Prof. Dr. Doğan Göçmen, 1992 ile 1995 yılları arasında Hamburg İktisat ve Siyaset Üniversitesi’nde (HWP) sosyoloji, iktisat, işletme ve hukuk öğrenimi gördü. Lisans tezini, “Robert Owen’in eğitim felsefesi, sosyal felsefesi ve özne felsefesi” üzerine yapmıştır. 1995 ile 1998 yılları arasında Hamburg Üniversitesi’nde siyaset bilimi ve felsefe okudu. Hamburg İktisat ve Siyaset Üniversitesi’nde (HWP’de) değişik düzeylerinde sosyoloji dersleri verdi. Edinburg Üniversitesinde 1997-1998 öğretim yılında toplum ve siyaset kuramı (social and political theory) okudu. Bu dönemde özellikle İskoç Aydınlanmacılığı üzerine (özellikle Francis Hutcheson, David Hume, Adam Ferguson and Adam Smith üzerine) araştırmalar yaptı. Yüksek lisans tezinde “John Locke ve Adam Smith’in mülkiyet ve devlet kuramı” üzerine karşılaştırmalı bir tez üretti. 1998 ile 2001 yılları arasında Hamburg Üniversitesi’nde felsefe öğrenimine devam etti. Bu dönemde Prof. Dr.Werner Diederich ile çalıştı ve aynı zamanda siyaset felsefesi alanlarında “asistan” (“Tutor”) olarak dersler verdi. 2001 yılında doktorasını yapmak üzere Edinburg Üniversitesi’ne kaydını yaptırdı. Edinburg Üniversitesi’nde 2001 ile 2005 yılları arasında Adam Smith’in iki baş eseri olan “Ulusların Zengiliği” ve “Ahlaksal Duygular Kuramı” arasındaki ilişkiyi özne felsefesini merkeze alan bir doktora çalışmasında inceledi. Yapmış olduğu bu tez çalışması, Temmuz 2007 yılında aynı zamanda İngiltere’de ve Amerika Birleşik Devletleri’nde yayınlandı. Edinburg Üniversitesi’nde hayat boyu öğrenim bölümünde demokrasi kuramları üzerine verilmek amacıyla ders modülleri geliştirdi. 2008 yılında Türkiye’ye döndü ve 2010 yılında doçentlik unvanına layık görüldü. “International Society Hegel-Marx for Dialectical Thought” ve “Felsefeciler Derneği” yönetim kurulu üyesidir. Şu anda Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde profesör olarak dersler vermektedir. Ulusal ve uluslararası birçok dergide makaleleri yayınlanmış olan Prof. Dr. Doğan Göçmen’in başlıca ilgi alanları: Felsefe Tarihi, Ontoloji ve Epistemoloji, Ahlak ve siyaset felsefesi, Adalet kuramları, Aydınlanmacılık, Klasik Alman ve İskoç felsefesi, Adam Smith, G.W.F. Hegel ve Karl Marx. (Toplum ve Ütopya)
- Aydınlanmacılık deyince, farklı dönemlendirme önerileri olmakla birlikte, genellikle 18. yüzyıl anlaşılır. Aydınlanmacılık Modernliğin her bakımdan gelip yoğunlaştığı ve üst uğrağına ulaştığı yüzyıldır. Aydınlanmacılık olarak adlandırdığımız hareket, her şeyden önce felsefi bir harekettir. Böylece modern felsefe Rönesans’ı, Reformasyon’u ve Aydınlanmacılığı kapsar –ki doğrudan tarihsel kökeni 13. Yüzyıla, örneğin Dante Alighieri’nin eserlerinde ifadesini bulan dünya ve toplum tasarımına kadar geriye gider. Bugün sıkça son derece basit ve yüzeysel olarak ‘Batı Felsefesi’ diye adlandırılan bu felsefenin kaynakları söz konusu olduğunda kaba bir şekilde Antik Yunan Felsefesine işaret edilir. Oysa modern felsefeye İbni Rüşd ve İbni Sina gibi büyük isimlerin damgasını vurduğu ve benim ‘Erken Klasik Arap Felsefesi’ olarak tanımladığım yeni Aristotelesçi Arap felsefesi de kaynaklık etmiştir. Aynı şekilde Avrupa’da Aydınlanmacı felsefenin oluşup şekillenmesinde Antik Hint Düşüncesi ve Antik Çin Felsefesi de birçok bakımdan vazgeçilmez önemli birer kaynak oluşturmuştur. Burada elbette Antik Yunan Felsefesi temel kaynak ve ana damardır. Fakat görüldüğü gibi tek kaynak ve damar değildir. Bu bakımdan Aydınlanmacılık her ne kadar Avrupa’da vücuda gelmiş olsa da neredeyse tüm insanlığın mirasının bir eseri olarak ortaya çıkmıştır. (Doğan Göçmen, İnsan Nedir)
- Modern felsefe, Rasyonalizm ve Empirizm olmak üzere iki büyük damardan beslenmektedir. Modern felsefenin, Hegel’in tabiriyle, bu iki “partisi” arasındaki fark, ilkesel bir ayrılığa işaret etmez. Burada söz konusu olan, ayrılık değil, farktır. [...] Modern felsefenin bu iki büyük kaynağı arasındaki fark, daha çok yöntemsel bir soruya dayanır. Bu, gerçeğin bilgisine mantıksal soyutlama yöntemiyle mi yoksa ilkesel olarak bütünleştirici tarihsel bir yöntemle mi ulaşılacağı sorusunu ilgilendirmektedir. Her iki akım da deneyimi ve aklı temel alır. Fakat bunlar öncelikle temel aldığı ilke karşısında kendilerinin diğerinin ilkesini eleştirdikleri için aralarındaki fark sıkça yalnızca ayırıcı ilke olarak algılanmıştır. Oysa ikisi de özgürlüğü temellendirmek istemektedir. Biri otoriteye dayanan temelsiz inanç karşısına sistematik açıdan aklı ve eleştirel düşünmeyi, diğeri tek tipleştirici ve gelişimin ve ilerlemenin önünde engel oluşturan kaba gelenek anlayışının karşısına deneyimi ve tarihsel bakışı koyarak yapar bunu. Her iki ilke de sonunda her bakımdan anlamını ve meşruiyetini yitirmiş otorite karşısında bireyin akıl ve vicdan özgürlüğünü temel almaktadır. (Doğan Göçmen, İnsan Nedir)
- René Descartes’ın cogito, ergo sum, yani düşünüyorum, o halde, varım ilkesi, insanın, kim olursa olsun, kimden gelirse gelsin, otorite karşısında kendi eleştirel akıl yargısını ve adil vicdan terazisini öne çıkarırken, Francis Bacon’ın temel aldığı deneyim, geçmiş kuşakların otoritesini mutlaklaştıran, yaşayan kuşakların yaşam hakkını neredeyse hiçe sayan gelenek kavramına saldırmaktadır. (Doğan Göçmen, İnsan Nedir)
- Öncelikle hatırlanmalıdır ki, Hobbes, kendi toplum ve devlet kuramını, devletin kaynağını ve meşruiyetini bazı “doğaüstü varlıklar”dan alan ilahi devlet ve toplum kuramlarına karşı geliştirmiştir. İlahi devlet kuramlarının hemen hepsi, Platon’un Devlet olarak çevrilen Politeia diyaloğunda devlet adamı ve toplum ilişkisini tanımlamak için önerdiği “çoban” karşılaştırmasını (analojisini), çoğunlukla farklı biçimlerde işlevsel kılmaktan öte gidememiştir. Burada temel alınan analojiye göre, halk/toplum/insanlık, bir “sürüdür”. Bunun karşısında gücünü tanrıdan alan ve bu nedenle seçkin olan devlet adamı vardır. Devlet adamı(kral), bu özelliklerinden dolayı “çoban” olarak betimlenir. O halde, çobanın sürüyü gütmesi, yönetmesi ve yönlendirmesi gerekmektedir. Bu ödev ona tanrı tarafından verilmiştir. Bu nedenle bu görev kutsaldır. Tabi, sürü güdülür, gerekirse yenir de, satılır da. Kral, Thomas Aquinas’ın Kıbrıs Kralının Kralığı Üzerine’de arzuladığı gibi, ‘iyi’ huylu da olsa, “adil” de olsa, sonunda ‘kötü’ huylu kraldan ya da “adil” olmayan kraldan farklı bir şey yapmayacaktır. Gerek sürünün bir bütün olarak, gerekse sürüyü oluşturan bireylerin (burada bireyden bahsedilebilirse tabi) çoban karşısında herhangi bir hak iddia etmesi mümkün değildir. Zira o, tasavvura göre, adı üstünde, sürüdür. Halka “sürü” denir ve böylelikle halk sürüye indirgenmiş olur. Hobbes’un toplum ve devlet kuramında bu sürü-çoban anlayışı tersine çevrilir. Hobbes’un bu yönelimi toplum ve siyaset felsefesi tarihinde devrim niteliği taşımaktadır. Onun önermiş olduğu toplum ve devlet kuramı, insanın doğasına ve ilişkilerine, yani son derece dünyevi bir ‘nesneye’, yani insan doğasına dayanır –ki bu yeni sabit olanın değişmez olan anlamında alınmaması gerekir. Bundan böyle insanlığa, eğer insanlık, ilişkilerini değiştirmek isterse, değişim için dünyevi bir perspektif sunulmuştur. Bu yeni anlayışa göre insan kendi kaderinin yaratıcısıdır. Zira her şeyin hareket halinde olduğu evrende tek mutlak olan harekettir. Doğada hareketin öznesi doğa yasalarıdır, toplumda değişimin öznesi ise toplumsal ilerlemenin yasaları çerçevesinde elbette insandır. İnsanlığın içinde bulunduğu durumu değiştirmek gerekiyorsa, herkes hüküm süren ilişkilerin niteliğini köklü bir şekilde yeniden sorgulama hakkına sahiptir. Hiçbir kurum, kişi ve ilişki, kutsal değildir. En azından Fransız devrimcilerinin 1789’da, Hobbes’un başlattığı toplum ve devlet kuramı geleneğinden hareketle bu sonucu çıkarmasını kimse engelleyemedi. Yapılan köklü siyasi değişimlerin tümü onlar için birer vazgeçilmez insan hakkıdır. (Doğan Göçmen, Savaş ve Barış)
- John Lock’a göre devlet toplumu tehdit edip, bireylerin özgürlüğünü kısıtlamaya, onların hayatını tehdit etmeye başlarsa, halkın devlete karşı direniş göstermesi doğal bir haktır. Diğer yandan, bir varlık olarak insan ile doğa arasında uyum sağlanmalıdır. Doğa bilinmez ve anlaşılmaz yani açıklanamaz doğaüstü güçlerin hâkim olduğu bir alan değildir. Doğa, insanın keşfedip açıklayabileceği kendine özgü iç yasaları olan, keşfedilip açıklanabildiği oranda da insan yaşamıyla uyumlu duruma getirilebilir bir alandır. (Doğan Göçmen, Aydınlanmacılık)
- Rousseau’nun, 1762 yılında yayınlanan “Toplum Sözleşmesi” ya da “Siyaset Hukuk İlkeleri” adlı eserinde Aristoteles’i eleştirmesi bir rastlantı değildir: doğal bir kölelik durumundan söz ediliyorsa eğer bunun nedeni doğaya aykırı bir köleliktir. İlk köleler güç kullanılarak köle yapılmıştır, köleliklerinin sürmesinin nedeni korkaklıklarıdır. Rousseau, bu belirlemesiyle, hiçbir toplumsal sistemin kalıcı olmadığını, dolayısıyla hüküm süren toplumsal ilişkilerin de kalıcı olamayacağını vurgulamak istemektedir.(Doğan Göçmen, Aydınlanmacılık)
- Eleştiri hiç kuşkusuz vazgeçilmez araçlardan biridir, ancak eleştiri geliştirilirken izlenecek yöntem ve belirlenen amaç önemlidir. Aydınlanmacılığın eleştirisine ilişkin izlenecek yöntem ve amaç konusunda kabaca iki eğilimden bahsetmek mümkün: Yeninin karşısında şaşkınlığa düşen ve eski iyi zamanlara, değiştirilemez politik istikrara yeniden dönmek isteyen romantizm ve düşüncelerini hem Aydınlanmacılığın açmazlarını hem de romantizmi eleştirerek formüle eden ve yönünü geriye değil geleceğe çevirmiş, Aydınlanmacılığın yani burjuva toplumunun çelişkilerini aşarak yeni daha uygar bir toplum kurmayı amaçlayan Marksizm.(Doğan Göçmen, Aydınlanmacılık)
- İnsan akıllı olduğu için, doğa ve topluma hükmeden yasaları öğrenerek, bilgilenerek aydınlanabilir. Aydınlanmak insanın en “kutsal” hakkıdır. İnsan, Yahudilik ve Hıristiyanlık ve daha sonra İslam inancında ifade edildiği gibi, “şeytana uyduğu için günahkâr” ya da bir halk deyiminde dile getirildiği gibi “çiğ süt emdiği için kötü” değildir; aksine insan ilkesel olarak iyidir. Ancak insanın iyi olabilmesi için aydınlanması gerekmektedir.(Doğan Göçmen, Aydınlanmacılık)
- Aydınlanmacı toplum görüşünün çıkış noktası, her şeyden önce özgür bireydir. Ancak bir insanın yaşamını sürdürebilmesi için gerekli maddi ve manevi ihtiyaçlarını tek başına üretmesi mümkün değildir; kendisinin diğer insanlara ihtiyacı olduğu kadar, diğer insanların da kendisine ihtiyacı vardır.(Doğan Göçmen, Aydınlanmacılık)
- Aristoteles’e dayanan, bazı insanların doğal olarak, yani doğuştan köle, diğerlerinin hükümdar ve/veya köle sahibi olduğu düşüncesi köklü bir şekilde tersine çevrilmiş ve soyu, rengi, sosyal sınıfı, dini, ulusu hatta dili ne olursa olsun, 1789 Fransız devriminde herkes gerçekten eşit ilan edilmiştir. Tek bir şartla: devrimin amaçlarını kabul etmek. Ne yazık ki, kadının eşitliğinin ilanı için 1917 Ekim Devrimi beklenmek zorunda kalınacaktır. Fakat bu, Fransız devriminin anlamsız olduğunu kanıtlamaz, sadece onun insanın insan olarak kurtuluşu ilkesi açısından Engels’in deyimiyle yarım bir devrim olduğunu gösterir. İnsanın insan tarafından sömürülmesi konusunda aydınlanmacı düşünürler ikiye ayrılır: Bazıları (Locke, Kant), bir insanın bir başkası için çalışmasını, yani ona emeğini satmasını doğal bir ilişki biçimi olarak görürken, diğerleri (Rousseau, Morelly) bunu açıkça reddederler ve hatta dönemlerine göre oldukça ileri bir toplumsal üretim ve paylaşım modeli önerirler.(Doğan Göçmen, Aydınlanmacılık)
- Özellikle bu noktada Aydınlanmacılığın özgürlük anlayışı birbiriyle uzlaşmaz iki farklı anlama bürünür. Birisi, bireyin devlet karşısındaki hak ve özgürlükleriyle, yani bireyin devlete karşı politik yaptırımlarıyla ilgilidir ki, kanımca bunu tarihsel politik bir kazanım olarak görmek gerekir. Zira devletin birey üzerindeki yaptırım gücünü sınırlamayı amaçlamaktadır. Diğeri ise, bireyin toplum karşısındaki özgürlüğüyle ilgilidir.(Doğan Göçmen, Aydınlanmacılık)
- Temsili demokrasi ve doğrudan demokrasi olmak üzere iki kavramın da savunucuları vardır. Kanımca Rousseau’nun savunuculuğunu yaptığı doğrudan demokrasi düşüncesi, politikayı Machiavelli’nin aksine birilerinin diğeri üzerinde iktidar kurma ve kurulan iktidarı koruma sanatı olarak değil, ama toplumu özgürleştirme ve özgürlüğe yürüme sanatı olarak gören, Marx da dâhil olmak üzere neredeyse tüm düşünürlere kaynaklık etmiştir. Doğrudan demokrasi düşüncesi, temsili demokrasi düşüncesini ret etmektedir, çünkü toplumun yönetiminin bazı kişi ve grupların imtiyazına dönüşmesini ve yönetimin genel otoritesi olmasına karşın tahakküm odağına dönüşmesini engellemek istemektedir. Böylelikle herkesin hem kendi kendisini hem de halkı yönetmesini öğrendiği rotasyon ilkesine dayalı bir cumhuriyet yönetimi önermektedir.(Doğan Göçmen, Aydınlanmacılık)
- Aydınlanmacılık, insanın tarihin akışını rastlantılardan kurtarıp geleceği kendi eline alabileceği düşüncesini, ortaçağın karanlık “böyle gelmiş böyle gider” düşüncesine karşı kazanmıştır.(Doğan Göçmen, Aydınlanmacılık)
- Öyleyse, Montesquieu’ye göre insanın canlı bir varlık olarak yapısından kaynaklanan ilk yasa, barış yasasıdır. Montesquieu bununla her bir insanın kendisine karşı olan yaşamını koruma yükümlüğüne işaret eder. Başka bir deyişle, bunu tersinden söyleyecek olursak, ilk doğa yasası ki bu aslında bir haktır, yani herkesin ilk doğal hakkı yaşam hakkıdır.(Doğan Göçmen, Hak Nedir)
- Barış veya yaşam hakkı birinci doğa yasasıdır öyleyse. İkinci doğa yasası, yaşamı muhafaza etmek için, yani beslenmek için gerekli araç ve gereçlerin sağlanmasıdır. Üçüncü doğa yasası aynı türden olan canlıların birbirlerinin varlığından aldıkları karşılıklı haz ile ilgilidir ve buna Montesquieu “doğal dilek” yasası diyor. Dördüncü doğa yasası epistemolojik bir yasadır ve insanların bilgi kazanma ve kazanmış oldukları bilgiyi paylaşma yasasıdır.(Doğan Göçmen, Hak Nedir)
- İskoç filozofu Adam Smith genellikle ekonomik başyapıtı olan “Ulusların Zenginliği” ile bilinir. Oysa Smith’in devasa bir ahlak kitabı vardır. Bu eser “Ahlaki Duygular Kuramı” adı altında geçtiğimiz günlerde ilk defa Türkçe yayınlanmıştır. Smith’in bir de üzerinde ömür boyu çalıştığı, fakat bitiremeyince tüm manüskriptini yaktırdığı hukuk felsefesi kitabı çalışması olmuştur. Yok edilen çalışmanın yerine büyük bir şans eseri bize ulaşan 1762-63 ve 1766 yıllarında Glasgow Üniversitesi’nde verdiği derslerin öğrenciler tarafından tutulan ders notları vardır. “Lectures on Jurisprudence” adıyla derlenip yayınlanan bu ders notlarında, Smith insanın insan olarak tüm doğal haklarının alanlarını tanımlamaya girişir. Bunu yaparken Pufendorf’un “İnsanın ve Yurttaşın Yükümlülükleri Hakkında” adlı eserin ilk bölümünde insanın eylemlerinin tüm alanlarını ve bağlamlarını belirleme çabasını ölçü alır.(Doğan Göçmen, Hak Nedir)
Doğan Göçmen YouTube sayfası:
Metinler:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder