"DEĞİŞEN KAFALAR" VE DEĞİŞİM |
Hint mitlerinde başın değişmesi deyince akla ilk gelecek olan tanrı Ganeşa’dır. Parvati’nin kıskançlığından Ganeşa’yı dönüştürmesi, Sani’nin güçlü bakışları nedeni ile Ganeşa’nın başının kopması ve yerine fil başı takılması gibi farklı anlatımlar mevcuttur. Annesi Parvati banyo yaparken, Ganeşa’nın Şiva’yı içeri almamasından dolayı Sani’nin Ganeşa’nın kafasını kestiği versiyon ilgimi diğerlerine göre daha çok çekti. Ganeşa’nın kafası koparıldıktan sonra, annesi Parvati çok üzülür ve Şiva’dan onu iyileştirmesini ister. Şiva emir verir, buldukları ilk canlının kafasını getirmeleri gerekir, emir kullarının bulduğu ilk canlı fil olur. Filin kafası alınıp Ganeşa’nın vücuduna takılır.(Kaya, 1997, 70-71).
Thomas Mann(1875-1955), 1929 tarihinde Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüş bir yazar ve Buddenbrook ve Büyülü Dağ eserleri bu dönemde ön plana çıktı. Ödülden sonrada yazın hayatına devam eden yazar 1948 yılında ikinci kez Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterildi. Benim Thomas Mann ile tanışmamsa, İzmir Kemeraltı Çarşı’sında manifaturacıların arasındaki bir sahafta “Cumhuriyet”in MEB Dünya Klasikleri çevirilerinin tekrar basımıyla karşılaşmam vesilesiyle oldu. Cumhuriyetin 75. yüzyılına özel yapılan bu tekrar baskılardan birçok eseri heybeme aldım ve ilk içlerinden okuduğum eserde Thomas Mann’in “Değişen Kafalar” eseri oldu. Mann, eseri 1930 yılında kaleme almıştır. Tam emin olmamakla beraber MEB Dünya Klasikleri arasında çevirisinin yayınlanması 1950 olmalı.
Yazının ilk paragrafında “Ganeşa” mitinden bahsetmemin sebebi,
Mann’in “Değişen Kafalar” kurgusunun Hint kültürü içinde tasarlanmış olmasındandır.
Şridaman ve Nanda üzerinden iki zıt karakter yaratır. Birisi Brahman soyundan
gelen bir tüccarken, diğeri demircilik ve çobanlıkla uğraşan karakterdir. Şridaman
zeki ama kassız bir vücuda sahiptir, Nanda ise kaslı, geniş omuzlu geniş kolları
olan bir vücuda sahipken bilgelikten payı düşüktür. Habil ile Kabil ve Emeş ile
Enten mitlerindeki çoban ve çiftçi ayrımına benzer mesleki bir ayrım güdülmüşse
de Gılgamış ile Enkidu’nun dostluklarını andıran bir ilişkileri vardır.
Şridaman ve Nanda ara ara tartışmaya girse de bu fikirsel tartışmanın ötesine
geçmez ve arkadaşlıkları hiçbir zaman bozulmaz. Sonra üçüncü bir karakter
ortaya çıkar, Şridaman’ın deli divane aşık olacağı Şita’dır; onunla beraber
olamayacağını düşünen Şridaman, Nanda’nın kendisini öldürmesini isteyecektir(bu
arzusunu, aşkını hastalık olarak tarif eder). Nanda, Şita’yı onunla evlendireceklerine ikna eder, hem bilgilidir hem de soyu geri çeviremeyecekleri kadar önemlidir.
Şridaman ve Şita evlenir, Nanda’nın da olduğu bir yerde yaşarlar. Şita’nın aklı
Nanda’ya kayacak, Nanda’da içsel olarak Şita’ya ilgi duysa da arkadaşına olan
sadakatinden dolayı bu durumdan kaçınacaktır. Bu huzursuzluk bulutu, bir
yolculuk sırasında Şridaman’ın tapınakta içini yiyen bu huzursuzluk sebebiyle
kafasını kesip tanrıya kurban etmesiyle yükselir, Nanda’nın kontrol için
tapınağa geldiği sırada dostunun durumunu görmesi ve kendi kafasını da
kesmesiyle gerilim yükselir. Şita’nın gözlerinin önünde iki ceset ve bir kılıç
durur; Sherlock Holmes’un bile kadının iki kişiyi de öldürdüğünü düşünebileceği
bir ortam vardır(Holmes’un kadının söz konusu kılıçla, hadi Şridaman neyse de
Nanda’yı öldüremeyeceğinin kısa sürede farkına varacağını varsaymak daha doğru
olur tabi; bürokratlar böyle anlarda ilk görünen gerçekliğe inanıp Şita’nın
hapsi boylamasına ve dosyayı kapatma hevesi içinde olacağı da akla yakındır).
Şita kara kara düşüne dursun, tanrı göklerden seslene yazsın: “her şeyin bir
olduğunu bilmez misin bre gafil?”. Şitayı bir güzel azarlayan tanrı, Şridaman
ve Nanda’nın haline acıyıp, Şita’ya muhteşem bir tarif verir ve tuz ile şekeri
karıştırmaması konusunda tembih eder. Şita tuz ile şekeri karıştırmaz da
kafaları karıştırayazar. Birden karşımızda Şridaman kafalı Nanda vücudu ve zıttı vardır.
Esas olan kafadır denilse de konu Şita’ya gelince hanımın kafanın mı vücudun mu
hakkı olduğu konusunda ortalık karışır. Neyse ki inzivadaki bilgeler vardır da
onların raconuna başvurulur. Racon karışıktır, anlaşılmaz kehanetlere benzer ama
kafa esastır görüşü ağır basar(racon değil kafamı yoksa kafa değil de racon mu kesiyorduk?). Şridaman kafalı Nanda vücudu Şita ile evine
döner, Nanda kafalı Şridaman vücudu ormanda inzivaya çekilir. Git zaman gel
zaman, Şridaman gyme gitmeyince, dumbell ile aminoasiti basmayınca, roti chapatiyi
fazla kaçırınca; Nanda’nın geniş omuzları daralmaya, kol kasları küçülmeye
başlayınca; Şita’nın aklı, Nanda’nın başına, inzivada kütük basan Şridaman
vücuduna kaymaya başlayayazar. Çocuğunu alıp inzivadaki Nanda başlı Şridaman’ın vücudunu görmek için Şita harekete geçer. Nanda mutlu gördüğüne Şita’yı, Şita
kaslı vücutlara hasret mi hasret, gecesine çadırda olaylar olaylar.
Uyanıverdiler mi karşılarında Şridaman başlı Nanda vücudu, geceden gelmiş
beklemiş olaylar olayları, kabullenmiş başına gelenleri, kızamıyor ne Şita’ya
ne de Nanda’ya. Ah nedir bizim başımıza gelenler, bu çocuğa yazık değil mi? Bir
ateş yakıp kurtaralım bu çocuğun toplumsal konumunu, yakalım kendimizi odunlar
üstünde temalı final sahnesi ile kitabı kapatıyoruz.
Ruh ve beden tartışmasına alışığızdır, birçok kişi bedeni
bir gömlek, ruhu esas görür. Zihin ve beden arasında da bir ikilik görmeye ne
bayılırız. Oysa her şey atomlardan meydana gelir, zihnin de bedeninde yapıtaşı
aynıdır(ruhu sorarsan, öte dünyalara uçacak bir varlıktan bahsetmekten
Demokritos’a sığınırım). Bir olup tüm canlılığımızı ve varlığımızı meydana
getirir. Beş duyu organımız olmasa, beynimiz muhakeme yeteneğini kullanacak veri
bulamazdı. Vücudumuzdaki sinirler beyne mesaj iletmeseydi hareket edemezdik.
Tüm vücudumuz benliğimizi oluşturur, hepsinin kendine göre bir fonksiyonu
vardır. Kitaptaki anlatıda da kafa ile bedenin birbirinden ayrı düşünülmemesi gerektiği ibretlik bir hikâye ile sunulur.
Hint düşün dünyasına dair bezeli dünyada, evrenin yok olup yeniden yaratılmadan önceki dünyasında insanların yaşamından dolayı, bu dünyadaki konumlarını yaşadıkları düşüncesini anlatan 'Karma'; karmadan kurtuluş halini belirten Nirvana-bu kavramı Budizm üzerinden biliyorum, Hinduizm'in bakış açısını bilmiyorum-; yaşam döngüsüne gönderme yapan Samsara; din adamı konumundaki Brahmanlar; Hinduizmdeki kast sistemi inancı; ve çeşitli Hint tanrılarının kavramları ile karşılaşırız. Hint kültüründe evlilik, kadın ve çocuğa bakış, toplumsal normlar üzerine de birçok veri kurguya eklenmiştir.
Kitap aşk, arkadaşlık, elalem ne der gibi temalar üzerinde dönerse de asıl ilgi çekecek konu 'değişim'dir. Herakleitos'un değişim kavramını doğrudan kullandığını, her şeyin bir akış içerisinde değişime uğradığı fikrinin kültürümüzün en temel unsurlarından birini oluşturduğunu(tüm durağan ve donmaya meyilli fikirlere rağmen) görürüz. İlk 'fizikçiler/doğa-evren-düşünürleri'nin 'arhe/αρχέ/arkhe' kavramı doğrudan evrende değişen ve değişmeyen 'şey' üzerinedir. Mitoslarda da değişim tasarımları görülür, Ovidius'un 'Dönüşümler' kitabını yazacağı kadar çoktur hatta. Medusa, Daphne, İo vs. Hint mitlerinden Ganeşa'ya yazının başlangıcında gönderme yapmıştım, daha fazla örneği bulmakta zorlanmazsınız. Ganeşa'nın kafasının kesilmiş olması ile Şridaman ve Nanda'nın kafasının kesilmesi arasında doğrudan bir ilişki olduğu söylenebilir.
İki kez nehire girilemez, ne nehir aynı nehirdir ne de kişi aynı kişidir; Şridaman'ın Nanda vücutlu hali ne kadar Şridaman'dır, ne kadar Nanda'dır? Ancak bir bütün halinde kimliğimizi inşa ederiz ve bunlar gerçekleşirken çevremizde yaşananlardan doğal olarak etkilenir. Dün başkasıydın, şimdi bambaşka ve yarın daha da başka olacaksın. Dikkat et kafanda bir fil başı ile uyanma ya da Gregor Samsa'nın akıbetine uğrama.
Son olarak Theseus'in Gemisi paradoksuna gönderme yapıp, uzayan yazımıza son verelim. Minetauros'u yenen Theseus'un memleketine döndüğü gemi anıt haline getirilir. Zaman geçtikçe eskiyen parçalar değiştirilmeye başlanır, parçalar değiştikçe gemiyi oluşturan maddeler değişmiş olur, son kertede geminin tüm parçaları değişir, Minetauros'u yenen Theseus ile fiziki anlamda bir bağı kalmaz ama dışarıdan aynı gemiye benzer, sadece bir imgelem olarak insan zihninde o maceraya ve kahramanlığa gönderme yapar. İnsan doğduktan sonra birçok kez değişime uğrar, her gün yeni bir haldir ve zaman aralıkları açıldıkça fotoğraftaki eski halimizle farklılığımız bizi bizden alır. Fikirlerimiz bundan azade değildir, her yeni gün yepyeni fikirlerle düşün dünyamız değişir. Bu illa iyi ya da kötü olacak diye bir şey yok. İyi değirmenciler düşüncelerini itina ile ayıklarken, kötü değirmenci çerçöp ile fikirleri beynine alacaktır. Başkasının zihnindeki düşünceyi, kendi kafanıza monte ederken dikkat edin, hilkat garibesine dönmeyin! Metaboles ile kalınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder