan
önce Türkler tarafından Anadolu’ya yapılan akınlara bakacağız. Çağrı Bey’in
Anadolu’ya yaptığı keşif akını sonrası Türkmenlerin akınlarına bakacağız.
Tuğrul Bey, Alparslan ve Melikşah dönemi Anadolu fetih hareketleri ile
Anadolu’yu Türkleştirmelerini inceleyeceğiz.
Bu
çalışmayla Selçuklu İmparatorluğu’nun Anadolu’da fetih hareketlerinde ne kadar
etkin olduğunu anlarken, Anadolu’nun Türkleşmesinde en önemli görevi üstlendiğini
anlamaktayız. Farsça ile Türkçe’nin Anadolu’ya girdiğini ve Anadolu tarihi için
geniş bir Türkçe kaynak oluşturduğuna ise sonuç kısmında değinerek çalışmayı
sonlandıracağız. Selçuklu İmparatorluğu dönemindeki bu akın ve fetih
hareketleri, beylikler dönemi dediğimiz Türk Devletleri’nin, Anadolu Selçuklu
Devleti’nin ve Osmanlı Devleti’nin kurulmasında gerçekten çok önemli mihenk
taşı görevi görmüştür.
A.
BÜYÜK
SELÇUKLULARA KADAR ANADOLU
Anadolu,
uygarlık devrine en erken giren yerlerin başlarında gelir.
Avcı-Toplayıcı(Paleotik) halklar açısından önemli bir araştırma coğrafyasını
oluşturur. Son yıllarda Göbekli Tepe arkeolojik alanı bunun en büyük
kanıtlarından birini bize sunmaktadır. Tarım ve yerleşik hayata(Neolitik)[1]
geçişte sadece Çatalhöyük arkeolojik alanını bile düşünsek, ne kadar önemli bir
araştırma alanı olduğu ortaya çıkacaktır. Doğu ve Batı arasındaki çatışmanın
başladığı miti ile ünlü olan Bronz çağı kenti denilen Truva, tüm dünyanın
ilgisini üzerinde toplamıyor mu? Şimdi Demir çağı halklarına bir bakalım Geç
Hitit Devleti olarak adlandırdığımız kent devletleri, Urartu, Frigya ve
Lidya’nın önemleri bile bize Anadolu’nun ne kadar önemli bir araştırma alanı
olduğunu gösterecektir. Anadolu, çağlar boyu halkların ilgisini çeken bir
coğrafya olmuştur.
Paleotik
ve Neolitik dönemde hangi halkların yaşadığı hakkında bilgimiz yok denilebilir.
Bu dönemde bile insanları kendine çeken bir cazibesi olduğu anlaşılmaktadır. En
erken M.Ö. 3.000 yıllarında yaşayan halklar hakkında bilgimiz var. Bilinen ilk
Hint-Avrupa dili olan Luvi halkı, Kafkas dili olduğu düşünülen Huri halkı ve
kendine özgü bir dili olan Hatti halkı bu tarihlerde Anadolu’da yaşamaktadır.
Üzerinde göç teorileri ve yerli halk içinden sivrilmiş olabilecek bir güç olan
Neşa-Tevrat koşullanması ile Hitit halkı ismi ile anılan- halkının Anadolu’nun
ilk imparatorluğunu kurduğuna şahit oluruz. Kültürel olarak da Hatti ve Luvi
ağırlıklı olmakla beraber Hurri kültürü gibi diğer Anadolu kültürünü kendinde
topladığını anlıyoruz. Hitit öncesi bilgilerimiz arkeoloji veriler yanında bir
Sami halkı olan Asurların oluşturduğu ticaret ağı sayesindedir. Sümerlerden
sonra yazı geleneğini Mezopotamya’da Sami halkları devam ettirmiş ve ticaret
yoluyla Anadolu’ya taşımıştır. Kültepe belgeleri zengin bir Asur dilli belge
barındırmaktadır. Asur Ticaret Çağı olarak adlandırdığımız bu dönemde kültürel
öğelerde Anadolu’ya taşınmıştır. Hititlerin ortaya çıkmaya başlaması ile ise
Neşa-Tevrat koşullandırması ile Hititçe- dilinin Anadolu’da kullanıldığını
görüyoruz. Neşa dili sayesinde bugün Luvi dili ve Hatti dilleri hakkında da
teferruatlı bilgimiz vardır. Neşalıların imparatorluğu ardından Anadolu’nun
yerlisi olan Frigler, Luvilerden Likyalılara dönüşen halk, Geç Hitit Devletleri,
Urartu’nun Anadolu’da varlık gösterdiğini görürüz.[2]
Bunlar dışında Yunan halklarının bu çağlarda Anadolu’ya geldikleri ve yerli
halklarla karıştıkları anlaşılmaktadır. Yine Ermeniler’de ilk defa bu
tarihlerde Anadolu’da karşımıza çıkmaktadır.[3]
Bu
bölümdeki amacımız çağlar boyunca Anadolu’nun ilgi odağı olduğu ve insan
hareketi aldığını göstermektir. Batı’dan gelenler için en erken tarih Minos ve
Miken hikâyelerinden çıkmaktadır. Truva hikâyesi herkesin bildiği bir hikâyedir.
Bu hikâyeleri destekleyecek veriler olsa da en az onlar kadar eleştirel
yaklaşan ve ikna edici kaynaklar sunanlar vardır. Frigler gibi halkların
Balkanlardan Anadolu’ya göç ettikleri iddia edilir. Frigler ve Ermenilerin
Anadolu’ya göç etmesi konusunda kaynaklar yetersizdir. Lidya ve Karya halkları
üzerine ileri sürülen göç olgusu var ise de dillerinden Anadolu’nun yerli halkı
olduğu anlaşılmaktadır. Balkanlarda Anadolu’ya göç ancak İskender sonrasında
görülse de kültür ve inançsal akış olduğu söylenebilir. Balkan kökenli olan en
bariz öğeler Orpheus ve Bakkhos olduğu görülür. Avrupa’dan Anadolu’ya ise
sadece Galatlar(M.Ö. 279) göç etmiştir. Ön Asya’dan Anadolu’ya göç eden bazı
Sami grupları günümüze Süryaniler olarak gelmiştir. Kilikya halkının M.Ö. 5.
Yüzyılda Aramice kullanmaya başladığı anlaşılmaktadır. Samilerden sonra başka
bir hareket Perslerin Anadolu’yu işgali sırasında gerçekleşmiştir. Pers elit
sınıfların Anadolu’ya geldiği bilinmekteyse de bir Pers nüfusu Anadolu’da
oluşmamıştır. Helenistik Dönemde Anadolu’ya özellikle Sardis ve başka sahil
kentlerine göç etmiş Yahudi nüfus hareketi olmuştur. Araplar ise ancak
Ortaçağ’da Anadolu’ya girmişlerdir. Birinci Binyılda Anadolu’da Yunanlıların
Pamphilya, Aiol ve İon boyları görülür. Roma Döneminde Anadolu’ya Latin nüfusu
gelmişse de Anadolu’da Latinleşme etkisi yaratmamıştır. Kafkas halkları ise
Anadolu’ya göç etmiş diğer halk gruplarıdır ve bunların en önemlisi olarak
Urartular karşımıza çıkar. Kafkaslar üzerinden Kimmer ve İskitlerinde girdiğini
görüyoruz. Bu halklar hakkında elimizde yazılı bir örnek bulunmamaktadır.[4]
İskender’in
ölümü ile komutanlar(Diadokhoi) dönemi başlar ki Anadolu’da iki tanesi ağır
basarlar; Antigones ve Selevkos. Bu tarihlerden Türkçe’nin hâkimiyetine kadar
farklı halklara ev sahipliği yapan bir Anadolu tasvir edebilirsek de, Helen
dilinin hâkimiyetini Anadolu’da görebiliriz. Bu durumu Roma bile değiştirmemiş
ve imparatorluğun dili Latince’den Yunanca’ya çevrilmiştir. Buda tarihsel
olarak Bizans-Doğu Roma- dediğimiz döneme denk gelmektedir. Romalılar, Pontus
ve Part Krallıklarıyla mücadele etmişken, Bizans Döneminde mücadele Sasanilerle
gerçekleşmiştir. Arapların Sasani İmparatorluğuna son vermesi ile Bizans ile
mücadeleyi Araplar vermiştir.
B.
İRAN
VE BÜYÜK SELÇUKLU İMPARATORLUĞU’NA KISA BİR BAKIŞ
İran
tarihi ilk dönemleri açısından Mezopotamya tarihi içerisinde ele alınmışsa da
İran halklarının kökenleri büyük oranda Orta Asya’ya dayanmıştır. Orta Asya,
İran ve Mezopotamya arasındaki bu kültürel etkileşim yeterince ele alınmamıştır
ve Türk Tarihi açısından da bu konu önem arz etmektedir. İran’ın yazılı ilk
halkının veya devletinin Elam’lar olduğunu görüyoruz ki Mezopotamya ile uzun
bir etkileşimli tarihi vardır. Elam’lar Ahamenişler döneminde de etkin olmuşlar
ve Persçe, Akadça yanında İmparatorlukta öne çıkan dil olarak Elam dilini
görürüz. Ahameniş İmparatorluğu’nu Alexander/İskender sona erdirmiş ve İran’da
Makedonya hâkimiyeti Part’lara kadar devam etmiştir. Sasaniler sonrası ise
İran’ın hâkimiyeti uzun süre İrani olmayan halkların elinde bulunmuşlar ve
kültürel etkileşime sebep olmuşlardır. Arapların İran’daki hâkimiyeti İran
dillerinin Arap harfleri ile yazılması gibi önemli bir kültürel değişimi
beraberinde getirdi. Özellikle Abbasi’ler döneminde Sasani geleneğinin hayat
bulduğu anlaşılmaktadır. İrani geleneğin yaşaması açısında Samaniler üzerinde
araştırmacıların ayrıca durduğu anlaşılmaktadır. Firdevsi’nin Gazneli Mahmud’a
sunduğu “Şehname”nin yazma
girişiminin ilk Samanilerde başlamış olması gerçekten ilgi çekici bir konudur.
Selçuklular ise 1040 yılında Gaznelileri yenerek Horasan’ı ele geçirdiler.
Selçukluların gelişi, Türklerin aileleri ve sürüleriyle beraber İran üzerinden
bütün Ortadoğu’ya göçünün göstergesiydi. Türklerin, Araplar ve İranlılardan
sonra Ortadoğu’daki en büyük linguistik/etnik grubu oluşturduğu değerlendirmesi
yapılır. Selçuklu siyasi kültürü sadece İran siyasi kültürünü güçlendirmekle
kalmayıp ona yeni unsurlar kattı. Türklerin İran tarihinde oynadığı baskın rol
günümüzde bile devam ettiği değerlendirmesi yapılır. Tuğrul ve Çağrı Bey,
Gaznelilere karşı kazandığı askeri başarısını Büveyhilere karşı devam
ettirdiler. 1055 yılında Bağdat’a girerek hilafeti hegemonyadan kurtardı.
Tuğrul Bey’in erkek çocuğu olmadığı için Çağrı Bey’in oğlu Alp Arslan tahta
geçti ve onun yerine 1072 tarihinde ise tahta Melikşah’ın geçtiğini
görürüz. Nizamülmülk vezirliği sırasında
Selçuklu’nun ordu, siyaset ve eğitim konusundaki etkisi dikkat çekicidir. 1141 yılında
Sencer, Semerkand’da çarpıştığı Karahıtay’lara yenildi.[5] Bu
olayların Selçuklu Tarihi açısından başlıca önemli olaylar olduğu
değerlendirilmesi yapılabilir.
10.
Yüzyılda Oğuz Yabgular Devleti’nden sübaşılık görevi yapan Selçuk Bey,
anlaşmazlıklar sonucu Cend’e göç ettiği görülür.[6] Cend’deki
ilk işinin Müslüman olmak olarak değerlendirmesi dikkat çekicidir. Mehmet Altay
Köymen, Müslüman olmalarında ahalinin çoğunluğunun dinsel inanış ve
geleneklerinin etkisi olduğuna işaret eder; eğer onların dinine ve adetlerine
uymazlar ise küçük bir kavim olarak kalacaklardır. Selçuk’un tüm maiyeti ile
Müslüman olduğunu görürüz. Müslüman olması ile beraber aynı zamanda mücahit
olmuş ve Mehmet Altay Köymen’in söylemi ile ‘Gaziler reisi’ olmuştur. Gazada ki
başarısı ona ün katacak ve Samanoğulları, Karahanlılar Devleti’ne karşı ondan
faydalanmak için teklif getirirler. Samanoğulları gibi bir devletin ondan
yardım olarak faydalanmak istemesi Selçuk Bey’in siyasal ve askeri gücünü bize
gösterir niteliktedir.[7] Selçuk
Bey’in oğlu Mikail’in ölümü sonrası ailenin fiili reisliğini Arslan(İsrail)
Bey’in aldığı görülür. Mikail’in ölümü sonrası onun oğulları Tuğrul ve Çağrı
Bey’in terbiye ve eğitilmesini Selçuk Bey üzerine almıştır. Cend’e artık
sığamamalarından dolayı Samanlı Devleti’nin Buhara yakınlarındaki Nur kasabasında
sürelerini otlatmak için müsaade verdi ve bunun karşılığında sınırda istilalara
karşı duracaklardı. Nur kasabası otlaklarından Arslan Bey’in mahiyeti
faydalanırken, Selçuk Bey ekibi ayrıydı ve Selçuk Bey, Tuğrul ve Çağrı Bey
büyüyünce onları ailenin başına geçirmek istemiştir. İşte bu ayrılığın
sebebinin Arslan Bey’in babasına küslüğü ile ayrı yaşaması olarak Köymen
değerlendirmektedir.[8] Nur
kasabasındaki otlağa yerleşme konusunu Cüzcani’ni şöyle aktarmaktadır; “Selçuk’un oğlunu tebaasıyla birlikte
Maveraünnehir ve Türkistan’dan Horasan’a doğru getirsin. Selçuk’un tebaası ve
oğlu Buhara’nın Nur bölgesinde oturan bir tayfa olup hepsi Sâmânoğulları’na
tabiydiler.”[9]
Arslan
Bey’in bir tuzak sonrası öldürülmesi ile Tuğrul ve Çağru Bey’lerin mahiyetinin
sona erdiğini görürüz. Ama bundan önce Arslan Bey, mahiyetindeyken geçen iki
olaya bakmalıyız ki bu olaylar Arslan Bey’den habersiz olması açısından
önemlidir. Samanoğulları’nın yıkılışı sonrası, Maveraünnehr’e inmiş olan Tuğrul
ve Çağrı Bey’in ve buranın hâkimi olan Nasr’a karşı Batı Karahanlı hükümdarına
sığınma kararı almışlardır. Aslında Karahanlılar’ın da onları istememesi sonucu
kaynaklarına dönmek zorunda kalmışlar ve zor zamanlardan geçmişlerdir. Bu zor
dönemde Çağrı Bey’in Batı seferini görürüz ki çalışmamızın ileri safhasında bu
konuyu derinlemesine ele alacağız. Burada dikkati çeken Gazneli topraklarından
geçen Çağrı Bey’in hem sefere giderken hem de dönüşte yakalanmamasıdır. Bu
sefer Çağrı Bey’in itibarını arttırdığı gibi Tuğrul Bey’de ricat durumundan
çıkmıştır ve siyaset hayatına geri dönmüştür. Arslan Bey’in hiç hoşuna
gitmeyecek ve memnuniyetsizliğini yaratacak bir ortam ortaya çıkmıştır. Arslan
Bey’in isteği ile ki bu istek diğer büyük devletlerin ordularının dikkatini çektiği
üzerine dağıtılması olsa da aslında Arslan Bey, aynı zamanda kendisine karşı
bir tehlike olarak da yorumlamaktadır ve Tuğrul ile Çağrı Beylerde toplanan
kuvvetleri dağıtarak Arslan Bey’in maiyetinde kaldılar.[10]
Arslan
Bey’in mahiyetinin sonra ermesi ile Tuğrul ve Çağrı Beyler bağımsız hareket
haline geçebildiler ve devletin kuruluşunda Serahs’daki çarpışmaların önemli
olduğu anlaşılmaktadır. Gazneliler Devletine karşı yapılan çarpışmalar
sonucunda Horasan’da Gazneli hâkimiyeti sona erdiği gibi Horasan’da
Selçuklu’ların hâkimiyeti başlamıştır. Bu çarpışmaların Horasan’da varlık
mücadelesi olduğu değerlendirmesi yanlış olmayacaktır. Korkulan olmamış ve
1038’de kesin zafere ulaşılmıştır. Tuğrul Bey artık bir sultan ve Çağrı Bey’de
bir melik olmuştur. Halife ve Bizans Devleti’nin elçiler göndermesi Selçuklu
Devleti’nin diğer büyük devletler tarafından da tanındığını göstermesi
açısından önemlidir.[11] Gazneli
Devleti, Selçukluları ezmek için yeniden harekete geçtiler. Selçuklular ne
kadar savaşa hazırlanmışlarsa da Gazneli güçlerinden endişe de etmekteydiler.
Geri çekilme düşüncesi baş gösterdiyse de Çağrı Bey’in müdahalesi ve önerisi
ile 15 Mayıs 1039 tarihinde savaş başladı. Uzun süren mücadeler ve birbirleri
oyalama siyaseti devam ederken, Selçuklu’lara Türkmenler içerisinden katılanlar
oluyordu. Geri çekilme düşüncesi ve Çağrı Bey’in savaş düşünceleri vardı. Çağrı
Bey’in görüşüne uyularak Gazneli Ordusu çöle çekildi, burada susuz ve bitkin
bırakılan orduya karşı harekete geçildi. Dandanakan Muharebesi 3 gün sürdü ve
tarih 23 Mayıs 1040 gösterdiğinde Gazneli Ordusu kalmamıştı. Selçuklular artık
devletlerini kurduklarından emindiler ve Tuğrul Bey’e taht kurulduğu gibi
Sultan olarak herkesçe selamlandı.[12] Tuğrul
ve Çağrı Bey’in kurduğu bu imparatorluğu halefleri Alparslan ve Melikşah’da
yükseltmeye devam etti. Bu dönemleri Anadolu’ya yapılan sefer esnasında değineceğiz.
Osman Turan’ın söylemi ile “Çin
hudutlarından Akdeniz kıyılarına, Kafkas dağlarından Hint denizine kadar uzayan”[13]
Selçuklu İmparatorluğunun sınırları oluşmuştu. Melikşah döneminden sonra devlet
iç ve dış buhranlar yaşamış ve Sancar Han Döneminde yeniden gücüne kavuşmaya
başarsa da 1141 yılındaki Karahıtay’lara karşı yenilgi devletinde sonunu getirmiştir.
C.
BÜYÜK
SELÇUKLULAR’DAN ÖNCE ANADOLU’YA TÜRK AKINLARINA KISA BİR BAKIŞ
Anadolu’ya
bilinen ilk Türk akını 4. Yüzyılda yerleşmeye dönük olmayan seferler olarak
Avrupa Hunları tarafından gerçekleştirilmiştir. 508 yılında Sabar/Sibirler Orta
Anadolu’ya kadar ganimet seferi gerçekleştirmişler ve geri Anadolu’dan
çıkmışlardır. Arap, İran ve Doğu Roma’da Türklerin asker olarak yer aldıkları
görülmektedir. 530 yılında Bulgar Türklerinin Bizans tarafından Anadolu’ya
geçirilerek Trabzon civarı ile Çoruh ve Yukarı Fırat bölgelerine iskân
edildiklerini görüyoruz. İranlılar ile savaşması için II. Justinyen ve
Heraklius, Avar Türklerini Anadolu’da İran sınırına yerleştirdiğini gördüğümüz
gibi 755 senesinde Bulgar Türkleri de Araplarla savaşması için Anadolu’da
sınırlara yerleştirdiğini görüyoruz. 7. Yüzyılda ise Hazar Türklerinin
Anadolu’ya sefer yaptıkları anlaşılmaktadır. Peçenek ve Kumanların Anadolu’ya
yerleşerek Hristiyanlaştıkları anlaşılmaktadır.[14]
İlk
Müslüman Türk akınları da Araplar tarafından Türkistan ve Horasan’dan 8.
Yüzyılda getirilerek Bizans sınırlarına yerleştirmesi ile olmuştur ve Müslüman
olan Türkler gaza etmişlerdir. Ali Sevim bu yerleştirilen Türklerin sayısının
Harun Reşid(786-809), Memun(813-833) ve Mutasım(833-842) devirlerinde çok
yüksek olduğunu belirtmektedir. Hatta Mütevekkil döneminde Türk kumandaların
askeri bölgelerin yönetimine geldiğini görüyoruz. Bu dönemlerde Anadolu’nun en
uçlarına kadar hareketlerde bulundukları ve kalelerin tahribatında önemli rol
aldıkları anlaşılmaktadır. Makedonya sülalesi Bizans’ın başına geçtiğinde artık
savunulmaya geçilmesi ile bir geri çekiliş 10. Yüzyılda söz konusudur. 300 yıl
bu seferlerde yer alarak Bizans’ın savunmasını zayıflattıkları için Selçuklu
seferlerinin önünü açmada önemli rolleri olduğu değerlendirilmesi
yapılmaktadır.[15]
D. BÜYÜK SELÇUKLULAR DÖNEMİNDE
TÜRKLERİN ANADOLU’YA AKINLARI
1.
ÇAĞRI
BEY’İN ANADOLU SEFERİ
Çağrı
Bey’in Selçuklu İmparatorluğu Tarihindeki rolü gerçekten büyüktür. Askeri
başarı konusunda mükemmel olduğu kadar ileri görüşlülüğü ile de fark yaratır. Maveraünnehr’de
huzursuzluk içinde bulunan ahalinin yeni arayışlara girdiğini görürüz ki
bunlardan biriside Çağrı Bey’in Anadolu’ya giriştiği seferdir. Tuğrul Bey ve
Çağrı Bey ne kadar Arslan Bey’in mahiyetinde bulunsa da ondan habersiz
kararlarda aldıkları görülür ki bunlardan biriside Batı yönüne yani Anadolu’ya
doğru Çağrı Bey’in giriştiği seferdir. Çağrı Bey’in bu seferini yapmasındaki en
önemli nedenlerden birisi yeni bir vatan arayışı olsa da buradan itibar ve bir
takım maddi çıkarlarında hedeflendiği anlaşılmaktadır ki sefer sonrası
gerçekten bunun gerçekleştiğini anlamaktayız.
Bu
sefer Tuğrul ve Çağrı Bey toplantısı sonrası Çağrı Bey’in ‘Rum Gazasına’
gitmesi kararlaştırılırken Tuğrul Bey’de çöllere çekilecekti. Bu şekilde Tuğrul
Bey’in geçici bir süre güvenlikte kalacağını ummaktaydılar. Çağrı Bey, 3000
kişilik bir kuvveti yanına alarak Horasan üzerinden Ermeniye(Armania) gitmekti.
Horasan’ın Gaznelilerin hâkimiyetinde olduğuna yukarıda işaret etmiştik ve
Çağrı Bey, Gazneli otoritesini ezerek Horasan’dan yakalanmadan geçmeyi
başarmıştır. Azerbaycan yolu ile Rum tarafına geçmeyi başaran Çağrı Bey’e
burada önceden gaza amacıyla gelen Türkmenlerde bir takımının katıldığını
görürüz.[16]
Çağrı Bey burada kendine katılan Türkmenleri teşkilatlandırmış ve düzenli hale
getirmiştir. Harekâtın ilk hedefinde Vaspurakan Ermeni Krallığı’nın olduğunu
görüyoruz. Bu harekâtta bol ganimetle son bulurken gaza ruhuna aykırı olarak
değerlendirilen Şeddad oğulları Devleti topraklarına girmişlerdir. Gürcü
Krallığı ise sıradaki hedef olmuştur ve savaş olmadan oğuz istilası
gerçekleşmiştir. Oğuzlar son olarak Ani Ermeni Krallığı’nı hedefini koymuşsa da
harp meydanından çekilmek zorunda kalmışlardır. Çağrı Bey’in Maveraünnehir’e
dönmesinde bu olayın etkisi olmuş olabilir. 4-5 yıllık bu harekâttan yeterince
ganimet toplayarak dönmeye karar vermiştir.
Urfalı
Mateos bu akınları konu alan bir kaynak olarak 1018-1019 tarihlerinde
gerçekleşen akınlar karşısında “Bu
zamanda, Türk tesmiye edilen barbarlar millet toplanıp Ermenistan’ın Vaspurukan
eyaletine geldi ve Hristiyanları merhametsizce kılıçtan geçirdi”[17]
değerlendirmesini yapmıştır. Devamında Senekerim’in haber alması ve oğlu
David’i muharebeye gönderdiği görülür. Yaylı ve uzun saçlı olarak
değerlendirilen Türkler’in oklara alışık olmayan Ermeni’lere karşı üstün
geldiğine vurgu yapar ve David’in onur yapıp geri çekilmemesinin hezimete neden
olduğunu vurgulamaktadır. Bir ikinci muharebe sonrası zorla çekilmesini
sağladılar.[18]
Ermeni
ve Gürcü Krallıklarının güçleri azaltılmış ve Bizans Devleti’nin bu toprakları
ele geçirmesi kolaylaştırmış ki bu ilerideki Türk akınlarının başarılı olmasında
da bir etken olacaktır. Müslümanların ve özellikle Şeddad oğulları Devleti’nin
sınırlarını genişletmesini sağlaması açısından da önemlidir. Oğuzlar açısından
ise sahayı ve siyasi durumu öğrenme yanında buralara yerleşebileceklerini
anlamaları açısından önemli bir sefer olmuştur. Bunun yanında gaza itibar
getirirken bolca ganimette elde etmişlerdir. Çağrı Bey’in dönüşte yine
Horasan’dan geçmesi gerekiyordu ve geliş yolunda geçmiş oldukları Horasan’da
bir teyakkuz hali doğurmuştu. Bu yüzden Çağrı Bey, toplu bir halde gitmek
yerine parçalar halinde ve tüccar kılığında Horasan’ı geçmiştir. Bu akınların itibari
ile Türkmenlerden Tuğrul ve Çağrı Beylere katılımlar olmuştur. Amcaları Arslan
Bey ise bu gelişmelerden tedirgin olmuş ve büyük devletlerin bu gelişen orduya
müdahale edecekleri haberini göndermiştir. Bunun üzerine Tuğrul ve Çağrı Bey
toplanan Türkmen kuvvetlerini dağıtma ihtiyacı duyarak amcalarını
dinlemişlerdir.[19]
Burada
altını çizmemiz gereken bir durum söz konusudur. Bu durum bu Türk akınları gerçekleştiği
tarihlerde Anadolu’daki Ermeni ve Gürcü krallıklarının ve Bizans Devleti
arasındaki ilişkidir. Ermeni ve Gürcü prenslikleri arasında çatışmalar olduğu
gibi vasal oldukları Bizans Devleti ile de anlaşmazlıkları söz konusuydu. II.
Basil(Basileios) yönetim bakımından doğrudan doğruya Ermeni ve Gürcü
prensliklerini yönetim olarak Bizans’a bağladı. Van Bölgesinde bulunan 40 bin
Ermeni’nin Orta Anadolu’ya göç ettirerek özellikle Sivas ve Kayseri’ye
yerleştirdi(tehcir etti). Ermeni ve Gürcü prensleri ancak birer Bizans komutanı
olarak ancak bölgede varlıklarını gösteriyorlardı. Çağrı Bey’de işte akınlarını
bunlar üzerine gerçekleştirmişti. Ermeni Bizans komutanı Senekerim yendi ve
Gürcü Bizans komutanı Liparit savaşmaya cesaret bile edememişti. 1021 yılında
Tuğrul Bey’in yanına gittiğinde Çağrı Bey’in değerlendirmesi ilerideki Anadolu
akınlarına işaret etmesi açısından da önemlidir. Aşağıda vereceğimiz Abu’l
Farac’ın anlatımında bu değerlendirmeyi de göreceğiz.[20]
Abu’l
Farac ise Çağrı Bey’in Anadolu seferinden şu şekilde bahsetmektedir; “Ç a ğ r ı Bey Türkmenlerden büyük bir ordu
vücuda getirerek Arminya ve Horasan şehirlerini yağma etti, sonra kardeşi
Tuğrul Bey’e giderek ‘burada iki büyük
vali var. Bunlar Harezmşah Harun ve Sebük-Tekinin torunu ve M a h m u d 'un
oğlu Sultan M e s' u d. Biz yalnız bunların hakkından gelemiyoruz. Fakat
keşfetmiş olduğum Horasan ve Arminya ya gidebiliriz. Çünkü buralarda bize karşı
gelebilecek bir kimse yoktur’, dedi.”[21]
2.
İLK
TÜRKMEN ANADOLU AKINLARI
Aslan
Yabgu’nun etkisiz hale gelmesinden sonra ona bağlı olan Türkmen’ler Horasan’a
yerleştirilmişse de Gazneli valisine karşı girişimleri sonrası Gazneli Mahmud
bunları 1028 yılında bozguna uğratmıştır. Bunların bir kısmının Azerbaycan
tarafına çekilerek hükümdar Vehsudan’ın hizmetine girdikleri görülür. Vehusdan’ın
Anadolu akınlarını katılırlar. 1036 yılında bir grup Türkmen’inde Azerbaycan’a
geldikleri ve buradakilerle birleştikleri anlaşılmaktadır. Azerbaycan’da oluşan
grup Erran bölgesinin hükümdarı Fadlun ve oğlu Ebulesvar ile birleştikten sonra
1037 yılında Doğu Anadolu’daki bazı Ermeni zümrelere akınlar yaptıkları gibi
1038 yılında Bizans kumandanı II. Bagrat’ın Müslümanların elinde bulunan Tiflis
kuşatması sırasında savaşa girerek geri çekilmesini sağladılar. Ebulheyca
Hezbani yönetiminde Urmiye’de bulunan Türkmenler, Van Gölü havzasına akınlar
yaparak Bizans genarali Haçik’i kumandasındaki kuvvetleri yenilgiye
uğrattıkları gibi Haçik burada hayatını da kaybetmiştir. 1042/43 yıllarında ise
başka bir Türkmen Zümresi Elcezire ve Musul tarafından yönelerek Beçni kalesini
kuşatmışlarsa da Anı Bizans valisi Gagik’in olaya karışması ile kaleyi ele
geçiremediler ise de Ermenilerin oturdukları yerlerden pek çok ganimet ve
tutsak ele geçirdiler.[22] Diyârbekir
Mervani Emir’i Nasruddevle’nin şikâyeti üzerine Tuğrul Bey’in verdiği cevap
bize Selçuklu ile Türkmenler arasında güçlü olmasa da bir ilişki olduğunu
göstermektedir; “Kullarımın senin memleketine geldiğini haber aldım. Sen bir Sugur (uç,
hudut) emirisin. Onlara mal verip kâfirlere (Bizanslılar) karşı kendilerinden
faydalanmalısın. Zira onların maksatları Ermeni beldeleridir”[23]
Türkmenlerin
Doğu Anadolu’dan Orta Anadolu’ya ilerlerken Kuzeyden itibaren Güneye doğru
akınlarında kolaylık sağlayan yollar şu şekilde verilmektedir. 1.) Aras nehri
boyunca başlayıp Karasu ve Kızılırmak vadisinden devam edip Orta Anadolu’ya
çıkan yollar. 2.) Aras, Murat suyu, Yukarı Fırat vadilerinden doğu Anadolu’ya
ve Orta Anadolu’nun güneylerine yani Konya yörelerine kadar batıya giden
yollar. 3.) Kura Irmağından, Çoruh, Kelkit ve Yukarı Kızılırmak vadileri
boyunca (Karadeniz kıyıları ile paralel bir bütünleşme içinde), Kastamonu,
Çankırı çevresine ve daha batı kesimlerine kadar olan bölge. 4.) Çoruh
kaynağından itibaren Karadeniz sahilindeki bölgeler. 5.) Hoy-Bargiri
(Muradiye)-Ahlat yolu ile Van bölgesine. Çoğu seferlerinde, Murat suyunun akış
istikametini takip ederek Orta Anadolu’ya doğru uzanmışlardı. Diğer taraftan
Bitlis-Erzen-Meyyafarikin ve Âmid yolunu takip ederek El-Cezire kıtasına
inmişlerdi. Beşinci yol vasıtası ile Urfa-Maraş-Ayıntab ve Antakya havalisine,
Delük ve Menbiç’te hareket üsleri oluşturarak şimali Suriye ve Antakya
bölgelerine girmişlerdir. Bazen de Güney Anadolu geçitlerinden geçerek Orta
Anadolu’ya gelmişlerdi.[24]
Türkmen akınlarında Azerbaycan’da önemli bir rol oynamıştır. Anadolu’ya yapılan
akınlarda lojistik destek sağlayan üs konumu özelliği taşıyordu. Akınlarda
sıkıntı çıktığında Azerbaycan’a çekilebiliyorlardı. Azerbaycan sonra Anadolu’da
Ahlât ve Halep’in önemli üs görevi gördüklerini anlıyoruz.[25]
3.
SULTAN
TUĞRUL BEY DÖNEMİNDE ANADOLU AKINLAR
Osman
Turan’ın işaret ettiği gibi Türkistan’dan gelen bu insanların, Selçuklu
tarafından bir yere yönlendirilmesi gerekiyordu ki bu yer Çağrı Bey’in keşif
seferinden ve Türkmenlerin bilgilerinden en uygun yönün Anadolu olduğu
anlaşılmıştır. Bu döneme kadar gelen Türkmen gruplarının amacı gaza idi ama
artık yurt tutmak maksadıyla kitleler halinde geliyorlardı. Dandanakan
zaferinin arkasından Merv’de yapılan Kurultay’da fetihleri yürütme görevini
Tuğrul Bey üzerine almıştı ve Nişabur’dan Rey’e başkentliği 1043 yılında
taşımıştı. Anadolu’nun fethi hareketini üzerine alan Tuğrul Bey; İbrahim
Yınal’ı Hemedan ve İsfahan yöresine, Resul Tekin ve Kutalmış’ı Hazar Denizi
bölgesine, Hasan ve Yakuti’yi Azerbeycan’ın fethi için görevlendirmişti.
Yukarıda Tuğrul Bey’e yarı bağlı olarak ve ele geçirdikleri yerlerde Tuğrul
Bey’in ismini hutbelerde okutan bir grubun Anadolu’daki faaliyetlerine işaret
etmiştik. Diyarbekir emiri Nasr ud-Devle’nin Tuğrul Bey’e şikayet ettiği
Türkmen grup bunlardır. Urfalı Mateos bu grubu şu şekilde vermektedir; “Tuğrul Bey’un divanından çıkan Boği, Bugi ve
Anazuğli adlı üç adam, muazzam bir ordu ile beraber Arap memleketlerine doğru
ilerlediler. Onlar, beraberinde büyük sayıda esirler sürükleyerek, Musul
hudutları içinde Arian nehrinin kenarında karargâh kurdular” devamında
Musul emiri Khureş/Kureyş ile mücadelerine yer verir ve muharebelerin sonunda
yenilerek Bağin’e çıktıklarını anlatır.[26]
Bu Oğuz akınlarına karşı Bizans İmparatoru Konstantin(1042-55)’in harekete
geçerek, 1045 yılında Şaddâdîler’in toprağı olan Dubayl(Divin) şehrine doğru
ilerlemiştir. Tuğrul Bey bu girişime karşı amcasının oğlu Şihab ud Devle
Kutalmış kumandasında bir ordu gönderdi ve Bizans-Selçuklu arasındaki ilk
karşılaşma gerçekleşti. Arslan Bey’e zamanında bağlı olan Türkmen gruplarını
yanına alarak Bizans ordusunu yenilgiye uğrattı. Kutalmış sefer sonrası Tuğrul
Bey’e “Bu bölgelerin zengin ve
romalıların da kadın gibi korkak insanlar olduğunu ve bu sebeple kolaylıkla
fethedilebileceğini” haberini bildirdi. Bu sıralarda Tuğrul Bey’in
akrabalarından Hasan Bey’de 20.000 kişi ile Pasin ve Erzurum ovalarını istila
edip Vaspuragan bölgesine girdi Bizans’ın takibine uğrayan Hasan Bey hayatını
kaybederken, Kutalmış’ta Gence(Cinze) muhasarası ile duraklamıştı.[27] Hasan
Bey’in hayatını kaybetmesi üzerine Tuğrul Bey, Dicle boylarında akan İbrahim
Yınal’ı Bizans’a karşı Anadolu seferine memur etmiştir. 1047’de bazı Türkmen
gruplarını Anadolu’ya sevk ettikten sonra kendisi de büyük bir ordu ile
harekete geçti. 1048 yılında Garin ovalarına döküldükleri ve Batı’da
Gümüşhane-Trabzon havalisi, Kuzey’de İspir, Güney’de Muş-Sisak/Sisacan
taraflarına kadar yayıldıkları görülür. İbrahim Yınal, Erzen’den ilerlerken,
Gürcü Prensi Liparit kumandasında Bizans ordusu yaklaşmaktaydı. Hasankale
tarafına iki orduda yaklaşmaktaydı. 18 Eylül 1048 yılında karşılaşan iki ordu
kıyasıya mücadele etmişlerse de Bizans ordusu geri çekilmek zorunda kalmıştır
ve Liparit ve önemli kumandanlar esir oldular. Bizans’a karşı ilk büyük zafer
olması açısından ayrıca da önemli bir olaydır. Bu olay sonrasında Türkmenlerin
Anadolu’da baya ilerledikleri anlaşılmaktadır.[28]
Bu zaferden sonra barış görüşmelerinin olduğu görülüyor. Liparit, fidye
alınmadan serbest bırakılmıştır. İstanbul’a gönderilen heyet gitmesi sonrası
imzalanan anlaşmada Emeviler zamanında İstanbul’a inşa olunan cami ve minaresi
tamir edilecek, Şi’i-Fatimi halifesi adına okunan hutbe kesilerek Abbasi
halifesi ve Tuğrul Bey namına çevrilecekti. Mihraba ok ve yay işaretinin
yapılması isteği de ilgi çekici bir unsurdur. Gerçekten Mısır halifesi ile
irtibatın kesildiği anlaşılmaktadır.[29]
Türkmen
nüfusunun çok olması, Anadolu’da yurt kurma isteği ve Bizans’ın taarruzları ile
Anadolu seferi zorunlu hale gelmişti. Türkistan’dan gelen yurtsuz Oğuzlar,
1050-1054 yıllarında, Irak, Ahvâz ve Hulvân taraflarında toplanmışlardı.
Buradaki halkın Bağdat’a ilerlemesi ile halife Tuğrul Bey’e şikâyette bulundu
ve Tuğrul Bey, Oğuzlara taşkınlığı yasaklaması ile Ermeniye’ye doğru harekete
geçtiler. Tuğrul Bey, İbrahim Yınal’ın isyanı ile uğraşması(Hamadan merkezli
kendi hâkimiyetini oluşturmak istiyordu) ve Bizans’tan haraç istenmesi ile
Bizans İmparatoru Konstantin Doğu’ya M. Akulytes emrinde bir ordu gönderdi ve
Gürcü kralı Bagrat’ı ile de ittifak yaptı. Kutalmış’ın Gence’den geri çekilmek
zorunda kaldığını görürken Bizans ordusunun da Peçeneklere karşı Anadolu’dan
Balkanlara aktarıldığını görüyoruz. Gürcüler ise durumdan istifade
Müslümanların elindeki Tiflis’i ele geçirmişlerdir. 1053 yılında Kutalmış’ın
Kars’a saldırması ile harekâtın başladığı anlaşılmaktadır. Bu sırada Tuğrul Bey
hastalıktan kurtularak Anadolu seferine çıkmaya hazırlanmıştır. Tuğrul Bey’i
1054 yılında Tebriz’de görürüz. Buradaki küçük komşu hükümetlerini haraç ve
askeri yardım karşılığında kendisine bağladı. Anadolu sınırlarını aşıp Bargiri(Muradiye)
ve Erciş’i kısa kuşatmalarla aldıktan sonra Malazgirt Kalesi önünde ordugâhını
kurdu. Malazgirt Kale, Bizans kumandanı Vasil tarafından savunuluyordu. Burada
ordusunu üçe ayırdığını görüyoruz; Kuzey’de Karadeniz(Parhaz) Dağlarına, Kafkas
eteklerine, Batı’da Canik(Canet) ormanına, Güney’de Tercan, Sim(Sasun) Dağına
ve Oltu(Daik) bölgesine kadar yayıldılar. Bu kuvvetler askeri çatışmalara
girerken Tuğrul Bey’de Erzurum(Garin)’e kadar ilerlemişse de Malazgirt
muhasarasına geri döndü. Kaledekiler muhasaraya iyi hazırlanmışlardı.
Buldukları yanıcı bir madde ile Selçuklu’nun büyük mancınığına zarar
verilmişti. Kışta gelmek üzereydi ve bunlar üzerine baharda tekrar sefere devam
etmek üzerine Tuğrul Bey geri dönmeye karar vermişse de başka meseleler
yüzünden Tuğrul Bey bir daha Anadolu seferine çıkamamıştır.[30]
Selçuklu
vasalı Erran valisi Ebulesvar, 1055/56 yılında Türkmenlerin desteğiyle
Anadolu’da akınlara devam etti ve Anı yöresini fetih etti. Bizans generali
Nikephoros, Dübeyl ve Gence’ye kadar ilerleyerek Ebulesvar’ı yenilgiye uğrattı
ve Bizans vasalı olması şartıyla bir antlaşma imzaladılar. Tuğrul Bey bizzat
katılamasa da Selçuklu prens, emir ve Türkmen Beyleri Anadolu’da harekâtlarına
devam ediyorlardı. Çağrı Bey’in oğlu Yakuti, Anadolu’ya akınlara başladı.
Yakuti’nin emirlerinden Sabuk 1057 yılında, Doğu Anadolu’ya sürekli ve başarılı
akınlar yaptı. Bizans generali Nikephoros ile yaptığı tüm akınlarından başarı
ile çıkması dikkat çekicidir. Yakuti’nin sevk ettiği Selçuklu birlikleri, 1058
yılında, Kars yöresine akınlarda bulundular. Kars ve Anı kuşattılarsa da fetih
edemediler. Pasin ovasına inen birlikler Ügümi’yi fethettiler. Başka bir
Selçuklu birliği ise Malazgirt ve Muş tarafına akınlarda bulunuyordu. 1058
yılında Yakuti’nin Azerbaycan ve Erran’dan sevk ettiği Selçuklu Birliği,
Erzurum yörelerine daha sonra Erzincan ve Kemah’a kadar ilerleyip ele geçirdi.
Harput yörelerine akınlar yapıldı. Şebinkarahisar(Şarki Karahisar) ele
geçirildi. Türk emiri Dinar, Malatya’yı fetih etti. 1058 yılında bir
Azerbaycan’a dönüş yaşandı ve yolda Bizans yerleşimleri(kent-kale) tahribata
uğratıldı. Tuğrul Bey’in emriyle, 1059 yılında akınlar yeniden başladı. Yakuti
Selçuklu emirleriyle Van gölünün kuzeyinden Anadolu topraklarına girdi. Horasan
Saları’nın Urfa kuşattı ama başarılı olamadı. Sabuk’un emrinde olan askerler
Sivas üzerine yürüdüler. 1059 yılında direnişsiz bir şekilde şehir ele
geçirdiler. Bu sırada Bizans İmparatoru X. Konstantin Dukas, general Pankaras’ı
görevlendirdi. Azerbaycan’a dönen Selçuklu birliklerine saldırılar düzenlediyse
de yenilgilere uğradı ve 1061 yılında darmadağın edildi. 1062 yılında
Azerbaycan’a gelen Tuğrul Bey burada Anadolu akınları denetledi ve Irak’a
geçti. Prens Yakuti yeniden Anadolu’ya sefer yapması için görevlendirildi.
Yakuti, Selçuklu emirleri ile beraber Anadolu’ya akın yaparak Bagin, Tulhum ve
Ergani’yi istila etti. Bizans imparatoru akınları durdurması için general Herve
ile Urfa valisi Tavdanos’u görevlendirdi ise de ganimetlerle Azerbaycan’a dönüş
gerçekleşmişti.[31]
4.
SULTAN
ALPARSLAN DÖNEMİNDE ANADOLU AKINLAR
Tarih
1063 yılının Eylül ayını gösterdiği Tuğrul Bey hayata gözlerini kapattı. Çağrı
Bey’in oğlu olan Alparslan bu sırada Horasan’ı yönetmekle görevliydi ve vezir
Kündüri kendi kardeşi olan Süleyman’ı tahta çıkarmak istemişse de Alparslan
onları etkisiz hale getirerek Sultan olmuştur. 1064 yılında ise yine taht
iddiasında bulunan Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış’ıda etkisiz hale getirmeyi
başardı. Taht konusunda her şeyi yola koyunca, devlet planlarına uygun olarak
Anadolu Seferi için 1064 yılı içerisinde Rey’den hareket ederek Azerbaycan’a
geldi. Buradan Türkmen kuvvetleriyle beraber Urmiye gölü yakınındaki Merend
kentine geldi. Tuğtekin, Anadolu’ya sürekli akınlar yapmakta olduğu için
akınlar ve Anadolu’daki yollar hakkında Sultan Alparslan’a bilgi verdi.
Nahçivan’a gelerek Aras ırmağını teknelerden köprülerle ordusunu geçirdi.
Orduyu ikiye ayırdı ve kendi yönettiği kolla Lori kentinde Ermeni Prensi
Davidoğlu Giorgu’un Selçuklu vasalı olmasını sağladı. Buradan Gürcistan
topraklarına girerek Gürcistan’ın kuzey uçlarına kadar ilerledi. Panskert
kenti, Akşehir(Kartlı-Kars arasında) yöreyi, Alaverdi kentini ele geçirdikleri
gibi Selçuklu ordusu Gürcü prensi IV. Bagrat(Pakrat)’ı yakalamayı son anda
başaramadılar ve prens kaçmayı başardı. Bu başarı IV. Bagrat’ın itaat etmesini
ve vasal olmasını getirdi. Bagrat’ın itaat etmesi ile Alparslan Aras Golüne
yeniden indi. Melikşah, beraberinde Yakuti ve Nizamülmülk’ün olduğu kendine
bağlı kuvvetlerle Bizans’ın savunduğu Anberd(Buirakan) şiddetli bir kuşatma ile
ele geçirdi. Ardından Sürmeli ve Hagios Georgio kalelerini de ele geçirdi. Uzun
bir kuşatmadan sonra Meryem-nişin’i ele geçirmeyi de başardı. 21 yaşında
bulunan Melikşah burada göle düşerek ölüm tehlikesi atlatmıştı. Bu başarısından
dolayı Alparslan oğlunu takdir etti ve kuvvetleri birleştirerek Anı kalesi
üzerine yürüdü. Anı kalesi Bizans generalleri Bagrat ve Grigor tarafından
savunulmakta idi. Kuşatma hazırlıkları içinde olan Selçuklu ordusuna kale
içinde bir saldırı gerçekleştiyse de başarı elde edemediler. Alparslan fetih
edilemez olarak Anı kalesini fetih etmeyi başardı. Kaleye emirler atadığı gibi
tamir edilmesi için emirler verdi. 1064 yılının 16 Ağustos’u Anı kalesini ele
geçirmeyi başarmıştır. Bu fetih sonrası Alparslan’a halifelik tarafından Ebu’l
feth(Fetihlerin babası) unvanı verildi. Alparslan, İmparatorluktaki iç
meseleleri ve doğu bölgesinde de fetihler yapmak için Anadolu akınlarına devam
edilmesi için gereken emirleri verdikten sonra Anadolu’dan ayrıldı.[32]
Horasan
Salari, Ergani tarafındaki kuşatmalarında başarısız oldu. 1065/1066 yılında
Urfa yöresinde bazı yerleri ele geçirdikten sonra Antakya dükünü yendi ve
Urfa’yı kuşattıysa da başarısız oldu. Yine 1065/1066 senelerinde Urfa
yöresindeki akınlarında Kısas ve Celeb’i kuşattı ve Diphisar’ı ele geçirdi.
Karşı harekata geçen bir Bizans kuvvetini yenilgiye uğratmayı başardı. Yine
aynı yıl içinde Urfa civarına üçüncü akınını gerçekleştirdi. Diyarbekir’in
önünde karargâh kurdu. Buranın emiri hile ile Horasan Salari’yi
beraberindekilerle yakalayarak öldürdü ve cesetlerini bir kuyuya attı.
Karahanlı Devleti’in yöneticileri ile akrabalığı bulunan Hanoğlu Harun,
Selçuklu hizmetinde olarak 1000 atlıyla beraber Diyarbekir yörelerinde
akınlarda bulundu. Selçuklu vasalı olan Halep emirleriyle Bizans’a karşı
akınlara girişti. Artah ve İmm kalelerini fetih ettikten başka Kuzey-Suriye’ye
seferler yapan Roman Diogenes’e karşı 1064-1068 arasında başarılı savaşlarda
bulundu. 1066 yılında Alparslan’ın emriyle Gümüştekin, Afşin, Ahmetşah,
Selçuklu emirleri ve Türkmen Beyleri ile Elcezire bölgesine gelerek Ergani ve
Nazip yörelerindeki bir takım kaleleri ele geçirdi. Nusaybin kuşatması
başarısız oldu. Adıyaman yöresinde akınlarda bulundu. Bizans kumandanı
Aruandos’ın Selçuklu kuvvetlerinin önünü kesmeye çalışması başarısız oldu ve
muharebede yenilerek esir düştü. Ahlat askeri üs haline gelmişti ve Gümüştekin
buraya çekildi. Afşin burada Gümüştekin ile kavga ederek onu öldürdü ve
Alparslan’dan korktuğu için kuvvetleriyle Anadolu’da akınlara girişti.
Amanos’da kendisine karargâh kurdu. Kuvvetlerinin bir kısmı Dülük’ü ele
geçirirlerken diğer kısmı 1067 tarihinin Ağustos ayında Antakya yöresinde
yağmalar yaptı. Malatya tarafına giden Afşin burada Bizans birliğini yenilgiye
uğrattı. Buradan ilerleyerek Kayseri’yi geçici olarak ele geçirdi. Karaman’a
akınlar yaptıktan sonra 1067 tarihinin sonuna doğru onu Halep tarafında
görürüz. 1068 yılında Halep’ten ayrılarak Antakya üzerine akınlar yapmıştır. Bu
başarılı akınlar sonunda Alparslan ona bir mektup yollayarak affedildiğini
bildirdi ve Afşin, Alparslan’ın huzuruna çıkmak üzere harekete geçti.[33]
1065
yılında gayri Müslim olan Türklerin Selçuklu vasalı Şeddadoğulları ve
Şirvanşahların topraklarını işgal etmelerinden dolayı Sultan Alparslan 1067/1068
yılında Horasan’dan hareket ederek Gürcistan’a girdi. Şeddadoğulları emiri
Fadlun ve Şirvanşahlar hükümdarı Feriburz sultana itaatlerini yenilerdiler.
Alparslan harekete geçerek Gürcilerin üzerine yürüdü, Gürcü prensi Bagrat
kaçarken Şeki hâkimi Aklıastan(Agasartan)da teslim alındı. Ardından Tiflis ve
Rustov ele geçirildiği gibi birçok kale ele geçirilmesi ile Gürcü Prensi Bagrat
yeniden Selçuklu vasallığını kabul etmek zorunda kaldı. Selçuklu akıncıları
Trabzon’a kadar akınlarda bulunmaktaydı. Gürcüler, 1068 yılının Temmuz ayında,
Tiflis’i geri ele geçirdikleri gibi Emir Fadlun’u tutsak almayı başardılar. Sultan
Alparslan’ın Sevtekin komutasında gönderdiği birlik 1069 yılında Gürcüleri
yenilgiye uğrattı ve Fadlun’u tutsaklıktan kurtardılar. Bu sırada Karahanlı
hükümdarının ölümü ile Doğu’da çıkan sorunlardan dolayı Alparslan amacını tam
olarak tamamlamadan geri dönmek zorunda kaldı. Kutalmışoğlu Mansur ve Süleyman,
Yakuti, Erbasgan, emir Sunduk’u Anadolu’da harekâtlar için görevlendirdi.[34]
Romanos
Diogenes, çeşitli halklardan oluşan bir ordu oluşturarak yılında Mart 1068
Suriye’ye yöneldi. Sivas’ta akınlar olduğunu öğrenince yolunu oraya çevirerek
Selçuklu kuvvetlerini geri çekilmek zorunda bıraktı. Maraş üzerinden Kuzey
Suriye’ye giderek Halep civarını tahribata uğrattı. Selçuklu’nun elinde olan
Menbic’i ele geçirdi. Hanoğlu Hasan ve Selçuklu emirleri tarafından Halep
yöresindeki askerler yenilgiye uğratıldı. Halep üzerine gelen İmparator gelerek
çarpışmalar sonrası Hanoğlu Hasan’ın ele geçirdiği Artah ve İmm’i geri ele
geçirdi. Afşin’in Amuriye kentini yerle bir etmesi sonrası imparator Afşin’in
yolunu kesmek istediyse de Afşin hızlı bir şekilde geri döndüğü için muvaffak
olamadı. Kış mevsiminin gelmesiyle de İstanbul’a döndü. 1069 yılında Afşin, Sunduk,
Ahmetşah, Türkman, Demleçoğlu Mehmet, Duduoğlu, Serhankoğlu ve Arslantaş
komutasındaki kuvvetler Anadolu’ya akınlara başladı. Bizans imparatoru akınları
engellemek için kuvvet yolladıysa da bu kuvvetletler yenilgiye uğradı. Manuel
Komnenos komutasında Sivas’a kuvvet gönderilirken Philaretos Brachamios
kumandasında da Malatya’ya Bizans İmparatoru iki ordu sevk etti. İmparator
kendi de harekete geçerek Kayseri tarafına geldi. İmparator Ahlat’ı ele
geçirerek Selçuklu kuvvetlerini Anadolu’dan çıkarmak istiyordu. Selçuklular bu
sırada Malatya’da bulunan Bizans kuvvetlerini yenilgiye uğratırken İmparator
Harput tarafına ilerlemekteydi. Selçuklu kuvvetleri Konya ve Karaman’a kadar
ilerlemeyi başarmışlardı. Konya’nın ele geçirildiğini haber alan Bizans İmparatoru
Sivas ve Kayseri’ye geçerek Selçuklu kuvvetlerinin önü kesmeyi ummaktaydı. Buna
rağmen Selçuklular doğru bir taktikle Halep’e ulaşmayı başardılar. Bizans
İmparatoru Romanos Diogenes bu vaziyette İstanbul’a döndü. 1070 yılında Manuel
Komnenos’u Doğu-Anadolu orduları komutanlığına atayarak Anadolu’ya gönderdi.
Sultan Alparslan’la arası açılan Erbasgan’ı takip görevini Afşin’e verdi ve
Kızılırmak’a doğru ilerleyen Erbasgan Manuel Komnenos’la Sivas’ta karşılaşarak
onu bozguna uğrattı ve onu tutsak almayı başardı. Manuel’in ikna etmesiyle
İstanbul’a sığınmak için ilerledi ve Bizans İmparatoru tarafından parlak bir
törenle karşılandı. Hatta Ergasan’a valilik verdiler. Afşin, Erbasgan’ı
izlerken Kayseri ve Sivas yöresini istila edip Afyon-Uşak-Denizli bölgesini
yakıp yıkarak Kadıköy’e kadar geldi. Bizans İmparatoruna bir elçi göndererek
Erbasgan’ın teslim etmesini istedi. Teklifi kabul edilmeyince Afşin Bizans kent
ve kalelerini yerle bir ederek Ahlat’a dönerek Alparslan’a konu hakkında bilgi
verdi.[35]
Fatimi
halifeliğinde vazir bulunan Nasıruddevl e Hasan, Şii halifeliği yerine sunni
bir devlet kurulması için Sultan Alparslan’a bir elçi göndererek Mısır’a
gelmesini istedi. 1070 yılının ortalarında Mısır’ı Selçuklu topraklarına katmak
üzere Azerbaycan üzerinden Doğu Anadolu bölgesine girdi. Malazgirt ve Erciş’e
ilerleyerek buraları fetih etti. Diyarbekir’e bazı kaleleri fetih ederek
ilerledi. Tulhum ve Siverek’i fetih ederek Urfa’ya ilerledi. Vasil’in elinde
bulunan Urfa’yı Mart 1071’de sıkıştırmaya başladı. 50 gün kuşatma sürünce
Mısır’ın fethi için kuşatmayı kaldırdı. Buradan ilerleyerek Halep’te karargâh
kurdu. Halep’teki vasalın katına gelmeden tabiliğini bildirmesi ve birkaç kez
çağrıldığı halde huzuruna çıkmamasına sinirlenerek Nisan 1071’de Halep’i
kuşatma altına aldı. 2 ay süren kuşatma sonucunda burclar delinmesine rağmen
Alparslan burayı kılıçla almak istemedi. Çünkü Bizans’a karşı önemli bir uc
savunma merkezi görevini görmekteydi. Halep vasalı bulunan emir Mahmud’un
huzuruna annesi ile çıkması ile beraber emirlik yeniden şahsına verildi.
Mısır’a gitmek için Dımaşk’a gelmişti ki Bizans elçisi gelerek Menbic, Ahlat ve
Malazgird’in Bizans İmparatoru verilmesini istedi. Bizans İmparator’un
Erzurum’a doğru ilerlediği haberini almasıyla ordusunun bir kısmını burada
bırakarak Bizans İmparatorunu karşılamak için Doğu Anadolu yönüne hareket etti.
Yoldan döndüğü zaman Afşin’den beklediği haber geldi; “İşte Rum ülkelerini istilâ edip büyük bir ganimet ile döndüm. Rumlar
bizimle savaşacak kudrette değildir.” Gelen cevapla Afşin, Sultan
Alparslan’ı ümitlendiriyordu. Bizans kuvvetleri Malazgird’i alırken Sultan
Alparslan’da Ahlat’a ilerlemişti.[36]
Bizans
İmparatoru Romanos Diogenes, öncüllerinden farklı bir politika uygulayarak
düşmanlarını Bizans sınırı içinde bekleyeceğine, sınırlarının dışında harekete
geçmeye karar verdi. 1071 yılında Sivas’a doğru ilerledi. Danıştığı kişilerden
iki görüş vardı; direk saldırmak ve diğer görüş Bizans sınırında Türkleri
beklemek veya Erzurum’da daha uygun koşullarda savaşmak. İmparator, Manbij’de
Türkleri yenilgiye uğratmasından dolayı birazda saldırgan bir politika
benimseyerek Malazgirt ve Ahlat’ı almak için harekete geçti. İmparator,
Malazgirt’e vardığında, Suriye ve Ermenistan önemli bir kuvvet getiren
Basilakes de ona katıldı. Malazgirt’te Sultan Alparslan’ın harekete geçtiğini
haber alan İmparator Romanos Diogenes ordusunu ikiye bölmeye karar verdi.
Ordunun bir kısmı Malazgird tarafında kalırken diğer kısmı bir komutanı emrinde
Ahlat’a ilerleyecekti. Ahlat’a ilerleyen ordu üzerine saldırı olduysa da
İmparator’a küçük bir kuvvet tarafından saldırı olduğu konusunda güvence
verildi. Oysa İmparator Romanos Diogenes’in Sultan Alparslan’ın çok yakında
olduğundan haberi yoktu. Ancak Selçuklu ve halifelik makamından elçi geldiğinde
Sultan Alparslan’ın yakınında olduğunu anlamış olmalıdır. Elçiler, Selçuklu
tarafından İslam akaidine uygun olarak barış isteği götürüldüyse de İmparator
bunu kabul etmedi.
Romanos
Diogenes’in gerçekten de ordusu Sultan Alparslan’ın ordusundan sayıca üstündü.
Askeri teçhizat olarak da Bizans, Selçuklu ordusundan daha donanımlı olduğu
açıktır. Bizans ordusunun dizilişi; sağ kanatta Alyattes, sol kanatta Nikeforos
Bryenios komutasındaydı. İmparator ise merkezdeydi. Geride ise Andronikos Dukas
yer alıyordu. Türkler geleneksel taktikleri olan geri çekilmeyi yaparken Bizans
ordusu da geri çekilen birlikleri takip ettiler. Muharebenin ilk safhasında
hilal formuna giren Türk ordusu Bizans ordusunu karşıladı. İkinci safhada ise
Selçuklu ordusu sahte bir ricat ile geri çekildiler; Bizans ordusunun ileri
atlaması ile Selçuklu ordusunun genişleyen hilalinin arasında kaldılar. Son
safhada ise gizlenmiş Selçuklu süvarileri küçük gruplar halinde saldırarak
Bizans ordusunu parçalara ayırmayı başardılar. Parçalı halde bulunan Bizans
ordusu Selçuklu’nun ok saldırısı da büyük hasar alınca Romanos Diogenes, karanlık
çökmeden geri çekilme emri verdi. Bizans ordusundaki bu geri çekilmeyi bazı
birlikler imparatorun öldüğü gibi yorumlayınca bir panik havası oluştu. Bu
sırada geri çekilen Bizans ordusuna, Selçuklu birlikleri taciz saldırıları
yapıyordu ki bu saldırılar karşısında Romanos Diogenes, Bizans ordusuna saldırı
emri vermek zorunda kaldı. Andronikos Dukos’un birliği haricinde Bizans ordusu
emre itaat etti ve saldırıya geçtiler. Andronikos Dukos’un çekilmesi Selçuklu
ordusuna arkadan saldırma imkânını da doğuruyordu. Bizans ordusunda paralı
asker olarak bulunan Türk gruplarının da tarf değiştirmesi savaşın sonucu
etkilemiştir. Sonuç olarak savaşı Selçuklu ordusu kazandı ve Romanos Diogenes
esir alınarak, Selçuklu Sultanı Alparslan’ın huzuruna çıkarıldı.[37]
Yukarıda
Bizans’ın durumunu gördüğümüze göre şimdi akına Selçuklu tarafından
bakabiliriz. Ahlat’a ilerleyen Sultan Alparslan emir Afşin’le buluştu. Sultan
Alparslan 4000 hassa ordusu, 40.000 Türkmen akıncılarının emrinde akıncı
kuvveti, Selçuklu İmparatorluğuna tabi olan vasallardan 10.000 kişilik bir
kuvvet katılmıştı. Bizans’ın ise 200.000 kişilik çeşitli milletlerden oluşmuş(Balkan
vilayetlerinden, Bithinya, Kapadokya, Kilikya ve Trabzon bölgelerinden ve
Ermeni halkından başka Slav, Bulgar, Alman-Got-, Frank, Gürcü, Hazar, Peçenek,
Uz ve Kıpçak-Kuman-) bir ordusu vardı. Yani 200.000 karşı Selçuklu’nun 50.000
civarı bir ordusu bulunmaktaydı. Sultan Alparslan’ın beraberinde Gevharayin,
Afşin, Savtekin, Sunduk, Aytekin, Tarankoğlu(Serenkoğlu), Ahmetşah, Demleçoğlu
Mehmet, Duduoğlu gibi Anadolu’ya sürekli akınlar yapan tecrübeli Selçuklu
emirleri vardı. Ahlat’tan ilerleyen sultan Alparslan, Rahve ovasına giderek
ordusunun su ihtiyacını karşılamayı amaç edindi ve karargahını buraya kurdu. Bizans
İmparatorluğu’nun durumunu öğrenmek için hem halife adına hem de kendi adına
bulunan bir elçi heyetini Romanos Diogenes’e gönderdi. İmparator’un cevabı; “ Ben, bu üstün ve kudretli duruma, pek çok
para ve çaba sarfederek eriştim. Barış, ancak ve ancak Selçuklu başkenti Rey'de
yapılacaktır. Ben, İslam ülkelerine, kendi ülkem gibi hâkim olmadan asla geri
dönmeyeceğim" şeklinde oldu. Bunun üzerine Sultan Alparslan, savaş
hazırlıklarının bitmesi için emir verdi. Halife’nin Alparslan’ın savaşı için
Cuma namazında tüm İslam ülkesinde hutbe okutarak, dua ettirmesi ve Sultan’ın
imamının Alparslan’a dua etmesi Sultan için moral kaynağı olmuş olması gerekir.
Aslında Sultan Alparslan’dan ziyade gerçek morali orduya vermiş olmalıdır.
Alparslan pusular kurarak ordusunu pusulara yerleştirdi. Yukarıda anlatılan
Hilal şeklinde çembere alma planı için hazırlıklar yapıldı. Esas çarpışmalar
başlamadan Uz ve Peçenek kuvvetlerinin bir kısmının Bizans ordusundan, Selçuklu
tarafına geçtiği anlaşılmaktadır. Alparslan bir ak giysi giyerek savaşta
ölürsem kefenim bu elbise olsun, dedi. Cuma sabahı ordugâhındaki komutanları
toplayarak şu duayı yaptı: “ Ey Tanrım!
sana müvekkil oldum ve hu cihatta sana yaklaştım; şu an senin huzurunda secdeye
kapanıyor ve yalvarıyorum. Bu sözlerim, benim gerçek duygularımı yansıtmıyorsa
beni, beraberimdeki yardımcılarımı kalır et!. Eğer içtenliğimi kabul edersen hu
cihatta düşmanlara karşı hana yardımcı ol ve beni muzaffer bir sultan kıl!”. Duadan
sonrada komutanlara şu şekilde seslendi: “Ben.
Tanrı'ya kendini veren muhtesipler gibi sabırlıyım ve hayatını tehlikelere atan
kimse orduya yaptıkları gibi, gazilerin başında savaşacağım. Eğer Tanrı,
kendisinden beklediğim üzere, beni başarıya ulaştırırsa bu güzel bir sonuç
olacaktır; eğer durum bunun tersi olursa oğlum Melikşah'ı yerime geçirip ona
itaat etmenizi sizlere vasiyet ediyorum”. 26 Ağustos 1071’de
Cuma namazını kıldıktan kumandan ve askerlerine şu şekilde hitap etti: “Ey askerlerim ve kumandanlarım! Daha ne
zamana kadar biz azınlıkta, düşman çoğunlukta olarak böyle bekleyeceğiz? Ben,
Müslümanların camilerde bizler için dua etmekte oldukları bu saatlerde düşmanın
üzerine atılmak istiyorum. Galip gelirsek arzu ettiğiniz sonuç
gerçekleşecektir, aksi takdirde şehit olarak cennete gideriz. Beni izlemek
isteyenler gelsinler, istemeyenler ise serbestçe geri dönebilirler. Bugün
burada, ne emreden bir sultan, ne de emir alan bir asker vardır. Bugün ben de
sizlerden biri olarak sizinle birlikte savaşacağım. Biz, Müslümanların eskiden
beri yapageldikleri bir gaza yapıyoruz”. Asker ve kumandanlarsa bir ağızdan
şu cevabı verdiler: “Ey sultan, biz,
senin kulların olarak sen ne yaparsan biz de aynı şeyi yapar ve sana yardımcı
oluruz, istediğin biçimde hareket et”. Savaş için hazırlıklar tamamlandı ve
Bizans ordusu geleneksel taktik üzerek Hilalin içine çekildi. Hilalin içine
çekildikten sonra Sultan Alparslan taarruz emrini verdi. Tamış adlı beyin
başlarında bulunduğu Uz ve Peçenek ordusu Bizans ordusundan Selçuklu tarafına
geçti. Burada Bizans ordusu geri çekilmeye çabalamışsa da Atlı askerlerin
tacizlerinden kurtulamadılar. Bizans ordusundan birçok birlik, Ermeni, paralı
Norman askerleri ve Andronikos Dukos savaşmamışlar ve savaş alanından uzak
durmuşlardı. Sonuç olarak Selçuklu Sultanı Alparslan muharebeyi kazandı ve
Romanos Diogenes’i tutsak almayı başardı.[38]
Romanos
Diogenes, Sultan Alparslan’ın huzuruna getirildiğinde yenik imparatoru
kucaklamış ve ona şu şekilde hitap etmiştir: “İmparator! müteessir olmayınız; insanların maceraları böyledir. Size
esir değil büyük bir hükümdar muamelesi yapacağım” diyerek onu teselli
etmiştir. Yenik İmparatora özel bir çadır hazırlandı ve şerefli bir misafir
gibi ağırlandı. Sultan –Alparaslan: “Sana,
barış konusunda, halifenin elçisini gönderdiğim halde, sen bunu niçin reddettin
?. Sana, düşmanlarımın (Erbasgan ve ailesi) bize teslimi için emir Afşin ile
haber gönderdiğim halde, bundan niçin kaçındın ?. Daha önce, anlaştığımız
halde, bunu bozup, benimle savaşmak suretiyle, bana neden zulmettin ?. Savaştan
vazgeçip memleketine dönmen hususunda, sana, daha dün haber gönderip teklifte
bulunmama, 'Buraya gelebilmek ve amacıma ulaşmak için pek çok para sarfettim ve
dolayısıyla çok asker topladım. İslam ülkelerini, kendi ülkeme katmadan nasıl
geri dönebilirim ve ülkeme karşı girişilen bu istilaların sonuçlarını nasıl
mazur görebilirim' diye cevap verdin ?”.
-Diogenes:
“Ey Sultan! Senin memleketlerini almak
için çok para harcadım; türlü ırklardan asker topladım; zafer mümkün olmadı;
kendim ve memleketim esir oldu. Kader böyle imiş; şimdi isnatlarını bırak ve
isteğini yap.” Yenik İmparator’a Sultan bunun üzerine şunu sormuştur:
-“Ben bu duruma düşseydim sen ne yapardın?”
-Diogenes:
“Düşmana yapılması gerekeni yapardım.”
-Alparslan:
“Şimdi sana ne yapacağımı sanıyorsun?”
-Diogenes:
“Beni öldürebilirsin; bu kasap işidir.
Zaferini göstermek üzere beni şehirlerinde dolaştırır ve satarsın; bu da sarraf
işidir. Üçüncü ihtimâli söylemek ise, bir hayal veya delilik olur.”
Alparslan’ın o ihtimali öğrenmek istemesiyle Diogenes şu cevabı verir:
-“Beni tahtıma iade edersin; sana dost kalır,
yıllık vergi öder ve senin naibin olurum. Çağırdığın zaman askerlerim ile
gelir, hizmet ederim. Beni öldürmekten sana fayda yoktur. Aksine yerime
başkasını imparator yaparlar; oda sana düşman olur.”
-Alparslan:
“Ben Allah’a, muzaffer olursam, sana iyi
muamele yapacağımı ahdetmiştim. Allah iyilik düşünenlerin arzularını yapar. Bu
sebeple benden göreceğiniz muamele bu üçüncü şıktan başkası olmayacaktır.”
Bu
konuşmadan sonra aralarında bir anlaşma imzaladılar. Bu anlaşmaya göre;
imparator için 100.000 dinar fidye parası, Bizans’ın yıllık 360.000 dinar vergi
ödemesi, Antakya, Menbic, Ahlat ve Malazgirt beldelerinin Selçuklu’ya terki,
İslam esirlerinin iadesi, Bizans’ın talep halinde asker göndermesi ve kızını
oğluna vermesi yer aldığı anlaşılmaktadır. Bu anlaşma aslında Bizans’ın
Selçuklu’nun vasalı olması anlamına geliyordu ama Bizans içindeki gelişmeler
Romenos Diogenes’i saf dışı bıraktı. Bu zafer Anadolu’nun Türkleşmesi ve
Müslümanlaşmasında gerçekten önemli ve büyük bir adımdı. 1176 yılındaki II.
Kılıçarslan’ın zaferi ile Anadolu’daki hâkimiyet tam anlamıyla sağlanırken,
Bizans’ın bu topraklara tekrar sahip olabileceği fikrîde ortadan kalkıyordu.[39] Malazgirt
zaferinden sonra Anadolu’da Türk akınları kolaylaşmış ve artık Türk akınlar
yerleşmek için yapılır hale gelmiş ki Anadolu’da birçok yeni Türk oluşumu
oluşmuştur. Saltuklar(1072-1202); Fırat civarında Erzurum merkezli, Mengücükler(1080-1228);
Fırat’ta Erzincan-Şebinkarahisar şehirleri arasında, Danişmedliler(1080-1178);
Sivas başkent olmak üzere Orta Anadolu’da, Demleçoğulları(1084-1393); Bitlis ve
Erzen’de, Sökmenliler(Ahlatşahlar/1110-1207); Van gölü havzasında, Yınaloğulları(1098-1183);
Diyarbakır’da, Çubukoğulları(1085-1113); Harput’ta, Artuklular(1102-1409);
Hasankeyf, Mardin ve Harput merkez olmak üzere Güneydoğu Anadolu’da Türk
devletleri kurulmuştur. Bu devletler Anadolu’nun Türkleşmesinde önemli rol
oynamışlardır. İsfahan’a dönen Sultan Alparslan, Bizans ile yapılan anlaşmanın
düşmesi ile Selçuklu prens, emir ve Türkmen beylerine fetih hareketlerinin
devam etmesi için emir verdi. Türkistan, Maveraünnehr ve Horasan’dan Anadolu’ya
göçler devam etti. Artık yapılan göçler yağma ve istila için değil, yerleşmek
ve yurt edinmek amacıyla yapılmıştır.[40]
5.
MELİKŞAH
DÖNEMİ ANADOLU AKINLARI
1072
yılında Türkistan seferinde gözlerini hayata kapatan Alparslan’ın ölümü
hakkında farklı rivayetler vardır ve Batini bir saldırı sonucu suikast edildiği
genel olarak kabul edilebilir. Alparslan’ın oğlu Melikşah(1072-1092) babasının
mirasını alarak Selçuklu’nun en kudretli dönemini yaşatmıştır. Melikşah ülkenin
Doğu sınırındaki sorunları çözdükten ve Kafkasya’da her şeyi yoluna koyduktan
sonra 1078 yılında kardeşi Tutuş’u Suriye’ye yollarken, Porsuk’uda Anadolu’ya
göndererek Kutalmış oğulları ve Atsız tarafından kurulan Türkmen Kınık
Devletlerini itaate almak istemiştir. Tutuş, Atsız’ı öldürerek Suriye’de Suriye
Selçukluları idaresini başlatırken, Porsuk ise ülkeyi Selçuklulara bağlamaya
çalıştı ise de Süleyman Şah, Türkiye Selçuklu Devleti’nin istiklalini korumayı
başardı ve Tutuş’a karşı giriştiği bir seferde hayatını kaybetti.[41]
1079
yılında Diyarbekir emiri Nizâmeddin’in ölümü ile oğlu Emîr Mansur yerine
geçmişti. Diyarbekir’e Hristiyan bir vezir getirilmesi ve Hristiyanların üst
mevkilere getirilmesi şehirde huzursuzluğa sebep olmuştu. Mısır’la münasebeti
bulunan Musul emiri Müslim ile irtibatta olduğu düşüncesi ve bu olaylar üzerine
Melikşah, Diyarbekir’in fethine karar verdi. Mervaniler ve Abbasilerin
halifeliğini yapmış olan Fahr üd-devle’yi Diyarbekir emirliğine atayarak
Diyarbekir’e gönderdi. Müslim’le irtibatı olabileceği göz önüne alınarak önemli
Türk beylerini, Artuk ve Çubuk’u Bağdad’a gönderirken Gevher Âyin ile Arap
emiri Seyf üd-devle’yi de bu sefere memur etti. Selçuk ordusu Diyarbekir
şehirlerini kuşatmağa giderken Musul ve Diyarbekir emirleri de müdafaaya
hazırlanıyordu. Müslim tehlikenin farkına vararak sultana sadık kalacağını
bildirdi ve Fahr üd-devle kabule yanaştı ise de Artuk Bey buna kızarak, bir
gece ordugâha baskın yaparak; yağma ve askerler tutsak edilirken, Amid’e kaçan
Müslim kuşatıldı. Müslim, büyük bir para karşılığı uzaklaşmasına izin
isteyince, Fahr üd-devle’nin yapmak istediğini farklı bir şekilde yaparak
Melikşah’a sorumluluğun Fahr üd-devle’de olduğunu anlatmak için ilerledi. Bu
sırada Melikşah duruma hâkim olarak Kasım üd-devle Ak-sungur’u sefere gönderdi
ve Artuk Bey’inde ona iltihak etmesini emretti. Müslim’in tekrar Mısırlılardan
yardım istemesi Melikşah’ı kızdırdı ve harekete geçti. Selçuklu kuvvetleri
Musul’u ele geçirdi sıra şehre geldi. Fakat Horasan’da isyan çıkması ile geri
dönmek zorunda kaldı. Musul emiri Müslim ise Melikşah’ın huzuruna gelerek yer
öpmesi ve af dilemesiyle Halep dâhil eski memleketlerini aldı. Melikşah,
Tutuş’a mektup yazarak ona dokunmamasını bildirdi. Fahr üd-devle ise Âmid ve
Meyyâfârikîn’i kuşattılar ise de Mervani emirinin sultan gitmesi ile
Diyarbekir’in diğer şehirini teslimi ile Âmid ve Meyyâfârikîn’i ailede
bırakacaktı. Fakat muhasaraya dayanabileceği düşüncesi ile bunu yapmadılarsa da
içeride Hirsitiyanlara ve Ebu Salim’e saldırmaları sonucu 1085 yılında Âmid
Selçuklulara teslim oldu ve Diyarbekir’de Fahr- üd-devle idaresi başladı. Halep
emirini kenti bizzat Melikşah’a teslim edeceğini söylemesi 1086’da Porsuk,
Bozan ve Ak-sungur ile Musul’a oradan Halep’e ilerledi. Yolda Bozan’ı Urfa’nın
fethine memur etti ve 1087 yılında Bozan tarafından Urfa fetih edildi. Halep’e
vardıktan sonra Antakya’ya ilerleyerek Süleyman’ın vezirinde bulunan kenti
teslim aldı. Halep’i Ak-sungur’a, Antakya’yı Yağı-sıyan’a, Urfa’yı Bozan’a ve
Musul havalisini Çökermiş’e ikta etti. Urfa’nın fethi ardından Gence’ye
gönderilen Bozan, işgalden kenti kurtardıktan sonra İznik’te Süleyman namına
hüküm süren Ebu’l Kasım’a ve Bizans’a karşı gönderdi.[42]
SONUÇ
Anadolu’da
Hurri dili, Luvi dili ve Hatti Dili sonrası Neşa dili, Neşa Devleti ile uzun
bir süre hâkimiyetini sürdürmüştür. Çivi yazısı ile yazılan bu dil yerini
alfabe dillerine ve yeni halklara bırakmıştır. Lidya dili, Karya dili, Frig
Dili, Yunan(İon, Aiol ve Pamphilya) dili alfabe yazıları yanında Urartu dili,
çivi yazısı olması ile dikkat çeker. Latince ve Pers dili(Eski Persçe)
Anadolu’da ancak idari ve elitlerin kullandığı bir dil olarak kullanılmıştır.
Alexander(İskender)’in meşhur Doğu seferi ile Anadolu’da Helen dilinin
hâkimiyet dönemi başlamıştır. Helen dilinin hâkimiyeti de ancak Türklerin
Anadolu’ya yerleşmesi ile son bulmuştur. Burada işaret etmemiz gereken konu Türkler
sayesinde Farsçanın Anadolu’da bilim, edebiyat ve idare dili olarak kullanılmasıdır.
Türkçe’nin Anadolu’da hâkim dil haline gelmesinin mihenk taşı, Büyük Selçuklu
İmparatorluğu’nun Anadolu’ya karşı düzenli ve planlı bir şekilde akınlar yapmış
olmasıdır. Anadolu’nun İslamlaşmasında ise daha görünür bir etki yaratmıştır.
Çağrı
Bey’in Anadolu akını ne kadar bir keşif seferi olsa da İmparatorluğun
planlarını Anadolu üzerine yapmaya başlamasını getirmiştir. Tuğrul Bey’in
Sultanlığında Anadolu akınları planlı bir şekilde yapılmaya başlanmış ve bunun
için görevlendirmeler yapılmıştır. Çağrı Bey’in oğlu olan Alparslan ise
Anadolu’nun akınlarına yoğunlaşmış ve Malazgirt zaferi ile Anadolu’nun
Türkleşmesinde gerçekten önemli bir rol oynamıştır. Alparslan’ın Melikşah
döneminde akınlar yapıldığı gibi Anadolu’da Türk Beyliklerinin kurulduğunu görürüz.
Bu beylikler Anadolu’da Türklerin yerleşmesini sağlamıştır ve Arslan Yabgu
soyundan gelenler tarafından Anadolu’da yeni bir Selçuklu Devleti kurulmuştur.
Büyük Selçukluların buhran yıllarında Anadolu’nun savunmasını sağladıkları gibi
Anadolu’da Türklerin uzun sürecek olan hâkimiyetini de sağlamışlardır. Anadolu
Selçuklu Devleti’nin tarihe karışması ile onların merkezinde kurulan
Karamanoğullarının Türkçe’nin kullanımı için ferman çıkarması Türkçe’nin
Anadolu’da hâkim olması açısından önemli bir gelişmedir. Özellikle Büyük
Selçuklu İmparatorluğu sayesinde Anadolu fetih edilmiş ve Anadolu Selçuklu
Devleti ile Türk varlığı pekiştirilmiştir. Karamanoğulları Beyliği ve Osmanlı
Devleti ile Türkçe kullanımı önem kazanmıştır. Bunun için Anadolu’da zengin bir
Türkçe eserler oluşmuştur. Millet sistemi ile İbranice, Rumca, Ermenice Türkçe
ile yaşamaya devam etmiş hatta Modernleşme dönemi gazeteleri Türkçe-Rumca,
Türkçe-Ermenice yayınlandığı görülmüştür. Bazı takvimlerde İbranice, Rumca,
Ermenice ve Türkçe’nin beraber kullanıldığı görülmüştür. Kültür etkileşimi
sonucu Arami harfli Türkçe, İbrani harfli Türkçe, Ermeni harfli Türkçe,
Yunan/Grek harfli Türkçe-Karamanlıca gibi Türkçe’nin Gayri-Müslimler arasında
kullanıldığı ve zengin bir kaynak eser külliyatı oluşturduğu görülmektedir.
Bugün dil devrimi ile Latin harfleri ile kullandığımız Türkçe’nin Orta Asya’dan
gelerek Anadolu’da kullanmamızın Büyük Selçuklular İmparatorluğu dönemindeki
akın ve fetih hareketleri sayesinde olduğu ve ardıllarıyla pekiştirildiği yorumu
yanlış olmayacaktır.
KAYNAKÇA
Birinci El Kaynaklar
Gregory
Abu’l Farac, Abu’l Farac Tarihi, c.
I, (Çev. Ömer Rıza Doğrul), TTK, Ankara 1999.
Minhac
Sirac Cüzcani, Tabakat-ı Nasıri On İkinci Tabaka: Selçuklular, (Çev. Akbar A.
Aghdam), Tarih Okulu, sy. 8,
Eylül-Aralık 2011, s. 111-140.
Reşidü’d-din
Fazlullah, Cami’üt Tevarih: Selçuklu
Tarihi, (Çev. Erkan Göksus, Hüseyin Güneş), Selenge, İstanbul 2010.
Urfalı
Mateos-Papaz Grigor, Urfalı Mateos
Vekayi-Namesi ve Papaz Grigor’un Zeyli, (Çev. Hrant D. Andreasyan), TTK,
Ankara-2000.
Araştırma Kitapları ve Makaleler
Alica,
Mustafa, “Kitap Tanıtımı: Cihan Piyadeoğlu, Selçuklular’ın Kuruluş Hikayesi,
Çağrı Bey”, Tarih İncelemeleri Dergisi,
c. 26, sy. 1, 2014, s. 289-291.
Ayan,
Ergin, “Tüğrul Bey Dönemi Selçuklu Bizans Ekseninde Ermeniler”, Yeni Türkiye Dergisi, sy. 60, 2014, s.
1-17.
Bryce,
Trevor, “Tunç ve Demir Çağlarında Anadolu’da Göçler”, Aktüel Arkeoloji, sy. 54, Kasım-Aralık 2016, 60-75.
Dönmez,
Şevket, “Demir Çağında Anadolu’ya Yapılan Göçler”, Aktüel Arkeoloji, sy. 54, Kasım-Aralık 2016, s. 76-85.
Eyice,
Semavi, “Anadolu’da Karamanlıca Kitabeler I” TTK Belleten, c.XXXIX, sy.153, Ankara 1975, s. 25-48
Garthwaıte,
Gene R., İran Tarihi: Pers
İmparatorluğu’ndan Günümüze, (Çev. Fethi Aytuna) İstanbul-2016.
Hacaloğlu,
Recep Albayrak, Türkmen ve Asur
Kiliselerinde Okunan Türkçe İlahi Metinleri, Türk Kültürü Araştırma
Enstitüsü Yayınları, Ankara 1995.
Hillenbrand,
Carole, Malazgirt Müharebesi, (Çev.
Mehmet Moralı), Alfa, İstanbul 2015.
İpek
Ali, “Sultan Alp Arslan’ın Ani Ermenilerine Karşı Tutumu”, Tarihte Türkler ve Ermeniler, c. II, TTK, Ankara 2014, s. 137-145.
Kaya,
Abdullah, “Başlangıcından 1071’e kadar Türklerin Anadolu’ya Akınları Hakkında
Bir Değerlendirme”, Ekev Akademi Dergisi,
y. 18, sy. 59, Bahar 2014, s. 210-232.
Köymen,
Mehmet Altay, Büyük Selçuklu
İmparatorluğu Tarihi, c. I, TTK, Ankara 2000.
Metin
Tülay, “Selçuklular Zamanında Anadolu’da Türk İskanına Dair Bir İncelem:
Malatya Örneği”, Çankırı Karatekin
Üniversitesi SBE Dergisi, y. 4, sy. 2, s. 137-156.
Ocak,
Ahmet, Selçukluların Dini Siyaseti,
Tatav Yayınları, İstanbul 2002.
Özdoğan,
Mehmet, “İlk Çiftçiler Neden Göç Etti”, Aktüel
Arkeoloji, sy. 54, Kasım-Aralık 2016, s. 46-59.
Sağır,
Güner, “Bizans İmparatorluğu Döneminde Anadolu Ermeni Yerleşimleri”, Tarihte Türkler ve Ermeniler, c. I, TTK,
Ankara 2014, s. 187-205.
Sevim,
Ali, Anadolu’nun Fethi: Selçuklular
Dönemi-Başlangıcından 1086’ya Kadar-, TTK, Ankara 1982.
Sevim,
Ali, Ünlü Selçuklu Komutanları: Afşin,
Atsız, Artuk ve Aksungur, TTK, Ankara 1990
Tekoğlu,
Recai, “Anadolu’da Göçmenlik”, Aktüel
Arkeoloji, sy. 54, Kasım-Aralık 2016, s. 86-101.
Recai
Tekoğlu, “Eski Anadolu Kültürlerinin Temel Özelliği”, TDBD, sy. 118, Haziran-Temmuz 2010, s. 96-97.
Toksoy,
Ahmet, “1018-1071 Yılları Arasında Selçuklu Bizans İlişkileri ve Ermeniler”, Yeni Türkiye Dergisi, sy. 60, 2014, s. 1-15.
Turan,
Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam
Medeniyeti, Turan Neşriyat Yurdu, İstanbul 1969.
* Yüksek Lisans Öğrencisi. Not: Bu
bir ödevdir.
[1] Neolitik dönemde Anadolu göçleri
için: Mehmet Özdoğan, “İlk Çiftçiler Neden Göç Etti”, Aktüel Arkeoloji, sy. 54, Kasım-Aralık 2016, s. 46-59.
[2] Anadolu’nu bu dönemdeki durumu
hakkında: Trevor Bryce, “Tunç ve Demir Çağlarında Anadolu’da Göçler”, Aktüel Arkeoloji, sy. 54, Kasım-Aralık
2016, 60-75.
[3] Şevket Dönmez, “Demir Çağında
Anadolu’ya Yapılan Göçler”, Aktüel
Arkeoloji, sy. 54, Kasım-Aralık 2016, s. 76-85.
[4] Recai Tekoğlu, “Anadolu’da
Göçmenlik”, Aktüel Arkeoloji, sy. 54,
Kasım-Aralık 2016, s. 86-101.
[5] Gene R. Garthwaıte, İran Tarihi: Pers İmparatorluğu’ndan
Günümüze, (Çev. Fethi Aytuna) İstanbul-2016, s. 5-6; 110-126.
[6] Mustafa Alica, “Kitap Tanıtımı:
Cihan Piyadeoğlu, Selçuklular’ın Kuruluş Hikayesi, Çağrı Bey”, Tarih İncelemeleri Dergisi, c. 26, sy.
1, 2014, s. 289.
[7] Mehmet Altay Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, c.
I, TTK, Ankara 2000, s. 21; 24; 27.
[8] Köymen, a.g.e., s. 32-35.
[9] Minhac Sirac Cüzcani, Tabakat-ı
Nasıri On İkinci Tabaka: Selçuklular, (Çev. Akbar A. Aghdam), Tarih Okulu, sy. 8, Eylül-Aralık 2011,
s. 112.
[10] Köymen, a.g.e., s. 96; 102-104; 113-115.
[11] Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti,
Turan Neşriyat Yurdu, İstanbul 1969, s. 60-62.
[12] Turan, a.g.e., s. 64-66.
[13] Turan, a.g.e., s. 176.
[14] Abdullah Kaya, “Başlangıcından
1071’e kadar Türklerin Anadolu’ya Akınları Hakkında Bir Değerlendirme”, Ekev Akademi Dergisi, y. 18, sy. 59,
Bahar 2014, s. 213-215.
[15] Ali Sevim, Anadolu’nun Fethi: Selçuklular Dönemi-Başlangıcından 1086’ya Kadar-,
TTK, Ankara 1982, s. 15-17.
[16] Köymen, a.g.e., s. 104-107; Sevim, a.g.e.,
s. 20; Ahmet Ocak, Selçukluların Dini
Siyaseti, Tatav Yayınları, İstanbul 2002, s. 252.
[17] Urfalı Mateos-Papaz Grigor, Urfalı Mateos Vekayi-Namesi ve Papaz
Grigor’un Zeyli, (Çev. Hrant D. Andreasyan), TTK, Ankara-2000, s. 48
[18] Urfalı Mateos, a.g.e., s. 48-49.
[19] Köymen, a.g.e., s. 110-115; Kaya, a.g.m., s. 220-221.
[20] Sevim, a.g.e., s. 19-21; Ocak, a.g.e., 252-253; Kaya, a.g.m., s. 218;
Turan, a.g.e., s. 80; Ergin Ayan, “Tüğrul Bey Dönemi Selçuklu Bizans Ekseninde
Ermeniler”, Yeni Türkiye Dergisi, sy.
60, 2014, s. 4.
[21] Gregory Abu’l Farac, Abu’l Farac Tarihi c. I, (Çev. Ömer Rıza
Doğrul), TTK, Ankara 1999, s. 293.
[22] Sevim, a.g.e., s. 23-24; Mateos, a.g.e.,
s. 74; Turan, a.g.e, s. 79; Ahmet
Toksoy, “1018-1071 Yılları Arasında Selçuklu Bizans İlişkileri ve Ermeniler”, Yeni Türkiye Dergisi, sy. 60, 2014, s. 4.
[23] Kaya, a.g.m, 221.
[24] Kaya, a.g.m., s. 219.
[25] Kaya, a.g.m., s. 222.
[26] Turan, a.g.e., s. 79-80; Mateos, a.g.e.,
s. 82-83; Sevim, a.g.e., s. 29; Abu’l Farac,
a.g.e., s. 300-301.
[27] Turan, a.g.e., s. 80-81; Sevim, a.g.e.,
s. 30.
[28] Turan, a.g.e., s. 81-83; Sevim, a.g.e.,
s. 31; Toksoy, a.g.m., s. 5; Mateos, a.g.e,
s. 89-90.
[29] Turan, a.g.e., s. 83-85; Sevim, a.g.e.,
s. 32-33; Mateos, a.g.e., s. 90.
[30] Turan, a.g.e., s. 89-91; Sevim, a.g.e.,
s. 33-34; Ayan, a.g.m., s. 8; Mateos, a.g.e.,
s. 100-103.
[31] Sevim, a.g.e., s. 35-38; Turan, a.g.e.,
s. 107-110; Tülay Metin, “Selçuklular Zamanında Anadolu’da Türk İskanına Dair
Bir İnceleme: Malatya Örneği”, Çankırı
Karatekin Üniversitesi SBE Dergisi, y. 4, sy. 2, s. 142; Mateos, a.g.e., s. 107-108; 110-111; 113-117;
Abu’l Farac, a.g.e., s. 312.
[32] Sevim, a.g.e., s. 39-42; Turan, a.g.e.,
s. 110-112; Güner Sağır, “Bizans İmparatorluğu Döneminde Anadolu Ermeni
Yerleşimleri”, Tarihte Türkler ve
Ermeniler, c. I, TTK, Ankara 2014,s. 200; Ali İpek, “Sultan Alp Arslan’ın
Ani Ermenilerine Karşı Tutumu”, , Tarihte
Türkler ve Ermeniler, c. II, TTK, Ankara 2014, s.
139-140; Mateos, a.g.e., s. 118-121;
Abu’l Farac, a.g.e., s. 316-317.
[33] Sevim, a.g.e., s. 42-45; Turan, a.g.e.,
s. 117-118; Mateos, a.g.e, s.
125-127; 134-136; Abu’l Farac, a.g.e,
s. 318.
[34] Sevim, a.g.e., s. 46-47.
[35] Sevim, a.g.e., s. 47-51; Turan, a.g.e.,
s. 123-124; 128;132; Ali Sevim, Ünlü
Selçuklu Komutanları: Afşin, Atsız, Artuk ve Aksungur, TTK, Ankara 1990., s.25-26;
Mateos, a.g.e., s. 137; Abul Farac, a.g.e., s. 320.
[36] Sevim, a.g.e., s. 51-54; Turan, a.g.e.,
s. 122; 125-128; Toksoy, a.g.m., s. 12-13; Mateos, a.g.e., s. 138-140.
[37] Carole Hillenbrand, Malazgirt Müharebesi, (Çev. Mehmet
Moralı), Alfa, İstanbul 2015, s. 21-23; 25-29; 32.
[38] Sevim, a.g.e., s. 59-69; Turan,
a.g.e., s. 133-140; Mateos, a.g.e,
s. 140-143; Abu’l Farac, a.g.e., s.
321-323.
[39] Turan, a.g.e., s. 140-143; Sevim,
a.g.e., s. 69-72; Mateos, a.g.e.,
s. 144; Abu’l Farac, a.g.e., s.
323-324; Reşidü’d-din Fazlullah, Cami’üt
Tevarih: Selçuklu Tarihi, (Çev. Erkan Göksu, Hüseyin Güneş), Selenge,
İstanbul 2010, s. 118-119.
[40] Sevim, a.g.e., s. 75-76.
[41] Turan, a.g.e., s. 147; 152; 156; Abu’l Farac, a.g.e., s. 325.
[42] Turan, a.g.e., s. 157-161; Sevim, Ünlü,
s. 59-60; Mateos, a.g.e., s. 171-173.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder