Virginia Woolf
İntihar eden yazarlardan sadece bir tanesi. Virginia Woolf ile başlıyorum, çünkü konumuza dâhil. Yok, Woolf değil dâhil olan, intihar. Bir insan neden intihar eder? Ya da niçin etmesin? Ya hu, şimdi niye intihar konusuna girdin, diyeceksiniz. 15.200 belgeseli gösteriminde Abdullah Oskay, sahneye çıktı ve konuşması sırasında işinden atıldığı için intihar eden “Devlet Koruması“ndan çıkmış birinden bahsetti. Daha yakın zamanda olmuş, sadece birisiymiş ve çokmuş… Evet, çok olduğu içinde #YurtÇocuklarıİntiharEtmesin kampanyasını Hayat Sende yaptı. Üzüldüler, bunalımlara girdiler, yine de o kampanyayı yaptılar.
İntihar eden kişi
İntihar etmek zordu, intihar edenler üzerine kampanya yapmanın da ayrı bir zorluğu vardı. İntihar eden kişi, hayatın acımasızlığından kurtuldu -ya da öyle umut ederim- , arkada kalan bu insanlar ise acı ile kaldılar. Evet, bu işin birde çocuklar üzerindeki etkisini düşünelim. Kurumdan çıkınca işe girip, aile kurup, topluma karışarak mutlu olacağını düşünen çocukları düşünelim. İşten atıldığı için, toplum tarafından kabul edilmediği için ve başka başka sebeplerden dolayı intihar eden bu kişileri duyunca ne düşünüyorlar ve ne hissediyorlar? Sartre’ın dediği gibi “bunalım” onları ansızın bulmuyor mudur?
“Bir adamı tanımak için, düşüncelerini, acılarını, heyecanlarını bilmemiz lazım hiç değilse. Hayatın maddi olaylarıyla ancak kronoloji yapılır.” Cemil Meriç’in bu sözü belgeselin amacını bir anlamda dile getiriyor. 15. 200 “Devlet Koruması”ndan ayrılmış kişinin iş hakkının elinden alınması ancak bir anlığına zihnimizde dolaşacak, tabiri caizse diğer kulağımızdan uçup gidecektir. 15. 200 kişinin hayatı, DÖRT kişinin hayatı ile elbette yeterince anlatılamaz. Tek tek de biz anlatamayız, sizlerde dinlemezsiniz. Onun için DÖRT kişiyle 15.200 sorununun üzerine yürümeye karar vermiş bir ekip ile karşı karşıyayız: HAYAT SENDE. DÖRT kişinin düşünceleri, acıları, heyecanlarını insanlara anlatmayı amaç edinmiş olan bu belgeseli izlemelisiniz!!!.
Bakanlığın resmi rakamlarına göre yaşı dolmadan “Devlet Koruması”ndan çıkarılanların sayısı 15. 200!!!
Salonda bu sayının daha fazla olduğu üzerine karşı çıkanlar oldu ki olabilir. Velakin rakamın ruhsuz hüviyetinin bir anlamı yok. Haksızlığa uğrayan bir kişi olsa da, haksızlık haksızlıktır. Okuma-yazma bilmeyen insanlara-mağdurların ebeveynleri- imzalatılan bir kâğıdın hayata vurduğu damga bin olsa, yüz bin olsa ve biz aynı acıyı ve duyarlılığı göstermeyeceksek; Yazıklar Olsun! Evet, insanlar neden vazgeçtiğini bilmeden zorunlu tercihlere itilmiştir. İzine diye gönderilmişler, oysa kuruma geldiklerinde ilişkilerinin kesildikleri yani KOVULDUKLARINI ve bütün haklarının elinden alınması ile karşılaşmışlar. Eğer, haksızlık tek bir kurumda gerçekleşmiş olsaydı, şunu derdik: “Bu olay, şu kurumun hatası, devlet, bu kurumun hatasını gidersin” Diyemiyoruz!
Ülkenin her yerinde aynı mağduriyetler var.
Aynı hikâyeler sürekli dile getiriliyor. Anneme veya babama-ikisi de yoksa bir yakınına- bilmediği bir kâğıt imzalatılmış, “Devlet Korumasına” alınan çocuk kurumdan bu yolla gönderilmiş. Çocuk izinde olduğunu sanarak kuruma geldiği zaman bütün haklarının elinden alındığını öğrenmekle kalmış. Olayın bir başka yönü ise kurumda eğitimine devam ederken, birden izne gönderilmesi ile eğitim hayatının yok olmasına yol açılmasıdır. Eğer, “Devlet Koruması”ndan ayrılan kişilerin anı kitaplarına bakarsanız, geçmişte çocuklar okumasın diye görevlilerin neler yaptığını görebilirsiniz. Bu belgesel de bu olayın ayrı bir kanıtı olarak karşımızda durmaktadır!
Bu dört insan bir şekilde hayata tutunmaya çalışıyor. Bu dört insan hakları elinden alınan binlerce kişiden sadece birkaçı!
Birisi evlenmiş, tatlı çocuğuna bakmakla meşgul, sobalı bir evde… Birisi âmâ ailesi ile hayata tutunmaya çalışıyor, âmâ olduğu için kimse ona iş vermiyormuş… Biri anne, çocuklarına bakmak için neler yapmamış, o bir aşçı… Biri otellerde çalışmış yıllarca, dans etmeyi seviyormuş, şimdi o bir DJ… Kimisi bir şekilde hayata tutunmuş, kimisi ise hala hayata tutunmaya çalışıyor. Kim bilir bir başkası şimdi yüksek binanın tepesinden, kuşbakışı aşağıya bakıyordur. Belki, ağırlığı yere ulaştığı zaman, yer çekimine karşı duramadığı o vakit, bütün sorunların biteceğini düşünüyordur! Zalimsin hayat, aslında zalim olan sen değilsin, biz insanlarız zalim olan, kurduğumuz bütün kurumlar zalimlik üretmek üzerine sanki. Hayat, affet bizi, sana küfür ettiğimiz her saniye için…
Âmâ olan birey, kendine sürekli “ben sağlam” değilim diye hitap etti. Çünkü, insanlar onda bu algıyı yaratmış; “sen sağlam değilsin!!!”. Evet, hayatın zor ama kendini bu şekilde tanımlama “sen sağlamsın”, belki de hepimizden sağlamsın. Sen daha psikolog olacaksın, başka insanlarla empati yapacak ve onları anlayacaksın. Biliyorum, sağlam duruyorsun, hep böyle sağlam dur. Mesajını alın “ben sağlam değilim, bu halimle mücadele ediyorum, siz sağlamsınız, siz daha çok mücadele etmelisiniz!!!”
Hayat Sende ve iletişimde olduğu kişilerin, kamuoyundan bir isteği var: SESİMİZİ DUYUN!
Gelin bir olalım, sesimiz daha gür çıksın, diyorlar. Her acının, her olumsuzluğun, her ölümün karşısına bir duvar olarak, hep beraber çıkalım, diyorlar. Kamuoyu gelin, burada MÜCADELE var. Burası sevginin EMEĞE dönüştüğü yer. “Devlet Koruması”ndaki kardeşim, “Devlet Koruması”ndan ayrılmış kardeşim, Hayat Sende seni bekliyor, hem yardımcı olmak, hem de birlik olmak için.. Kardeşim, burada MÜCADELE var. Gel, ne olursan ol, yine de GEL!!!
Yayınlandığı Dergi: Herkes Dergisi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder