Haris Eksertzoglou, Osmanlı'da Cemiyetler ve Rum Cemiyeti, Tarih Vakfı. |
- Makedonya hakkındaki raporlardan ortaya çıkan iklim, sadece gelişmekte olan ulusal rekabeti değil, çoğu Ortodoksun gıyabında gerçekleşen şizm'in [kilise ayrılığı-ç.n.] ulusal bir belirsizlik ortamında yaşandığı hissini yansıtıyordu. Ulusal kimliklerden birinin ya da diğerinin seçimi verili değildi; ancak o zamana değin kimliklerini Ortodoks Hıristiyanlık temelinde tanımlayan Yunandilli, Ulahdilli, Slavdilli, Arnavutdilli ve hatta Türkdilli yerel topluluklarda sık sık kararsızlığa yol açıyordu. Bu nedenle, onları zaten cemaati arasında tanımlamakta olan iki kilise hiyerarşisi arasında salınan veya çok kısa bir zaman zarfında saf değiştiren köyler olgusu hiç de nadir değildi. (Eksertzoglou, 1999, s. 58)
- Makedonya'nın kuzey bölgesinde de Rum-Ortodoks okul ağının yaygınlaşması güç bir meseleydi. Bu kez de başlıca engel, Rum-Ortodoksların dilsel parçalanmışlığı ve Yunan dilinin bilinmeyişiydi. Ulusal ve dini rekabet, yerel cemaatleri Yunan eğitimini canlandıracağını umut ettikleri mekteplerin kurulmasına sevk ediyordu. Tipik bir örnek, "gelenekleri savunmaya ve anadilleri alışkanlıktan öğrendikleri Türkçe olduğundan [kent sakinlerinin] yabancılaştıkları atalarının geleneklerini ve Yunan eğitimini yaymaya çalışan"(Eksertzoglou, 1999, s. 59-60)
- Serez'de mahalli maarifperver cemiyetin başkanı olan İ. Theodoridis okul ağının yaygınlaşmasını desteklemesi için DRCE'ye[Dersaadet Rum Cemiyet-i Edebiyesi] dramatik bir çağrı yapar: "Yunan dilinin Bulgarca ve Türkçe konuşulan Yunan cemaatlerinde yaygınlaşması ve aile dili haline gelerek hakim olması ancak DRCE ile mümkündür. Aksi takdirde Helenizm, Makedonya'da başka dilkonuşan kardeşlerimizi Panslavizmin yırtıcı tırnaklarından kurtaramaz."(Eksertzoglou, 1999, s. 60-61)
- Dahası, Yunan dilinin kullanılmaması, Rum-Ortodoks cemaatlerin Protestan misyonerlerince teslim alınmasının bir önkoşulu olarak değerlendirildi. Böylece Bursa yöresinde, "sakinlerin çoğu barbar diller konuştuklarından ve cahil olduklarından Batılıların dini ayartmalarına kolayca kanıyorlar ... Entrikaların merkezi olan Demerdesion ve Bursa'da bir mahalle olan Kayabaşı sakinlerinin az olmayan bir bölümü, kısa zamanda din değiştirdi ... Kayabaşı'nda yaşayan soydaşların tümünün ulusu kaybetmesi endişesi mevcuttur" (Eksertzoglou, 1999, s. 63)
- Buna benzer atıflar, Kapadokya'nın Türkdilli Rum-Ortodoks cemaatleri için de yapılır. Kayseri Prokopi'de [Ürgüp] yeni kurulan ve "tüm Kayseri'de olduğu gibi Yunan dilini yeniden elde etme azmiyle yanıp tutuşan" maarif cemiyeti, "Prokopi'de iki kız mektebi ve bir ilkokulun çok iyi vaziyette muhafazası için aktif bir şekilde katkıda bulunmakta [ve keza] Protestan dini telkinlerini susturma yönünde çaba göstermektedir". Konya'da 150 Türkdilli aileden müteşekkil cemaatin ihtiyar heyeti "anadilleri yok olma tehdidiyle karşı karşıya olan ve onları Helen dünyası ile birleştiren yegane bağ olan dinlerini de misyonerlerin tehdit ettiği ... yaklaşmakta olan bir milli felaket ile karşı karşıya olan ... bu bir avuç Heleni kurtarmak gayesiyle" bir kız mektebi açılmasını istiyordu. (Eksertzoglou, 1999, s. 63-64)
- Yunanca dışında başka bir dilin kullanılması burada topluluğun ulusal kimliği için bir tehdit olarak yorumlanmaktadır. Meselenin ilginç olan yönü, Yunancanın kullanılmaması yeni bir gelişme değildi; aksine uzun zaman önce gerçekleşmişti. Raporlarda saptanan dilsel akışkanlık önemlidir; zira bu akışkanlığı saptayan tüm unsurlar daha önceden biliniyorken, bunun bir sorun halini alması ancak 19. yüzyılın ikinci yansında gerçekleşir. Üstelik yerel nüfusun meseleyi aynı açıdan gördüğü de kesin değildir. Kayseri ve Pontus'un Türkdilli Hıristiyanları, bu bölge cemaatlerinin çoğunun l923'te nihai olarak yerlerinden edilmelerine kadar düzenlenmeye devam edilen arşivlerinin de tanıklık ettiği gibi, Türkçeyi Yunan ya da Arap harfleriyle kullanmayı sürdürüyorlardı. Cemiyet bu vurguyla, Yunan dilinin kullanımını ulusallığın bir kıstası olarak ileri sürmeyi hedefler ve onun kaybının Yunan ulusunun da kaybına yol açtığının altını çizer. Bu kıstasta ısrarın, tek başına önemli de olsa, cemiyete göre mevcut durumu değiştirebilecek yegane faktör olan Rum-Ortodoks eğitiminin yavaş yayılışı hususundaki endişesiyle beraber değerlendirilmesi gerekir. (Eksertzoglou, 1999, s. 63-64)
- Özetlersek, eğitim komisyonunun Küçük Asya'ya dair raporlannın eğitimin durumunu, bazı cemaatlerde Yunan dilinin kaybedilmesi, Batılı misyonerlerin faaliyetleri ve çok sayıda cemaatin "cehaleti"nin beraberinde getirdiği kayıtsızlığın oluşturduğu tehditler aşısından değerlendirdiğini söyleyebiliriz. Okul ağının arzulanan yaygınlaşmasının bu tehditleri bertaraf edeceği ve bu cemaatlerin Yunan ulusal topluluğuyla rabıtalannı kuvvetlendireceği varsayılmaktaydı. (Eksertzoglou, 1999, s. 66)
- Özellikle dilsel çevrenin olumsuz olduğu bölgelerde dilin biçimi eğitimin yegane sorunu değildi. Bu durumlarda Yunancanın öğretilmesi, bunun olumsuz sonuçlan olabileceğinden, zorunlu olmayabilirdi. Prokopio [Ürgüp] Maarifperver Cemiyeti'nin Türkçe seminerler düzenleyip, İncil'i şehrin Türkçe konuşan sakinlerinin dilinde yorumlayarak eğitimin yaygınlaşması yönünde "inatçı" bir biçimde çalışması tesadüf değildir. Komisyonun Türkdilli Ortodoks köyü Kirkice'ye Yunan dilinin ithalini yorumlarkenki ironik tavrı bu bakımdan tipiktir: "Bu okulda ... Türk dilinin kullanımı tamamen yasaktır. Her biriniz ne karışıklıkların, ne Babilvari durumların oluştuğunu tasavvur ediniz. " (Eksertzoglou, 1999, s. 71)
- Yunancanın kullanımının kimi zaman Yunanlılığın temel kriteri ilan edildiğini, kimi zaman da bizzat cemiyetin bu kriterin mutlak karakterini çürüttüğünün altını çizmemiz gerekiyor. Ancak DRCE'nin, Yunancayı Yunan ulusal aidiyeti için bir kriter olarak değerlendirmediğini varsaymak abartı olacaktır. Eğitim kurumlan oluşturulması son tahlilde tam da Yunancanın iyi öğretilmesini amaçlıyordu. Ancak dil kriterinin esnek kullanımı, basitçe dilsel parçalanmışlık ve taşradaki durumla açıklanabilir mi? Böyle bir şeyin geçerli olduğu durumda, yani Patrikhane taraftarlarının kendilerini zorunlu olarak Yunanlı hissetmedikleri, Bulgarca konuşanların zorunlu olarak Bulgarlarla özdeşleşmedikleri ve Türkdilli ya da Arapdillilerin kendilerini Müslüman veya Hıristiyan dışında bir şey saymadıkları durumlarda eğitim komisyonunun raporları, elbette sadece cemiyet ve üyelerini değil, içerisinde kendisinin ve başka kurumların da etkinlik gösterdiği genel çevreyi ilgilendiren, Yunan ve genelde ulusal bilincin şekillenmesinde mevcut akışkanlığı kaydeder. (Eksertzoglou, 1999, s. 71)
- Stamatios Andonopulos, 20. yüzyılın başındaki Küçük Asya seyahati esnasında, "Küçük Asya kıyılarından ne kadar uzaklaşılırsa Yunan dili de o kadar nadir duyulur" diye belirtir. (Eksertzoglou, 1999, s. 88)
Kaynak: Haris Eksrtzoglou, Osmanlı'da Cemiyetler ve Rum Cemaati: Dersaadet Rum Cemiyet-i Edebiyesi, Çev. Feti Benlisoy-Stefo Benlisoy, Tarih Vakfı, İstanbul 1999.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder